Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)
.
AKP’nin maarif nâzırı olan Ziyâ nâm kişi, Türkiya târihinde kara bir leke olan mâhut “Köy Enstitülerinin sanki yürekden vurgunu” gibi, fırsad buldukça bu 13-15 sene ömrü olan yerleri yani komünistlik ve İslâm Düşmanlığı tezgâhlarını öne çıkarıb, onların hasretiyle bir nevi yanıb kavrulmaktadır!
Bu, Müslüman Türkleri gavurlaştırma tezgâhları, esas i’tibâriyle 17/Nisan/1940 târihinde kuruldu. 1935 yılından i’tibâren ise proje olarak birilerinin kafasında var olagelmişdir.
Bu sene de aynı târîhi, AKP’nin maarif vekili yani onmilyonlarca çocuğun beyni ve rûhu eline verilen adamı Ziyâ, bu tezgahlar içün şu tiviti salladı:
“Yaparak, yaşayarak güçlüklerle başa çıkmayı öğreten bir eğitim anlayışı sunan Köy Enstitüsü modeli her türlü siyasi tartışmanın dışında, ortaya koyduğu pedagojik yaklaşımla iz bırakmıştır.
Kuruluşunun 80. yılında emeği geçenlere rahmet ve minnetle…”
AKP, maarifi, bu âdemoğluna bırakacak; yani 83 milyonun velîleri de, çocuğunun kafa ve rûhunu bu Zıyâ’nın Köy Enstitülü kafasına…
Köy Enstitü felsefesi, CHP’nin 1940’lı yıllardaki en ateist ve en İslâmsevmez devrinin, Cennetmekân Sultân Alpaslan Türkiyâ’sını kasıb kavurduğu putperest bir devrini yaşatmışdır. Bunlara, aşağıda delilleri ile temâs edilecekdir…
Köy Enstitüsü denilen Allâh’sızlık ocakları, Zıya Moldaş’a göre “Yaparak, yaşayarak güçlüklerle başa çıkmayı öğreten bir eğitim anlayışı sunmuş!”
Oralarda neler yapılmış, neler yaşanmış, kız ve erkeklere birlikde nasıl şarap âyinleri yaptırılmış, 14 yaşındaki kızlar nasıl gebe bırakılmış, Kadın Muallimelere nasıl “Ben ancak Stalin içün ölebilirim” dedirtilmiş; “Allâh’ın bozkırda eksik bırakdığını biz tamamladık” pankartlarını duvarlarda nasıl bayraklaştırmışlar, orak-çekiçli binaları köy enstitüsü olarak nasıl gizlice inşa’ etmişler ve “Hasan Âli ve Ismayıl Hakkı Tonguç Baba”larını nasıl bu Şeytan yuvalarının başına getirmişler, daha neler ve neler ki, birkaç makâlemizle bunların vesîkalarını takdîme çalışacağız…
AKP MAARİF NÂZIRINA GÖRE “ENSTİTÜLER HER TÜRLÜ SİYÂSÎ TARTIŞMALARIN DIŞINDA” İMİŞ, SANKİ TABU!
Zıyâ Moldaş, “Köy Enstitüsü modeli her türlü siyâsî tartışmanın dışında” diyerek, ne de güzel güzelleme-cicileme yapıyor!. Evet öyle idi. Ancak (Komünist-Ateizmanın) içinde idi; ve bu, “Siyâsetin üzerinde, müthiş ve dokunulmaz bir makamdaydı” demenin kibarcasıdır!.
AKP kaptanlarının pek takdîr etdikleri ve “Dembokrasi şehidi” dedikleri Menderes’in, bu Sovyetlerden özenti ve taklîd “Kolhoz ve Sovhoz’lara” geçiş talimgâhlarını kapatmasının esbâb-ı mu’cibesi acebâ ne idi?. AKP, maarif vekilinin ağzı ile bu tezgâhları siyâsî tartışmanın üzerinde “kutsallığı” olan birer “tabu” gibi görmiye başlamışsa, CHP, “ne zaman iktidâr olacağım” demesin; iktidarda olduğunun, hem de 1940 yılının iktidâr koltuğunda oturduğunun bayramını tes’îd etsin (kutlayıb kurtlasın!)
Zıya Moldaş’a göre adı geçen Stalin tezgahları, “Pedagojik yaklaşımla iz bırakmışlar!”
Hiç, İslâmsız, komünist ve ateist yetiştirme mihrâk ve tezgâhları değilmiş de “Pedagojik yaklaşımla iz bırakırlarmış!”
Meğer onları kapatanlar, pedagojik yaklaşmamış, ne büyük (mongolojik gericilik) ve (faşistgojik HALT) etmişlikle yaklaşmış ve memleketi (medagojik) yaparak batırmışlar!.
“Yerli ve millî” AKP’nin, maarif vekîli yapdığı Zıyâ’nın zihniyeti üzerinden, “pedagoji-medagoji, kolhozoloji ve sovholoji izini ta’kîb ederek” geldiği nokta işte bu!…
17 /Temmuz /2016 Fetocia kuduruşundan kurtulan AKP tavan takımının “şükür” seansları, demek böyle olacakmış!. Birgün netîceleri önlerine döküldüğü zeman “Ekdiğimizi biçdik” diyeceklerinden hiç kimse şübhe etmemelidir!. “Gene aldatıldık” demekle de, kimse enâyi yerine konulmamalı!
AKP tepesindekilerin maarif vekili (pedagojik Zıyâ’nın diliyle):
“Kuruluşunun 80. yılında emeği geçenlere rahmet ve minnetle…” deyiş bile, “Ramazan, bayram, oruç, Cuma ve kandil” mesajları ve güzellemeleri ile “düzellemeler” yapmanın arka planında hangi tür “Müslümanlık veya Ankara DİB’inin dîninde olmak yatmaktadır”, artık bunlar çok iyi görülebiliyor!. Bundan sonra bunları görür olmak içün, (mongolojik-pedagojik) vatandaş, trol, partizan, havuz-kılavuz, yandaş ve yoldaş bile olunsa, bütün bunları görmiyecek mahlûk kalacağına ihtimâl verilemez!. Amma rûh ve akıl özürlülüğü sebebiyle hâlâ daha görülemiyecekse, Allâh’dan bütün hakkedenlere şifâlar niyâz edilse yeridir!
Köy enstitüsü denen ve “Kolhoz-Sovhoz” fidelikleri olan yerlerin, bu memleketde “Kızıl Komünizme” adam ve madam hazırlama mihrâkları olduğu herkesçe bilinir!. 1940’dan günümüze kadar bu hakîkatı inkâr edenlerin, sâdece CHP-Kamalizma-Moskofçular-Nâzımcılar olduğu zannedilirdi! Ancak şimdi anlıyoruz ki, bu çizgi, şimdi AKP’nin de çizgisi olmuşdur. Zâten Rais Bey’in yıllardır, Nâzım’ın “dizeleri, vizeleri ve gizelerini” şiir zannederek okuması, san’atsal ve sakatsal yüceliğiyle de diline alması, bizi elbetde bir netîceye götürmüşdür!. Bizler, her halde, ikidebir “aldatıldık” diyenlerden olmamak üzere yaşamayı esas aldık!.
ALLÂH İTİKÂDI OLMIYANLARA RAHMET VE MİNNET?
Kızıl fideliklerin 80 yıl evvel temellerini atan ateist-seküler ve Moskova güdümlü mahlûkâta “Rahmet ve Minnet” içinde hasret duyanlar, hâlâ bu memleketde gelecek nesillerin ruhları tepesinde ve onları yetiştirmek (!) mevkiinde bulunuyorlarsa, demek ki bu kavmin çilesi daha bitmemişdir!. Önümüzdeki aylarda gene bol bol “aldatıldık, ne istediniz de vermedik” nakarâtına ve periyoduna girilirse, biraz da değil, ileri derecede “Pedagojik ve mongolojik” manzaralar seyredeceğiz demekdir!
Fetocia Hocfendinin ağzından da çıkan ne herzeler vardı ki, bunlar 70’li yıllarda bile dökülmiye başlar başlamaz, ehl-i ferâset ve fetânet hemen alarma geçmiş, Politikacı Mongolistler ise, “Hocfendi” şapırtılarıyla herifin öpmedik yerini bırakmamışlardı!.
Sonra da (15 /Temmuz/2016) kazığını yiyince, “aldatıldık” sızlanmaları…
Rahmet ve minnet…
Kime?
Hasan Âli Yücel ve Tonguç Baba denen iki şimal ay..ına!
İkinci ve Kinci İsmet’i bile kündeye getiren Hasan Âli Yücel’in hikâyesi, Merhûm Üstâdım Necib Fazıl Beyin kaleminden nasibse müteâkib makâlâtımızda gelecek…
Kızıl kolhoz-sovhoz fidelikleri olan Köy Enstitülerinin başına getirilen Tonguç’un, bizzat kendi oğlu bile buralar içün ne demiş, bunu da okuyacağız!
O zaman AKP tepesi, maarif vekili Zıyâ’nın ağzı ile kimlere, hangi Allâh ve Âhıret îmânı olmıyanlara “rahmet ve minnet” peşinde imiş, bu kendiliğinden sırıtacaktır!
1940’ların Moskova kızıl komünizmasını (kıble) yapanlara gûyâ ülkücü ve milliyetçi ve anti-gomonist TÜRKEŞ MHP’si de, maarif vekîli adamın ağzından çıkanlara tasdîk makâmında susarak eşlik ve şeşlik edecek, bu da (ülkücülük) olacak, amma tilkicilik ve türkücülük ve kürküçülük olmayacak!…
Sevsinler, “Devletin BEKÂSI Peşindeki” bozkurt birâderânı!
“Yerli-Millî” ma’mûlâtın maarif vekilini ve zihniyetini…
ADINDA “MİLLÎLİK” OLMASINA RAĞMEN BUNUN DEĞİL DE, KİME ÂİD OLACAĞI MECHÛL “AKIL VE BİLİMİN IŞIĞINDA” BİR MAARİF OYUNU!
Herkese göre ma’nâsı değişen (millî) kelimesinin, maarifin başında veya başka yerinde olması da hiçbir şeyi değiştirmiyor… Adı “millî” olan bugünün maarifi, ilk gününden beri gayr-ı millîdir. Bugünün trolleri dilinde “millî ve yerli” olmak, ne kadar dînimize, târihimize ve aslımıza bağlılık şuurundan zırnık bile taşımıyorsa, bugünün maarifi de, ismindeki (millî) kelimesiyle o kadar zırnık taşımamaktadır…
Zâten 2018 Temmuzundan bugüne 2 seneye yakın maarifin başında ve 2003’den itibaren de 5 yıl “Talim Terbiye Kurulu Bşk.lığında” bulunan Zıyâ, vekîl olarak maarifin başına getirildiği gün, “Önümüzde çok uzun ve zorlu bir yol var ve bunun için bilimin, aklın ışığında elimizden gelen bütün gayreti ekibimizle göstereceğiz.” demek suretiyle, kaç mg “millî ve yerli” olduğunu göstermişdir. Maarifini, “bilimin ve aklın ışığında ekibiyle” yürütecekmiş!. Şimdi anlıyoruz ki, onun “bilim ve akıl” dediği şey “Köy Enstitüsü” denen 1940 aklı ile, o zamanın (Kolhoz-sovhoz) hasretiymiş! Bu “bilim” dediği de, kimin, hangi dünyâ çıfıtının sosyolojik ve psikolojik milimi ve bilimidir, nereden aparılmış, koparılmış ve idhâl edilmişdir?. (Akıl) dediği de, nereden ve kimin alkolik beyin kıvrımlarından sızdırılmış gayr-i millî hurâfelerdir?.
1000 yıllık Anadolu MİLLETİNİN, “Dînî ve Millî bir maarifi teşekkül etmemişse”, bu millet bu topraklarda kutub ayısı olarak mı, Moskof ayısı olarak mı yaşamışdır hâşâ?.
Bu ne demekdir, böyle fâcia olabilir mi?
Adında (millîlik) olub da, kendisinde zırnık kadar millîlik olmıyan bir maarif, yeryüzünde sâdece (cumhuriyet Türkiya’sında) görülür ki, işte (fâcia) budur…
Adı üzerinde “LÂTİN HARFLERİ” denilen Haçlı Batı harfleri GÂVURİSTANDAN alınıb, bir gün içinde “MİLLÎ TÜRK HARFLERİ” oluyorsa; ve Anadolu Müslüman Halkının 1000 yıl medeniyet, maarif, edebiyât, harsiyât, dünyâ ve ukbâ hayâtını kuşatan yazısı da “GAYR-İ MİLLÎ ve ARAB ELİFBÂSI” olarak yerin dibine geçiriliyorsa, o vasatda, intihâra bâdî bir çılgınlık var demekdir!. Bugünün (Millî maarifi) de, bu Latin yazısı kadar millîdir; ve bunu da, CHP’leşmiş AKP zihniyetinin TÜRK MAARİFİNİ ellerine teslîm etdiği Zıya adlı kişi “bilim ve akıl” diyerek isbât ediyor!. Bunlara, hiç değilse dudak ucuyla da olsa, Vekâletinin SIFATI da olan bir (millî) kelimeciğini iliştirmeyi çok görüyor!.
“Bilim ve akıl” gibi kime ve nereye âid olduğu bilinmiyen iki mevhûm mefhûma çakılarak, hadi “DÎNÎ değerlerimize” demek gibi lâyık ateist kelleleri “çıldırtıcılıkdan” vazgeçdik, “Millî değerlerimizin ışığında” demek gibi, o da nereye çeksen oraya gidecek ve nesebi gayr-i meşrû’ hâle getirilmiş ve üstelik, vekâletinin de adının önünde ANIT KABİR gibi dehhâmeleşmiş bir cesâmetle duran o kelimeyi, küçücük bir taviz olarak bile vermekden Zıyâ Moldaş şiddetle kaçıyorsa, burada, 1940’ların o simsiyah despotizminin “ateist ve kamalist karekterini” görmemek mümkin olamaz…
Bunun içündür ki, AKP, CHP’lileşmiş hatta ondan çok daha ötelere düşmüşdür!…
Böyle bir maarif, bu halka hızmet edemez. Bu ehâlîyi ta’lim ve terbiyeden geçiremez, onları (gayr-i dînî ve rûhî) çıkmazların içinde fâciaya sürükler…
Bu i’tibarla, bu halk, kendi varlığının devâmından mahrûm bırakılmak gibi korkunç bir tehlike ile karşı karşıyadır… Dolayısıyla her mevzuda ‘Avrupada böyle, Amerikada şöyle” demeyi inançlarının temeli yapanlar, oralardaki “açıkdan veya uzakdan öğrenme” usûlüne yaklaşmaz da, (Tektip insan heykelleştirme faşizmine) neden bir asırdır tapınır dururlar?.
Çocuklarına ders verme kabiliyyet ve imkânına sâhib olan âileler, kendi nesillerinin böyle gayr-i millî merkezlerde hiçliğe veya çarpıklığa mahkûm edilmelerine mutlaka mânî olabilmelidir. Çocuklarının (devlet gasbı altında devletleştirilmelerini) veya resmî bir ideolojinin veya harhangi bir Parti-Pırtı felsefesinin kurbanları olmalarının önüne geçemezlerse, bu millet bakıyesi (ulusun) encâmı mutlak yoklukdur… Zaten Köy Enstitüsü felsefesinin hedefi de bundan başkası değildi… Bunu, kendi i’tirafları ile de ortaya koyacak ve peyderpey ele alacağız…
ZIYA, 2 YIL EVVEL BAKAN OLUR OLMAZ DA KÖY ENSTİTÜSÜ AŞKINI MADAM BÖHÜRLER’LE PAYLAŞMIŞDI!
Memleket, 15 Temmuz gibi Fetocia-Haçlı fâciası yaşamamış gibi, bir de, 1940 kafası gibi Kızıl Rusya şeytanlaşmasının temelinde yatan iğrenç bir felsefenin, (kolhoz-sovhoz) tezgâhlarını ruznâmeye (gündeme) taşımak ne oluyor, bu son derece korkunçdur… Bütün bunlar GAYRETULLÂH’a dokunuyor ve sıkıntıların ardı arkası gelmiyor!. Bir tarafdan AKP içinde birileri halka “MÜSLÜMAN” görünecek, bir tarafdan da CHP zihniyeti, hem de maarif yoluyla 83 milyonun evlâdı üzerinde, onların rûh ve beyinlerini esîr alarak iktidâr yapılacak… Bunun faturası çok ağır ödenir!.
Adı geçen Vekîl (bakan), (4/Kasım /2018) târihinde yani bakanlık koltuğuna oturtuluşundan sâdece 3,5 kadar sonra, kolhoz ve sovhozlara temel olacak (Köy Enstitüleri) hakkındaki güzelleme veya sevdâsını, AKP’nin başı bağlılarından ve feminist cenâh tanınmışlarından Aişe Böhürler denen madama, net tv. Kanaliza.yonuyla şöyle döktürmüşdür:
“05 Kasım 2018 10:34
“Köy enstitüleri, bence devam etmeliydi çünkü kendi doğası içinde özgün bir tasarım içeriyordu…. Köy Enstitüleri, doğru bir projeydi.”
“Kendi doğası içinde özgün bir tasarım!”
Kızıl yetiştirme tezgahları olan bu çukurların “Kendi doğasını ve özgün, süzgün, büzgün ve çözgün doğasını”, müteâkıb makâlelerimizle görecek ve gözlerimiz fal taşı gibi de açılacakdır!
Köy enstitülerinin iç yüzüne geçmeden evvel, şu anda bile bu ateist felsefenin Anadolu’da cirit atmakda olan pek sıkı bağlıları olduğunu söyliyelim!. Bunlar, AKP felsefesinin, Zıya kişinin ağzından “Köy Enstitüleri Güzelleme ve Gazellemesi” olarak çıkışından, ziyâde memnûn olmuş 1940’ların artıklarıdır… Köy Enstitülerindeki gâye, İslâm dışı ve tamâmen ateist-sekülerist bir köy gençliğini bu enstitülerde yoğurub, bunları da köylerine “Öğretmen olarak” göndermek, sonra da bu yolla, bütün köy gençliğini aynı felsefeye ve ideolojiye çekerek, köyler üzerinden kızıl devrimlerini ve devirimlerini tahakkuk etdirmekdi… Tabii bunu, bugün bile, bir takım ta’birlerin ve perdelerin arkasına sığınarak sürdüreceklerdir ki, yazdıkları yazı-çiziler bunları apaçık ortaya koymaktadır.
Meselâ “Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın” dediklerini görelim:
“Köy Enstitülerinin 1940’lı yıllardaki gibi açılması mümkün değil. Ama felsefesi dimdik ayakta duruyor, önemli olan laik, demokratik, bilimsel eğitim felsefesini taşımak. Yoksul köy çocukları için pozitif ayrımcı, ezberci olmayan, iş içinde yaparak, yaşayarak öğrenildiği özgün bir eğitim sistemiydi.
Dikkat edilirse, Zıyâ’nın kelimeleri de aynı ağızdan aynı kelimeler: “Özgün, bilimsel, yaparak, yaşıyarak…”
“Köyden gelen çocuk, mandolin çalıyor, klasik okuyor, aynı zamanda ya demirci, ya inşaatçı ya da öğretmen oluyordu. Çocuğun yeteneklerini öne çıkaran, onu özgürleştiren ve toplumsallaştıran bir eğitim sistemiydi. Köy enstitüleri kurulduğunda Türkiye’nin yüzde 85’i köydeydi. Şimdiyse yüzde 85’i kentte oturuyor. Dolayısıyla büyük semtlerin varoşlarındaki veya yoksul semtlerdeki çocuklara hem beceri hem sanat eğitimi veren okulları, çocuğun çok yönlü gelişimini sağlayan yeni okul kavramını üretmek gerekiyor. Tartışma bu noktada yoğunlaşmalı. Sayın Bakan’ın bu övgüsü, Köy Enstitülerini anlamış olması önemli.”
Komünizma adına “Özgürleştiren ve toplumsallaştıran bir eğitim sistemi…” “Varoşlar ve yoksul semtler…” “Yeni okul kavramı…” “Tartışma bu yönde yoğunlaşmalı” imiş!. Bütün bu noktalarda kendileriyle hemfikir olan “Sayın bakanın bu ÖVGÜSÜ” yani ma’lûm ve mâhut enstitüleri “ÖVGÜSÜ” ne kadar kıymetli-mühim, yani “önemli” imiş!.
Görüldüğü gibi, “Sayın Bakanın sâdece ÖVGÜSÜ” değil, AKP Maarif Nâzırı CHP zihniyetli Ziyâ Paşa Ekselanslarının, “Köy Enstitülerini anlamış olması da mühimmiş!”
Ziya’nın, Madam Böhürler’le yapdığı mahabbetin ifâdeleri de aynen bu minval üzeredir. Tabii yukarıda, komünist terminolojide pek dile alınan “Yoksul semtlerde ve varoşlardaki gençlere” sâhib çıkıyor görünerek, onları bolca yemliyeceklerdir! Böylece bunlar, asıl maksadı saklamak içün bir takım şirinlik tekerlemeleri olacaktır!.
Beyân etdiğimiz gibi asıl maksad, komünist usûlün meşhûr çizgisi olarak “Yoksul muhitler ve varoş gençliği kullanılarak”, onlar üzerinden ateist-sekülerist bir felsefe seferberliği ve arkasından da, ideolojik bir “Sovyet tipi savaşım” başlatmakdır…
“Komünizma Berlin duvarıyla yıkıldı gitdi, artık bu zamanda bunu kim yer, kim takar” yollu bakış ve düşünüş zâviyeleri taşıyanlar elbetde olacakdır. Ancak, adam ve madamlar da bunu bilseler bile, virüs aslâ vücudlarından çıkmamışdır. İşte tekrar dikkatle buyrun:
“Köy Enstitülerinin 1940’lı yıllardaki gibi açılması mümkün değil. Ama felsefesi dimdik ayakta duruyor, önemli olan laik, demokratik, bilimsel eğitim felsefesini taşımak.”
“Yerli ve Millî” hatta İslamcı, telfikçi, mezhebsiz, revizyonist ve güncellemeci AKP beyin ve Fetociazede üst tabakası, “Denize düşmüş” gibi “sarılacak” 1940 CHP’si ile o zamandan kalan bir takım artıkları mı gözüne kestirdi!?.
(Mâba’di var)
İntişârı: 21.04.2020 / 21:03:44 (tt)