(5) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
10 Mayıs 2014
(6) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
21 Mayıs 2014

Yâhu “İmam-Hatibli” olanlara bu memleketde ne öğretirler bilemiyoruz!. Osmanlıcayı çözecek kadar Arabça bilseler, inanın öpüp başımıza koyacağız.

BA’DE HARÂBİ’S-SOMA EŞŞEYH DİLİPAK! 

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

 

Yâhu “İmam-Hatibli” olanlara bu memleketde ne öğretirler bilemiyoruz!. Osmanlıcayı çözecek kadar Arabça bilseler, inanın öpüp başımıza koyacağız. Zaten gerisini de iyice öğrendiler mi Haltettingillerin mekteblerde çocuklara verdiği fitne ile hemen “müctehidliğe soyunuyorlar” ve meydanlarda da çırılçıplak kalıb öyle dolaşmak mecbûriyyetinde bulunuyorlar!. Zirâ o tropikal familyalar talebelerine “Çocuklar! İyi Arabça öğrenin, siz de ictihad yapın, Ebu Hanife iyi Arabça biliyordu, sizin ondan ne farkınız var?” diyerek onların önünde mezhebsizleştirmenin fitnesini köpürtürlerse, ortaya nasıl bir manzara çıkar?.

Çüşşş!

Câhil değil echel herifler, nankör!. Ulan sen kiiiim, o müctehidler, hele hele İMÂM-I A’ZÂM Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri kim?

Seneler evvel de, bugün (19 Mayıs) Dilipak’ın kalem ve ağzından çıkdığı şekli ile bir ta’bir, aşağıdaki aynı şekli ile Başvekîl R.T.E ağanın ağzından da  çıkmışdı!. Aynı “Ba’de Harâbİ’L-Basra” olacak terkib ve bu arabça ta’bîr, “Ba’de HarâbÜ’L-Basra!” şekline sokularak,  fâhiş derecede bozuk ve yanlış şekliyle dünyâya duyurulmuşdu!.

Başvekîli biz o zaman uyardık, hayır, şey dedik “yıkdın perdeyi, eyledin virân” yollu birşeyler der gibi eyledik ammâ, tabii duyuramıyacağımız kat’iyyen ortadaydı!.. Böyyük adam ve madamlara ses ve söz duyurabilmek de çok kolay değildir hani!. Etrâfı ise, bizim görmediğimiz daha binlerce kat hatâları söylemezse, ona en büyük zararı verir ve veriyor da… Bugün Başefendinin en büyük düşmanları, ona her gün küfreden “paralel eşkıyâlar” ve O’na (o….çocuğu) diyecek kadar azan ve gözü dönen (şey çocukları) değil; onu yanlışlardan kurtarmak içün mertce ve erkekce hakikatleri söylemiyen yalaka ve dalkavuk gürûh-ı lâ yüflihûn olsa gerekdir!. Dost acı söyler, acıtır, ammâ bu acı ilâcın acısı gibi, muvakkatdir; ve fakat şifâ verendir… “Dostuma ilâcın acısını tatdırmıyayım, ona ilaç diye tatlı tatlı şap içireyim” diyen tabaka, târih boyunca, idârecilerin en büyük âkıbet belâsı ve felâketi olmuşlardır…

Bizim, bir harf (aslında hareke) üzerinden yapdığımız tashîh ne kadar küçük görünse de, sirâyet hudutları i’tibâriyle ele alındığında nerelere uzanır; bu, hâdisenin yaşandığı zaman anlaşılır!. Misâl olarak ele aldığımız husus, küçük göründüğü hâlde vaz’iyyet böyle olabilirse, büyükler kıyâs edilsin!

Biz, entel Dilipak’ın “ba’de harâbul Basra”sına dönelim!

Hadi (ba’de) kelimesi burada kendinden sonra geleni (mecrûr) kılıyor diye  bir lisan bilgin yok, olabilir,  bu Arabça’dan Osmanlı’ya geçen mecâz ta’bîri telâffuz eden bir hocaya ömründe hiç mi rastlamadın; ve bu harâb ve turâb cinsi kelimelerin, hangi hareke (ses) ile kullanıldığını hiç mi duymadın?. Baba ve dedeler, yani bizim bir ve iki ve daha yukarı nesil selefimiz, bunu hem de sık sık kullanmışlarken?…

Damme değil, kesra yazıb telâffuza mecbûrsun efendi, yazı yazmanın kânûnu var, o da böyle… Yazdığımız gibi!. Dil kurumu mu, baca kurumu mu, ne menem şeyse, onun, “bilmem ne gramer hürriyeti” ırlaması yani “ben şeflik görmüşem, asıb kesmiye, biçib tırpanlamıya doyamam” diyerek Türkçe katli de burada sökmez!..

“Canım, (i) sesi yani (kesra) yerine, (ü) sesi yani (damme) çıksa, kıyâmet mi kopar” denilebilir!. Kıyâmet kopmaz tabii, ammâ lisân disiplin ve nezâfetinin içine edilmiş olur!. Çok sevgili beyaz horozun (ü) sesi yerine, sâhib-i savt-ı kerîh bir mahlûk, en makâm-ı nefretîden bestesini, bir hımâr-ı şehvetmeâb coşmuşluğu ile (aaaa, aiiii) sesleri ile okusa, nasıl Kıyâmet kopmazsa, burada da öyle olur, bir şey kopmaz!?

Soma garib gurebâ, zaif zuafâ ve fakir fukarâsına “müstehakk” kelimesinin seslerini çıkararak çullanan bir mahlûk da; kendisini sıfırın altına fırlatanlar da; ve sömürgeci locafendisel birâderân-ı bilderbegân patronlar da dâhil, ne kadar Türkçe ibişleri varsa, bunların topu içün de Merhûm Tokadızâde Şekib Bey’in bir manzûmesi vardır ki, kimseye hakâret etmek istemiyen zevât-ı Osmâniyân, bu şiiri bahren ve berren hevâ-yı nesîmîye karşı da okusa, bilâ harf ve lâ savt, merâmını apaçık anlatmış olur!.. Anlatamamışsa bile, kendi kendisini, kendisine vererek anlatmış olur!. Bu manzûme-i hasâis ü havâdis, her hımârın bulunduğu veya bulunması muhtemel bir mekân ve zamanda Dâvûdî bir savt ile kıraat buyuruldukda, te’sîr-i şifâ ve devâsı biiznillâh mücerrebâtdan olub, kâriîn-i Kirâm Hazerâtına dahî şâyân-ı tavsiye ve tesliyedir:

 “Eşşek bîhis bakar yaksan cihânı,

Telâş etmez, düşünmez ‘ıyn ü ânı,

Tutuştursan da hattâ âsümânı,

Şikâyetsiz kalır billâh lisânı…

 

Eşşekdir, zevki aşkındır başından,

Ne anlar Kâinât’ın gözyaşından…

………………………………………

 

1000 senelik hurûfât-ı islâmiyye zâten toprakaltına defnedildi; bir de gâvuristandan idhâl harflerle ortalığı daha da bulandırmadan, şu işin galîz olmıyan, ehâf ve az necis şekli ne ise onu yapalım!. Mümkin mi?

 Nah yaparsın!. Ba’de’nin (ayn) harfini göster hadi!. Harab kelimesinin başındaki (hı) harfini nasıl yazacaksan hadi yaz!. Basra’nın (s) harfi, sin mi, sad mı, se mi?. Lâtin alfabetasının hangi HARFİ bu üç sesin karşılığı?. Sad harfini hangi boynuzlama harf ile resmedeceksin?. Eygi bile ecdâd hurûfâtına “elifbâ” demiyor, DİYEMİYOR!. “Eski alfabe” diyor, “ALFABE”, aldın mı haberi… Alfa’sı da, beta’sı da yerin dibine geçe… Derd bir değil, bin!. Demek ki bu millet 1000 küsûr senedir “elifbâ” değil, “alfabeta” denen Frengden idhâl harfleri kullanmış!

Oha!

Aklı başında bir tek direnen adam, şu Malatyalı Tabîb-i Hâzık-ı Müslim-i Âdil Dr. Muhammed Reşâd nâm Anadolu evlâdı!. O doğrusunu yazıyor, biz ise eğrisine yamandığımız içün onun doğrusu, bize Urartu hiyeroglifleri veya Japon yazısı gibi görünüyor!. Göz bozuksa, kendini değil, gördüğünü “yamuk” i’lân edecek tabii!..

Hep arâziye uyduk, sonra HARABİL’leri HARÂBÜL eyleyib “harâben türâbâ” olduk!

İş nerede nasıl başladı, nereye vardı?. Daha da gevşetirsek, daha ne rezillikler ortalığı istilâ edecek?

Yevmî yazı yazan bir adam, elinin altında Osmanlıca bir lugât bulundurmadan ve sık sık kendini kontrol etmeden çalakalem yazıyorsa, o adam ve madam kim olursa olsun, evvelâ Türkçe’ye, sonra kâriin-i kirâmına ve sâlisen kendisine ihtirâmını fevt etmiş olur; ve o,  adammış gibi gezen bir (m.dam)dır!.. Onun, yazının dışına aksetdirdiği bu çapaçulluk, onun fikir manzûmesinde de aynen mevcuddur ki, dışarıya bu keyfiyet sızmaktadır!.. Yazı yazan, yazdığıyla okuyanın anadiline, hatta babadiline, Peygamberi diline, Kitâbı diline de hürmetkâr olmak mecbûriyyetindedir… Bundan uzak adam, okunmaya değil, sadece düzeltilmiye ve hizâya çekilmiye lâyık ve müstehıkdır o kadar…

“Akl-ı selim adam” deniyor; “Alpaslan Sokak” der gibi… O kadar alçakça bir Türkçe katli ki, artık adamın kulak ve gözlerini tıkıyarak gezmesi gerekecek!.. Ulan, “Akl-ı selîm adam” olmaz, “Akl-ı selîm sâhibi adam” olur… “Alpaslan Sokak” olmaz, “Alpaslan Sokağı” olur!. Yahu muzaf ve muzâfun ileyh Türkçe’de hangi ilâveleri alır, bunlar olmazsa, orada Türkçe olur mu?… “Çok takva adam” diyor, hem de hoca diye geziyor herif… Sıfat yerine isim oturtuyor!. Takvâlı dese hadi kabul… Sanki öküz, 70 sene yaşamış, hocalardan ders almış, “şeyh efendilere hizmet etdim” diyor; ama hiç “müttakî veya ittikâ sâhibi” diye bir kelime, bir ism-i fâil, bir terkîb duymamış… “Ben söylerim, ben yaparım, ben ol dedim mi oldururum” diyerek olduracak adamlar, olmayası, olamayası heriflerdir!.. Dinimiz elden gitdi, hiç değilse (Ana Dilimiz) gitmesin, öyle mi?. Ne gezer? Demek ki Dîn gidince, dinsizin elinde kaldığın zaman, DİL’in bile kalmıyormuş!. Çünki dinsiz, Dini de yok etmek içün, DİLİ de et parçasına çevirip sakatat fiatına, çengele asıb satışa çıkarıyor!

Merhûm Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nden öğreniyoruz ki, Yavuz Sultân Selîm Cennetmekân, “Memâlik-i Osmâniyye’de Herkes Arabça konuşsun, herkesin dilini Arabça yapsak” diye ısrâr edince, Zembilli Ali Efendi Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri “Yapamazsın!” demiş ve direnmiş!  Padişâh-ı Rûy-i Zemîn Efendimiz Hazretleri de, o Zembilli mâniasını bir türlü aşamamış!. Şeyhülislâm’a bak arkadaş, hani tam tersi olmalı gibi akla geliyor; ve mantığa, bu mülâyim görünüyor!. Demek ki herkese, evvelâ “anadili” lâzım… Babadili, Peygamber dili, Kitab dili, Cennet dili, bunlar dünyâ hayâtında demek herkese lâzım olmaz ki, orası ayrı bir fasıl!. Ne kadar bozulmamış, ne kadar arı, duru, berrak ve mutlak hakîkât olan Dinin motiflediği bir anadili varsa, o kadar südü ve îmânı temiz kalmıya bir vesîle demekki!. 1920 sonrasında, hele 28’den sonra, hele hele “dil ve işkembe teorileri” zamanında, esperanto bile, işlenen cinâyetlerin yanında nâmus âbidesi gibi kalır!

Zembilli Ali Cemâlî Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri sıradan bir adam değilmiş; ve kimsenin  önünde aslâ eğilmediği gibi, ne şâh ne padişâh tanırmış… Sâdece Kahhâr-ı Zül Celâl’e eğilirmiş… Allâh’dan ki bugün yaşamıyor!.  Şimdi yaşasaydı, “laik dembokratik cumhuriyet vatandaşı değilsin” diye taşla keşkeş ederler; “hökûmât politikasının sarıklı cercisi olarak orda burda din tâcirliği yapmıyorsun” diye cübbesini yırtarlar; “bel’amca konuşmuyorsun, ne pirinç gibi  hadis ayıklamıya ne (Ya.dakoğlu) gibi revizyonistiz demiye aklın eriyor” diye, kefenlik sarığını bugünün naylon külâhına çevirirlerdi!

 Bir insan başka bir lisânın terkib, ta’bîr, mecâz veya ıstılahlarını kullanacağı zaman, “düzgün şeklini kullanayım” diye hassasiyet sâhibi olmalıdır.. Kendi lisânında ise, çok daha dikkat şart… Yoksa “anadili” üzerinden, adamın anasını bile örselemiye kalkarlar! Doğru şeklini bilmiyor musun, züppeleşme, ille de biliyor görünme iblisliğini bırak, neysen o ol, doğru bildiğinle konuş veya yaz! Bilmiyor musun, o zaman kullanma, başka kelime bul, onunla gevele… Aslan, çakalın pis sesini kendi kükremesi içine karıştırıyor mu? Veya karga, kekliğin yürümesini taklîde kıyâm edince yürüyebiliyor mu?

Ne demek HARABUL?. HARÂBİL  olacak arkadaş!..

Bilmiyorsan ağzına ve kalemine alma…

Bunun kânûnu var, kânuna uymıya mecbursun, “uymam” diyorsan, Tokadızâde Şekip Beyin manzûmesi veya Şeyhülislâm Merhûm’un şu cümlesi ruznâmeye girer ve başlarını uzatıb seni alaşağı ederler… Şu cümle de Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nden :

“Bir kânunun çiğnenmesini, bir memleketin pâyimâl edilmesinden daha büyük tehlike addetmiyen idrâklerden, biz niye mahrûmuz Yâ Rabb?”

Roma dehâsının kadîm kânun felsefesi bizde sökmez. Onlar, “bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir kumandanı…. orduyu…. milleti” diye sayar ve küçücük bir mıhın milleti veya emperial dünya kuvvetini sıfırlamıya gideceğine ve buna yeteceğine kadar akıl yürütür; ve sâdece “seküler” ve mücerred kendi menfaatına taptırıcı bir nizâm ve terbiye disiplinini putlaştırırlar!. Bizde, “topyekûn insanlara karşı, mücerred hayra sevkeden ve bunun için de her noktada zerre miskâl hayır ve şer hesâbı” vardır; ve bu mutlak hakîkatın hesâbını anlamıya mâni’ olucu (kurbağaca) bir tek harf veya terkîb, ta’bîr ve Kevnî Şarîat’a kadar uzanan topyekûn bütünlük ve tevhîdi  bozan her zerre miktârı sapma bile, ferdi, hesâbı mutlak olarak sorulacak bir mes’ûliyetle sımsıkı kuşatır… 

Hukûkun muhâfazası içün (kânun şart)dır adam ve madamlar!. Bir tek harf bile olsa… Bizde harf, Romalı’da mıh!. Bizde harf, hem maddî ve mâ’nevî dünyayı ve hem bizi ve hem onların hayrını içine alacak bir hudud genişliği ile içine alırken; onların mıhı, sâdece maddî planda kalır ve kendi menfaatı dışındakileri içine sokmaz, dışlar!

Mes’ele harf veya mıh çapında küçücük bir nesne sayılmasın diye sözü uzatdık!

Falan râkımlı tepede sâkin Sayın Hacı Abdullah Beyefendi de, 3-5 sene evvel, “Seçim sath-ı mahalline girdiğimiz şu sıralar” der gibi bir lâf etmişdi!. “Sath-ı mahalli değil sayınım, sath-ı mâiline olacak” diye etrâfındaki adam ve madamları, acebâ tashih-i beyân eylediler mi dersiniz?. Sanmıyoruz! Çünki ya basit görülmüşdür; veya “canım bir daha söylemez!” diyerek savsaklanmış veya sarsaklanmışdır!. Zirâ Osmanlı İslâm ciddiyet ve disiplini çokdan rafdan kaldırıldı; ve yerine, Soma hâdisesinde olduğu gibi “adam sen de, birşey olmaz” dedirten dembokratik laik cumhuriyet felsefesi çakıldı!

Düzeltin çelebiler, yarın gene aynı ters kelâm ile arz-ı endâm eder, yanlışlık hangi dal budakla dünyanın neresinde kansere döner, evvelden bilinemez!. Üstelik mahcûbiyyet ikiye katlanır, bunun da nerelere uzanacağı kestirilemez!. Büyük Mürşîd Ahmed Zıyâüddîn Kuddise Sırruh Hazretleri de “mekruhlar işlendikçe haramlara, haramlar da küfre yol açar” buyurarak, küçük hataların küçümsenmemesi ve üzerinde durulmasının formülünü  “Câmiu’l-Mütûn’da” böyle beyan buyururlar… Mükemmeliyyetçiliğe giden yolun ana caddesine, bunlar usûl ittihaz edilirse çıkılır!

Bahçeli bir “piskevit” dedi diye ne hâllere sokuldu!. “Karizmayı çizdirmek” diye piyasaya sürülen yeni moda nesne, işte böyle bir-iki harfin iffet ve izzeti muhâfaza edilmezse, hemen arz-ı endâm ederek, sebeb-i vücûdunu sarsabiliyor!

Cehâlet-i milliyye  hâkimiyyeti kemâlinde bulunduğundandır ki, hiç kimse “mahâl ile mâil”i yani bu iki Osmanlıca kelimenin kimi ne etdiğini göremedi, iş kapaklandı gitdi idi!. Ama her zaman böyle olmaz; ve o zaman da dediğimiz hastalıklar sökün edebilir!. Kıvılcımı yok etmiyen tedbîrde kusûr, cihânı ateş topuna çevirebilir… “Saçim sath-ı mâili” kaygan ve meyil üzerinde tehlikeli bir satıhdır!

Lisanda da, “mâil-i inhidâm” bir keyfiyetdir efendim!

Türkçe konuşacaksanız, hangisi ise, adam akıllı araştırın onu kullanın!. Sisli puslu bilinen kelimeleri kullanmak adam veya madam kim olursa olsun, başına derd açar!. Merhum Üstâd Necib Fâzıl Beyin “kurbağaca” buyurduğu “vak vak da vak vak” cinsi şeyleri de öttürmeyin; ve (anadil kânunlarımızı ihlâl ederek kulaklarımızı) kirletmeyin!. “Ya da”, şu olmıyan ve Üstâd Merhûm’un harb ilân etdiği “ya da” kurbağacasıyla, (veya-veyahut) edatlarını ölüme mahkûm ederek, diyalektik ve dolmalektik şeyleri bize ve millete yutturmayın!. “İslâmcı” gençlerin diyalektiği veya elektriği, “ya da” dinamosuyla döndürülürse, bu, Üstâd Merhûm’un hatırasına çizik atmak olmaz mı?!

Dil Kurumu, “baca kurumu” cinsi ideoloji inleri, her uydurma kelime içün, bir zamanlar (2.5 lira) verib kelime topluyormuş; dağdan taşdan ökse otu toplatır gibi… Hadi ökse otunun şifâlı tarafı çok, “kurbağaca” vak vak’ların derdine devâ olduğu illet nedir? Bil’akis, bunlar sağlam adamı hasta eden zehirler, sayın tosuncuklar!

Millet aşınsın, toz olsun, altından kel kayalar çıksın isteniyor!  Bunlar, bugün  “müstehak!” kelimesini nice garîbân içün kobra zehiri gibi kullananların, inlerinde peydahladıkları bir sürü neseb-i gayr-i mechûl hançere pislikleridir!

Şimdi “müstehak-müstahıkk” kelimesi revacda!. İyi piyasa da yapdı!.Muhtekirlerin piyasaya mal sürmeleri gibi bir rezillik!..

Piyasaya süren sürtükler sa’yesinde…

“Bu vampir, bu komprador veya kapitalist, bu kesesini düşünen,  bu işçiler üzerindeki sülüğe, Allâh müstehakk olduğunu versin!” diyerek onun cezâ almasını istiyen bir ifâde, dâima doğrudur ve olur!. Ammâ, ekmek parası içün yerin diplerine inib kelle koltukda çalışan, sonra da öldürücü korbonmonooksit denen canavarın zehirleyici ve kaçmıya bir parmak kadar bile bir mesâfe bırakmadığı o can pazarında en feci şekilde son nefesini vermiye hazırlanan; hem de birinin ötekine  “sen gençsin al şu gaz maskesini sen yaşa” dediği; o gencin de o maskeyi ötekine, “sen evli ve çoluk çocuk sâhibisin, sen al, sen kurtul” diyerek devretdiği böyle bir (ölüm)le burun buruna gelinen cinnetlik bir sınırda, şu metânet, vefâ ve fedâ-yı can ediş zirvesine bir bakınız…

 Ve ocakdan sağ çıkıb arkadaşını kurtarmak içün tekrar ocağa dalan; ve bu sefer onun da içerden çıkamayıb hayatını kaybetdiği şu diğergâmlık zirvesindeki Anadolu çocuğunun, rûhundaki o asâlet damarını bir  görünüz!..

Asırlarca dünyanın 4 bir köşesinde, bazılarının, ömrünün çeyrek asrını nice harblere yatırdığı o Anadolu insanı, işte bu fedâ-yı nefs hasletiyle yaşadı; ve bugün kendilerine, “ölüme müstehaklar” diyen kobra yılanlarına da, üstelik yaşamaları içün bir memleket hediye etmeyi esirgemedi!

 Diğer yanda, Kâinât’ın en iğrenç ve pislik çukurunu kendisine mekân ve keyfiyet kozası örenlere de bakınız ki, o belki maddede fakir fukarâ, zaîf zuafâ ve garîb gurabâ işçilere fırlatdıkları “cezâlarını buldular, oh olsun” ma’nâsını mutazammın bir ifâdenin içine, kobra yılanı gibi çöreklenerek, “müstehaklarını buldular” gibi en iğrenç ve belhum edâlce zehir gaseyân etmekte; ve ruhlarında da, merhamet ve iffet denen insânî hasletden zerre kadar bir kırıntı bulundurmamaktadırlar…  Burada “müstehakk” kelimesi, mevkii, mevzii ve menzili hâricinde kullanılmak bir yana, iblisi yüze katlarcasına bir kin, nefret ve denâatla kullanılmaktadır ki, bu, tasdîk ve tasvibçileri ve taraftarlarının tamamınca da, Türkçe’den ve milletin îmân kıymetlerinden nasıl çırılçıplak fırladıklarını ve hiçbir insânî hayâ ve değer taşımadıklarını gösterir!.

Bunlar, 106 küsûr sene evvelden gelen, İttihad terakkîsi-bilmem ne fırkası-şefokrasisi-gardiyan zihniyeti ve Allâh düşmanlığının iblisleri gibi lâ’netli kafa ve rûh yapılarının ufûnet ifrâzâtıdır…

Hepsinin de üzerinde birleştikleri keyfiyet, Türkçe denen anadilimizin, dinimizle beraber evvelâ tahrif ve tağyîri; sonra da (tefrika) ve anlaşma yerine boğuşmalar icâdeden bir iç düşman ihâneti…

“Ba’de Harâbul Basra” imiş, gülünç!.

Bu Türkçe ile akıl dağıtmalara geçelim:

“Bade harabul Basra! Basra harap olduktan sonra. Gidenler geri gelmeyecekler ama, bundan sonra aynı acılar tekrarlanmaması için aklımızı başımıza toplamamız lazım.” 

Akıllar başlara toplanmalıymış, bugüne kadar nerede toplamışlar meğer! Bizden de o bozuk şekliyle:

“Ba’de harâbUL BASRA!” 

Daha?

“İster sabotaj ihtimali olsun, ister provokatörlerin komploları, sonuç ortada, sabotaja karşı da, felaket tellallarının  kışkırtmalarına karşı da dikkatli ve uyanık olmak gerekiyor..” 

Buna da bir (harabullü Basra) çekebiliriz!. Sonra?

“Bir kısım muhalefet, bir kısım media, bir kısım dış mikraklar ve bir kısım örgütler yine yapacaklarını yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.. BBC yine “Müftü karısı” tezgâhını ısıtıp servis etti, Alman mediası yine iş başında idi.. Tekrar söyleyeyim, Alman mediası sadece Alman mediası değildir. Almanya gerçek anlamda bağımsız bir ülke de değil, işgal altında bir ülke.. Almanya üzerinden servis edilen işler Amerikan, İngiliz, Fransız ve İsrail etiketi taşıyor olabilir..

Eğer bu iş bir sabotaj ise, anne katili evladın, cenazede en fazla ağlayan kişi olması örneğinde olduğu gibi, birileri orada timsah gözyaşı döküyor olabilir..

Daha ilk günden, Soma faciasını Twitter’den “Soma’da AKP kazanmıştı” diye mesaj vermeye çalışan bir paralel Twitter çetesi işbaşındaydı.. Hâlâ Gezinin hayali ile yaşıyorlar, tadı damaklarında kaldı! Evet! Bu iş sabotaj olmasa bile Soma üzerinden Türkiye devletine ve hükümetine bir komplo kurulmaya, Türkiye dizayn edilmeye çalışılıyor.. Gezide çevrecilik kullanılmaya çalışıldı, bu gün de kömür madenleri..” 

Buna da çek bir (Harabullü Basra!.) Daha?

“- Enerji politikamızı yeniden gözden geçirmeliyiz..” 

Doğru, (harabullü Basra’dan sonra) isabetli olur!. Hele “gelecek senenin son çarşambası” tekerlemisine de uyarsa, daha entelli ve dantelli de olur!. Daha?

“- Yasal mevzuatı da gözden geçirmemiz gerekiyor..” 

Bu çok daha münasib, hele (harabullü Basra’dan sonra) Kılçıkoğlu ve Vah-çeli’nin de “atkı ve katkılarıyla”, iyice akıllanmıya değil ama, bir “gözden geçirişe” değer mi değer!… Daha? 

“Sadece madencilik açısından değil, iş güvenliği, eğitim, denetim, altyapı, neyse o..” 

“Paralel din” icâdını Pandispanya Yumuşak Keki’ne kaptıran bu (mealci-mezhebsiz) takımlarının formülü, burada da (neyse o)… Yani paralel “güvenlik, eğitim, denetim, altyapı”, üstyapı, yanyapı ve içyapı falan!

Tabii buna da, okkalı bir (harabüllü Basra) çekilir! 

“Denetleyicileri de denetlemek gerekiyor.. Meslek örgütleri ve sendikalar da anlaşılan görevlerini yapmıyorlar.. İşçilerimiz de kendi can güvenlikleri ile ilgili ya eğitimsiz ya da dikkatsiz..

– İşyeri ve işçi sağlığı ve güvenliği açısından ulusal ve uluslararası standartlar ve normal yeniden gözden geçirilmeli.

– Üniversitelerin etkin bir şekilde süreçte yeralmaları sağlanmalı………” 

Çok doğru, “sağlanmalı”, hem de çok çok iyi tarafından, ne kadar doğru… Hatta “makro ve mikro kozmoz ve genom” atomizasyonu cinsinden! Düzen içi düzen sağlama operasyonları da, ciamaat depolarından ödünç alınacak “hayâlet ve iskelet imamlarla” daha mükemmel sağlanamaz mı?!.

Buna da çek bir “HARABÜLLÜ BASRA!”

İşte Türkiye Türkçesi ve manzarası; ve akıllı, entel ve dantellerin hâli!. Düzen aynı düzen olarak, dembokratik laik bilmem ne olarak devâm ederken, “ölü yüzü pudralamıya devam” cinsinden tedbirlerle yola devam ve kurtuluş!.

Mezhebsiz, Teymiyeci, Vehhâbîci, Selefîci ve “paralel mealciler”in “İslâm” deyişleri altındaki vatanperverlikleri bu kadar göz yaşartıcı!.

Müslümanlık ortadan kaldırıldıkdan, Adâlet sıfırlandıkdan, iffet çöpe gitdikden, kul hakkı madenlerde ve bilmem nerelerde zehirlendikden, putperestlik resmen religion eylendikden, eşşek hürriyeti ve kadîm yunan kafa konforu dembokrasi, tapılan yapıldıkdan; ve üstelik de bu, idâre ve ibâdet âleti olarak her anırtıda zikredildikden, ecdâdın izi karartıldıkdan, kerhâne çocukları yol ve meydanlara provakatör ve ajan aktivistler hâlinde akar oldukdan, soygun ve sömürü resmen ve alenen irtikâb edildikden, Pandispanya Yumuşak Kekinden tadanlar “hoşgörü ve diyalog” manyağı yapıldıkdan sonra; ve Soma’lıların alın terleri ile can ve kanlarını 190 katlı plazalara çeviren mal ve mülk manyağı mason patronlar, K.ç, Do.an ve Ciamaat medyasının şemsiyesi altında korumaya alındıkdan, binlerce v. s’ den sonra…

Yani mecâzıyla iş işden geçdikden sonra…

 Yani Basra harâb oldukdan sonra…

 Yani: 

BA’DE HARÂBİ’L-BASRA!

Veya:

BA’DE HARÂBİ’S-SOMA!

BA’DE HARÂBİ’L-VATAN! 

(İntişârı: 20.05.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir