(7) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
27 Haziran 2014
Tenâkuzlar Çukuru Mu, Fikir Fâhişeliği Mi?
3 Şubat 2015

Kur’an-ı Hakîm’e Allâh ve Rasûlü’nün istediği gibi îmân esasdır; ins ü cinnin kendi ta’yîn etdiği ölçüler içinde Kitâb’a îmân, (îmân) olamaz; ve bu, O

“KUTLU DOĞUM VE PARALEL DİN” VE MEZHEBSİZLİK DENEN “DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜ!”

(8)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

 Kur’an-ı Hakîm’e Allâh ve Rasûlü’nün istediği gibi îmân esasdır; ins ü cinnin kendi ta’yîn etdiği ölçüler içinde Kitâb’a îmân, (îmân) olamaz; ve bu, O Kitâb’ı, nefy ü redd etmek ma’nâsına gelir!. Kelâm-ı Kadîm, nice âyetleri ile “müslümanları kat’iyyen Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs’a gönderirken” bir takım laik, modernist, mezhebsiz, seküler, haçlı kafası burgulanmış Teymiyeci ve mealci Luter zihniyetli kesânın,  O Kitâb-ı Kerîm’e meydan okurcasına O’na şöyle demesinin müslümanlık olacağını, hangi sıhhatli bir (akıl) zerre kadar iddia edebilir:

*  *  *

 “Sen, tamam, bize “Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs” diyorsun; yani bizi, onları da (delîl) kabûl ederek onlara gönderiyorsun; ammâ, bu bizim işimize gelmiyor!. İşin içine o üç delil de girince 24 saatimizin bütün dakikaları DÎN’in içinde harcanıyor; ve sanki kendimizi cinci vezninde “dinci” imiş gibi hissedib kaşıntıya maruz kalıyoruz!

Cumhûriyetin “kazanımları” ve demo-krasinin “kazmalanımları” aklımıza geliyor ve bunlara tapınmazsak, gâvurların bize (gâvur) diyecekleri varsayımından haraketle ödümüz şeyimize karışıyor!

Ve seni dinleyince, şöyle din dışı üç beş dakikamız bile, nefis, heves ve hevâmıza bırakılmamış oluyor! Bu ise, bize, “laikiz, dembokratiğiz, cumburlobuz, dünyamızdan kâm almak istiyoruz, şakşaklanmak, zenginleşmek, rahat ve refâha ermek içün omuzlara alınmak, enselere kurulmak, makamlar mevkiler ele geçirmek, falan râkımlı tepelere konarak ayağımızın altında kalan mahlûkâta şöööyle bir yükseklerden bakmak istiyoruz; ben ben ben demeden yaşamak istemiyoruz v.s.” diyerek yaşamamıza kesinlikle ve sûret-i kat’iyyede sedd çekiyor!.

Böylece SEN, bizi, o 4 delille kuşatıyor, sarıb sarmalıyor, Şerîat’ın “taşşşş gibi katı”, estağfirullah “kassskatı kuralları” içine hapsediyor; nefes almamıza bile müsâade etmiyor; göğüs kafesimiz üzerine 10 tonluk kaya parçası gibi oturuyorsun!.

“Herşey, sizi yaradan ve sonsuz nimetlere garkeden Allâh Azze ve Celle’nin irâdesine muvâfık ve mutâbık olacak ve (nankörlük) yapmıyacaksınız; böyle olursa ebedî cennet, aksi hâlde ebedi ateş yani cehennem var, orada çıra gibi çatır çatır veya cayır cayır yanacaksınız” diyorsun!.

Bütün bunlar bizim nefsimize çok ağır geliyor; böyle olunca da biz, bize kimse gâvur demesin diye en azından “Kur’an bize yeter” deme formülünü öğrendik ve bunu hayata geçirmenin peşine düşdük!.

Cumhûriyetin “kazanımları” ve demo-krasinin “kazmalanımları” aklımıza geliyor; ve bunlara tapınmazsak, gâvurların bize (gâvur) diyecekleri varsayımından haraketle ödümüz şeyimize karışıyor! 

 Artık, bazı ilahyapyatçı ve DİB’çi cinfikirliler ve onların dümen suyuna giren nevzuhur bir gürûh da var!. Bize onlara kadar puthâne, meyhâne ve bilmem ne hânelerdekilere kadar tüm can vatandaşlarımızın da demo-kratik oyları  lâzım!. Bir (oy) içün dünya yerinden oynuyor! Anınçün bu kabil kesânın nabzına göre de şerbet vermek içün “Bize Kur’an yeter, başka kaynak aramıya lüzum yok” diyerek din üzerinden ve Kur’anı da vâsıta kılarak “yeni Türkiye” içün yepyeni bir popolitika üretib türetdik!. Böylece “Kur’an Müslümanlığı” deyû senelerdir ortalığı biribirine katan Kaşar-Maşar ve Haltettin-Maltettin cinsi kesânın da oylarını “Ekmeloğlu’nun” hânesine kondurmamak cihetine gitdik!.

Pensilvanya yumuşak Pandispanyasının namzedi Ekferettin, kazanım söyle dursun tasarım çapında bile (oy) alsa, bunu bile hazmedemez şânımızın ayak altına düşmesi gibi görürüz!

 Eee bütün vatandaşları kucaklamak içün hepsinin nabzına göre şerbet vermek bizim en büyük sihirbazlık çapında dilçabukluğumuz, zenaatımız ve ma’rifetimizdir!. Bu yolda herşey meşrû’dur, yani şer’îdir; “Kur’an ve telfik yeter, fazla derine dalma, kolaylaştır gitsin” religionunun haltettinik fetvâlarına tıpatıp uygundur! Dolayısıyla nerede ne zaman “bize ne yeteceğini” tayinde, işte bu formül bizi her paralel musallatına karşı muvaffak edecekdir!. Anınçün, “gayr-i sünnîliği de Kur’an’ı da”, Pensilvanya yumuşak pandispanyası kadar lezzetli olmasa da, biz dahî pişirib millete afiyetle yedirmesini biliriz!. Ve çölde suya hasret kalanlar gibi oylarına tâlib ve hasret kaldığımız milyonlarca garîbân, zaifân ve fakîrân cânımız ve cânânımızın, o çok sevdiğimiz, “âşık olduğumuz”, çok değerli halkımızın huzûr-ı âlîlerine, 10 Avgustus’daki (oy kumarı oynama seansıyla) böyle şık ve pışık ve psişik modern formüller ile dahî çıkıyoruz! 

Dolayısıyla onların ve  tâ Sûdan çöllerindeki zavallılara kadar cümle ins ü cinnin hayır duâlarını alıyor; ve dünya saltanatımızı gitdikçe tahkîm idüb, Osmanlı Coğrafyası’nı ihyâ ediyoruz!. Ve parametrik ve trigonometrik rakamları da, neredeeeeen nereye çıkarıyoruz!. Yollar, tüneller, hava meydanları, idhâlât ve ihrâcât giriş çıkışları, alt geçit üst dalış şeyleri, köprüler, viyadük ve çaldüdük herşeyde kimse elimize su dökemez!… Bütün gâvuristan coğrafyaları hased ve kıskançlıkdan çatlayıb patlayıb donuna ediyor!. Böyle olunca da, Pensilvanya’daki neoconik “kibir heykelleri”, T.C.’deki muhâlefet ile yalelli ve paralelli zibidileri, hased krizleri geçiren kerizler hâline dönüşüb ötüşüyor; ve cıvıl cıvıl cıvıldaşıyorlar!. Hatta piskevitçinin “EkmÂlüdDîn’i” CHP’yi kuluçka tavuk gibi kanatları altına alıb şeyiyle de ısıtınca, 21 günlük harâretle 21 yumurta civciv çıkardı ve Sarı Kız Emnânım Madâmiyyeleri gıdaklamıya ve Batum horozları da vaktinden evvel ötmiye başladı!

Bunlar ve benzerleri gibi Cumhûriyetin “kazanımları” ve demo-krasinin “kazmalanımları” aklımıza geliyor ve bunlara tapınmazsak, gâvurların bize (gâvur) diyecekleri varsayımından haraketle ödümüz şeyimize karışıyor! 

 Üstelik, sen Kelâm-ı Kadîm’in Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs emirlerine uyarsak, 14 asırlık ecdaddan farkımız kalmıyacak; arz u beyân etdiğimiz üzre, bunca laik, seküler, cumhûrî “kazanım”, tasarım ve dembokratik hakk ve imkânlarımız elden gidecek; ve bir daha da bu fırsatları öyle kolay kolay yakalıyamıyacağız!. Sana bu dört delil üzerinden tâbi’ olacak olursak, üstelik, mozoleye her taabbüd ve arzımızda “Gazî Mustafa Kamal Atatürk”ümüzün yüzüne bakacak yüzümüz hatta astarımız bile kalmıyacakdır!.

Sana, senin dediğin gibi aşk ve mahabbet içre tutunur ve sarılırsak, o zaman  zühd ü takvâ, KANAAT ve cihad üzre tam müslüman gibi yaşamış oluruz ki, bu sefer de bütün dünyâ kabuklu maymunları “çağdışı kalmışsınız, bize benzeyememişsiniz, Osmanlı dedelerinizin kafasından sıyrılamamışsınız, aslınıza rucû’ etmişsiniz, sizden artık korkulur, kendinizi bulmuş 90 senelik (may.unluk) denemesinden fırttırmışsınız, vah vah!” der, bizi ayıplarlar! Gâvurların gözüne giremeyiz, üstelik Monsieur Zapetero’nun firkat acısıyla da kavrulmaz mıyız? Elâlem bize NE DER?  

 Gerçi bir Humeyni gibi bâtıl ve âtıl takiyyeci yolun yolcusu bile, kendi standartları içinde çok mütevâzî yaşamışdı ammâ, o “Âyetullâh ve Rûhullâh”dı!. O, nice şiilik takiyyeleri ile milletinin önünü ve ardını açıyor, milletine ne mut’alar ve ne sex serbestileri ve ne şeyler bahşediyordu ki, “pencere ahundu Pislâmoğlu” bu lûtîsantrik bahislere pek iştihalı dalmaktadır!.  Sen ise, Kelâm-ı Kadîm olarak bize böyle muazzam rütbeler ve bol bol takiye ihsanları vermek şöyle dursun, takiyyeyi bile (Nahl 106) ile son derece tahdîd ediyor; öldürülmek, uzuvların kesilib sakatlanması ve dayanılamıyacak kadar işkenceye ma’rûz bırakılmak gibi ikrâh-ı mülcî ile kat’iyyen tahsis ve takyîd ediyorsun!. Bunca dembokratik hürriyetler ve gevşemeler ve geviş getirmeler çağı ve ağı içinde takiyyesiz ve kıvırtmasız, ZIPLAMASIZ VE HOPLAMASIZ, sağ gösterib sol vurmasız, muhâlefetle ağız dalaşına dalmasız, biribirimize erâcif sıçratmasız ok gibi dosdoğru olmak, bu nasıl olacak, inan ki fırttırıyoruz! Hani Dînimizi beğenmemek gibi oluyor ammâ, Allâh affetsin, günâhı bu dembokrasiyi uyduran kadîm Yunan felsefecilerinin boynuna olurken; bir de, sen Kelâm-ı Kadîm’in “ağlâl” dediğin ve Büyük Müfessir Muhammed Hamdi Efendi merhûm’un “küfrü ve fıskı temsîl eden asrî medeniyetin boyunbağlarının” kelepçeklediği ensesi kalın eski CHP şeflerinin boyunlarına olsun inşâAllâh!..

Her seferinde ve her yerde, Cumhûriyetin “kazanımları” ve demo-krasinin “kazmalanımları” aklımıza geliyor; ve bunlara tapınmazsak, gâvurların bize (gâvur) diyecekleri varsayımından haraketle ödümüz şeyimize karışıyor!

Elhamdülillâh gene de müselmanız, çok şükür, şu anda ağzımız da bağlı, yani oruçluyuz, akşam hacı beylerle bir güzel iftar sofrasında buluşacağız ki, deme gitsin!

 Senin ise dediğin hep şu: “Kul olacaksın kul; şâh da olsan, gedâ da olsan, takvâdan başka aranızda bir milim fark olamaz; ammenin bir kuruşuna el atdınız mı ayakkabı kutuları içindeki çıra gibi yanacaksınız; Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın izinden bir dakika ve bir santim ayrılmıyacaksınız; icmâ’ ve kıyâs-ı fukahâ ile de dininizde hiç halledilmemiş ve cevablanmamış nokta kadar yer bırakamazsınız, Rabbiniz “dîninizi tamamladım” buyuruyor, hepsi bu kadar, nokta!” diyorsun!.

 Yok azîzim yok, biz, “cumhûriyetin kazanımlarından” geri dönemeyiz, “demokrasiyi yaşatmaya var mısınız” diye mitinglerde “vatandaşları dembokrasiyi yaşatma ahd ü mîsâkına” halatlarla bağlarken; Yunan aklının peydahladığı demo-krasinin “kazanım ve kazmalanımlarından” nasıl udûl ve şey ederiz?. Bu saatden sonra gene miting bilmem nerelerde “Müslümanlığı yaşatmıya var mısınız?” diyecek olsak, bizi müttefik ve mürtedik dostlarımız çiğ çiğ yerler!. Biz böyle senin dediğin gibi bir din ile bu zamanda mümkini yok uyuşamaz ve uyuzlaşamayız!. Uyuşsa ve uzlaşsa idi Neoconik Locafendi, o vâiz ve fâiz lobisi baş imamı Hazıretleri, o zât-ı Yumuşak Pandispanya Keki ve Cenabları uyuşur, uzlaşır ve uslanır idi!. O bile senden nasıl yampiri yampiri kaçdı; beşer-şaşar cinsinin eline düşmüş muharref İncil ü Tevrât’a ve Papa vü Hahâma tatlı canını nasıl zor atdı!. O ki, tanrısına aşk u mahabbetden, iki gözünden 12 Horhor Çeşmesi gibi yaş döken idi!

 Kusûr u küsûra bakma ammâ, bizim müctehid-i Haltettin, GÖRÜR GÖRMEZ NİCE REİS RÜESÂ ve entel-i tavîl-i Dillipok misillü  ehibbâ-yı âkıl ü fikr-i fukarâ ADAM VE MADAM zevât-ı zerzevâtımız, bize “âkıl adam ve madamlar” hocalığı yaparak, yol, yordam ve sivilizasyon haritaları sunmaktadırlar!. Bu adam ve madamların tavsiye, öneri ve arkaerileri ile maksûda ermeyi, senin emir ve nehiylerinle yaşamaya kıyâs etdiğimizde, bizim iki ayaklılarla beraberlik, bize çok, ama çoook mülâyim, ılımlı, alımlı ve çalımlı geliyor!

  “Bilgi locasından” icâzetli Salamon-ella virüsünden elde edilen enzimler veya onun ifrâzât guddelerinden elde edilen kimyevîler mu’cebince de, “Dembokraside çâre tükenmez” formülümüzü ve sâir “çözüm ve üzüm paketlerimizi” başı rahmet, ortası mağfiret sonu ateşden halâs ayı olan bu mübârek şehr-i Ramazân’da dahî  devreye sokuşturmak zorunda kalacağız!. Çünki bizi köşeye sıkıştırdın veya tersköşe yapdın mı, bizim Haltettinik müctehidlerimiz dilinde hemen “zarûretler” vücûd buluyor, zuhûra geliyor, peydâ oluyor! Bu takdirde de Mecelle’nin “çâre tükenmezi” olarak keşfetdiğimiz “zarûretler haramları mubah kılar” tarafına bordolayıb, bizim spesifik kendi ev doktorlarımızla, pardon ev müctehidlerimizle GÖRÜR-GÖRMEZ ve Haltettinlerimizle hemen yeni formüller üretib türeterek, bunları da uygun biyolojik floralarında canlı tutmıya çalışıyoruz!Kusûra ve küsûra bakma ama, sen bizi sıkıştırdıkca, biz de seni, böyle mecelle kâideleri ile yani senin silâhlarınla benzetmiye çalışıb fikir jimnastiği yapmıya; ve senin müslümanlarının, zamanımızdaki nesillerinin ne kadar yüksek zekâlı cin gibi şeytanlar olduğunu göstermiye mecbûruz! DİB, İmam-Hatib ve ilâhiyatlardan işte böyle cin gibi müctehid, müceddid, mürtedik ve mostralık elemanlarımız peydahlanmaktadır ki, bunlar, cumhûri dembokrasimizin medâr-ı iftihârı cevherlerimizdir! Anınçün sünnet, icmâ ve İmâm-ı A’zam ve Şâfii gibi hakîkî müctehidlerin kıyâslarını işe karıştırmakdan vazgeçersen, bizim, “Sen bize YETERSİN” deyişimiz çok işe yarar, seninle de “çözüm sürecine” gireriz! Bu formül de seninle bizim aramızda mis gibi geçim kaynağı olur ve iki taraf da rahat eder!

İşte bu telfikçi, diyalogcu, la mezhebiyyeci ve modern religionik temellerimizden hareketle seni makaslayıb makaslayıp budamakdan; ve seni kendi nefs ü hevâmıza uydurarak şıklaştırmakdan başka çâre göremiyoruz! 15 asır biz sana uyduk, şimdi de sen bize uysan ve Kâinâtdaki o muazzam dengeye de katkı ve atkıda bulunarak halel getirmemiş olsak, ne buyurursun?

 Mes’elenin esası da, dosdoğrusuyla ve aramızda kalmak şartı ve kaydı ile, “kusura bakma ama açık net” işte bundan ibâretdir!. Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda/Bana her şey seni hatırlatıyor! Sen, bizim mukaddes, muazzez ve başımızın tâcı Kitâbımızsın! Seni talim ve tecvid üzre hepimiz nasıl gürül gürül okuyor, karı ve kızlarımız sabahları koltukları altına sıkıştırdıkları mushaflarınla nasıl aşk u vecd içinde HATİM indirme merkezlerine koşuyor bir görmelisin! Ve hele gazelhâhlarımızın cihânı titreten sadâlarıyla ve muhtelif makamlarda ve hele hele Şehr-i Ramazân’da seni ilâhilerin arasında katık etmeleri cidden görülmiye değer!. Tesettürü don gömlekden ibâret kalmış ekran sunucusu ramazâniyelik avrâdiyelerin ilâhiyatçı ve cerbeze-i lisâniyyesi yerindeki bilgiç münâfıklarla programlar tertîbi ve millet-i gayr-i İslâmiyyeyi mest ü harab ve türâb edişini de bir görsen, bizlere mutlaka hak etdiğimiz mevkii ve hükmü rahatça ve en doğru şekilde verirdin!

Cumhûriyetin “kazanımları” ve demo-krasinin “kazmalanımları” dahî aklımıza geliyor ve bunlara tapınmazsak, gâvurların bize (gâvur) diyecekleri varsayımından haraketle ödümüz şeyimize karışıyor!

Ammâ, senden de aslâ vazgeçemiyoruz!

Siyâsetçi bir popolitikacı olmak da zaten bu değil mi?!.

Tahtıravallide dengeyi tam tutturmak… Veya nabza göre şerbet veya meşrûbât veya içki veya aslan südü (çi.i) sunabilmek… İftarları zemzemle açmak da, hacı beylerin bol bulamaç olduğu ziyâfetnâmeli yüksek seviyeli 1. sınıf tarifeli iftar ve muhtar mekânlarında hesab edilecek tabii!

 Sen bizim Yüceler Yücesi ve Mukaddes ve yatak yorganımızın başucu kitabımızsın; senden aslâ vaz geçemeyiz!. Piskevitçi Vahçeli vaz geçse bile, biz onun yerine, senden, bayrak ve silahdan asla dönmeyiz; dönek olamayız!. Artık onların EkmÂlüdDÎN’leri var, seni çokdaaan (unu.muşlar)dır! Bak biz, hiç unutuyor muyuz, dâimâ dilimizdesin; dünyâ durdukça SEN BİZE YETERSİN, sâdece SEN…BİZİM GÖZÜMÜZ BAŞKA YÂR ARAYAMAZ! SEN, “DAHA ÜÇ TANE SEVGİLİNİZ VE KAYNAĞINIZ OLACAK” DESEN DE, BİZİM GÖZÜMÜZ ANCAK SENİ GÖRÜR, ONLARI ASLÂ GÖRMEZ; BİZİM KILAVUZUMUZ VE BEL’AMLARIMIZ DAHÎ GÖRMEZ! ONLAR GÖRMEZ OLUNCA, BİZ DAHÎ GÖRMEZ OLURUZ! GÖZLERİMİZ BAŞKA HİÇBİR ŞEY, EVET SENDEN BAŞKA HİÇBİR ŞEY GÖRMEZ GÖREMEZ; SEN BİRİCİK AŞK VE MAHABBET KAYNAĞIMIZSIN! SANA BİN CANIMIZ OLSA HEPSİ TEK TEK FEDÂ VE KURBANDIR!…”

* * *

İşte Anadolu’muza çakılmak istenen din anlayışı!… 

 “Ecdâdın yolu” diyerek sık sık vurgu yapılmak istenen religion!

Biz ise bunun nâmütenâhî dışındayız!

 Çünki 15 asırlık İslâmiyyet çizgisi üzerinde bulunan ve “ecdâd” dediğimiz müslümanların Müslümanlığı bu değildir; VE ASLÂ da bu olamaz! Fransa’dan müdevver siyâsî laik dembokratik ve cumhûrî rejimlerin din makaslamaları ile ortaya çıkan bid’at yığınlarının, “ecdâdın yolu” ile zerre kadar alâkası olamaz; ve aksini iddia etmek ise, tahrîfât, tağyîrât, tebdîlât ve tahkîrâtın ekber-i cerâimi olur!..

Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat mektebimizin (mezhebimizin) Usûl-i Fıkıh müdevvenâtımızda ta’rîf ve tavsîfi yapılan ve “Müctehid” denilen; ve Kitab, Sünnet ve İcmâı en iyi anlama ve bunlarla sâbit olmıyan mes’elelerde yine bunlarla mukâyyed olarak ictihâd, istinbât ve istihrâc ehliyetine sâhib İMAMLARA tâbi’ olmadan, Hakk’a isâbet, birliği te’min ve dağılmaya mâni’ olmak, dücihân kurtuluş ve seâdete ermek düşünülemez, bu muhaldir!..

 Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’dan beri gelen ana ve temel DÎN (usûlü) budur…

 Bu usûlü ve disiplinini tanımamak, Allâh Dînine yapılacak en büyük düşmanlıkdır; hele şarkiyâtçı bazı Allâh düşmanı gâvurların veya neoconcu iblislerin dümen suyuna girerek, Allâh Azze’nin Mukaddes ve Muazzez DÎNİNİ bambaşka kalıplara oturtmak ise, ihânetin ekberi ve kahpeliğin de evc-i bâlâsıdır.. Yüzbinlerce mes’eleyi insanların zihin ve gönüllerinde (müttefikun aleyh) hâle getirmek, ancak, üzerinde ittifâk edilen mütehassıs (ehil) müctehîd imamlar vâsıtasıyla mümkindir… Ne kadar çok mes’elede, ne kadar rahmânî ihtilâf varsa değil; şeytânî tefrika, tartışma, münâzaa ve  ayrılık varsa, o kadar çok bölünme, bölücülük ve dalâlet var demek olacağı îzahdan vârestedir…

 Demokrasi denen yunan kafasının uydurması sistemlerde, bu tür bölünme, tefrika ve çekişmelerin a’zamî derecede olmasının sebebi de işte budur… Buna çâre bulamıyan kadîm yunan kafası ve bunun günümüzdeki kuyrukları, tesellîyi, buna “çeşitlilik, bir arada beraber yaşama, hoşgörü, diyalog, eşitlik, vatandaşlık, laiklik, medenîlik, çağdaşlık, hümanistlik, feministlik v.s.” gibi onlarca kılıf uydurmuş; ve böylece de bu müptezelliği, gözboyama tekniği ile normal, hatta çok daha ileri giderek “insanlığın en ileri buluşları” gibi göstermenin en yüzsüz ve haysiyetsiz sahtekârlık ve hilekârlığına sarılmışlardır…

Biricik dertleri, “Âhıret ve hesab-kitab var; ona göre yaşa; azgın nefsini kendine ve başkalarına belâ ve musallat etmeden insan olarak ömür sür!” diyen mutlak hakîkat karşısında, (nefislerinin) kudurmasını dizginlemek istememeleri; ve binnetice, tek çâre olarak da, İblis-i Lâîn’e vekâletle, İslâmiyyet’in ortadan kaldırılmasını görmeleridir! Âdem Aleyhisselâm’dan beri bu hiç değişmiyen ve ins ü cinnin ruznâmesinde en baş maddeyi teşkîl eden bu mes’ele, Kıyâmet’e kadar da aynen devam edecekdir… İns ü cinnin, mebde’ ve meâd arasındaki daha mühimi muhal olan en mühim mes’elesi mücerred budur…

Dünyâ münâfık, kefere ve müşrikleri, kat’iyyen istemeseler de…

(İntişârı: 30.06.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir