(2) Başvekîl Müslümanlardan Özür Dilenerek Derhâl İstifâ Etmeli…
28 Kasım 2011
On Sarkosıçan Ve Yüz Merkeçıyan, İçdeki “Bir Fransız Kalmış” Eder Mi?!
27 Aralık 2011

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığının (DİB)in ev sahipliğinde oynatılan “II. Afrika Kıtası Müslüman Ülke ve Toplulukları

BAŞVEKÎL MÜSLÜMANLARDAN ÖZÜR DİLENEREK DERHÂL İSTİFÂ ETMELİ…

-1-

Ahmed SELÂMÎ

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığının (DİB)in ev sahipliğinde oynatılan “II. Afrika Kıtası Müslüman Ülke ve Toplulukları Dînî Liderler Zirvesi’nin” açılışında (böyük nutukdan bir nutuk) atdı; ve gene aynı mezheb düşmanlığı nöbetiyle sıkdı savurdu…

Mısır, Tunus ve Libya halkları arasında “müslümanım, laik bir devletde de başbakanım, siz de laik devlet olun!” yollu i’tikâdî tenâkuz ve acâiblikler ile dolaşarak nutuk atan; ve İslâmiyet’i, laik-dem.okratik politikasına göre şekillendirmeyi bu son (zirvede) de ihmâl etmeyen Receb Tayyib Bey’in adı geçen “böyyük nutkundan!” okuyalım:

”-Ama şu anda Irak mezhebsel bir çatışmaya doğru gidiyor veya götürülüyor. Birileri çıkıp diyor ki, “dışardan bir müdahaleyle bunlar oluyor.” Peki sen ne yapıyorsun? Dışardan müdahaleye niye fırsat veriyorsun? Dışardan müdahaleye fırsat vermeden kendi problemini kendi içinde niçin halletmiyorsun? İşte bir tarafta Şia, bir tarafta Sünni. Ne demek bu? Aslolan Şia mıdır? Aslolan Sünnilik midir, yoksa aslolan İslam mıdır? Eğer ‘İslamdır’ diyorsak, o zaman zaten böyle bir problem ortada kalmaz. Ama acımasızca bakıyorsunuz Müslüman Müslümanı öldürüyor. Ve canlı bombalar görüyoruz, Müslümanlar arasında. Biz Müslüman olmayanların canlı bomba olmasını anlayabiliriz, ama bir Müslümanın Müslüman kardeşine karşı canlı bomba olmasını anlayamayız. Çünkü onun bizim dinimizde kesinlikle yeri yoktur.”

Erdoğan’ın bu konuşmasını biz çok iyi anlıyoruz. Çünki o, Bağdad ziyâretinde de “ben ne sünnîyim, ne şii, müslümanım!” vecizesiyle (!) çok böyyük “nutuksal!” lâflar etmişdi!

Geçen sene 10 Muharrem’de de (16.Aralık.2010)da, İstanbul Halkalı Meydanında “Şii Câferîlerin mâtemine” bizzat iştirâk etmiş ve İslâm târîhinde aslâ görülmemiş ucûbe lâflar sıkarak ve “ham softa kaba yobaz ve mezhebsiz” mantığına sarılarak ve “Sünnînin Caferiye, Caferinin Sünnîye üstünlüğü yokdur ve olamaz!” diyerek ve elindeki (imam lisesi diplomasıyla) kendisini “cumhûriyet müctehidi” görerek fetvâ vermişdi!

Bu seneki (21 Kasım Dolmabahçe böyyük nutkunda) da, Afrikalı garîbanlara Irak üzerinden demek istiyor ki:

“- Aranızdaki sünnî ve şii olmayı, mezheb falan filanlarını kaldırın, müslüman olun! Dışarıdan müdahale deyip durmayın, suçluyu kendinizde arayın, mezheb sahibi olurken bana mı sordunuz, kendi kendinize halledin olsun bitsin!”

T.C. başbakanının 3 ayrı mekândaki beyânlarına bakılırsa, kafayı mezheblere takdığı ve onları “İslâmdışı!” görmek ve göstermek gibi bir abesle iştigâli kendisine meslek ve meşreb edindiği bedâhaten görülür!

Mürşidi ve “cumhuriyet müctehidi Haltettin Efendi” gibi o da, aynı çizginin müridi oldu. Haltettin, kendisine sorulan bir suâle, “Hanefî mezhebine göre mi, yoksa İslâm’a göre mi cevab vereyim!” hezeyanları savurursa, mürîdanından olanlar da, elbetde mezheblere kafayı takıb abukluklar icrâ edecek; ve bütün suçu “mezheb sâhibi!” olmaya bağlayacak kadar dengeyi ve i’tidâli kaybedeceklerdir! Bilindiği gibi Haltettin, mason Efgânî-Abduh çizgisinin “telfikçibaşısı” Reşid Rızâ denen sapığın “Mezheblerin telfîki ve bir noktaya cem’i” nâmındaki dalâlet çıkını kitabını sâdeleştirme “emir ve vazifesini” bir yerlerden alınca, 1974 senesindeki Ecevit-Erbakan koalisyonunun Diyanete bakan ve “Vehhâbîlerle kültür anlaşması” imzalayan böyyük “müctehid” Necmüddin kanadının kanatları altında bu kitab onbinlerce basılmış ve Anadolu’yu ifsâd içün “Mücâhid ve ehl-i tarîk Selâmet Fırkası iktidârında!” zerre kadar utanıb sıkılmadan da tevzi’ edilmişdi…

15 asırdır hiçbir devlet ve hükûmet adamının, orda burda, mezhebleri Erdoğan kadar tahtıe edib çiğneyişine raslanmamış; ve bu nokta üzerinde ısrarla ve defaatla durarak suçu mezheblere fatura edişi gibi bir abese de müsâdif olunmamışdır…

Iraklılar, elbetde “dışarıdan müdâhale” diyecekdir…

Irak’daki bütün grupların biribirini yemesini planlı bir şekilde yürütenlerin, orayı işgal eden ABD-(yahudi) ve kuyrukları olduğunu, hatt-ı üstüvânın (ekvatorun) buşman ve pigmelerine kadar dünyada kim inkâr edebilir?.

ABD ve müttefiklerinin zorba müdâhalesi, yakıp yıkması, asıp kesmesi, binbir türlü işkencesi ve “Erdoğan bey’in BOP eşbaşkanlığının” müttefikler yanındaki ağırlığı olmasaydı, Irak’da şii ve sünnî kavgası elbetde olamazdı… Müttefik haçlı saldırı, tecâvüz ve işgallerinin asırlardır en ana taktiği, işgal etdikleri memleket halkını ikiye bölüp, onları karşı karşıya getirerek, biribirlerini ifnâ etmelerini te’mîndir. Erdoğan, kendisinin de şuç ortağı olduğu ABD cenâhındaki yerini temize çıkarmak içün, suçu zavallı Irak halkının omuzlarına insafsızca yüklerken, cerbezesiyle de, gûyâ akıl verib (!) bir yandan da meydan okuyor!

Yiyen olursa!

Diyor ki:

“-Dışardan müdâhaleye neden fırsat veriyorsun?”

ABD ve müttefiklerine ve BOP’çu Erdoğan’a bu fırsatı Irak halkı mı vermiş?.

Zavallı Irak ehâlî-i müslimesi:

“-Ey, elin Batılı gâvurları! Bizim memleketimizi işgâl edin, bombalayın, Ebû Gureyb gibi zındanlara bizi tıkın, hanımlarımızın ırzına geçin, en adi, aşşağılık ve şerefsizlik tüten işkenceleri bize revâ görün!” mü demişler?

Irak halkı “dışarıdan müdâhale” içün ne yapmış, bunu merdçe ve erkekçe ortaya koyamadan onları suçlamaya insan utanmaz mı?

Tabii Irak ehâlî-i müslimesi, şunları da demekde yerden göğe hakk sâhibidir:

“- Beli Sultân Erdoggan Efendimiz! Zât-ı Dövletleriniz “BOP eşbaşkanı” iken ve ABD vampirleri memleketimizi işgal ile Ebû Gureyb’lerde kadınlarımızın ırz u nâmusunu pâyimâl ederken; ve 1.5 milyonumuz itlâf edilirken; memleket bir başdan öbür başa bombalanır ve harabeye çevrilirken, o zaman sevgili Puş ciğerpârene de “dur arkadaş ne yapıyorsun, bu memleketin canına okumaya hakkın yok, babanın çiftliğine mi giriyorsun!” neye demedin?

 Hatta Ankara “imtiyazlı rubûbiyyet” meclisini, Puş takımının işlerini kolaylaştıracak tezkere kabûlü içün neden imiğine çökercesine ve tehdidlerle zorladın?

 Tâ Okyanus Ötesi çukurlardan (ABD denen yerlerden) gelib, bizim asırlardır “Müslüman Arab coğrafyası” olarak bilinen Irakımız’da, uyduruk seçim ve dembokrasi dümenleri ile başımıza KÜRT Talabânî denen cambazı geçirenlere ve bütün dengelerimizi bozanlara neden hiç “eşkıyâlık etmeyin!” demedin de, şimdi bütün suçu sünnî ve şii olmaya yıkıyor ve faturayı bizim adresimize gönderiyorsun?

 Irak’ın Kuzeyini KÜRT Barzanî üçkağıtçısı ve fırıldağına teslim eden ABD, İngiliz, yahudi, Alman, Fransız, İtalyan ve bilmem kimlerin suçunu dilinin ucuna bile almakdan, neden ödün kopuyor?. Suçun topu da ev sâhibinde, hırsızın hiç suçu yok, o, sütden çıkmış ak kaşık!. 

Bizim mezheblerimize sallamak kolay, biz nasıl olsa ezilmişiz, canımız çıkmış, bizi suçlamak çok ucuzladı ve kolaylaşdı, düşenin dostu olmaz  möhterem Erdoggan!

Bizim sonumuz böyle oldu, bakalım senin sonun nasıl olur!? Dünyada belki çadırı yırtarsınız, ammâ, ukbâda, Mahkeme-i Kübrâ’dan aslâ firâr yok! Oraya da, şunun şurasında kaç adım kaldı!?

O işgal nâmussuzlukları sırasında, neden hiç akıldâne nasihatların duyulamıyordu?

ABD’li katillerin ve ırz düşmanı conilerin “memleketlerine sâlimen dönmeleri içün dualar ederim!” dediğini de unutmadık ve unutmayacağız!.

Okyanus ötesindeki Pensilvanyalı imâm-ı evvelin ve üstâd-ı sânîn de, Saddam’ın 3-5 füzesiyle İsrail’de 3-5 yahudi ölünce, “gözlerim tülleniyor!” diye kâreler bağlayıb hüngürtüler ve hıçkırtılarla ne de romantik ağlamaklı oluyordu!”

Irak ehâlî-i müslimesi bunları derse, “Erdoggan Bey” acaba sadra şifâ zerre kadar akıllıca ve ciddî bir cevab bulabilecek midir?

Başvekil Efendinin “aslolan müslümanlıkdır, sünnîlik veya şiilik değildir!” ütopi ve (ham hülyâsına) sarılarak ve gûyâ işe çâre buluyor manzarası çizerek, kendisini ve Irak işgalcisi zâlim ve kâtil emperiyalizma artıklarını tezkiyeye kıyâm etmesi  fevkal’âde gülünç!

Iraklılar aynı illetli mantık cerbezesini kendisine doğrultub şöyle diyemezler mi:

“- Yâ Şeyhî Erdoggan! Aynı mantığı kendine de çeviriver ve 40 yıllık terör belâsına çâreni kendi içinde bul  ve hallediver! (Kelin merhemi varsa evvelâ kendi başına sürmeli değil mi?)  ASLOLAN İNSANLIKDIR, TÜRKLÜK VE KÜRTLÜK DEĞİLDİR! İnsan olmakdır insan! Türk ve kürt gibi şeyleri kaldır gitsin, sadece insanlığı bırak hadi!!!”

Iraklılar böyle derlerse, ne güzel! Çuvaldıza karşı iğne olur, amma, matlûba muvâfık mahalline isâbet ederse iyi acıtır tabii!?

Bu politikada, amma dembokratik parti-pırtılı ve laik-maik poli(tik)ada herşey bu kadar basit, yavan, ayağa düşmüş ve bu kadar da kolay!!! Ecdâd, dembokrasiye “idâre-i avâm!” diye boşuna mı demiş!?

Böyle kaba-saba, fikirsiz, mesnetsiz, yavan, a’razlı ve ârızalı mantık ve sözlerle siyâset ve idârecilik yapılmaz. Hem kel hem fodul mantığıyla mes’eleler hallolunmaz!

Ne demek:

“-Dışardan müdahaleye fırsat vermeden kendi problemini kendi içinde niçin halletmiyorsun? İşte bir tarafta Şia, bir tarafta Sünni. Ne demek bu? Aslolan Şia mıdır? Aslolan Sünnilik midir, yoksa aslolan İslam mıdır? Eğer ‘İslamdır’ diyorsak, o zaman zaten böyle bir problem ortada kalmaz.”

Erdoğan Bey’in bu cümlesine Iraklının nazîresi ise, T.C.’deki terör babında tabii şöyle olacak:

“-Dışarıdan müdâhaleye fırsat vermeden kendi problemini kendi içinde niçin halletmiyorsun? İşte bir tarafda KÜRT, bir tarafda TÜRK. Ne demek bu? Aslolan KÜRT müdür? Aslolan TÜRKLÜK müdür, yoksa aslolan İNSANİYET midir? Eğer “İNSANİYETDİR” diyorsak, o zaman zaten böyle bir problem ortada kalmaz.”

 Nasıl süper mantık!

Kalır baylar, bayanlar ve boyanlar, kalır!

Hem de yüze katlanarak kalır! Batılı bâtıl kabuklu takımları her girdikleri yerden çıkarken, işleri yahudi saçına çevirir ve yüzlerce noktada bozukluk ve hastalık icâd ederek defolub öyle giderler… Silâh, güç ve kuvvete tapan batılıya bunları kimse anlatamadığı gibi, Erdogan Bey hiç anlatamaz!. Batılı şirretlerin şimdilik Erdoğan koltuklamaları, bakalım önümüzdeki ay ve yıllarda nasıl bir yerin dibine geçirme ve“Türk Baharı operasyonlarına!” dönecek, göreceğiz!

 Bugün T.C.’deki binbir çeşit tıkanma, zulüm, kıtâl, hortumlama, terör, darbe, ırza geçme ve binbir rezâletin temelinde, 1922’de defolub giderlerken, içerde saltanat verdikleri adamlarına, neleri ve hangi oksitleme, fare gibi itlâf etme ve zehirlemeleri devretmişlerdir, bunlar da binde biriyle şu günlerde Dersim mes’elesiyle ortaya çıkdı; ve yakında 999/1000’u da gün yüzüne çıkacak ve dünya, küçük değil, büyük dillerini bile yutacakdır!

Kurt kuzu hikâyesinde olduğu gibi, ABD kurdu, Iraklı kuzuları yemeyi gözüne kestirmişken, “dışarıdan müdâhaleye nasıl fırsat verilmeyecekmiş!”, o nasıl olacakmış o, o neyin nesiymiş o? Bu süper akıl, hangi akılistanda kemâline erip kemâlleşmiş öyle?

(İntişârı: 28.11.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir