Yaşamışı Değil, İzâfî Ölçülerle Yaşatılmak “İstenen” Bir Necib Fâzıl!
29 Aralık 2018
(2) Türkiye Gazetesinde Şeyhülislâm Hazretlerine Hakâret!
12 Mart 2019

 Türkiye Gazetesinde Şeyhulislâm Hazretlerine Hakâret!

 AKÂİDDE BÜYÜK İMÂM VE MÜCÂHİD ŞEYHÜLİSLÂM MERHÛM MUSTAFA SABRİ EFENDİ HAZRETLERİ’NİN 62 SENE EVVEL (12. MART. 1954) TÂRÎHİNDE İRTİHÂL-İ DÂR-I BEKÂ EYLEYİŞLERİ MÜNÂSEBETİYLE…

 

 MÜBÂREK RAMAZAN’DA, DÂHÎ ŞEYHÜLİSLÂM MERHÛM MUSTAFA SABRİ EFENDİ HAZRETLERİNE TÜRKİYE GAZETESİNDEKİ İFTİRÂ, HAKÂRET VE AŞAĞILAMALAR İÇÜN TEVBE EDİLMEZSE, ÂKIBETDEN KORKULMALIDIR! 

(1)

Ahmed SELÂMÎ

Efrencî (7.7.2014) târihinde, Türkiye Gazetesi’nde “Saldıray” vezninde “Yıldıray Oğur” nâm nevzuhûr bir adam tarafından yazılan yazı ile, Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerine pek ağır, şeref ve haysiyet dışı iftirâ ve hakâretler savrulmuşdur!. Adı geçen gazetenin böylesine pek utanç verici hakâretnâmeyi (neşretmesi) de, o gazete ve güdücüleri bulunan holdingçilerin, bütün bunları tasvib ve tasdik etdiği ma’nâsına gelir!. Kendilerini Merhûm Abdülhakîm Efendi Hazretlerine nisbet ederek İslâmiyyet’i menfaatine âlet edenler, bu korkunç fazîhaların hesâbını Ukbâ’da Allâh Azze ve Celle ile hakk ve hukuklarına tecâvüz etdikleri nice alacaklılara elbetde vereceklerdir!. Onlar bunlara inanır veya inanmaz, ama mutlak bir vâkıa olarak bu, onların ve herkesin önüne gelecekdir. Bundan kimsenin şübhesi olmaması da dînî bir zarûretdir…
Cennetmekân Sultân Abdülhamîd Hân Alayhirrahmeti Ve’l-Ğufrân Hazretleri’nin musâhibliğine kadar yükselen ve Vahîdüddîn Cennetmekân Hazretleri zemanında iki def’a Şeyhülislâmlık Makâmını ihrâz ile; bir ara da Sadrâzam Pâris’e gidince makâm-ı sadârate (vekâlet) de eden; ve gerek Sultan Abdülhamîd ve gerek Sultan Vahîdüddîn Hazretlerine “ihânet” etme, hâinlik, kahpelik ve kalleşliğini bir dakika bile aklından geçirdiğine aslâ şâhid olunamıyan; ve pek meşhûr birileri hakkında nice resmî vesîkalara sâhib bulunan; ve bunları hiç kimsenin cesâret edemediği (mü’min yürekliliği) ile kitablaştıran ve fâşeden, Büyük Dâhî, Büyük Mücâhid, Büyük Da’vâ Adamı ve Allâme Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Tokâdî Hazretleri’ne, “HÂİNLİK” isnâd ederek, ağıza alınmıyacak şekilde saldırmak, İslâm îmân ve ahlâkı, edeb ve terbiyesi ile aslâ kâbil-i te’lîf edilemez… BÖYLECE, merhûm’a târîhî vâkıa ve vesikalara mutlak olarak ters ve mübâyin bulunacak derecede yalan, iftirâ ve bühtanlar sıvamak, yazanı ve ona yazma imkânları veren holdingçileri, iki cihanda da pek ağır mes’ûliyyete dûçâr edecekdir…

1)  Bu kabil yalan, iftirâ ve bühtanlardan mürekkeb satırlar, gadâb-ı ilâhî ve Allâh Azze ve Celle’nin (lâ’neti) zerre kadar hesab edilib nazara alınmadan; ve hiçbir ciddî vesika ve kaynak ibrâz edilmeden; tamâmen nefs ü hevâ ve hevese ve şeytan aleyhillâ’nenin iğfâlât ve idlâlâtına râm olunarak; ve son derece çirkinlik ve büyük bir tehâlükle üst üste oturtulub sellemehüsselâm tepe tepe yığılmışdır!.

2)  Merhûm Şeyhülislâm Hazretleri, Kamal Paşa hakkında “ölüm fetvası yayınlamış!..” Yalan ve som iftirâ!. O değil, o fetvâyı, o zemânın Şerîat kânunları ve hukûkunun zarûrî bir netîcesi olarak veren, Şeyhülislâm Merhûm DÜRRİZÂDE Abdullah Efendi Hazretleridir!.  Müteâkıb makalelerimizle bunu biavnihî Teâlâ isbât edeceğiz…

3)  Zerre kadar sıkılmadan, Holdingçi Türkiye Gazetesi’nin Yıldıray’ı karalamıya devam ediyor:

“Türklükten istifa ettiğini söyleyen mısraların sahibi son Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri.” 

“Türklükden istifâ”, Türk ırkından olan bir ferdin mücerret fıtrî ve kevmî yaratılışını inkâr etmek değildir; ve bunun olması da zâten mümkin değildir… “Türkçülük” denilen bir fikriyâtın zorla insanlara zerkedildiği bir devirde, manzara tam görülmeden mevzuun anlaşılması kolay olamaz. Öyle bir dayatma ve zorlama bahis mevzuudur ki, her şey “Mücerred İslâm Düşmanlığına, bu dîni tamâmen ortadan kaldırmaya” bağlanmaktadır… Türkçülük bile “Türk milliyetçiliği” dışında, onunla alâkası olmıyan bir ma’nâyı muhtevî bulunuyordu. “Ne mutlu Türküm” demek bile, bu muhtevâdaki ma’nânın çok dışında bulunuyordu. Bazı paşaların muallimi Simon Zvi, ideologu Moiz Kohen, husûsî doktoru Samuel Abravaya hep yahudi, imzasını hazırlıyan Vahram Çerçiyan, Türk Dil Kurumu başına getirilen Agop Martayan ise ermeni idiler… “Türküm” demek TÜRK olmayı ifâde etmiyor, bambaşka şeyler olmayı anlatıyordu!. 

Merhûm Şeyhülislâm Efendiye âid adı geçen manzûmeyi iktibâs etdiğimiz zaman görülecekdir ki, O’nun “İstifâ etdiği Türklük” denen nevzuhûr ve uydurma fikriyât, meselâ Osmanlı’nın Oğuz soyu, Üçok kolu ve Kayı aşîretiyle gelen “Türk oluş” aslâ değildir!. O şiirin yazıldığı ve Allâh’sızlığın tavan yapdığı zulüm devrinde, “Türklük” denen mefhûma, Gökalpların, Moiz Tekinalplerin, kriptoların, yahudi dönmelerinin, sabataistlerin, Haum Naumların, “Türkün dîni Kamalizmdir” diyenlerin, câmileri kapatan ve satanların, ezanları susturub “ALLÂH” demeyi bile yasak edenlerin “dinsizlikle” müterâdif hâle getirdikleri; ve böylece de, bunun üzerinden yürütdükleri Anti-İslâmî, Allâh’sız, zorba, diktacı, ateist, insan putlaştırıcı ve kafatasçı, heykelperest ve putperest bir ideolojidir ve bu da “Türklük” kelimesi ile ifâde edilmektedir…

Böyle bir “Türklük ve türkçülükden” istifâ etmiyen bir adam veya madama İslâm telâkkîsi ile bakılınca “Müslüman” denilemezdi. Böylelerine o zaman “gayr-i müslim veya putperest” deneceği, en basit ilmihâl ve akâid ma’lûmâtı olarak bütün müslümanlarca da çok iyi bilinir!. Ancak takiyyeci, her devrin etek öpücüsü, mürâî, münâfık ve öküz altında buzağı aramayı kendisine karakter ve cibilliyet yapanlar, bu kabil şeylerden dâimâ meded umacak zavallılıklara düşmeden edemezler! Merhûm Şeyhülislâm Hazretleri üzerinden, onunla ve babası ile alâkası kalmamış bir “Monşeri veya derme çatma bir ÇATI kerestesini veya politikacıyı yani Bağçeli dilinde “Emsâlettin” olan bir zavallıyı” batırmak içün, Esseyyid Abdülhakim Arvâsî Hazretleri gibi Velî bir zâtın izinde olmak iddiasındaki bir gazete ile, böyle iftirâ ve hakâretler dünyâya servis de edilebiliyorsa, 15 asırlık “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat” târihi, birilerini ne kadar tel’în etse azdır!

4)  Bir yalan, iftirâ ve bühtan da şu:

“Mustafa Sabri Efendi, 1922’de İstiklâl Harbi bitince âilesiyle Mısır’a kaçmış, ama sürgünde muhâlefetine devâm etmişti.” 

Büyük mücâhid, vatansever ve dâhî, Merhûm Şeyhülislâm Hazretleri de aslâ “kaçmak” gibi bir hâinlik irtikâb etmemiş, bundan münezzeh bulunmuş; aynen “Büyük Vatan Dostu” ve VATANIN tahlîsı içün o zamanki Paşa’yı vazifelendirerek Anadolu’ya gönderen Cennetmekân Vahîdüddîn Hân Hazretleri gibi, ittihadçı kuyruğu eşkıyâların elinde aşağılanmamak, işkence görmemek, izzet ve şerefine alçakça saldırtmamak, hatta nâmertler elinde katledilmemek içün 1922’de ikisinin de Anadolu dışına beraberce çıkışı, kamalist iftirâsı hılâfına aslâ bir “kaçış” değil; Rasul-i Rusül Aleyhisselâm’ın “hicret-i seniyyesi” gibi şer’î ma’nâda tam bir HİCRET’dir… Ve SON ŞERÎAT’da Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sâbit ve binâenaleyh “zârûrât-ı dîniyyeden” olan HİCRET vecîbesini üzerine farz bilerek edâ ve îfâ edişdir… Cennetmekân Sultân Vahîdüddîn Hân Hazretleri içün nasıl “kaçdı” demek, kamalist ateislerin kuyruklu bir yalanı, iftirası ve bühtânı ise; Şeyhülislâm Hazretleri içün de bu şeref ve haysiyet dışı kelimeyi kullanmak odur!.

5)  İslâm’dan haberi olmıyan nice kirâlık kalem sâhibi adam ve madamların, “hicret” denen şer’î vecîbeden ise hiç haberlerinin olamıyacağı izâhdan vârestedir!. İbâredeki cehâlet ve kara kine bakınız: “…Mısır’a kaçmış ama sürgünde muhâlefetine devam etmişti.”

Kaçmak mı, sürgün mü?.

İkisi arasındaki farkı bile bilemiyecek kadar dînî, hatta beşerî hukûka fransız kalmış kesânın, nesini veya neresini düzeltib tornadan geçireceksiniz!?. Kaçmışsa, sürgüne gönderilmemişdir; sürgüne gönderilmişse kaçmamışdır!. Kaçmakda irâde, şahısdadır; sürgünde ise, sürgüne gönderendedir!. N.Kemal ve Midhat gibi adamlar kaçmamış, sürgüne gönderilmişdir!. Menfî, nefy olunmuş, menfâya gönderilmiş adamlardır; sürülmüş, sürgüne gönderilmiş kişilerdir. Bunlar fâil değil, mef’ûldür!. Kaçan ise, fâildir, irâdesi ile firâr etmişdir; meselâ “askerden kaçmış” denir!. Askerden kaçana, “askerden sürülmüş” diyen, cehlini değil, hatta echeliyyetini bile değil; sâdece akıl ve tekellüm iflâs ve ifsâdına kadar her düşüklüğünü göze sokar!. Bu “müslüman-ışıkçı” geçinen gazeteler, kitâbeti bu kadar sıfırın altındaki adam ve madamları istihdâm ederek, acebâ Rahmân’a mı, şeytâna mı hizmet etmenin peşindedirler?..

6)   Esseyyid Abdülhakîm Efendi (Kaddesallâhu Sırrahu’l-Aziz) Hazretlerinin: “Rabbimin huzûruna çıkacak yüzüm yok! Ancak o küfür timsâline olan buğz ve adâvetim sebebi ile afv ve mağfiret buyurulacağımı ümid ediyorum!” buyurduğu noktadan; ve Büyük Üstâd Merhûm Necib Fazıl Bey’in “kurbağaca” buyurduğu dil ile “evrile evrile, çevrile çevrile” hangi “pislik politikada, hangi ahbes” noktaya gelinmiş, işte vesîkası:

“İşte şimdi rejimin bu cici Müslümanlığına karşı direnişi temsil eden Erdoğan’ın karşısına, Atatürk’ün hâin i’lân ettiği rejim karşıtı muhalif bir diasporadan gelip, Atatürk’ün partisi tarafından onun koltuğuna aday gösterilecek kadar ehlileştirilmiş Ekmeleddin Bey’in aday gösterilmesi târihin gerçekten bir cilvesi…”

Görüldüğü gibi bölücü dış mihrakların böyle bir ihâneti de, yine onların dili ve ağzıyla “Cici Müslümanlık” olarak Türkiye Gazetesinde!. “Atatürk’ün HÂİN ilân etdiği rejim karşıtı bir diasporadan gelmek”, bu “Her devrin adamı ve her durağa gelen otobüse binmenin fırsatçısı” herifler içün ne büyük suç olmuş! “Paşanın hâin ilan etdikleri”, Allâh Azze ve Celle ındinde, hakîkat nazarında, târih önünde, millet gözünde ve akıl, vicdan, insâf ve idrâk nazarında tam tersi olamaz mı?. Bu 923 ihtilâli, Cennetmekân Vahîdüddîn Hân ile Abdülhamîd Hân Hazretlerine hatta nice Şanlı-Şerefli-Allâh ERİ Osmanlı Sultanlarına kadar “hâin ilân etmedik ve dil uzatmadık” kimleri bırakmışdır?. Enver-Mücâhid-Işıkçı-Holdingçi saltanatı ise, o Allâh erlerinin yüzbinde kaçı kadar îmân, istikâmet, izzet, şeref ve haysiyete sâhib kılınmışdır?

Yazıklar olsun, binlerce nefrin!

7)  “Ilımlı, gelenekçi, sivil, devlet müslümanlığı” gibi hatta  neoconik “Hociafendi” paralelli ve taralellilerinin uydurması “Türk Müslümanlığı” gibi zırva ve hezeyanlardan sonra, sıra şimdi de gelib çatdı, Mukaddes ve Muazzez Müslümanlığı “eski komünistlerin cici demokrasi” kalıbına uydurarak “Cici müslümanlık” kalıbı içine sokarak, cıvıtıb dalga geçme ve alay malzemesi yapmıya!. 1960’lı senelerde komünistlerin “cici demokrasi” ve AP’li Tekin Erer misillû masonik kamalistlerin de “yeşil komünist” uydurmaları vardı!. Maymun taklidçiliği “evrim ve devrim” denilen inkilaplarla, bugün “ihlâs ve holding” perdesi altında yoluna devam ediyor!.

Saldırayları, atasının yanında ve tarafında olarak “şecaat arzederken”, birşeylerini de söylemekde! Buyrun: “Atatürk’ün hâin ilân etdikleri!”

Kamal paşa, askerlikden politikaya, ihtilâl ve darbe yaparak geçmiş bir kişidir. Rakiblerine, zaman olmuş işine gelmediği içün “hâin” demiş yerle bir etmiş; zaman olmuş, işine gelenlere de “makam ve rütbe vermiş” ve göklere çıkartmış olamaz mı?!… Bidâyetde çok iyi ve yağ bal iken, seneler geçince kendisine râmolmıyan nice paşaları, hocaları, büyük âlimleri ve bürokratları îdamlarla cezâlandırmış, kimilerinin rütbelerini sökmüş, kimilerini tenzîl-i rütbe ile sürmüş, Karabekir gibileri göz ve ev hapsine almış ve cezalandırmış bulunamaz mı?!. Hatta “150’likler” olarak vatanından hicret mevkiinde kalanlar, evvelâ nice iftirâ ve yalanlarla karalanmış; sonra da afv çıkarılarak “Vatanınıza buyurmaz mısın efendim” denilmemiş midir!?.

Hani bunlar evvelâ “HÂİNDİ!”

Ancak Şeyhülislâm Hazretleri gibi Allah’dan başkası önünde eğilmiyen ve çok sevdiği ve ta’zîmde aslâ kusûr etmediği Padişahlarının bile hayâtı boyunca bir kere elini öpmemiş bu ADAM; bu Allâme KOCA SABRİ, böyle afv-ufuv hokkabazlıklarını; o cihânı bilmem nesine takmamış asâlet ve şecaati ve aslanlar gibi tavrı ile o afv-ufuv nânelerini, “Suç mu işledim ki afv ediliyorum” buyurarak, elinin tersi ve ayağının ucuyla savurub atmışdır… O Mustafa Sabri ki, zâlimleri, zulümleri ile başbaşa bırakıb Allâh Azze ve Celle’ye havâle ederek ve Mahkeme-i Kübrâ’da hesablaşmayı yeğliyerek, onlara, “afv etme gizli şehvetini” de tatdırmadan ve mukaddes kavgasına bir saat ara vermeden aslanlar gibi devam etmiş öylesine “yiğit” bir adamdır!. Rahmetullâhi Aleyh…

8)  Müslümanın nazarında iyiyi-kötüyü, makbulü-merdûdu, hâini-sâdığı, hüsn ü kubhu bildiren, nefis, hevâ ve heves değil; mücerred Allâh Azze ve Celle’nin Dîni’ndeki sübhânî mîzânlardır… Îmânını satılığa çıkarmıyan, aklı ve şerefi yerinde bir Müslümanın, indî, keyfî, nisbî, âfâkî, izâfî beşer ölçüleri ile verilen hüküm ve kararlara “âdil ve mutlak” hükümlermiş gibi değer vermesi, altını ve üstünü çizerek söyliyelim ki şirkdir! Böyle izâfî, nisbî, nefsî, şehevî, beşerî ve keyfî kânun, hüküm ve kararlar, müslüman indinde  hiçbir kıymet ifâde edemez!. Nice sâdık bendeler vardır ki, bunlar Allâh Azze ve Celle’nin Dîni karşısında, fir’avnlar gibi “hâindirler!.” Bir paşa “hâin” dedi diye, hiç kimse ne hâindir ve ne de sâdık!.

“Atatürk hâin ilân etdi”  diyerek ve hakkında “koruma kânûnu olan bir siyâsîyi kalkan” yaparak, “rejim karşıtı diyaspora içindeki Şeyhülislâm Merhum Mustafa Sabri Efendi Hazretleri ile, Osmanlı sarıklı âlimlerinden Merhûm Muhammed İhsan Efendi Hazretleri!” gibi mübârek ve hakîkî OSMANLI DÎN Âlimlerini, nevzuhûr Ören ve holdingçi beslemesi gazetecilerin “hâin” göstermesi, su katılmamış hâinliğin, asıl, tâ kendisidir; ve aklı, başından beline kaçmamış olan hiçbir müslüman, bu kabil iğrenç dolmaları ne yer ve ne de yutabilir!.

9)   Hangi insanlık seref, nâmus ve haysiyetine sahib olunuyor ki, evvelâ “hâin” olarak damgalanan, sonra da devlet afvı ile “afv edildikleri” söylenen; yani suçları, YOK hükmüne bağlanan bu insanlara, vefatlarından tam 60 sene sonra, Mübârek Ramazan’larda tekrar “hâinlik” isnadları ısıtılarak dünyânın önüne çıkılabiliyor?.. Bu hangi insanlık ve İslâm’lığın ve nâmus ile şerefin iktizâsıdır ey TÜRKİYE GAZETESİ ve onun Saldırayları!..

 Bu dereke mukaddesât ve ecdâda saldırı Saldıraylığını, şu Mübârek Ramazan’da Kamalist gözü dönmüşler bile irtikâb etmediler!. “İhsan Efendi Hazretlerinin oğlu (altı .oklu) ve (üstü kurtlu) fırka ve takımların safında yer aldı” diye, bu mübârek zevâtı karalayıb şâibe altına sokmak ve itibarsızlaştırmak, îmân etmiyen oğlu üzerinden Nûh Aleyhisselâm gibi ülülazim bir Peygambere ta’n u teşni’de bulunmak denâat ve şenâatına benzer ki, buna bir müslümanın cür’et etmesi, ölür de mümkin olamaz!. Oğullara bakarak babalar suçlanamıyacağı gibi, babalara bakarak oğullar da töhmet altında bırakılamaz. Babasına ebû cehil mel’ununa bakarak, İKRİME Radıyallâhu Anh Efendimiz Hazretlerine dil uzatan adamda, islâmî bir îmândan ne kadar nasib olabilir?. Üstelik gayr-i islâmî bir sistemin işleyişi içinde ve o sistemin mantık ve muhâkemesiyle, Müslümanlık ve müslümanlara hangi mîzanla kıymet takdîr edilebilir?.. Bu hâinlik, islâmî mîzâna göre takdîr edilemeyince, islâmî olmıyan bir takdirle müslümana hâin damgası vurmak, küfrü mîzân almak değil midir?.. Holdingcilerin dîn ve İslâm telâkkîsi de saldıray veznindekilerinki gibi ise, tecdîd-i îmân ve’n-nikâh lüzûm etmiyecek midir?!..

Işık Üstadları 1971 Aralığında Üstad Necib Fâzıl Merhûm’a, “Mason Süleymana mason diyen kâfirdir” dercesine küfür yaftası takarken, o zaman da hangi terâzîyi kullanmışdı???… “Bilgi locasına” kaydının resmî vesîkası cihâna arzedilen bir masona, mason diyen Üstad Merhûm’a bigayr-i hakkın ve zulmen “KÂFİR” denilirse, cevabı da “Abdullah İbni Sebe’den daha alçak adam!” olmamış mıydı?!. 30-40 sene sonra bile hâlâ aynı illetli kafa ile mi veznedilmeli; ve bu sefer de “Kâfir” yerine “HÂİN” mi denilmeliydi?.

10)  O “diasporada” olmayıb, VATANIN göbeğinde vatan kurtarmak içün, İngilizin yürütdüğü dehşetli plân, desîse ve alçaklıklara ve Fransız, İtalyan ve Yunanlı işgâline karşı durub, silâha sarılan ve canını dişine takarak kan akıtan, sonra da darağaçlarında iple boğularak şehid edilen, Anadolu’lu 500.000 müslüman ve allâmenin sıfatı da “HÂİN” değil miydi?.  İskilibli Büyük allâme Muhammed Âtıf Efendi, defninden 5 gün sonra mezârından çıkaılıb ipe çekilen Kemahlı Büyük âlim İsmail Hakkı Efendiler (Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn) gibi, nice ulemâ ve evliyâ da, İngiliz kafa konforu ve felsefesi önünde “HÂİN” değil miydi???…

Müslümanlara buğz ve adâvet, “küfür timsâli” olanlara da tam tersden mahabbet içine girib, bir yandan da kendisine nisbet iddiası taşıyanlara, Ankara Bağlum’daki kabr-i şerîfinden, Esseyyid Abdülhakîm Efendi (Kuddise Sırruh) Hazretlerinin himmet, rûhâniyyet ve nûrâniyyetleri acebâ nasıl vâsıl olacakdır?!. Bu iğrenç hâller, acebâ dudak uçuklatacak keyfiyetlere mi; yoksa, adamı Sodom-Gomore enkâzı yapacak bir taşlaşmıya mı VESÎLE olacakdır?.. Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’ın son devir sarıklı kumandanlarına, Mübârek Ramazân-ı Şerîf’de, laik cumputratik politikanın 10 Ağustos seçim hırsı ve gözü dönmüşlüğü ile, bunca meyhâne ağzıyla iftirâ ve hakâretler savurmak, hangi “îmânî uhuvvet esaslarının” iktizâsıdır?. Mukaddes ve Muazzez Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat adına ortaya çıkanların (!) Mübârek Ramâzan-ı Şerîf’de bile bu noktaya gelişi, bize nasıl sırtımızdan hançerlenme acısı verecekdir, bunlar hiç düşünülmüyor mu?. Bu takdirde bizlerin ve bütün müslümanların, bunları tel’în edib “Zâlimlere beddua etme hakkına sarılmaları” ve onları Allâh Azze ve Celle’ye havâle etme hakkları doğmıyacak mıdır?..

11)  “Rejimin cici müslümanlığı” derken rejim kötü; amma “rejim karşıtı diyaspora” derken rejim cici!

Mehmed Ali Demirbaş ve Ramazan Ayvallı Beyler! KOVADİS?

(NOT: 2014’ün Temmuzunda neşretdiğimiz bu makaleyi tekrar gözden geçirib tashih etdiğimiz (10.3.2016) tarihinde öğrendik ki, Örenizmaya (!) yıllarca eyvallâh çeken bu kabil baba yâdigârı zevât, “ŞEYHLİĞİ babadan menkûl Âtıfetlû Mücâhid Ören EFENDİ Hazretleri” tarafından, şimdi birer birer kapının önüne konuluvermektedirler!)

Haksızlık karşısında SUSACAK MISINIZ?

Vallâhi korkutuyorsunuz!

El Qalemu!

Nâehillere ilim öğretmek, (kalem de vermek), İmâm-ı Ali Kerremallâhu Vecheh Efendimize göre, kime silâh vermek gibidir?… 

Zâlimin zulmüne susarsanız, gün gelir, o zâlimler sizi de VURUR!

(Nasibse devam edeceğiz)

 

(İlk intişârı: 13.07.2014)tt.

 

1 Comment

  1. ensar dedi ki:

    Bu Türkiye Gazetesi ve avanellerinin senelerden beri neye hizmet ettiklerini, kimlerin kuklası ve kıravatlı sünepesi olduklarını biz müslümanlar gayet iyi biliyoruz. <> mefhumunu da yozlaştırıp ticaret metaı haline getiren bunlar değilmi ?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir