(1) Zıyâ Selçuk, Köy Enstitüleri Ve Akp Chp’lileşirken…
25 Nisan 2020
(3) Zıyâ Selçuk, Köy Enstitüleri Ve Akp Chp’lileşirken…
1 Mayıs 2020

ZIYÂ SELÇUK, KÖY ENSTİTÜLERİ VE AKP CHP’LİLEŞİRKEN…

(2)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

.

ENSTİTÜ DENEN PROJENİN GÜZELLEMESİNDE, BAŞKANLARININ İ’TİRAFLARI…

Bugün Köy Enstitüleri başkanı olan ve 1940’ların sovyet kafasını hâlâ yaşatmıya çalışan Prof. Kemal Kocabaş’ın, bu “Sovyet kolhoz ve sovhoz” fidelikleri aşkıyla yanışı, onun şu satırları ile devam ediyor:

“Köy Enstitülerini Hasan Âli Yücel kurdu. UNESCO 1997’de doğumunun 100. Yılında, Dünyâ, Hasan Ali Yücel yılı ilân etti.”

UNESCO, Hasan Âli gibi dînî-yerli hiçbir değer taşımıyan adamın 1897’deki doğumunu yüz yıl sonra bilmem ne yılı îlân edince, onun çok büyük bir mahlûk olduğu zehâbındalar! Tesellî buldukları şeylere bakılırsa, bunların bu kadar kof adamlar olduğu hemen anlaşılacakdır. UNESCO, Anadolu milletinin bir ferdi olsaydı, Hasan Âli’yi üç paralık sâhiblenir ve reklâmını yapar mıydı?. Buradan da anlaşılıyor ki Hasan Âli zihniyeti gibi sovyet-ateist kafası, kendi kafalarıdır, bunun içün de UNESCO tarafından  takdîr görmektedir!

Gûyâ UNESCO vasıtasıyla Hasan Âli Yücel nâm enstitü kurucusu, doğumunun 100. yılında UNESCO’nun o yılı “H.A.Yücel yılı” ilân etmesiyle, adamın (büyüklüğünü) öne çıkarmış olacaklar!  Adamın milleti yok, içinden çıkdığı millet onu takdîr etmemiş, reddetmiş, unutmuş, ademe mahkûm etmişse, UNESCO gibi Müslüman Türk milletine düşman yahudi teşekkülleri bu kabil adamları cilâlayıb vitrine koysa ne yazar? Halbuki UNESCO bir insanı övüyorsa, o, mutlaka milletine hâin, yahudi parmaklarındaki global çetelerin emrinde bir piyondur.

AKP, Köy Enstitüsü kafası taşıyan Zıyâ’yı maarifin başına getirdiğine göre, CHP istikâmetini kendisine kıble yapmış demekdir. AKP’yi anlamak içün Zıyâ’yı iyi tahlîl etmek îcâbeder. Zıyâ’yı anlamak içün de onun “Özgünlüklü ve pedagojikli, kurucularına rahmetli-minnetli…” övgülerine mazhar olan Köy Enstitülerini… Buraları anlamak içün ise, Şefokrasinin 1940’daki maarif vekîli Hasan Âli Yücel’i bilmek, bunun içün de ona sâhib çıkan MB’lerin Yahidi güdümündeki UNESCO denilen teşekkülünü masaya oturmak şartdır. Aksi halde, Global şeytanların elinde piyon olanları anlamak aslâ mümkin olamıyacakdır. Bunun içündür ki, UNESCO denilen yahudi güdümündeki teşekkülü bazı teferruatına kadar ele almak îcâbedecekdir.

UNESCO YAHUDİ GÜDÜMÜNDE BİR TEŞEKKÜLDÜR.

UNESCO, Birleşmiş Milletlerin “Tahsil, ilim ve kültür teşkîlâtıdır” ve diğer MB teşkîlâtları gibi yahudi kontrolundadır. BM denilen yerin de yahudiler tarafından “Dünyâ Devletine” giden siyonist bir yapı olarak kurulduğu ve bayrağının da İsrail bayrağı gibi (mavi-beyaz) olduğu bütün dünyânın ma’lûmudur.

Louis Marschalko, “Yahudi” adlı eserinde (1976, s. 272) şu çarpıcı ma’lûmâtı verir:

“BM’lerin en ehemmiyetli dâiresi UNESCO, (Birleşmiş Miletler ta’lîm-Terbiye, fen ve kültür teşkîlâtı)dır. Tamâmen yahudilerin kontrolu altındadır. UNESCO bütün dünyâ gençliğinin tahsîlini kontrol ve idâre etmek istemektedir. Zâten bu da yahudi protokollarındaki talimatlardan biridir.”

Meşhûr Yahudi veya siyonist protokolları, yahudinin, “Dünyâ Devleti İdealini” tahakkuk etdirmek üzere 1897’de kaleme alınmış ve insanlığın nasıl köleleştirileceğinin usûllerini tesbit eden; ve tanınmış siyonist lider Dr. Theodor Herzl riyâsetinde İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan o çok meşhur Kongrenin tesbit etdiği kararlardır. Dikkat edilirse bu kongre 1897 yılında toplanmış olub, Köy Enstitülerinin kurucusu ve Sovyet-Yahudi âşıklarının baştâcı Hasan Âli Yücel’in doğduğu yıldır…  UNESCO denilen teşkîlât ise, tam 100 sene sonra 1997’de, (H.Âli’nin) doğum gününü bayraklaştırmış gibi yaparken, aslında Basel Siyonist Kongresinin 100. yılını (kutlamayı) ruznâmeye getirmiş olmakda ve Sovyet-Yahudi dünyâsı ile Türk dünyâsındaki yoldaşlara, Hasan Âli’nin doğumunu vesîle ederek Basel Siyonist Kongresini ulaştırmaktadır!

Anadolu insanı AKP’ye, AKP ise maarifi üzerinden Zıyâ’ya, Zıya ise Köy Enstitüleri reklâm ve hatırâsı ile bugünki enstitü derneğine bağlanırsa; bu, Hasan Âli Yücel’e, Yücel, doğum günü ile UNESCO’ya 1897’ye bağlamakda, bu 1897 ise Basel Siyonist Kongresine, bu kongre siyon protokollerine, protokoller “Yahudi Dünyâ Devleti İdealine” 9-10 kademe veya basamakla bağlanmakdadır… Bugünün maarifi ile onun âmirleri, işte bu zincir halkaları üzerinden kimlere,  nerelere ve hangi zihniyetlere bağlanmaktadır,  bu, dehşet ve hayret veren bir manzaradır…

Nihâî noktada Anadolumuzun bağlandığı, bağlanıb çengeline takıldığı yer neresiymiş, bunu kimler görecekdir; ve bunlar gibi nicelerini, “yerli ve millî”  maskeleriyle kimler saklayıb örtebilmektedir?.

Bu, 20-25 noktadan sâdece maarif noktası… “Bağımsız, kurtulmuş, çağdaş, medenî, ileri, hür ve yeni, büyük dünyâ devleti Türkiya”  demeler kolaydır da, bunları olabilmek acebâ binde kaç mümkin olabilmektedir?. Feto-Nato tekerlemeleri aceba 1963’lerden itibâren 53 yıl, BM’lerin, onun  UNESCO’sunun dışında sâdece tekerleme ve şekerleme olarak mı yürütülmüşdür?..

UNESCO’nun nasıl çalışdığı ve kimleri nasıl ön plana çıkararak hangi hedefler içün çalışdığı, şimdi anlaşıldı mı acebâ?. Bu pek kolay anlaşılmasa da, biz demek istediklerimizi yazdıkdan sonra nasîbi olanların kimisi ağzı birbuçuk karış açık kalarak, kimisi de şaşkınlıkdan kaşınarak birşeyler anlıyacakdır!

“Yerli ve millî” AKP hökûmat-ı Tayyibesine işbaşı yapdıran Sara-yı Hümâyûn veya hâzirûn-ı kirâm, TÜRK Maarifinin başına geçirtdiği  ve on milyonlarca Anadolu çocuğunu irâde ve ellerine teslîm etdiği Zıyâ’dan, onun zihniyetinden ve istikâmetinden emîn değil ve bu verdiğimiz ma’lûmâtdan habersiz, öyle mi?.. Möhderem Âmirleri de bîhaber, ammâ sâdece biz haberdârız öyle mi, vah vah?!..

ASIL MÜESSİR OLAN UNESCO, SAF VE SALAK AYIRMADAN KENDİSİNİ ENSTİTÜLER ÜZERİNDEN DE GÜZEL YÜRÜTÜR!

Ulus, Millet bakıyesi olsa da, onu, çok kolay ve rahat uyutacağını zannedenler, Protokol 5’in bir cümlesini aynı kitabdan şöyle okuyabilirler:

“Yahudi olmıyan cemaatlerin tahsillerini o şekilde kontrol etmeliyiz ki, zekâlarını kullanacakları bir anda, ümidsiz bir kısırlıkla ellerini başlarına koysunlar.”

Louis Marchalco devam ediyor:

“Böylece UNESCO, protokollerinin yazarları tarafından kurulmuş öncü bir müessesedir. Bu müessesenin esas olarak gâyesi, istenilen bir anda dünyâ gençliğine dinsiz dünyâ işleri yaptırmak ve içlerinden vatana sadâkati ve millî an’aneleri çıkartmak idi. Protokol 5’de: “Bugünki idâreciler yerine “Süper Hükûmet” denilen yeni bir sistem kuracağız” diye  de bir kehânet ortaya atılmışdır. “Kolları kerpeten gibi her tarafa uzayabilecek ve teşkîlâtı o kadar büyük olacakdır ki, dünyânın bütün milletlerini içine almakda zorluk çekmiyecekdir. Birleşmiş Milletler Teşkîlâtında, Batılı demokrat, Doğulu Sovyet Yahudisi, NewYork hahamı, ve Sovyet Nâzırı bugün tam bir iş birliği hâlinde yanyana oturmaktadırlar. Yahudi olmıyan milletlerin ASKERLERİ biribirlerinin kanına girerlerken, Birleşmiş Milletler Teşkîlâtının içinde bile bir harb sürdürülmektedir.” (s. 272/273)

“(Protokol VII)’den: “Ulaşmamız gereken netîce, dünyânın bütün devletlerinde bizim menfaatımız içün çalışacak birkaç milyoner, polis ve askerin bulunmasıdır.” 

“Bu gâyeye Sovyetler Birliğinde tamâmen ulaşılmışdır. Ve diğer Demirperde ülkelerinde de elde edilmek üzeredir. Dünyâ Yahudi krallığı Bolşevism (Komünizm) kılığında şekillenmişdir. Bu sistem içinde köleleşmiş kitlelerden ve Sovyet komiserlerinden başka hiçbir şey yokdur.”

BUGÜN ÂİLENİN DİNAMİTLENMESİ NERELERE DAYANIYOR?

“Protokol X’dan: “Bu yoldan… Yahudi olmıyanlar arasında âilenin ehemmiyetini yok edecek ve ferdî düşüncenin tekâmülüne engel olacağız…” der….. Demirperde memleketlerinde Yahudi muallimler 13 yaşındaki çocuklara ilkâhı öğretmektedirler. Halk mekteblerinde 13 ilâ 15 yaşlarındaki kız ve oğlanlar beraber yatmaktadırlar.” (s.275)…… 

Bizden: Türkiya’daki LGBT faaliyetleri, İst Sözleşmeleri, KADEH’çi ve Mortcadılı madam dernekleri, nafaka zulmü, 18 yaş altı evlenmeleri yasaklıyarak âileyi tıpanlamak, homo-lezo-pezoluğu savunmak içün ayağa kalkan barolar, v.s. ile, bu millet bakıyesi ulus, acebâ nasıl bir istikbâle sürüklenmek isteniyor; ve bunların protokollardan ayrı düşünülmesine imkân var mıdır?.

“Yahudi olmıyanlar alkollü içkilerle uyuşturulacakdır; ve gelecek nesilleri aptal olacakdır.” (Protokol I’den)….

“Krallığımız kurulunca bizimkinden başka bir dîn olmamalıdır…” diye de Protokol XVI’da “Siyonun okumuş büyükleri”  yazmışlardır. Bugün Sovyetler Birliğinde dînî hürriyetden sâdece  yahudiler istifâde etmektedir.” (s. 278) 

İktibâsımıza devâm ediyoruz:

  “….Protokollerin yazarları yalınız şimdiki zamanı değil, istikbâli de düşünmüşlerdi. Ebedî, dünyâ kuvvetini emniyet altına almak istiyorlar ve bunun da, târihleri gençliğin aklından silmekle gerçekleşeceğine inanıyorlardı…… Marxizm ve Leninizm de şöyle demektedir: “Geçen asırlarda bizim aleyhimize olan bütün TÂRÎHÎ HAKÎKATLARI insan zihninden çıkaracağız. Husûsî mektebleri ve husûsî tahsîli kaldıracağız.” (s.280)

Köy Enstitüleri de “Târîhi Hakikatları insan zihninden çıkarmak içün kurulmuşdu” ve bu istikâmetde çalıştırılmışlardı!

LUİS MARSCHALKO “DEMOKRASİNİN YUDAOKRASİ (Yahudiokrasi) OLDUĞUNU GÖREMİYORSUNUZ” DİYOR!

Louis Marschalko devam ederek, sovyet-yahudi kuşatmasından bugün bile hâlâ kurtulamıyan maarifçiler ve dembokrasi zâkirleri içün şöyle yazıyor:

“…… Yahudi dünyâ idâresi, her şeyi çürütüb toz ederek, burada mutlak şekilde  “Bolşevizim sûretinde” görünmektedir……. “Siz, hür (!) topraklarda yaşıyan ve yahudi liderler tarafından idâre edilen  Batılı insanlar! İstikbâl içün ne gibi plânlar yapıyorsunuz? DEMOKRASİNİZİN HAKÎKÎ BİR DEMOKRASİ DEĞİL DE, YUDAOKRASİ (yahudiokrasi) OLDUĞUNU GÖREMİYORSUNUZ? Bu, doğuda tommy silâh, Batı’da altındır. Siz, Batılı insanlar! Terketdiğiniz doğulu hıristiyan kardeşlerinizin kaderinden kaçabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Size daha iyi şeyler va’dedenler, belki de aslında protokollerin ağzından konuşuyorlardır: “Yahudi olmıyanlar bir koyun sürüsü ve biz de onların kurtlarıyız.”  (s.281)

Yukarıdaki satırları,  yeryüzünde “demokrasi diye yudaokrasi” çukuruna düşürülmüş, ama bunu bir türlü göremiyen bütün kavimler iyi düşünmeli; ve başlarında “dembokrasi misyonerliği” yapan politikacıları iyi anlamıya çalışmalıdırlar… İşte ABD’nin, bugün olduğu gibi dün de kimin elinde olduğu:

“….. Roosevelt, yahudilerin katledildiği gerekçesiyle Almanya ile siyâsî münâsebetlerini kesdiği zaman, ABD’nin o sıralarda “Yahudi Hükûmetinin” idâresi altında bulunduğu anlaşıldı.” (s.282) …..

1897 tarihinin, Köy enstitüsü propagandistleri dilindeki Hasan Âli Yücel’in doğum günü ve Basel Yahudi Kongresinin toplandığı ve siyon  protokollerinin yazıldığı bir târih olması i’tibâriyle, bunların gerçek ma’nâsının ne olduğunu göstermek; ve adı geçenlere bu “Kutsal günlerini” daha iyi öğretmek içün (!) bu satırları ve aşağıdakileri iktibâsdan yorulmıyacağız!.. AKP’li zirvelerle,  maarif vekîli yaparak 83 milyonluk Türkiya’nın 25 milyon gencini ellerine teslîm etdikleri Zıyâ da, bu satırları okumasalar bile, okuyanlardan haberdâr olmaları, bize kifâyet edecekdir! 

“(Protokol XIII)’den: “Kitlelerin ne olacaklarını hissetmemeleri içün, onları eğlence, oyun ve ihtiraslarla oyalıyacağız…Kısa zamanda basın yardımı ile san’at ve her türlü spor yarışmaları yapacağız…” …. “Kendi fikirlerini aksetdirmek kâbiliyyetini gitdikce kaybeden halk, bizim tonda konuşmıya başlıyacaklardır. Çünki biz, onlara yeni düşünce istikâmetleri vereceğiz… Tabii ki bize olan bağlılığı şübhe uyandırmıyacak şahıslar vasıtası ile .”

Mübârek Cum’a ve Ramazan-ı Şerîf’den bir gün evvel, dünyânın virüs şokunu atlatamadığı bir günde, “sosyal mesâfe mavaldır” dercesine Anıtkabir merdivenlerinde istiflenib biribirlerine geçmeleri bile, delâletleri düşünüldüğünde tek kelimeyle hem gülünç ve hem de korkutucudur!

Yukarıdaki protokol satırlarını bugün biz, “Yahudi lobileri ve İng. Kraliyetinden ödüller” alan, (yerli ve millî) maskesi takarak dolaşan, âile yıkımını ve LBGT reklâm ve hınzırlıklarını koltuklarından rahatlıkla seyreden, İslâmiyyet’in sulandırılmasına sanki çanak tutan politikacı esnafına tatbîk edersek, üzerlerine tam oturduğunu hayretle göreceğizdir!

Marschalko devamla şöyle diyor:

“Bunların hepsi oldu. Bugün basın, rodyo, filimler ve televizyonlar, dikkati, hayâtî, millî ve milletlerarası mes’elelerden uzağa çekmektedir.”

Bugün târîhi diziler bile, sâdece târîhi ve aslımızı bozmak, onları, bugünün hayat tarzını yaşayan  sıradan insanlarmış gibi zihinlere çakmak içün uydurulmaktadır! Târihdeki İslâm hanımlarının mahremiyyetini bile, bugünün, sokak havasını yaşıyan insanlarına yakın göstermek ve dembokrasi basitliği, yavanlığı, asâletsizliği ve hoyratlığı içinde  reklâm etmek içün.. Her şeye, “kurgu-burgu” delikleri açarak yaklaşmak içün.. İnsanların kuvve-i hayâliyyesi esir alınarak, onları zombileştirmek noktasından zihinlere el atmak; ve politikacılara yaranmak adına dünyâlı ve fakat fezâdan gelme bir insan nesli kopyalamak ve peydahlamak içün…

KÖY ENSTİTÜLERİ, SİYONİST PROTOKOLLERİ DIŞINDA DÜŞÜNÜLEMEZ…

“(Protokol XII)’den: “Bizim aleyhimize yazmak istiyenler olsa bile, bu yazıları neşretmiye arzulu kimse bulamıyacaklardır.” …….. “(Protokol IX)’dan: “Kafamızı hukûka, seçimlere, basına, şahıs hürriyetine, bilhassa tahsîle sokduk.”  (s. 284) ……

Evet, “kafalarını BİLHASSA tahsîle, maarife sokmuşlardır!..” Kuruluşundan 80 yıl bile geçse, “Hedefimiz, Köy Enstitüleri felsefesi, onları ortaya çıkaran özgünlük ve pedagojik esaslardır, kurucularına rahmet ve minnet…” diye meydan okumalar, protokollara sadâkatin hâlâ yaşatıldığını vesîkalamazsa neyi ifâde eder?.

AKP felsefesi, CHP felsefesini bile böylesine geçer hâle gelebilmişse, “2023 hedeflerinin hayâliyle kendinden geçen saf ve saftirik Ehl-i vatan”, şimdiden birer bardak buz gibi su içerek yüreklerini serinletmiye hazır olabilirler!.

Yahudi Protokollarının, Basel’de toplanan Siyonist Kongresinde yazılış tarihi olan 1897’yi, UNESCO, aynı sene doğan Köy Enstitüleri bânîsi Hasan Âli’nin “Cidden kıymetini îlân içün Hasan Âli YILI” olarak resmetmiş olabilir mi ki, Türkiya’daki köy enstitü lobisi neredeyse bunu bayram ederek kutlıyacak olsun! Yahudi elindeki UNESCO nezdinde, Siyon Kongresi ve orada yazılan Protokolların ehemmiyeti, yok olub bitib-gitmiş enstitülerle Yücel’in, milyarlarca fevkinde bir ehemmiyeti hâizdir!. Ancak UNESCO, isim vermeden, siyon kongresi ve protokollerin yazılışını, “Yücel’in doğum günü” diyerek kamufle ediyor ve adam ve madamlarına “kutsatıyor” ki, zekâ seviyesi ma’lûmlar da bununla övünüb neredeyse (kına bile yakacak) hallere giriyorlar!. CHP’leşen AKP’nin maarif Vekîli Zıyâ bile, (17/Nisan/2020) târihinde, dünyânın Coronavirüsden kırılışını zerre kadar kâle bile almadan, 80 sene evvelin Köy Enstitüsü kuruluşunu, 1940’ın hasretiyle dile getirib, “özgün ve pedagojik, rahmetlik ve minnetlik…” güzellemeler yapıyor! Ve muhayyel antik kazılarda bulunarak fosillere ulaşmıya çalışıyor!!!..

Louis Marschalko’nun yazdıklarını, Köy enstitülerini, 1897 Siyonist Kongresi ve siyon protokollerinin içine bir kırıntı gibi ilâve ederek okumalıdır! Köy Enstitü lobisinin “kutsadığı” Hasan Âli Yücel’in  doğum târihi de olan o 1897’yi,  UNESCO tarafından asıl parlatılış sebebi bilinerek ve görülerek ele almak şartdır!. Aksi hâlde Köy enstitülerinin ve sovyet internasyonalizminin manzarasını tam görmek ve anlamak aslâ mümkin olamaz!. Kapitalizmin de komünizmin de aynı yahudi merkez ve parmakları ile peydahlanıb bir denge unsuru hâlinde veya zehir-panzehir gibi iki tarafa da mütekâbil ümidlerle içirilişi ve bu iki zıt kutublu dünyâ insanlığın başına belâ edilirken, yahudinin, iki tarafın da dikkatlerini kendi üzerinden atarak, gene iki tarafın zaaflarını onlar aleyhine kullanması ve böylelikle de tek kârlının kendisi çıkması, protokolların asıl hedeflerinden biridir…

YAHUDİ, KURDUĞU FARMASONLUKLA DEVLETLERİ DAMA TAŞI GİBİ OYNAR!

“KRALLIĞIMIZI KURUNCAYA KADAR DÜNYÂNIN BÜTÜN MEMLEKETLERİNDE MASON LOCALARI KURACAK, ÇOĞALTACAK VE GÜNLÜK FAALİYETLERDE SİVRİLENLERİ BURALARA ÇEKECEĞİZ. BÜTÜN BU LOCALAR TEK BİR İDÂRE ALTINDA TOPLANACAKDIR.” (Protokol XV) (s.286) 

“Farmasonluk, ABD DEMOKRASİSİNİN hakîkî idârecisidir. Bütün milletlerin liderlerinden ve bütün sosyal sınıfların mensublarından terekküb etmiş görünmez bir (S.S.)dir. Fransız ihtilâlinde, BELA KUN’un 1. macar bolşevik diktatörlüğünde ve din aleyhdârı faaliyetlerde ve 1. Cihân Harbi sonrası Versay anlaşmalarının tekâmülünde büyük rolü olmuşdur. BÜTÜN BUNLARIN NETÎCESİNDE HEM FARMASONLUK HEM YARDIMLARI VE HEM DE ROTARY KLÜPLER PAPA TARAFINDAN AFAROZ EDİLMİŞLERDİR.” ….. “BİR DEVLET YAHUDİLERİN KONTROLUNDAKİ FARMASONLUKLA İDÂRE EDİLİNCE, DEMOKRASİ, BOLŞEVİZME DOĞRU GİDİŞİN BİR BASAMAĞINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.” (s. 287)

…..”BİR DÜNYÂ KRALLIĞI KURMAK İÇÜN GEREKLİ VASIALAR YAHUDİLERİN ELİNDEDİR. YENİ DÜNYÂ DEVLETİNİN KURULUŞUNA MÂNİ’ OLACAK HER ŞEYİ YIKACAKLARDIR. BURADA BÜTÜN OLANLAR BİR İNTİKÂM OLDUĞU KADAR BİR KORUNMADIR DA. VE TABİİ Kİ BUNLARIN ADÂLETLE ALÂKASI YOKDUR. ÇÜNKİ YAHUDİ SİYÂSETİ, YALINIZ BİR ŞEY YAPMIŞ OLANLARI DEĞİL, BİR ŞEY YAPABİLECEK OLANLARI DA İMHÂ ETMEKDİR.” (S.288)

Bugünün “enstitü derneği” etrafındakilerin dediğine tekrar bakarsak o da şudur:

“Enstitülerin kuramcısı (Bu “kuram” kurbağacasını teori karşılığı uydurdular) İsmail Hakkı Tonguç da, 1950’de Dünyâ Pedagoji Ansiklopedisi’nde onurla (onur, fransızca’nın honneur kelimesinden piçleme bir uydurukdur) yer aldı. O nedenle Köy Enstitüleri Türk insanının dünyâ eğitim târihine, özgün (orijinal Frenkçesi yerine bir uydurma) bir armağanıdır.”

Türklerin, binlerce sene böyle bir şeyden zerre kadar haberi bile yokken, bu, onun bulduğu bir keşif gibi sokuşturuluyor! Bunların îmâlât yeri doğrudan doğruya o zamanın Moskova’sıdır. Çünki 1920’den i’tibâren, Nâzım’a kadar bütün moskofçuların dilinde, bu “Köy enstitüleri”, protokollardaki sovyet tezgâhı bir tabu hâlinde onlara çakılmış; ve onların kafaları bu istikâmetde şartlandırılmışdır… Böyle “UNESCO ve ansiklopedilerle” şişirilenlerin ne olduğunu, ileride amelî hayâtın içindeki rezâletleri ile de anlatacağız! Enstitü hasretiyle yanan Kemâl’in yazısı iç sızısıyla ve uydurmalarla şöyle devâm eder:

“Bugün, yoksullar ve kız çocukları eğitimden ayrılıyor. Yoksulluk ağır bastığı, kızları da eve hapsetmek için. O nedenle Köy Enstitüsü modeli İzmir’in ya da İstanbul’un varoşlarında eğitim hakkından yararlanamayan ve ekonomik koşulları ağır olan insanlar için çok önemli bir meslek enstitüsü olabilir. Parasız yatılı, bütün olanaklarını (Cücevit’in pek sevdiği dangalak vezninde bir kelime.) devletin karşılayacağı, Köy Enstitüsü modelinin bütün kazanımlarının uyarlanacağı bir yapı olmalı.”

Bu enstitü denen çukurların “Bütün  kazanım ve kazınımlarının” da, Moskova’ya bağlı bir Sovyet İslâmsızlaşması ve ateizması olduğunu, eldeki binlerce vesîka tevsîk etmektedir. Bunları, aşağıda peyderpey takdim edeceğiz…

AKP zirvesindekilerin ve onların, maarifi teslîm etdikleri Zıyâ’nın, bunlardan haberi olmadığı düşünülebilir mi?.

Köy Enstitüsü felsefesine göre kızlar, o enstitülerde bazılarıyla gebe kalmaz, şarap çekmez, sâkilik yapmaz, dînî ve millî şahsiyetlerinden sıyrılmadan yaşarlarsa, yukarıda beyân edildiği gibi “Evde hapsedilmiş” kabûl edilmişlerdi!. Çünki işin bu taraflarını enstitüperestler dillerine almaz. Ama bunları da, hakikatlerin dilinden, onların önüne “kendi (özgün) tıraşları olarak” biz koyacağız!

Hasan Âli ve İsmayıl Hakkı TONGUÇ gibi 1940’ların ateist ve sovyetik kafaları, Batı ateizminin UNESKO’su ve ansiklopedileriyle de makyajlanıb şişirildikden sonra, görüldüğü gibi komünist literatürde meşhur “yoksul ve varoş” mıntıkaları dâimâ hedef seçilerek, köy enstitüsü KAZANIMLARININ TAMÂMEN MODEL ALINIB TATBÎK EDİLMELERİ APAÇIK beyân edilmektedir…

ZIYÂ’DAN, ENSTİTÜ BİNÂLARININ “KÜLTÜREL MÎRÂS” OLARAK BİR NEVİ (SOVYETİK TÜRBE) YAPILMASI İSTENİYOR!

AKP zirvesinin, TÜRK maarifini ellerine teslîm etdiği Zıyâ, bunları demek ki hiç duymamış ve bilmiyor!. Şunun şurasında 17 Nisan’dan bugüne bir hafta geçmesine rağmen, yer altında meğer neler ve kimler uyurmuş da, bunlardan dünyânın haberi bile olmazmış!. Dünyâ ve Türkiyâ, Coronavirüs denen ufaklıkların tehdîd ve istilâsı altında iken, Zıyâ’nın derdi, meğer pek başka şeyler de olabiliyormuş!. Sovyetlerden kalma (özgün enstitü virüslerini) yeniden ayağa kaldırmak da, AKP iktidârının, TÜRK maarifini ellerine teslîm etdiği Zıyâ’nın sanki uhdesine tevdi’ edilmiş ve (kutsal, mutsal ve putsal bir görev) “özgün” bir iş olmuşdur!

“Millî ve Yerli” AKP’nin, 80 yıl evvelin enstitü kafasındaki Maarif Nâzırı Âtıfetlû Ziyâ Paşa Hazıretleri, kolhoz-sovhoz cenâhının pek iştiha kabartan bir ümmîdi de olmuşdur ki;  bu cenâh, 1940’lardan kalma 21 köy enstitüsü binâsının, sanki, hâşâ (türbe) hâline getirilmesini bile Zıyâ’dan istiyecek (komünsal bir cezbeye yakalanmış) bulunmaktadır, buyrun:

“Köy Enstitülerinin günümüzdeki tek kırıntısı Anadolu öğretmen liseleriydi. Bu liseleri iktidâr kapattı. Şimdi Türkiye’nin nitelikli öğretmen yetiştirme sorunu var. Ayrıca Köy Enstitüsü mekanları yıkılmak üzere. Bakan’ın önce, 21 köy enstitüsü binâsını kültürel mîrâs olarak alınması, korunması ve yeni bir eğitim kurumuna dönüştürülmesi yönünde çaba göstermesi gerektiğini düşünüyorum.”

Prof Kemal’in aşağıdaki satırlarıyla da, ateist-sekülarist kolhoz-sovhoz faaliyetine, daha 1935’lerde başlandığı, sanki mektebi yokmuş gibi husûsan (Köy Enstitüsü) ile “İlkmekteb öğretmeni” peşine neden düşüldüğü; ancak asıl faaliyyeti başlatanın meşhur münkirlerden H. Â. Yücel olduğu; ve her 3 vilayete bir enstitü hesâbedilerek 21 enstitü tezgâhlandığı şöyle anlatılmaktadır:

“Köy Enstitüleri, Cumhuriyet’in kurulmasıyla ayağa kalkan Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940’ta hayata geçirildi. İlk tohumlarını 1935’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın attığı Köy Enstitüleri çalışmaları, 1938’de Arıkan’dan sonra göreve gelen Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından yürütüldü. O dönem 63 ili bulunan Türkiye’de zaman içinde açılan enstitülerin sayısı her üç ile bir enstitü düşecek şekilde 21’e ulaştı.”

Neden hep köy çocukları?. HEM DE (SEÇME) olanlar?.. Hem de, “İş içinde eğitim, eğitim içinde iş!” güzellemeleriyle… Neden Yatılı-karma?… Neden kız-oğlan karması?…

Lâkin kızlardan gebe kalanlar mı?. Kız-erkek aynı hamamlarda yıkanma mecbûriyetleri mi?. Kızlara şarap çektirib, sâkilik yaptırmalar ve daha fazlaları mı?. Bunları yazmıyor, bize bırakıyorlar! Biz de müteakıb yazılarımıza bırakalım..

ŞÂHİD OLDUĞUMUZ  ŞEKERLİ ÜÇKAĞITÇILIK, VİCDANSIZLIK, GADDARLIK VE ALLÂHSIZLIK VAK’ASI…

1950’de, İnebolu “İsmet Paşa İlkokulunda” Köy enstitüsünden mezun (Kemal Okçu) nâm “öğretmenin”, bizim de mümessili olduğumuz 2. sınıfda bir gün, “Çocuklar Allâh’dan şeker isteyin!” deyib, çocukların da “Allâh’ım bize şeker ver!” dediklerine; fakat ortada şeker görülmeyince de, aynı müşriğin “Şimdi benden isteyin, öğretmenim bize şeker ver deyin!” dediğine; ve enstitülü müşriğin cebinden şekerler çıkararak çocuklara dağıtdığına, sonra da piç mantığıyla çocukların zihnine Allâhsızlık çakmak istediğine, biz, 8 yaşımızda bizzat şöyle şâhid olduk:

“Bakın, ben varım ve sizi duydum ve şeker verdim, ama Allâh yok ki sizi duysun ve size şeker versin!”

Bu iğrençliklere, 8 yaşımızda ve nefretle bizzat şâhid olduk…

Sınıfın birincisi ve sınıf mümessili olmamıza rağmen, fakat müftünün oğlu olmak (!) hasebiyle de, yarıyıl notları berbat gelmişdi! Sınıfda bırakılmam tehlikesini hisseden merhûm pederim, 8 yaşımda olduğum o sırada, beni, İnebolu’nun evimize çok uzak bir tepe eteğindeki “Tığlılar ilkmektebine”  naktetdirerek, o yıl sınıfda bırakılmama ancak mâni’ olabilmişdi!

Yeni öğretmen Mehmed Bey ise, o da Köy Enstitüsü mezunu ve şâribü’l-leyli ve’n-nehâr (GECE-GÜNDÜZ İÇEN) olmakla beraber, sâdece mütecâviz bir Allâhsız olmayıb, Müftü Efendiye “hürmetlerini arzedecek” kadar, kendince halkçı ve cumhuriyetçi bir “Müselmandı!”

AKP’nin TÜRK maarifini ellerine teslîm etdiği Zıyâya ve Zıyânın âmir ve üslerine bu hâtırâmız, belki bir (17 Nisan) şakası gibi gelebilecektir!. Amma bizim, onların hoşuna gidecek frenk hançeresiyle bu “anektodumuz” bir vâkıadır! Ancak onların “millî ve yerli” oluşları ile “maarife millî bir güdücü olmaları”, cidden bir şaka hatta bir maka gibi duruyor!

Prof Kemal’in teknik bilgiler verişini de alalım ki, çukurları tam tanımış olalım:

“Parasız, yatılı ve karma olan köy enstitülerinde ilkokul 5. sınıftan sonra sınavla seçilen köy çocukları, “İş içinde eğitim, eğitim içinde iş” öğrendi ve mezun olduktan sonra köylere öğretmen olarak görevlendirildiler. İlk mezunlarını 1942’de, son mezunlarını da 1953’te veren Köy Enstitülerinin kapısına 1954’te kilit vuruldu. Kapatılana kadar enstitülerde 1398 kız, 17 bin 431 erkek olmak üzere toplam 18 bin 839 öğretmen yetişti. Köy Enstitüleri döneminde 8 bin köye okul açıldı; 380 bin olan öğrenci sayısı 1 milyon 150 bine çıktı.”

Kıblesi Sovyetler olanların demek ki şimdi bu “anektodları” yâdedib, içleri mangal kömürü gibi köz, sonra da kül olmaktadır!

Amma millî ve yerli AKP’nin maarif vekîli  Zıyâ Paşaları, bir nebze de olsa yüreklerine su serpmiş olmakda ve azbuçuk da olsa serinlemektedirler!

Demek ki, İnönü yani (ikinci ve kinci adam) zamanında, bu Köy Enstitüsü denilen kolhoz-sovhoz fidelikleri ile köylerden seçme çocukları devşirib, onlara ateist-komünist-antiislâmist virüsleri bulaştırdılar; ve sonra da onları, köylerine göndererek veya mekteplere yerleştirerek,  bulaştırdıkları virüslerle, devr-i şefokrasinin pandomik (salgınlarını) her tarafa yaymaya çalışdılar!

KÖY ENSTİTÜSÜ MEZÛNU SUNGUR DA, KASTAMONU GÖLKÖY KÖY ENSTİTÜSÜNDEKİ ALLÂHSIZLIKLARI, O DA CANLI ŞÂHİD OLARAK ANLATMIŞDI…

Köy Enstitüsü mezunlarından Efgâni’li Mustafa Sungur’un, bu mevzu’da söylediklerinin bir kısmı şöyledir:

“Ben şâhi­dim ki: Kas­ta­mo­nu Göl­köy Köy En­sti­tü­sü’nde okur­ken ba­zı mu­al­lim­ler ta­rafın­dan bi­ze din­siz­lik der­si ve­ril­miş­ti.

“Hâ­şâ! Hz. Kur’an’ı Hz. Pey­gam­ber’in yaz­dı­ğı­nı ve İs­lâmi­yet’in ar­tık mül­gâ olu­na­ca­ğı­nı, me­de­ni­ye­tin iler­le­di­ği­ni, bu asır­da Kur’an’a it­ti­bâ’ et­menin büyük bir ha­ta ve ge­ri­lik ol­du­ğu­nu..

“Hat­ta bir gün bir mu­al­li­min yap­tı­ğı gi­bi, İs­lâm­lar na­maz kıldık­la­rı ve âhi­re­ti dü­şün­dük­le­ri için dâi­mâ mus­ta­rib bir hâl­de, ömür­le­ri­nin elem için­de geç­tiği­ni ve İs­lâm câmi­le­rin­de dâi­ma bir öl­gün­lük ha­va­sı es­ti­ği­ni..

“Hı­ris­ti­yan­la­rın ki­li­se­le­rin­de ise dâi­ma ne­şe ve can­lı ha­yât bu­lun­du­ğu­nu ve Hı­ris­ti­yan­lar çal­gı ve sâi­re gi­bi eğ­len­ce­ler­le ha­yâtın ta­dı­nı alıp ömür­le­ri­ni ne­şe için­de ge­çir­dik­le­ri­ni söy­lü­yor­lar, kalp­le­ri­miz­de­ki îmân ve İslâ­mi­yet bağ­la­rı­nı ko­par­ma­ya ve onun ye­rin­de in­kâr ve kü­für yer­leş­tir­me­ye ça­lı­şı­yor­lar­dı.”

AKP Maarif Vekîli Zıyâ, acebâ bunlara uydurma veya iftirâ mı diyecektir? Derse, aşağıdaki nice vesîkaya da mı aynı şeyleri söyliyecekdir; veya uydurma ve iftirâ diyemiyecekse, o zaman bunları tasdîk ve tasvîb ediyordur ki, bu enstitüleri bunlar içün övmekde ve müdâfaa etmektedir deriz… AKP zirvesindekiler de bu takdirde, Zıyâ üzerinden o yaşananların hasretini çekiyor demek olurlar ki, bunun adı: AKP’nin CHP’leşmesinden başka bir delâlet ortaya koyamaz…

Menderes Dembokrasisinin irtikâb etdiği biniki suç, cürüm ve mazarrata mukabil, belki iki tanecik de müsbet görünen işi varsa, onlar, 18 yıl süren ezân-ı şerîf yasağı gibi bir Allâhsızlığı kaldırmak (Türkçe ezânı kaldırdı demek zırvadır, çünki vahiyle tesbît edilen ezânın Türkçesi-Çincesi olmaz) ve ikincisi ise, Köy Enstitüsü denilen Allâhsızlık mihrâklarını kapatmak olmuşdur…

Hemen hatırlatırız ki, bu 1200 yıllık MÜSLÜMAN TÜRK varlığını ayakda tutan 4 ana temel vardır:

1) İslâmiyyet (Din) ve onun ahlâkı,

2) Aile ve nâmus,

3) Dil ve Elifbâ,

4) Târîh ve eslâf, asla bağlılık…

Sovyetlerin köy enstitüleri ile yapmak istediği devrim, işte bu memleketde bu 4 temeli yıkarak, bunun yerine sovyetleşmiş bambaşka bir millet oturtma hedefiydi…

1923 Lozan-İngiliz inkılâpları ile yapılanlar da aynı minvâl üzere idi. Ancak aralarındaki en büyük fark, birincisinin Sovyet Komünizması adına, ikincisinin İngiliz emperyalizması adına yapılmış olmasıdır…

Bugün hâlâ Köy Enstitüleri başkanlığı yapan ve oraların hasretiyle kavrulan Kemal Kocabaş’ın ve fikirdaşı ve yoldaşı AKP Maarif Vekîli Zıyâ’nın dilinden, adı geçen enstitülerin 17/Nisan/1940’deki kuruluş günü münâsebetiyle nakletdiğimiz  mesajlarından sonra, medyada bunlara verilen bir iki sönük cevâba geçelim…

YUSUF TEKİNİN TWİT’İ VE TONGUÇ’UN OĞLUNUN İ’TİRAFLARI…

Bunların içinde biraz dişe dokunanı, Maarif vekâletinde müsteşarlık da yapmış bulunan ve hâlen Hacı Bayram Ü. Rektörü Prof. Dr. Yusuf Tekin’e âid olanıdır. Meşhûr ateist Hasan Âli Yücel’in Köy Enstitülerinin başına geçirdiği Ismayıl Hakkı TONGUÇ da, çok ileri derecede anti-İslâmist ve ateist bir Sovyet hayranı idi.

 Tonguç’un oğlu Engin Tonguç, enstitü denilen bu çukurların nasıl iğrenç bir hedefe varmak içün, “Emekçi sınıflarını” ihtilâle hazırladıklarını ve bunun içün de nasıl bir “Devrim strateji ve taktiği” takib etdiklerini  aşağıda apaçık i’tirâf etmektedir. “Bunlardan, AKP’nin Maarif vekîli yaparak eline Anadolu istikbâlini teslîm etdiği Zıyâ Moldaş’ın haberi yokdur!” demek, milyarda bir ihtimâlle mümkin midir?.

Satırlarına, enstitü övgücüsü Zıyâ’nın twitter ile atdığı mesajını başa alarak başlıyan Prof.Yusuf Tekin, şunları yazıyor:

“Yaparak, yaşayarak güçlüklerle başa çıkmayı öğreten bir eğitim anlayışı sunan Köy Enstitüsü modeli her türlü siyasi tartışmanın dışında, ortaya koyduğu pedagojik yaklaşımla iz bırakmıştır. Kuruluşunun 80. yılında emeği geçenlere rahmet ve minnetle…”

Tebrik mesajı sonrası,  twitter adresinde  “Her yıl 17 Nisan” geldiğinde, tepeden inmeci modernleştiricilerde Köy Enstitüsü sevdâsını dillendirme modası ortaya çıkıyor. Bu sevdâda olanlara sâdece iki cümle ki, biri, Köy Estitülerinin kurucusu İ. H. Tonguç’un oğlu Engin Tonguç’un cümlesi:

“Köy Enstitüleri sistemi, başlı başına ne bir okuma-yazma kampanyası, ne de köy kalkınması problemi, ne de bir öğretmen yetiştirme çabası, ne bir okul yapma girişimi idi. Temel amacı bakımından, târih şartlarının hazırladığı bir imkândan yararlanarak iktidâra katılıp elde edilen yürütme gücü ile emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi ve taktiği idi.”

Diğer örnek İnönü’nün Demokrat Parti kurulurken Bayar’a izin verme şartı olarak koyduğu “Köy Enstitüleri ile uğraşmayacaksın” şartı.

Bu iki cümle, Köy Enstitülerinin ideolojik kaygılarla kurulduğunu ve 17 Nisan’da aşklarını dile getirme zorunluluğu hissedenlerin de “ideolojik eğitim” özentisi içinde olduklarını göstermeye yetiyor sanırım. Amerikalılar kapattı iddiası için de, bu kurumların fikir babası John Dewey Erzurum’lu mu idi diye sorasım geliyor.”

Köy Enstitülerinin komünbaşı Tonguç Baba’larının oğlu bile yukarıdaki müthiş i’tirafda bulunduktan  ve “Köy enstitülerinde asıl temel gâyenin, yürütme gücünü ele geçirmek üzere KIZIL bir ihtilâl olduğunu” apaçık ortaya koymasından sonra, AKP zirvesindekilerin Maarif Vekîli Zıyâ’nın, “Pedagojik maskeli masallarına, rahmet ve minnetli şal çekmelerine” bu memleketde ancak mongolojik takılanlar kıymet verir; ve Zıyâ’ya kendi gölgesi bile ters düşer ve kendi âmirleri ise, gene birgün “aldatıldık” demek üzere belki bunlara inanırlar!

AKP zirvelerindekilerin akıl tutulması bakalım hangi kayalara ne zaman toslayınca geçer; veya buna hâb-ı gaflet mi denir, yoksa hâb-ı ihânet mi, bunu da bir gün göreceksek de, her hâl ü kârda olan, ehâli-i etrâk ve ekrâda olacakdır!.

(Mâba’di var)

İntişârı: 23.04.2020 / 22:08:37 (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir