Türkiye’de mason Bayar İKTİDÂRINDA (1950-60) “Maârif Vekâleti” denirdi. Şimdi “Genel Kurmay Başkanlığı” denilen yerin adı da “Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisliği” idi… Bugün “Sağlık Bakanlığı” denilen yerin adı ise “Sıhhat ve İctimâî Muâvenet Vekâleti” olarak geçerdi. Bir yerlerin özü, bir hiç olsa da, zâhirinden bir heybet ve asâlet kokusu alınırdı!. Şimdi keyfiyet de, zâhirî hâl de çırılçıplak, yoz, ve moloz…
ABD ve Avrupa kuyruğu 27 Mayıs Haçlı Seferi darbecileri, milletin dilini “Kurbağacaya çevirince” bu “Maarif vekâletinin” adı da “Millî Eğitim Bakanlığı” yapıldı…
İnsanlar “Ta’lîm ve Terbiye” edilirken; hayvanlar içün bu kelimeler kullanılmaz; onlar içün “Eğitmek” kullanılır…
Terbiye, “Rûhen ve cismen yükselişi” istihdâf eder; bu da Allâh’ın emirlerine itaat ederek kuvveden fiile çıkacakdır. Hayvan içün bu düşünülemez. Ta’lîm de, insanı hedef alan bir “Ma’lûmât sâhibi olma” ifâdesini tazammun eder.
“Eğitilen” ise, insan değil, hayvandır!. Eğitmek, hayvanı bazı alışkanlıklar kazanması içün temrinâta tabi’ tutarak, onu, o istikâmetde alışkanlık sâhibi yapmayı istihdâf eden, insana değil, hayvana hass bir ameliyedir!
Türkiye Cumhuriyetinde, “Maârif Vekâleti” adında bile meymenet bırakılmayarak, onu, “Millî Eğitim Bakanlığı” gibi ne idüğü belirsiz kelimelerle ağıza buruna bulaştırılan bir nesne hâline getirdiler!. Ve her türlü keyfiyetden uzak, sâdece, hedef ve ulvî gâyesi olmayan sürüler îmâl eden şişe fabrikası gibi bir manzaraya raptetdiler… En az bin senelik ecdâdıyla ruh ve kök irtibâtı bırakmayan; onlara iştiyâkı ve onlarla kök ve neseb bağını, râbıta, istinâd, asliyet ve âidiyyet münâsebetini koparan 94 yıllık bir “Eğitim Felâketi”, bugün, teröre, homoculuğa, ırkçılığa, Fetöcülüğe, ateizmaya ve molozluğa açılan kapıyı inşâ’ etmekden başka bir halta yaramamışdır…
Ateist-materialist bir felsefe elinde bu millet, bütün ruhî kıymetlerini görülmemiş bir çılgınlık politikasıyla şahsiyetinden fırlatırcasına atmaya zorlanmış; cihân târihinde eşine rastlanmaz bir zorbalık elinde bin yıllık müktesebâtını moğol ve haçlı barbarlığından bin beter bir iç katliamla mahv u perişân etmeye mecbûr ve mahkûm kılınmışdır…
Hâlâ daha, binbir felâket ve helâketin temelinde bu (Materialist felsefe) yatdığı hâlde intibâha gelinemiyor; bugün Haçlı Batı Çetelerinde iflâs eden o bayatlamış “Darwin Evrim Teorisi” denilen rûhi ve aklî sapıklık, “Eğitim Bakanı” denilen kişinin “Ağzında, CHP ağzı ile dolaşıb durmakda” bulunuyor…
17/8/2017 târihli utanç vesîkası haber şöyle:
“Sözcü’den Yurdagül Uygun’a konuşan Yılmaz, “Biz evrime karşı değiliz. Bilim bir şey diyorsa, buna karşı olabilmek mümkün değil.”
“Bakan mı Bakmayan mı” ne ise bu arkadaş, o “Darwin Evrim Teorisi” denen şey hakkında ağzını açıb konuşma ehliyetinde bir kişi değildir; ve savurduğu her kelime fasafisodan öteye geçemez… Bu hususda, onların çenesindeki “Biyolog” denen sınıfın kerhen mensûbu olarak, lise programında olduğu içün “Darwin yahudisinin evrim fitnesini” 1968’li yıllarda ders olarak okutduk!… Ancak biz, materialist akılla değil, Vahy’e müstenid akılla, cerhederek ve tersden okutsak da, Nâzır Bey’e nazaran en az 100 kat daha ziyâde bu mes’elede konuşma ve fikir serdetme mevkii ve ehliyetindeyiz!.
İ.Ü. Fen Fakültesi, bu “Bakan” zâta göre “Bilimin bir şey dediği” bir merkez ise (!) oranın hem Zooloji ve hem de Botanik enstitüsü müfredâtında “Evolüsyon” denilen bir ders gördük! Bu iki enstitüde bu dersleri ta’kîb etmemize rağmen (1961-65), orada insanların evrimle maymundan olduğunu hiçbir tedrîs a’zâsından duymadık!.. Çünki bu felsefe dünyâda iflâs etdiğinden, buna sâhib çıkarak hiç kimse gülünç olmak istemiyordu!…
Ancak bu üniversitenin, Fâtih Cennetmekân zamanında temelleri atılan bir ilim merkezinin devamı olduğu şeytanlığını savuran bazı muhâfazakâr yamuklara, adı geçen yerin nasıl muhteşem (!!!) bir ilim merkezi olduğunu başımızdan geçen birçok hâdiseden bir teki ile de hikâye edebiliriz!
Bizim devremizde Fen Fakültesi dekanı Prof. Atıf Şengün idi. Zooloji Enstitüsündeki Evolüsyon dersini bu zât verir; ve “En mütekâmil canlı İNSANDIR” derdi… Botanik Enstitüsünde de Evolüsyon dersi okutulur; ve orada da bunu Doç. Metin Bora tedrîs (!) buyururdu!. Bu allâme (!) Biyolog ise, Atıf Şengün’ün tersine, ama tam tersine, “En mütekâmil canlı amip” der; ve bunu da, “Bütün deverân, hazım, âsab, ıtrah ve tekâsül gibi hayat faaliyyetlerinin bir tek amip hücresi içinde cereyânına” bağlardı!. Kendisine o zaman şu suâli tevcih etmişdik ki, bütün sınıfı o sual sıkı bir gülme faslına sokmuş; Bora da bizi imtihanda çaktırıvermişdi!. “İlim-bilim ve milim” adamı Bora’ya şöyle deyivermişdik:
“Amip, bu kadar çeşitli işleri bir tek hücresi içinde yapınca, en mütekâmil canlı oluyorsa; o zaman en medenî insan da, size göre mağara devri insanı olmak lâzım gelir! Çünki onların da her biri hem avcı, hem terzi, hem çiftçi, hem berber, hem tabib, hem mühendis idi; ve kezâ ve kezâ…”
Devr-i dilârâ-yı cumbokrasinin “İlim-bilim ve milim” adam ve madamları ankebut (örümcek) ağı gibi öyle birşeyler idi ki, bir “Püf” deyişle delinib yırtılıyor ve paçavra gibi anında sallanıveriyorlardı!
2017 Ağustosunda T.C. EĞİTİM BAKANI ZÂT-I MÖHDEREMİN “İlim, bilim ve milim adamı” diyerek takdîs edeceği adamların işte düşünce keyfiyetleri ve “İlim-bilim ve milim” haysiyet ve şerefleri…
İşte İ.Ü.Fen Fakültesi denen yerin bir enstitüsündeki manzara; ve öteki enstitüsündeki birinciye taban tabana zıt, mostralık 2. Manzara-i Cumhûriyye!..
Bugünki Maarif Nâzırı (!) olacak zât-ı möhderemin şu sözü de bir “Anıt mezâra” kitâbe eylenebilir:
“Biz evrime karşı değiliz. Bilim bir şey diyorsa, buna karşı olabilmek mümkün değil.”
“İlim-bilim ve milim ne diyormuş” yukarıda anlatdık!. Hangi adamın dediği doğru?. İşte Darwinizma ve işte onun baba bir biraderi Evolüsyonizma felsefeleri… İkisi de taş gibi materialist ve yandaşşş!
Sözcü gibi Fettoşist, ateist, pozitivist ve materialist bir gazete muhâbirinin çanak suâline fit olarak “Politik reverans ve eğilme” gösterisine zıplayan “Hazret-i Bakan”, işte böyle manzaralarla dünyâ önünde kendisini nasıl resmediyor, içler acısı… “Bakan veya Bakâniyye” yapılacak zevâtın zerzevât cinsinden olmayıb, ehliyet, liyâkât, şecâat, talâkât, ehl-i ricâl-i devlet ve âdâlet sâhibi tabakadan intihâbı cihetine gidilmesi şartdır… Aksi takdirde ictimâî hastalıklar salgın hâlini alır. İlle de bir başörtülü “Bakaniyye var” diye, bunu dengelemek içün bir de simsiyah saçlı, endâmı ve neşvesiyle 38’inde, açık ve alabildiğine modern ve olabildiğine acemi bir madamın da “Bakaniyye” yapılması, (ehliyet ve liyâkatin) değil, cinsiyet ve cibilliyetin ön plana geçdiğini gösterir… “İdâresini kadınlara bırakan kavimler İFLÂH olmaz” Hadîs-i Şerîfi de nazara alınacak olursa, devletlû hünkârlarının nelerle nasıl oynadığı, her nazara nümâyân olsa gerekdir!
Sadede gelirsek:
Binâenaleyh bu İngiliz Yahudisi Darwin denen sapığın ortaya atdığı şey, yani deli saçması, (Nazariye=Teori) denen bir hezeyandır; ilmin de ırzı ile oynamakdır…
Bugün, lâtincesiyle species=tür ve genus=cins sınıflandırmaları içindeki canlıların biribirinden neş’et etdiği aslâ isbât edilememişdir. Edilseydi, zaten bu saçma ve hezeyan, bir nazariye=teori olmakdan çıkar, “Kânun” adıyla literatüre geçerdi. “Newton Kânûnuna” müşâbih bir kânûn olarak, bilfarz “Darwin Kânûnu” denilirdi!
Bu kânunlar, bu adı geçen adamlara izâfeten onların ismi ile ve sanki onların îcâdetdiği “Kanunlar” imiş gibi de talebelerin zihnine akıtılıyor ki, bu da “Darwin yahudi fitnesinden” kaynaklanan kafa karıştırmaya ma’tûf, (ateist-materialist) sahtekârlığıdır… Meterialistlerin târîhi tedkîk edilirse, birçok sapık teoriler üretdikleri; ve bunları da “İsbât etdikleri” gibi bir yalancılık, hilekârlık, gözbağcılık ve aldatıcılık içine girdikleri hayretle ve nefretle görülecekdir…
T.C. EĞİTİM NÂZIRI zât-ı möhderemin, biraz “Felsefe Târihi ilim, bilim ve milimi” ile muârefe içün, A.Ü. İlâhiyât (İlhâdiyyât) Fakültesini bizim gibi 4 yıllığına değilse de, zaman zaman ziyaretleri, menfaatları iktizâsı olacakdır!. Bunda muvâffak olurlarsa, felsefi dolambaçların ve Darwinist cambazlıkların kaç paralık akrobatik zıplamalar olduğu, zât-ı eğitkârânelerine nümâyân olabilecekdir!
Şu kadarını da tasrîh etmeden geçmiyelim ki, “Nevton Kânûnu” denen ve cismin düşüşündeki fizik kânûnu, Allâh Azze’nin yaratdığı kânundur. Newton, bu fizik kânûnunu farkederek formülüze ve îzâh etmişdir, o kadar… Newton’un formülünü bulduğu bu Allâh Kânûnu, Newton’dan evvel de, Yaradan’ın murâd etdiği zamandan beri cârî olan bir “Kevnî Şerîat Kanûnu” olarak vardı, mevcûd idi…
Kâinâtdaki bütün bu sonsuz nizâm, nice sonsuz fizikî, kimyevî ve biyolajik “Allâh Kânunları” ile işlemektedir ki, bunlara “KEVNÎ ŞERÎAT KÂNUNLARI” denildiği îzahdan vârestedir…
İnsanların tâbi’ olmak mecbûriyyet ve mahkûmiyyetinde bulundukları kânunlar da, gene aynı yaratıcının yani Allâh Azze’nin ŞERÎAT KÂNUNLARIDIR. Bu kanunlara tâbi’ olan insan, kâinatın da tabi’ olduğu aynı YARATICININ aynı kânunlarına tâbi’ olmakla, cihanla BÜTÜNLEŞMİŞ, kâinatla tersleşmemiş olmaktadır… Böylece insan, içinde ve üzerinde yaşadığı kâinatla (aheng) içinde olarak, yaşadığı seyyâreyi sû-i isti’mâl, tahrîb, tağyîr ve tebdîl etmekden uzak kalmakda; ve “Çevreciler” denen sun’i “Korumacıların”, milyarda birine bile erişemiyeceği bir “Muhâfızlığı”, en tabii ve fıtrata en uygun şekliyle ve en mükemmel biçimde yürütmekde olacakdır… Vahyin ortaya koyduğu Şeriat Kânunlarına teröristçe baş kaldıran dünya nüfûsu, böylece Kâinâtdaki “Kevnî Şerîat Kânunlarına” da mecbûren ve teröristçe yaklaşmakda ve onu zâlimce ve alçakça TAHRÎB etmekde; litosfer, hidrosfer ve atmosferin hayvanca anasını bellemekdedir…
İşte bu da, Kâinât çapındaki zâlim ve iğrenç Allâh’sızlığın faturası!
Darwin denen İngiliz yahudisinin, insanlığı fitne ve Allâh’sızlığa düşürücü, saçma ve fıtrata ters teorisi, insan ile hayvan ve nebâtâtın da tâbi’ olduğu aynı ALLÂH’ın kanunlarına (Kur’ânî ve Kevnî Şerîat Kânunlarına) zıd ve ters bir akıl ifrâzâtı olduğundan, hakîkât nazarında keenlemyekündür, yok hükmündedir; ateist-materialist felsefenin abes ve mutlak bir dalâletidir…
Materializmanın bir şûbesi olan Darwinizma, en başda İslâmiyyet muârızı olarak bütün dinlere düşmandır. Bu i’tibarla bütün Peygamberân-ı ızâm Aleyhimüsselâm Hazerâtının tamâmını da hükümsüz bırakmanın yolu, Âdem Aleyhisselâm’ın ilk insan ve ilk Peygamber oluşunun reddinden geçecekdir. İşte İngiliz yahudisi Darwin, hem müstakillen yaratılan ilk insanı, hem onun yaratıcısı ALLÂH AZZE’yi, hem Âdem Aleyhisselâm’ı ademe mahkûm etmek içün böyle bir yahudi sahtekârlığına başvurmuşdur. Gerçi bugün, Âdem Aleyhisselâm’ı Kur’an çerçevesinden çıkararak ona “Baba” îcâdeden lâ’netli kubur fareleri de, bir başka cihetden İslâmiyyet’i ademe mahkûm etmenin kâfirliği peşine düşmüş Darwin müsveddeleridir…
AKP’nin “Eğitim Nâzırı Beyfendinin” İngiliz yahudisi Darwin denen adamın hezeyanlarını mekteblere sokarak milletin istikbâli ile oynaması, materialist CHP zihniyetinin tahkîm edildiği hatta hortlatıldığı ma’nâsına gelir!