İslam Birliği, İsim Ve Resim Demekse!
14 Nisan 2016
(2) Sünnîlik Olmadan İslâm Mı Olurmuş, Gülünç!
21 Nisan 2016

SÜNNÎLİK OLMADAN İSLÂM MI OLURMUŞ, GÜLÜNÇ!

(1)

Ahmed SELÂMÎ

 

1) T.C. Cumhurbaşkanı RTE, “İslâm İşbirliği İctimâında” da Körfez ülkelerinde, Tahran’da, Kazlıçeşme’de, Viyana’da, geçen seneki Haliç toplantısında söylediği Kâinât çapındaki yanlışını gene ısrarla, inatla ve üzerine basa basa tekrar ederek:

“Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi geliyor, ırkçılık fitnesi geliyor. Her zaman ifade ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir Şiilik de değildir, benim dinim İslam’dır. Ben tıpkı 1 milyar 700 milyon kardeşim gibi sadece ve sadece bir Müslümanım. Diğer tüm farklılıklar bu inancımın, bu sıfatımın gerisindedir.” (14.4.16 İslam İşbirliği ictimaı-İst)

Dedi… Tahlîli gelecek…

2) Ve sadece 1 gün sonra, (15.4.2016) târîh-i efrencîsinde Laik dembokıratik cumbokırasi felsefesinin devletinde Riyâsetpenâhî Yüce Zâtın, iki günde ikinci notası:

“Biz mezhebçilik noktasında ne şii dînindeniz, ne sünnî dînindeniz, o başka bir şey. Bizim tek dînimiz var; İslâm. Ben müslümanım. Diğerleri birer yol olabilir ona saygı da duyarız. Ama İslâm’ı aslâ tartıştırmayız. Yeni yeni yollar aranması gibi bu tür fitne unsurlarının içine giremeyiz, oralarda yer alamayız.”

Bütün soyu sülâlesi (yeni fırlıyan 40 senelikler hâriç) “EHL-İ SÜNNET”, pederi düzmüftü DEDESİ Osmanlı Müftüsü ve kendisi onların izinde bir “sünnî müslüman” olarak biz, bu azîm hatarât ve hakâretlere cevab vermezsek, aslımıza, tâ Muhammed Rif’at Efendi’den, Ahmed Zıyâüddîn, Mevlânâ Halid-i Bağdâdî, … İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî, …. Şâh-ı Nakşîbend Muhammed Bahâüddin,…. İmâm-ı A’zam  Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn ve Sıddık-ı Ekber Radıyallâhu Anh Hazerâtına ve Kâinâtın Efendisi Rasûl-i Rusül Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerine ve toprak altındaki (Rahmetullâhi Aleyhim ecmaîn) milyarlarca (ehl-i sünnet ve’l-cemaat) müslümanına karşı “sünnîliğimizi” isbât edememe ve onların “hukûkunu çiğnetme” hâinliği, soysuzluğu,  alçaklığı, kahpeliği, kancıklığı, rezilliği, sütsüzlüğü ve îmânsızlığı  gibi iğrenç bir fiil-i şenîayı irtikâb etmiş ve Âhıret’de de huzurlarından şiddetle ve ebediyyen tard edilme bedhahlığı ve nasibsizliğine çarptırılmış oluruz…

Yukarıya aldığımız ikinci beyanda da, fevkal’âde ve azîm yanlışlar ve Büllende Ecevito diliyle “yanılgılar” var; hatta “kayırgılar ve kanırtılar” mevcûd!

3) Yıllarca evvel, bir televizyon programında nice devlet böyyükbaşlarına akıl hocalığı yapan şu Haltettin Karamanlis nâm fıkıh otorite ve totaritesine sual etdiler; ve adamın, suale sual ile ve sinsi-gizli (Hanefîliği) aşağılayıcı ve hinlikle telbis ederek verdiği mülevves mi mülevves (cevab-suâle) bakınız:

“Hanefîliğe göre mi, İslâmiyyet’e göre mi cevâb vereyim?”

Kim bu adam?. Altınoluk gibi, kökü, Merhûm ve mesmûmen Şehid Es’ad Erbilî Hazretleri’ne vararak sağlam olması umulan bir mecmuanın bile, göremiyerek, “Türkiye’de fıkıh dendi mi, akla Ha. Ka. Hoca gelir” dediği; ve fakat mumâileyhin, hocası Merhûm A. Davudoğlu hakkında “bunadı” diyerek broşür neşreden adamcık… Verdiği mesaja bakınız: Öyle ya, (Hanefîlik ayrı bir dîn) (İslâmiyyet) ayrı bir dîn, ikisi çok farklı dinler!.( Hâşâ ve kellâ!.)

Yıllardır ekilen bu zehirli tohumlar, bugün Ankara tepeleri ve zirvelerinden dünyaya yeşermiş ve olgunlaşmış meyvalar olarak sunuluyor ve yediriliyor!. “500 Hadîs” nâm kitabdaki Hadîs-i Şerîfi hatırladım:

“Ümmetim hakkında ziyâde korkduğum, cerbeze-i lisâniyyesi olan bilgiç münâfıkdır!”

İşte Abant’lardaki Fettokardinâle ictima’larının (baş köşe demirbaşı) bu adam’ın dili, bugün hangi makamların dili oluverdi, dehşet, hatta cinnet!.

 Mason Efgânî ve Mısır’lı Mason Abduh’un şâkirdi Reşid Rızâ “Telfikçiliğinin” Türkiye başbâyii olan Karamanlis, yıllardır fahrî ve sırrî (illegal) devlet müftîsi (!) olarak iş başında bulunuyor… Ber vechi âtî el atacağız!

4) Evvelâ DİB Başı GÖRMEZ kişiden başlıyalım!

Sarıklı Politikacı GÖRMEZ de, şu hakâreti fırlatdı:

“Kur’ân’da ne sünnîlik, ne şiilik; sâdece Müslümanlığımız var!”

Bunu,15 asırdır ashâb görememiş, tâbiîn, tebe-i tâbiîn, müctehidîn, müfessirîn, muhaddisîn, mütekillimîn, mutasavvifîn ve evliyâullâh GÖREMEMİŞ; laik dembokrasinin resmî me’mûru GÖRMEZ GÖRMÜŞ!

Kâinât yıkılacak olsa, buna rağmen çüşşş!

İşte kerâmetin, estağfürullâh, (istidrâcın) en sunturlu bir misâli… O cinsden ki, Müseylime’yi bile kazığa çakar!

Bizim Bayram Karındaşın twitlediği gibi Kitab’da “sünnîlik” yok diye (aslında lâfız olarak yoksa da ma’nâ,  hüküm ve ihâtası i’tibâriyla başdan sona mevcûd), o, ademe mahkûm edilecekse; Lâfız olarak (EZAN) da yok! Hıtân (çocuk sünneti), namazların, oruçların, haccın, zekâtın, verâsetin, velâdetin, nikâhın, talâkın, teaddüd-i zevcâtın, ukûbâtın, cihâdın, idârenin, siyâsetin, iktisâdın, hukukiyyâtın  ve daha neler ve nelerin, (beşeriyyetin her an ve zamanını kuşatıcı) ne varsa topunun da, bir eksiksiz tamâmı, lafzân yoksa bile, gönderdiği sünnet, icmâ ve müctehid ictihadları ile mutlak olarak VAR, MEVCÛD; ancak, tafsilli, tatbikli ve izahlı şekli ile yok denilebilir!. Zaten sarâhat ve lâfız çapında olsaydı, Sünnet, İcmâ’ ve müctehid ictihadları ile uğraşmak sâdece abes değil; YARADAN’a: “Sen bilememişin, bizim peygamber ve müctehidler, Zât-ı Uluhiyyetpenâhîlerinden daha  güzel bilib hâllediyorlar” denilmiş olur!. Bu ise, ŞİRK alçaklılığı, ucûbeliği, ısyân ve tuğyânının, azgınlık ve kuduruşunun gayyâsına düşmek demekdir!

5) Adam, zımnen (tahtında müstetir) demek istiyor ki:

 “Biz, sâdece Kur’ân’a bakarız (!) orada varsa var, orada yoksa yokdur! Bizim bu globalizma çağında edille-i erbaa (dört delîl) ve sâir fer’î deliller ile işimiz olamaz; bizim bir tek delîlimiz olur, o da Kitab’dır. O’nu da biz anlarız. Çünki bizler de, Papalar gibi “lâ yuhtî velâ yüs’eliz=hatâsız ve dokunulmazız, istintâk bile edilemezlerdeniz.”

 O halde bizim adımız GÖRMEZ olsa da her nâneyi görür; ve Kitâb dışındaki aslî ve fer’î bütün delilleri de biliriz! Ancak, onlar geçmişin raflarında kaldı. Sünnet, icmâ’ kıyâs-ı müctehidîn ve sâir edille-i fer’iyye ile amel etmiye kalkarsak, “Laik dembokratik cumbokrasi teslisimiz” duman olur! En iyisi Kitab’ın dışındaki bütün edille keenlemyekün (yok hükmünde)dir! Böylelikle de başımız rahata erer!. “İşi kolaylaştırın zorlaştırmayın” gibilerde hadis de var üstelik!. Şimdi hadîs diye ağzımızdan çıkıverdi ise siz bakmayın, sürç-i lisan sayın, bizi ancak Kitab bağlar!. “AB normları” deyib, hadisleri pirinç ayıklar gibi nasıl elekden ve süzekden geçirib neden bir avuç bırakma peşindeyiz!?. İleride zaten üzerine basa basa daha “diri, iri ve biri olarak” sâdece “Kitâb” deyib hepsini rafa kaldıracağız!.

Bunları def’aten yapmak koca koca sıkıntılar doğuracağı içün, biraz zamana yayıyoruz! Hıristiyanlar bile 325’de İznik konsülünde yüzlerce İncil’i bir takım molozlardan temizleyib 4’e indirdi!. İşi basitleştirib rahata kavuşdular!. Biz onlar kadar da mı olamıyalım!? Çağa, hoşgörü-diyalog çağrısına nasıl uymadan fanatik kafalarla yaşarız!? Hatta, (DÎN MÜHENDİSLİĞİ) de yaparak, Müslümanlığa (ayar verir, istikâmet çizer, onu AKP felsefesine uygun) hâle getirmek içün elimizde oyuncak çocuk hamuru gibi şekillendiririz… 

Daha daha, geleneksel, katı, laf dinlemez, yumuşamaz, kıvâmını bozmaz, hiçbir dine sen de ‘haksın” demez, keçi gibi direnen 15 asırlık Müslümanlık’a sâhib çıkarsak, globalizma içinden bize kim selâm verir!? Biz dîne uyamıyorsak, dîn bâri bize uymalı; ve “yeni dünyâ düzeni” içindeki şerefli, olgun ve dolgun, haysiyetli, (tek millet, tek devlet, tek bayrak ve tek vatan)lı o mümtaz mevkiimizi Osmanlı torunlarına YAKIŞIR biçimde almalıyız! 

Bütün bu mülâhazalarla, Kâinâtın köşe bucak her yerini gözetliyen Himmetpenâh İmâm Fettokardinâle ile birgün “Can ciğer kuzu sarması olursak”, böylelikle onun bırakdığı yerde kalmamış ve aradaki zamanı en iyi şekilde kıymetlendirmiş de oluruz!. Ayrıca gene bu zaman içinde, 15 asırlık GELENEKÇİ müslümanlığını çağın gidişât ve gelişâtına ve “değişim ve dünüşâtına” da  ve kendi iç ve dış politika şartlarımıza göre de, evire çevire benzetmiş bulunuruz!. İmam-ı Kâinât Himmetpenâhî Fettokardinâle Hazıritleri, vatancüdâlığının hıtâmında, güzel vatanına avdet buyurduklarında ne kadar memnûn olur; ve bizi ve bilhassa bendenizi derâğûş ederek, yanaklarımızdan takbil ile pek harâretle kutlar! Dolayısıyla O, aynı zamanda tâcizhâne patronu PAPA Cenâbıetlerinden takdîs ve telbis edilmiş kutlu nişanlara da nâil olmuş bulunur! 

İçinde bulunduğumuz mübârek üçayların (gerçi bu da Kitab’da yok ama, olsun, cümlemin insicâmı bozulmasın), ne diyordum, Kutlu Doğum haftaları da uydurur, geleneksel kandil gecelerinde yapamıyacağımız şeyaltı çağdaş ve modern ritüellerimizi, oralarda, müştehâd vatan evlâdı kız ve kısraklarımızla ilâhiler, nâmeler ve mûsikî ziyâfetlerinin eşliği, keşliği, beleşciliği ve şeşliği içinde yaparız! Böylece, ölmüşlerimizin ruh-ı ŞERÎFLERİNİ ta’zîz ve ta’zîm  ederek (gerçi bu da Kitabda yok, ama 15 asırlık gelenekçi ve şeyci  sevgili halkımızın büsbütün üzerlerine gitmemiş olmak içün şimdilik bunlar ağzımızdan kaçıyor olsun) siz sevgili yurtdaş ve yandaşlarımıza zevkle yudum yudum içiririz!. 

Hele hele bütün mezhebleri “mezâhibin takrîbi” gibi şâhâne bir proje ile çok’dan bire indirdiğimiz gün, büyük bir bayram sevinci ile coşarak biribirimizi muâneka edib boynumuza sımsıkı sarılacağız! Gerçi şimdi telâffuz etmem ne kadar doğru olur bilemem ama, sıra bir de “takrîb-i edyâna=Dinlerin birleştirilib 3-5’den bire indirildiği” zamanki muânakamız geliverirse, işte bu nasıl olur, artık onu ne ben söyleyeyim ne de siz sorun! O anlatılmaz sevgili arkadaşlar, aslâ anlatılmaz; o ancak YAŞANIR!. O zaman din ve mezheb fitnelerinin tamâmı yeryüzünden kalkmış, kan dökülemez olmuş olacak; bölücülükden, hendekçilikden, adam ve kız kaçırmakdan, tacizden, tavizden,  dünyâ fezâlara kadar halâs olmuş bulunacakdır!

 İşte yüce dînimizi çağın araç ve gereçlerine göre anlamanın başkanlığımızca en güzel yorumu budur… Bu güzellikler, bu mutluluk ve kutluluklar, Rahmetli Luter gibi sâdece “Kitab” ve “O’nun her dildeki mealleri okunmalı” dersek, ancak o zaman tahakkuk eder! Batı böyle ilerledi ve yükseldi, “bilim” her şeyin önüne alındı!. Rahmetli Atamız bile “hayatda en hakîkî mürşid ilimdir” vecizesini şeyetdiler, îrâdettdiler!. Bugün dünya, 15 asır evvelki Ceziretü’l-Arab’dan ibâret değildir!. Sonra Büyük Başkanımızın buyurduğu gibi yeryüzü yuvarlağımız ne kadar küçülse de, yine de 5’den çook büyükdür! Yoksa hadîs, icmâ’ ve müctehid imamların ictihadları işin içine girerse, DÎN, 24 saatimizin her dakikasına Şerîatını hükmetdirir hâle gelir, nefes alamaz bunalırız ve hatta akciğer yetmezliğinden Allâh muhâfaza nallarımızı bile dikeriz! 

Başkanlığımız, hükûmetimiz ve yüce devletimiz, elindeki bütün imkânları seferber ederek bundan sonra, bu çok kıymetli ve asrın en büyük ve muazzam (projesi) içün hiçbir fırsatı fevt etmiyecekdir! Laik, dembokırat ve cumbokırat Büyüklerimizin emrinde, adı geçen (projeler) uğrunda sarık ve cübbelerimizle ve gece gündüz arı gibi çalışacağız…

 Bendenize bu makâmı, bu sarık ve cübbe gibi kutsal üniformaları (gerçi bu da Kitab’da yok ama, devlet geleneğimizde vardır) lutfeden devlet böyyüklerimize, sonsuz minnetdârlığımızı bir kere de sizlerin huzûrlarınızda arzetmeyi, edâsı âciliyyet kesbeden çok mühim bir BORÇ bilirim!”

 

(Mâba’di var)

(İlk intişârı: 16.04.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir