(1) Ayasofya’yı, Meyhâne De Yapsanız Fâtih’in Câmi’sidir!
12 Temmuz 2020
(2) Fâtih’in Vakfiye Şartları Tam Tatbîk Edilmeden, Ayasofya Gene Zındanda Zincirlidir!
13 Temmuz 2020

AYASOFYA’YI, MEYHÂNE DE YAPSANIZ FÂTİH’İN CÂMİSİDİR!

(2)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

 

Ayasofya’nın İslâm’daki ve târihdeki kıymetine yeniden kavuşturulmasını bugünün laik-seküler çakma ve hiçbir dînî temeli olmıyan sistem ve idârecilerinden beklemek en büyük abesdir!

Bugün 9. Sınıflarda okutulan “Demokrasi ve insan hakları” ders kitabında, “Evlilik” mefhûmu bile atılarak “Birlikde yaşam” gibi gençlerin zihninden “âile” mefhûmunu silen bir maarif politikası irtikâb edilmektedir. Köy enstitüsü hasreti taşıyan maarif vekîline kadar, başka adam veya madam bulamıyan bir iktidârın Ayasofya mes’elesini takdîr ve ta’kîbi imkânsızdır. ..

Tanzîmat’dan, sonra 1908’den ve hele 1923 Lozan esâretinden sonra, bu milleti millet ve “bünyân-ı marsûs” yapan 4 ana temel kökden değiştirilmiş ve ortaya bambaşka bir “ulus” çıkarılmışdır… Hâlâ da bunun içün, politikacı politikaları bütün huşûneti ve dalâletiyle devâm etmektedir.

O dört ana temel:

1. Dîn (Allâh’ın Dîni İslâm),

2. Dil ve elifbâ (Osmanlı TÜRKÇESİ ve KUR’ÂN-I KERÎM yazısı),

3. Âile (Sevgi, itaat, hürmet ve HAKK’a dayanan çekirdek DEVLET),

4. Târîh (Aslını ve kökünü hakkı ile bilib tasdîk ile örnek alınması ve devâm etdirilmesi îmân ve şuuru)dur…

İşte bu dört ana temel, ikinci meşrûtiyet (1909) felâketinden bu günümüze kadar mütemâdiyen tahrîb ve tahrîf edilmiş ve el ân da edilmektedir…

Dolayısıyla Türkiya üzerindeki, bu “Kültür emperyalizmi” de denilen işgâl kalkmadıkça, yalınız Ayasofya’nın esîr, forsa, parya ve mahkûmiyyeti değil, ehâlî üzerindeki hiçbir işgâl ve vesâyetin de kalkdığı veya kalkacağı söylenilemez…

Bütün bu tahrîf ve tahrîblerin benzerlerine târih boyunca dâimâ rastlanmış; ve Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle Hazretleri, Kâ’be-i Muazzama’nın ve Beytü’l-Makdis’in kadr ü kıymetini bilmiyen Arab müşriklerine, Rum müşrikleri, Yehûdîler ve Rum Nasârâ’sına, bu irtikâb etdikleri cinâyetlerin cezâsını çok çeşitli şekillerde daha dünyâda iken vermiş ve göstermişdir…

Bugün Mescid-i Nebevî ve Beytullâh İngiliz peydahlaması vehhâbî-Suud vahşîlerinin, Mescid-i Aksâ ABD-yehûdî haydutlarının ve Mescid-i FETH (Ayasofya) da, laik dembokrat kamalizma ve emperyalizminin işgâli altındadır…

MESCİDLERİN KAPATILIB TAHRÎB EDİLMESİ VE VAKFİYELERİN İPTÂLİ, DÂİMÂ LÂ’NET, BELÂ VE MUSÎBETLERE SEBEB OLMUŞDUR…

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri, bunları geniş bir şekilde îzâh buyurduktan sonra, “Bugünün Müslümanlarının akıllı-fikirli olarak aynı belâlara uğramamalarını ve ibret almalarını” çok açık bir şekilde ihtâr etmektedir:

“…………. Kur’ân’ın bu mu’cizesi zuhûr etmiş, Kudüs Rumların elinden çıkmış, Beytü’l-Makdis îmâr olunmuş, o zâlimler de ona korka korka girebilir olmuşdur ki, BUNDA BUGÜNKİ MÜSLÜMANLAR İÇÜN PEK BÜYÜK BİR DERS-İ İBRET VARDIR……. Günlerden bir gün, o men ü zulmü yapdıran devletlerini, kuvvet ü şevketlerini zâyi’ edecek, mahkûmiyyete düşecek ve perişân olacaklardır.”

Politikacılar, yevmî şeytanlıkları, itiş kakışları, biribirlerini yercesine püskürtdükleri yalan ve iftirâları; binbir fırıldak, entrika ve Bizans oyunları ve son derece şeytânî ihtirasları ile halkların tepesinde saltanat kumarları oynarken, Kahhâr-ı Zülcelâl’in hükmü, târihdeki yüzlerce benzeri gibi tepeden öyle bir iner ki, bunun altından hiçbir kimse de kalkamaz!.

Ayasofya Câmi-i Şerîfi sıradan bir ibâdet mekânı değildir. İnsanlık târîhinde mutlak HAKÎKATA âidiyyeti, diğer milyonlarca câmi’ ve mescidin üstünde bir keyfiyete sâhibdir. Ayasofya,  Allâh’ın Sevgilisi Aleyhisselâm’ın “Ne güzel kumandan” buyurarak pek az nasibliye nasîb olan o PEYGAMBER senâsının MÂLİKİ ve NASİBLİSİ Murâd Hân oğlu Muhammed Fâtih Rahmetullâhi Aleyhima Hazretlerinin fetih (kılıç) HAKKIDIR… Ayasofya, cihân çapında bir FETİH hâdisesinin pek muazzam ve nâdîde bir REMZİ olarak, Üstâd Necib Fâzıl Merhûm’un buyurduğu gibi “Bir ibâdet mekânı olmanın çok üstünde o mekânların RÛHU mesâbesinde” bir keyfiyeti mâhiyyetinde taşımakda ve bu temsîl kudretiyle de bir fevkal’âdeliğe mâlikdir…

Üstelik, çok hassas ve derin bir vecd içinde ve İslâm HUKÛKU çerçevesinde kaleme alınan “Fâtih’in Ayasofya Vakfiyenâmesi”, cihanşümul hukûk ve adâlet gibi beşerî düşünce karşısında bile “Müze” olarak ele alınamaz ve kıymeti tenzîl ile hakârete ma’rûz bırakılamaz… Bu, onun, bâdethâne oluşuna, inançlara, din ve vicdan hürriyeti gibi mevzu’lara nasıl sahtekârca bakıldığını vesîkalar, böylece mutlak bir zulüm ve tecâvüz resmetmekden de aslâ uzak bulunamaz…

Hele Fâtih Cennetmekânın “Vakfiye şartları” nazara alındığı zaman, oradaki:

“Benim bu câmimi câmilikden çıkaranlara, gayesi dışında kullananlara, vakfiye şarlarımı değiştirenlere, Allâh, melekler ve bütün insanlar LÂ’NET ETSİN!”

Şeklinde hulâsa edilebilecek ibâresi, fevkal’âde mühim ve korkutucudur…

Zerre kadar îmânı ve Allâh korkusu olan bir mü’minin, böylesine nâmütenâhî bir beddua ve lâ’net karşısında iliklerine kadar sarsılmaması düşünülemez…

Üstelik gene vakfiye şartlarındandır ki, vakfın idâre ve ta’kîbi, Ayasofya’nın toprağına hükmetme salâhiyyetinde olan devlet REİSİNE EMÂNET edilmişdir. Bu i’tibarla, burada İslâm HUKUKU bakımından ortaya çıkan iki fevkal’âde mühim noktadan birisi: “Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların LÂ’NETİ”; İkincisi ise: “EMÂNETE RİÂYET VEYA HIYÂNET” mevzuunun ruznâmede oluşudur…

Bu iki cihet TÜRKİYA coğrafyasını kuşatmışdır ki, bunun inkârı aslâ mümkin olamaz!. Bu i’tibarladır ki, “Marmara Depremi” yok “Virüs Pandemisi” yok “Bilmem ne terörü” gibi yevmî hayatı işgâl ve istilâ eden mevzu’lar yanında zikri geçen “Lânet ve emânete hıyânet” mes’elesi, mukâyese edilemiyecek kadar korkunç bir âfet, felâket ve helâket sebebidir… Kat’iyyen îmân ediyoruz ki, başımıza gelen bütün felâketlerde en büyük sebeblerden birisinin bu olduğu ve olacağı, bir müslüman olarak aslâ ihmâl edilemez…

Seküler, layık, dembokrat ve ateist-kamalist kafaların ve bilhassa oportünist ve kaypak, günü kurtarıcı ve islâmî ma’nâda da’vâ nasîbi olması muhâl bulunan günümüzdeki ucuzcu politikacıların, bunları takdîr edebilmelerine ise, aslâ ihtimâl verilemez. Onlar içün Ayasofya’nın câmilikden çıkarılması çok basit bir iş, hatta müslümanın gözündeki irtifâın kıymetiyle ma’kûsen mütenâsib olarak “Dünyâ Kültür Eserlerini Sivriltme ve Bilmem ne Etme” kabilinden masonik ıvır zıvır maskaralıklarının gözünde bir kıymetdir!. Yahud da, mücerred “Mekân ihtiyâcı” ile ancak Ayasofya tabanına ihtiyâc zarûreti doğduğunda ele alınıb düşünülmesi iktizâ eden, basit ve sıradan bir mescid ihtiyâcı!..

Şu, dünyâdaki bütün nüfûsu bir tek gram bile etmiyen virüs vâsıtasıyla Kâdir-i Mutlak, bütün dünyâ nüfûsunu nasıl inlerine girmeyi, inlemiye başlamalarını ve maskelenib ağız ve burunlarını bilmem neye benzetmeyi sâdece “ol” demekle olduruvermişse; bunlarla intibâha, tevbeye ve akıllanmıya yanaşmıyan iki ayaklı milyarları da, daha bin misli helâketlerle, murâdı ne ise ona sokub çıkarabilir!…

Layık-seküler-dembokrat ve ateist-kamalist politikacıların bunlara inanıb-inanmaması, Müslümanların hiç de umûrunda olamaz. Onların müslümanlarla aynı kıymet hükümlerine sâhib olmalarını beklemek muhaldir. Levh-i Mahfuz’da ne yazılmışsa, onu, ne politikacı, ne patikacı ve ne de ins ü cin ve (cumhur ittifâkı, ne de millet ve illet ittifâkı) gibi üç paralık ayak oyunları değiştirebilir! Bunların topu da, âciz beşer, şaşar ve gerzek oyalanmaları olub, boş ve geçici, mutlaka sönücü, sonu pişmanlık bulunan dünyâ oyunlarından başka, hakîkât nazarında hiçbir ma’nâ ifâde edemez…

Murâd-ı İlâhînin dışında herhangi bir hâdise ve şeyin vücûd bulmasının muhâliyyeti mutlak olsa da, bu, layık-seküler ve dembokrat politikacıların akıl erdiremiyeceği ve inanmıyacağı bir hâldir; ve fakat mutlak hakîkât, murâd-ı ilâhînin hâkimiyetinden başkası aslâ olamaz…

Bu i’tibarladır ki, Allâh Azze ve Celle, vakt-i merhûnu hulûl etdiğinde, elindeki ni’metin kadr ü kıymetini bilemiyen Rum nasârâsının, dolayısıyla Haçlı kefere ve zalemesinin elinden Kostantıniyye’yi almışdır. Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin bunu, 1000 yıl evvelinden haber vererek Müslümanlara müjdelemesi, Allâh Sevgilisi’nin başlı başına bir (mu’cizesi)dir…

Müfessir Merhûm bunu, şu ilmî çerçevede şöyle beyân buyuruyor:

“ŞÂYÂN-I DİKKATDİR Kİ, Süddî, tefsîrinde bu hızy (hor ve zelil olmak)  ve felâketden murad, KOSTANTINİYYE ŞEHRİNİN ELLERİNDEN ÇIKMASINI, YANİ ISTANBUL’UN FETHİ HÂDİSESİ OLDUĞUNU ZİKRETMİŞ VE İBN-İ CERÎR, KEŞŞÂF VE SÂİR TEFSİRLERİ GİBİ MÜTEKADDİM (evvelki, köklü) VE MU’TEBER TEFSİRLERDE DE BU KAVİL NAKLOLUNMUŞDUR. BUNLAR, ISTANBUL’UN FETHİNDEN ASIRLARCA MUKADDEM (evvel) YAZILMIŞ OLDUĞUNA VE HELE ESLÂF-I MÜFESSİRÎNDEN (evvelki büyük müfessirlerden) OLAN SÜDDÎ, 5-6 ASIR MUKADDEM (evvel) BULUNDUĞUNA NAZARAN, BU TEFSÎRİN MENBA-I NÜBÜVVETDEN BİRRİVÂYE AHZEDİLMİŞ (doğrudan doğruya Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’dan alınmış) BİR MU’CİZE OLDUĞUNDA İŞTİBÂH (şübhe) EDİLMEMEK LÂZIM GELİR…”

Mefessir Merhûm, Allâh’ın mescidlerini tahrib edib muattal bırakan ve onları böylelikle aşağılayan veya bu cürümleri devâm etdirenler içün de, şu korkunç âkıbetleri haber vermektedir:

“Lâkin bunlar, bununla da kalmıyacaklar (…………………) bunlara dünyâdaki o hızy ü felâketden başka, Âhıret’de de pek büyük bir azâb vardır.- Dünyâ ve Âhıret böyle azablar, böyle zâlimlerin hakkıdır. Allâh bunu, Kıyâmet günü tatbîk edecektir.”

LAİK-SEKÜLER DEMBOKRATİK TÂĞÛTLAR İSLÂMİYET’İ İSTEDİKLERİ KILIĞA SOKMADAN AYAKDA DURAMAZLAR!

Mescidleri tahrîb ve ta’tîl zımnında hiçbir zulümden geri kalmıyanlar, “Yavuz hırsız ev sâhibi bastırır” cinsi horozlanma, resmî işgâl ve ukalâlıklara da yeltenerek, mescidlerin hakîkî sâhibi Allâh Azze’ye ve mecâzen sâhibi Müslümanlara da “Müslümanlık dersi vermiye” kalkarlar!. Kendilerini, lâyıklık icâb ve iktizâsı, inanmadıkları ve nice ahkâmını resmen ve alenen inkâr etdikleri ve böylece tamâmını da reddetdikleri İslâmiyyet’in mücerred söz sâhibi yerine koyarlar; bütün mescidleri idâre ediyormuş ve onlara hızmet götürüyormuş gibi görünür, resmen dînî otorite imiş gibi de, “sanal” manzaralı sarık-cübbeli reislikler ihdâs ederler!. Müslümanlığın mevki’ ve makamlarını gasbederek, onu içden vurmak istediklerini göstermek istemezler!.

Sanki cennete de, başda kendileri olmak üzere kimlerin gideceğini bile bunlar tesbît eder, herkese “Her istediklerine politik mülâhazalarla Müslümanlık hüviyeti” dağıtır, her insan ölüsü ve hatta geberiğine musallaya yatma vizesi verirler!.

 “Ben ateistim, dînî hiçbir merâsim istemiyorum” diyerek ölen Hikmet Kıvılcımlı gibi eski tüfeklerden (komünistlere) Mihrimâh Sultân Câmiinden, Fâlih Rıfkı gibi Gülşen hamamı bülbüllerine (!) de Sultanahmed Câmi-i Şerîfinden cennet pasaportu bile verirler!

Bunlar, kendilerini, “İslâmî bir devletin Şeyhülislâmlık makâmında” imiş gibi bir görünüşe, aldatışa ve sahte bir kılığa bürüyerek, edille-i şer’iyyeyi Haçlı Batı’dan idhâl politika emrinde her kılığa sokarlar! Bir yandan da  “din-diyânet” gösteriş ve uydurmaları ile İslâmiyyet’i dillerine alıb, beş para etmez çarpık, revizyonist ve reformist inanç, safsata ve bâtıllar ile ehâliye “kılavuzluğa” kalkışırlar!

DİYÂNETLERİ, DİNSİZLİĞE MÜSÂVÎ BİR AHLÂKSIZLIK…

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin buyurduğu gibi:

“Diyânetleri, zulüm ve tecâvüz yapmaya sâik bir guluvv (haddi aşma) ve taassub veya hakk ve hukûk ile oynıyan dinsizliğe müsâvî bir ahlâksızlıkdır…”  (1936, c. 4, s. 2505)

Ancak Müslümanlar hiçbir şeyden ümitsizliğe düşmeyecek, Allâh yolunda mücâhede ve direnmiye Kıyâmet’e kadar devâm edeceklerdir.

İşte bu noktalarda Müfessir Merhûm, şu satırları ile bizleri irşâd etmektedir:

“Böyle iken, bir de cenneti inhisâr altına almak da’vâsındadırlar. O MESCİDLERDEN MENEDİLEN VE ALLÂH’A CİDDEN İBÂDET ETMEK İSTİYENLER ASLÂ ME’YÛS OLMAMALI VE MESCİDLERDEN MENEDİLDİK DİYE ALLÂH’DAN VE ALLÂH’A İBÂDETDEN VAZGEÇMEMELİDİR.” (s.476-77)

YUKARIDA bahsetdiğimiz, İslâmiyyet’i ve cenneti “inhisarları=tekelleri” altına almak istiyenler içün çok daha şiddetli tehdîd ve cezâları, Tevbe Sûresinin 18. Âyetinin tefsîrinden şu dehşetli satırlarla okuyoruz:

“O küfür hâlinde yapdıkları i’mâr-ı mescid ve buna benzer ne kadar a’mâl-ı hayriyeleri varsa, “hebâen mensûrâ” boşa gider. “Ve finnârihum hâlidûn” ve ateşde bunlar muhalled (ebedî) kalırlar.”

Çünki onlar, Allâh Azze ve Celle’nin nizâmına binlerce beşerî sistemden birini veya birkaçını ortak yapar, onlarla Allâh Azze’nin dînini telbîs eder (bulama yapar), bu şirk içinde “Müslümanlık, mücâhidlik, müctehidlik, müfessirlik, imamlık, reislik, hocalık, şeyhlik, müritlik, mütesettirelik, şeriatçılık, İslâmcılık, tarîkatçılık, cübbecilik, çarşafçılık, ilâhiyatçılık, diyânetçilik, hacılık ve bacılık” yapma rolleri çalkalayıb kıvırtırlar!. Etini ve bilmem nesini satan dansözler, bunların yanında kıvırtma özürlüsü bile sayılamıyacak kadar âciz kalır!

Bunlar “Allâh’dan başkasına” da, heykel ve putlara da TAPAR; ve ideoloji ve ilkelere, beşerî sistemlere ve ittifaklara da kulluk eder ve bilihtiyâr esîr ve mahkûm olurlar… Bu hâller ise, onların bütün iyilik ve hasenât gibi görünen şeylerini, (samimiyyetsiz ve ihlâssız yapmaları) hasebiyle sıfıra indirib siler süpürür. İşte Müfessir Merhûm’un bunları iş’âr eden muhteşem satırları:

“…….Allâh içün bir binâ veya herhangi bir amel yapmakla, bunu yaparken ALLÂH’DAN BAŞKASINA TAPMAK VEYA HERHANGİ BİR KÜFÜR YAPMAK İSE, İKİSİ BİR YERE GELECEK ŞEY DEĞİLDİR. BUNDA SAMÎMİYYETSİZLİKDEN BAŞKA BİR TENÂFÎ (biribirine zıddıyet) VE TENÂKUZ DA VARDIR Kİ, BU TENÂFÎDE  KÜFÜR, DİĞERLERİNİ SİLER SÜPÜRÜR HİÇE İNDİRİR.”

PUT VE HEYKELLERE TAPANLARIN MESCİDLERİ, “ALLÂH MESCİDLERİNİN MADDİYYET VE MA’NEVİYYETLERİNİ TAHRİBDİR…”

Bunların, îmânsızlık ile yapdıkları mescidlerin (mescid-i dırarların) hiçbir hayrı görülemez; öyle ki, onların bütün küfür ve şirkleri, o yapdıkları binâlar üzerinden taşarak, Allâh’ın hakîkî mescidlerinin i’tibârını da, maddî ve ma’nevî tahrîb derecesinde zarara sokar, şâibe altına alır…

Müfessir Merhûm, bunu da şu veciz ifâde ile tesbît ediyor:

“BUNUN İÇÜN KÂFİRLERİN İ’LÂN-I KÜFREDEREK BİR ALLÂH MESCİDİ İ’MÂR ETMELERİ, KENDİLERİ İÇÜN İNANMADIKLARI VE SAMÎMİYYETLE YAPMADIKLARI VE BİNÂENALEYH CİDDEN BİR HAYRINI GÖRMİYECEKLERİ BİR ŞEY YAPMAK OLDUĞU GİBİ, AYNI ZAMANDA BU, BİR İ’MÂR DEĞİL, ALLÂH MESCİDLERİNİN MADDİYYET VE MA’NEVİYYETİNDE TAHRÎB İLE ALÂKADÂR  BİR AMEL, ZIMNEN BİR ZARARDIR.” (s.2479)

İslâmiyyet’de mescidler o kadar mukaddes ve muazzez mekânlardır ki, kâfir ve münâfıkların inşa’ları hâricindeki bütün hakîkî mescidler, Allâh Azze ve Celle’nin (beyti=evi) kabûl edilirler. Bu i’tibârla oralarda Müslümanların tavırları, giriş-çıkışları, oturub-kalkmaları ve hatta (konuşmaları), ağızlarından çıkacak ses ve sözler dahî bir esâsa, bir ciddiyet ve teftişe tâbi’ tutulmuşdur…

Buyrun Müfessir Merhûm’dan:

“……..Bir mescid içinde dünyâ umûruna müteallık (dünyevî işlerle alâkalı) lâkırdı bile, onu, mevduullehinin gayriden siyânet etmemek (asıl mevzuunun dışındakilerden korumamak) ve binâenaleyh me’mûriyyet-i ma’neviyyesini İHLÂL EYLEMEKDİR. Bu babda şu ehâdîs-i şerîfe ne kadar şâyân-ı dikkatdir: Rasûl-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’den vârid olmuşdur ki “Mescidde lâkırdı, hasenâtı yer, hayvanın ot yediği gibi.”

BUGÜN CÂMİ’ VE MESCİDLERE HÜRMET VE TA’ZÎM KALKMIŞ, TAMÂMI DA MÜZE HAVASINA SOKULMUŞDUR…

Mescidler o kadar mukaddes ve kıymetli yerlerdir ki, bırakınız oraları kapatmak ve ibâdet ü tâata yasaklamayı, ayrıca ve sonra da bunlara munzam müşrikçe: “Oraları müze yapıb câmiliğine tuz ruhu dökdük” dercesine, akıl almaz vahşet, tahrîb ve tahkîr manzaralarını, gene bırakınız onlara revâ görmeyi; oraların içinde boş, dünyevî, laikçi-sekülerist, partizanca, dembokratik ve politik lâf etmeler, reklâmlar ve sarıklı politikacılar tarafından va’z maskesi altında propagandalar, dilenmeler, gülüşmeler, dolaşmalar, fotoğrafçılıklar, v.s.’ler bile ta’zîme tersdir ve bütün bunlar gayretullâha dokunur ve netîceten gadab-ı ilâhîyi celbeder…

Hele ba’zı ilâhiyatçı ve DİB’işçi geçinen iblislerin idlâlâtına saplanarak, bazı kadın ve kızların oralara husûsî hâllerinde girmeleri, bazı tahâret müflisi pasaklı ve kadın kusûru iki ayaklıların da etrafa iğrenç kokular yayması, ma’bedlerin şeref, haysiyet ve ma’neviyyetlerini haleldâr ve tahkîr etmeleri demekdir ki, çok büyük vebâle sebeb olacakdır…

Hele hele, bitli, cenâbet ve leş gibi gön ve teke gibi iğrenç kokan turist adı altındaki mel’unların üç-beş kuruşunu dilenmek uğruna, o mukaddes mekânları, işâret olunan o cünüb ve lâğım kokulu mahlûkâtın gezmelerine ve su görmemiş cerehatli ayakları altına sermek, ta’rîfi gayr-i kâbil bir fezâhât ve o ecdâd secdegâhlarına dehşetli bir “DARBE-İ TAHRÎBDİR!”

 Evet,  Müfessir Merhûm’un kalemiyle “Darbe-i Tahrîbdir!”

Lâyık dembokratik sistemlerin, ne İslâmiyyet’e ve ne de bu Dîn-i Celîl-i İslâm’ın mukaddes ve muazzez mescidlerine zerre kadar ta’zîm ve hürmetinden bahsedilemez. İşte manzara, bedâhât derecesinde ortadadır…

Bu beyânlarımızın istinâd etdiği Müfessir satırları ise aynen şöyledir:

“……………………. İmdi, mescidleri lâkırtıdan bile siyânet etmek iktizâ edeceğinden, bir mescide herhangi bir küfür şöyle dursun, herhangi bir fıskın (parti-pırtı propagandalarının) ve herhangi bir tehâretsizliğin bile takarrübü (yaklaşması), o mescidin ma’neviyyetine uzatılan bir darbe-i tahrîb olur.” (s. 2480)

“POLİTİKACILAR İNSAN SARRAFI” SİHİRBAZLAR OLUB, “ALLÂH İÇÜN BİRŞEY YAPMALARI MUHALDİR!”

“Lâ ilâhe” diyemedikleri içün beşerî sistemlere tapan layık ve seküler dembokrat inançlıların câmi îmârıyla cidden alakadâr olmaları muhâldir. Bunların her adımları, hâsılâtı (getirisi) oy (re’y) olan adımlardır; ve hedefleri, İslâmiyyet’i de politikaları istikâmetinde revize edib güncelliyerek iktidâr olmak (saltanata konmakdır) ki, bunun dışında hiçbir hedef ve düşünceleri olamaz… Çünki politikacılar Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendinin buyurduğu gibi “insan sarrafları, sihirbazlardır”; ve “unzurnâ=bize Allâh içün nezâret et” diyen değil, “râinâ=bizi güdün” diyen sürüler teşkîl ederek, bunları peşlerine takmakdır…

İşte Müfessîr Merhûm’dan delîlimiz:

“…… Allâh’a îmânı olmıyanların Allâh’a ibâdet içün bir yer, binâ tahsîs etmeleri veya böyle bir binânın Allâh içün îmârıyla cidden alâkadâr olmaları mümteni’dir (muhaldir.)”

Laik ve seküler kafalı ŞEFOKRAT ve dembokratlar, mescidleri ya yıkar, ya depo veya ahır yapar, yahud Bartın Zıyâiyye Câmi-medrese ve dergâhı külliyesine yapdıkları gibi bir okkalık kilit takarlar; yahud da rum, ermeni ve yahudilere sudan ucuz satarlar!.. Olmadı, “mescidlikden çıkarıb dilediklerini” yapar, “Müze yapdık” derler; yahud da, mukaddes ve muazzez mescitlerden “Sultanahmed’i doldurdunuz da bu müzeye mi ihtiyâc şart oldu?” demek gibi mugâlatalarla, “Müze yapılarak darbe-i tahrîb” yemelerini devâm etdirirler! Ve dolayısıyla, zulümlere rızâlarını böyle sürdürüb isbât ederek, aynı zulümlerin mücrim ve mürtekîbi olduklarını i’tirâf ederler…

LAİK-SEKÜLER-DEMBOKRATİK-BÂTIL-HAÇLI BATI KAFASI, MESCİDLERİ İHYÂ EDEMEZ, BU MÜMTENİ’DİR…

Bâtıl Haçlı BATI kafası monte edilmiş politikacıların, köy enstitüsü hasretiyle yanan maarif vekillerinin; CHP’nin bile merdûdu ve “Beni Stalin yaratdı” diyen milliyetsiz-kızıl sovyetçi  ve Selânik’li N. Hikmet Verzanski denen Allâhsızın şiirlerini ağzına alanların; ve 1951’de vatandaşlıkdan atılan ve bu Polonya yahûdîsine geberişinden 46 sene sonra 2009’da vatandaşlık verenlerin; “layıklık Türkiya’nın nükleer enerjisidir, dört hakk din vardır, İslâmiyet 14-15 asır evvelki hükümleriyle bugün uygulanamaz, İslâm güncellenmelidir” diyenlerin; ve LGBT ve “sosyal cinsiyet eşitliği ve 6482 sayılı kânunlarla kadının beyânını hiç bir delîle dayanmadan vesîka”  kabûl edenlerin; ve âile yerine “Birlikde yaşam” terkîbi uydurarak ve şer’an ve aklen olmanın yanında (tab’an) da iğrenç ve müteneffir o lâ’netli sapıklığı yani “eşcinsel hayatı” 9. Sınıf ders kitablarıyla zihinlere sokub “Lut kavmi gençliği peydahlama peşindekilerin… îmânı ve namazı mı olur?” diye sormak, en tabii hakkımız olsa gerekdir!..

Aşağıdaki müfessir satırlarını ibretle okumayanlar ve bunları tasdîk ve te’yîd etmiyenler,  hangi âkıbete sürüklendiklerini ve ehâliyi de kendileri ile beraber hangi ebedî çukurlara mahkûm etdiklerini akledecekler midir?

Son derece inadla, İst Sözleşmelerinin arkasında “ölesiye durduklarını”, adamı-madamı ve leydimsileriyle beyân etdiklerine göre, bunlarda “Akletmek melekesi ve nasîbi de kalmamışdır, işte bunların millî ve yerli olma maskeleri de budur” demek, zarûrî bir netîce olmayacak mıdır!?…

Müfessir Merhûm’dan, bütün bunları da içine alan dehşetli ihtâr ve tehdîdleri şöyle tesbît ediyoruz:

“….. Bunun içün, Âhıret’e îmânı olmıyanlar Allâh’a ibâdet etmezler. Etmeyince de ne mescid yaparlar, ne de mescidleri ibâdetle ma’mûr ederler. Fırsat buldukça mescidleri ya yıkarlar veya MESCİDLİKDEN ÇIKARIB DİLEDİKLERİNİ YAPARLAR. Binâenaleyh “ALLÂH’IN MESCİDİ”  ünvânından bilbedâhe (mutlaka, kesinkes) anlaşılacağı üzere, bunu îmâr içün evvelâ Allâh’a ve Âhıret’e îmân ŞARTDIR. Fakat bu, şart-ı kâfi de değildir. Bununla berâber, “Ve ekâmessalâte” ve namazı ikâme eyliyen—bu da ŞARTDIR. Zirâ mescidlerin binâsından maksud-ı aslî namaz kılmakdır. NAMAZIN VÜCÛBUNU İ’TİRÂF ETMİYENLER MESCİD YAPMAK LÜZÛMUNU HİSSETMİYECEKLERİ GİBİ, NAMAZ KILMIYANLAR DA MESCİDLERİN MA’NEN HARÂB OLMASINA SEBEB OLURLAR.”

Layık, seküler ve ateist müşriklerin mescidlere bakışını, politikacı ve hempâları olan (trollerin) ve medya ve matbuatda ve bütün bürokrasi ve maarifdeki uzantılarının, (mescitlere) vereceği on paralık kıymetin en hakîkî vechesini, Kıyâmet’e kadar böylesine isâbetle kaydedecek satırlar az bulunur!

“NAMAZ KILMIYANLAR DA MESCİDLERİN MA’NEN HARÂB OLMASINA SEBEB OLURLAR.”

Şurası da muhakkakdır ki, bu memleketde son 20 yıl içinde namaz kılanların sayısı, politikacıların “hem dall hem mudill” beyanları, medyanın şeytanlıkları; ilâhiyatçı, DİB’işçi ve tasavvufu çarpıklaştıran cübbeli-cübbelâ-cübbesiz-züppeli ve sarıklı-sapıklı bazı bel’amların ve sinsi din düşmanlarının yâve ve hezeyânları sebebiyle fevkal’âde azalmışdır.

Mihrablar, layık-seküler irâdenin me’murlarına gözetleme kulesi yapılmış, kürsü ve minberler politikanın şu’beleri hâline getirilmişdir. Hulâsa mescidler, bu keyfiyet içinde, hakîkatde namaz kılınmıyan mekânlara tahvîl edilerek, “Mescidlerin ma’nen harab olmasına sebeb olunmuş”dur…

Müfessir Merhûm’un Kıyâmet’e kadar tâzeliğini muhâfaza edecek sözünü tekrar edelim:

“…….Allâh’a îmânı olmıyanlar Allâh’a ibâdet etmezler, etmeyince de ne mescid yaparlar, ne de mescidleri ibâdetle ma’mûr ederler. FIRSAD BULDUKÇA YA MESCİDLERİ YIKARLAR VEYA MESCİDLİKDEN ÇIKARIB DİLEDİKLERİNİ YAPARLAR. Binâenaleyh, Allâh’ın mescidi unvânından bilbedâhe (kesinlikle) anlaşılacağı üzere, bunu i’mâr içün evvelâ, Allâh’a ve Âhıret’e îmân şartdır, fakat bu da, bir şart-ı kâfi değildir…” (s.2481)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir