(1) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
19 Nisan 2014
(3) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
2 Mayıs 2014

Büyük allâme ve geçdiğimiz asırda İslâm Âleminin Akâidde İmam olarak kabûl etdiği Şanlı Mücâhid Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi

“KUTLU DOĞUM VE PARALEL DİN” VE MEZHEBSİZLİK DENEN “DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜ!”

(2)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

 

Büyük allâme ve geçdiğimiz asırda İslâm Âleminin Akâidde İmam olarak kabûl etdiği Şanlı Mücâhid Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin “mezhebsizlik” denen İslâm düşmanlığı ile nasıl mücâdele etdiği, rahmetlinin satırlarını okurken bütün inceliği ile anlaşılacakdır. (25 Şa’bân 1346)….(17 Şubat 1928) tarihli  ve Yunanistan’da neşretdiği Yarın Gazetesindeki “Hezeyan Toptancıları” serlevhalı seri yazılarında, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukahâ münkiri aşşağılık mezhebsizlerin, aslında Kitab ve Sünnet münkiri dinsiz herifler olduğu, bedâhaten ortadadır… Merhûm’un, gâvur dilinde “prototip” olarak geçen (örnek modeli) ise, öyle sıradan bir adam veya echel-i cühelâdan bir gazeteci paçavrası falan değil; Bosna Reisü’l-Ulemâsı Cemâl Havâce nâmında, üstelik de ilim sâhibi nasibsiz bir herifdir…

 Tanzîmat denen Ehl-i Salîb yanaşmalığıyla başlıyan vahye yan çizme  yamuklukları, Jön Türkler ve İttihad-Terakkî masonlarının haçlı gâvur taraftarlıkları ve binnetîce Bayar’ın diliyle “İslâmiyyet’i Lozan’da verilen sözler mu’cebince Anadolu’dan kaldırma” hâinlikleri, Cumhûriyet ateistleri zamanında son haddine varmış; ve İslâmiyyet’in 4 edillesinin temelinin de temelini teşkîl eden Kur’an-ı Azîmüşşân, hükümsüz kılınmış ve rafa kaldırılmışdı…. Aklı ve îmânı, bu dîn düşmanlıklarına direnenler, müslümanlıklarını muhâfaza etmiş, direnemeyib kamalizma propagandalarıyla zehirlenenler ise, ne kadar “kamalizma karşısında” imiş gibi görünüb müslüman geçinmişlerse de, bidâyetde “mezhebsizlik” gayyâsına düşerek, yalınız icmâ ve kıyâs-ı müctehidîni inkârla kaldıklarını ve bunun da İslâmiyyet’e bir zararının olamıyacağını eblehçe müdâfaa etmişlerdi… Çünki (ictihâd) disiplin ve usûlü yani MÜCTEHİD İMAMLARIN, o ilm-i vehbî ile de kıvâma kavuşan nice ilimlerde muhayyiru’l-ukûl derecede ehliyet-i tâmmeye mâlikiyyetleri, “KİTAB ve SÜNNETİN” de, bu usûl ve disiplin içinde telâkkî edilebileceğini ortaya koyuyordu… Zamanımızın Luter kuyrukları olarak cins ve keyfiyetlerini tahsîs edebileceğimiz bu ilim düşmanı gürültücü davul, dümbelek ve çatlık zurnalar, Büyük Şeyhülislâm’ımızın buyurdukları gibi (Kitab ve Sünneti) de hiçbir usûl ve disiplin çerçevesinde anlamıya yanaşmamışlardır… Hepsi de Luterciliğin kuyruğuna sarılarak “Kur’an Tercümelerini” veya “meallerini” basit ve kolayca, biraz da yarı müctehid ve âlim rolleri düzerek keyiflerine uydurur hâle gelmişlerdir!. Tamâmen “kendi reyleri ve hevâ ve hevesleri, nefis ve arzuları ilâhları olmuş; ve beşerî menfaatları” hangi şeytanlığı güzel görürse, ona din kisvesi biçmeyi meslek ve meşreb edinmişlerdir!.. Ve böylece de, (dinden îmândan) çıkarak, “paralel dinciler” olarak ortada yamulmuş kalmışlardır… Aslında bu eski tüfekler, “Pensilvanya ciamaat paralelleri” kadar yahudi ve haçlılarla alenen sarmaş dolaş ve aşna fişne olmadıklarından, tehlikeleri çabuk ve kolay görülememişdir… Aslında bunların kıdemi ve peydahlanma zamanları, “Locafendinin ciamaat paralelleri” gibi 30-40 yıl değil, 7-8 asırdır… Bu İbni Teymiye ve izindekilerin,  Selef-i Sâlihîninin (Ehl-i Sünnet Ve’-Cemaat)in Büyük Müctehid İmamları elindeki ilmî usûl ve disiplinleri dışına çıkarak (gluvva) sapdıkları Mezhebler Tarihi ma’rifetiyle de bedâhaten ma’lûmdur. Müctehid imamların ilmî disiplin ve vahye müstenid usûllerini tanımıyan bu cehele sürüleri, kendi işkembelerine göre bir takım “prototiplerin” peşlerine takılmış; ve Allâh Azze’yi bırakarak nefis ve hevâlarını “ilâh” edinmiye kadar işi vardırmışlardır… Haçlı Avrupa felsefelerinin İslâm Coğrafyasında yapdığı en büyük tahrîfât ve tahrîbât, denilebilir ki, “Dinde Reform” hareketini başlatan 15. Asr-ı mîlâdîde Martin Luter nâm papazın mesleği ve çizgisi olmuşdur…

Esâsını “cumhûr-ı ulemâya muhâlefet” teşkîl eden “mezhebsizlik”, İbn-i Teymiyye’den itibâren bu muhâlefetini sürdüren (prototiplerle) günümüze kadar gelmiş; ve DİB ve İlâhiyatlar, ekran şeytanları, bâb-ı âdî şarlatanları ve bazı tarikat kisveli sapık ve yobaz şebekeler, bu menfûr ve merdûd cürümlerin fidelikleri olmuşdur. Gayr-i resmî bir takım “paralel din” mihrâkları da elbetde çok ve mevcuddur. Ancak bunlar, Tanzimat ile gelen resmî çizginin dinden koparıb idlâl etdiği bir takım “cemaat” görünüşlü müteaddid  “cemâdât” şebeke veya çeteleridir…

Gerek İbni Teymiyye’den gelsin ve gerek Lüterden dolaşsın, hedef, “cumhûr-ı ulemâyı” iptâl ederek yaşamaz hâle getirirken, onların yerine kendilerini oturtarak putlaşmak; ve şer’î delilleri keenlemyekün kılmakdır. Görünüşde bir kısmı Kur’an, bir diğer kısmı Kitab-Sünnet de deseler, “Mezheblere ve Ehl-i Sünnetin müctehid imamlarına” düşmanlıkları, yamuk yumuk ve ilim dışı işkembevî ma’nâlandırmalarla yürütülmüşdür. Bu, nihâi noktada Kitab’ı da ortadan kaldırmıya müncer olacakdır. Bunu, Şeyhülislâm Merhûm, kendi zamanındaki “mezhebsiz prototipi” Bosna Reisü’l-ulemâsı Cemâl Hoca denen adam üzerinden, bizlere son derece müdellel, aklî, mantıkî ve ilmî ifadelerle izâh ve isbât buyurmaktadır. Merhûm’un yazılarını bugün anlıyabilecek ilâhiyât pırasasörleri kaç tane çıkar, bu da ayrı bir mes’ele… Hele “köşe yazarı” denilen fikir ve imân kaçkını mezhebsiz tâifeler içinden hiç çıkmaz… Bugünkiler de, onların yani İ. Teymiye, M.İ.Abdülvehhâb, Efgânî, Abduh, Reşid Rıza, Mûsâ Cârullah Bigiyef, Cemâl Havâce v.s. çizgisini devam etdiren kriptolar olarak karşımızda yer almakda; ve çeşitli meslek ve meşrebler içine sızmış bulunmakda; ve azgınca hakâretlerinin dozunu da gitdikçe artıran anarşist gruplara inkılab etmiş oldukları hâlde boy göstermektedirler!

Bugünün aktivistlerinden olarak sokak ve meydanlara dökülen ve fakat ilmîliği sıfır bulunan, tarihdeki prototiplerin ileri mukallid ve takibçisi olarak, Dilipak nâm adamı göstermişdik. Saldırı ve hakâretlerinde, Şer-i Şerîf çerçevesindeki hakk mezheb ve tasavvuf mensubu müslümanları, akıllarından bile geçirmedikleri “dine ekleme veya çıkarma yapan” sapkınlar olarak gözlere sokması; ve böylece de, ulûhiyyet ve rubûbiyyete ortak yani ŞERİK koşan müşrikler olarak “selefî ve vehhâbî” bilinen hasta kafalar gibi lekelemek istemesi, bu adamları, iğrenç bir  “paralel fitne ve tahrîkin” peşinde ve ateşle oynıyan (bölücü şeytanlar) olarak göstermez mi?. Ehl-i sünnet mezheblerindeki gerçek müslümanların, Allâh Azze’yi en mükemmel ve yerinde ve rızâ-yı ilâhîye en uygun ve herkesden çok ve dikkatle  şerikden tenzîh etdiklerini göremiyen bu adamlar, onları, “dine eklemeler yapan ve bunun içün de aradan dini çekilen” insanlar olarak ithâm etmek ve töhmet altında bırakmakla, müslümanlara “dinsiz” demekden başka bir halt etmiş olabilirler mi?. Ve dünyânın bu en iğrenç bühtân ve vebâlinin altından da, hiç kimse iki cihanda kalkamaz… Bugün bunları ibret-i âlem içün ve kısaca hatırlamak üzere, tekrar okumakda fâide vardır:

“- Ve tabii gündemin ana konularından biri de “Paralel din”, “Dine karşı din”, “Atalarımızın dini”, “Din büyüklerini ilah ve din edinmek”, “TSE damgalı bir din”, “Amerikano İslam”, “Euro İslam”, Türk-İslam, Arap İslam, Fars İslam, Şiilik, Sünnilik, Sufilik, Selefilik..

Hemen belirtelim ki, kim, dinin önüne ya da sonuna bir şey ekler ya da ondan bir şey çıkarırsa, kişi eklediği ya da çıkardığı ile baş başa kalır ve din aradan çekilir..” 

Görüldüğü gibi, kafasına veya piyasaya göre “dine nice abartılı eklemeler” yaparak kalabalık bir liste ile ortaya çıkan kendisi olduğu gibi; böyle uydurma, kalabalık ve şeytânî listeler arasına “Sünnîliği” zerre kadar utanmadan sokan da, yine kendisidir!.. 15 asırlık “SÜNNÎLİĞİ”, İslâmiyyet’in dışında göstermek içün bu kabil desîse ve nâmertliklere bulaşıb batmak, cinnetlik bir manzara resmetmek değil midir?… Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat mezhebindeki “fırka-yı nâciye” Müslümanları olarak bizi, zarar görmediğimiz müddetçe, diğer fırâk-ı dâlle sapıklık ve DEDİKODULARINI perişân etmek   alâkadâr etmez!.. Haddini ve hududunu bilerek edebiyle ve sağa sola sataşıb şirretleşmeden yaşayan hiç kimsenin din ve mezhebine bir diyeceğimiz de olamaz. Bugünlerde gene haberlere düşen “dinleri ve mezhebleri birleştirme” gibi isimler altındaki faaliyetler de, ma’lum dünya global şeytanlarının ve onların parmaklarında oynıyan belli acem mezheblerinin, mücerred “Ehl-i Sünnet Vel’-Cemaat” mezhebini ortadan kaldırmıya ma’tûf iblisce planlarının evc-i bâlâsıdır; bunlara ancak beyni sulanmış, îmanı çürümüş ve cehli azmış insan müsveddeleri iltifât edebilir!..

Bizim bu en umumî “Sünnî Müslüman” âidiyyetimizi, Müslümanlığa ters ve onun dışında göstermek, hiç kimsenin ne haddine ve ne de hakk ve salâhiyetine tevdi’ edilmişdir… Bu kabil beyanlar, düpedüz hakk ve hakîkatı reddedib, onu, bâtıl göstermek hedef ve maksadına matuf son derece çirkin, 15 asırlık müslümanları tekfîre kadar varan, çok dengesiz, aklîliği ve insânîliği muhal, bütün bunları nevzuhur bir dil ile ifâde eden, son derece korkunç ve tehlikeli bir dindışılıkdır… Bunun ilmî vechesini Merhûm Şeyhülislâm’ımızın satırlarını iktibâsımız sırasında apaçık göreceğiz. Zerre kadar akıl, îmân ve idrâki olan düşünür: 15 asırdır gelen onbinlerce Şeriat âlimi gerek sözleri ve gerek milyonlarca cilde bâliğ muhalled eserleri ile “matüridi, eş’arî müslümanım; hanefî veya şâfî müslümanım; nakşî veya kâdirî müslümanım” demiş… Şimdi bunlar A. Dilipok Möhderemin felsefe-i selefiyye veya Teymiyyesine göre  Hemen belirtelim ki, kim, dinin önüne ya da sonuna bir şey ekler ya da ondan bir şey çıkarırsa, kişi eklediği ya da çıkardığı ile baş başa kalır ve din aradan çekilir.” damgası yiyecek ve “dini aradan çekilmiş” dolayısıyla “dinsiz kalmış” gâvur sürüleri olacak… Hâşâ ve kellâ… Buna, kafayı ve îmânı yemek denir!. Bu demekdir ki:

 “Dünyada sâdece. (selefî ve vehhâbiler) gibi bütün HAKK ve şer’î mezheb ve tarikatları reddeden, mezheb ve tarikat müntesiblerini MÜŞRİK olarak damgalayan herifler yani bizler müslümanızdır. Gerisi, 15 asırdır “müslümanım” diyenlerin topu da, “dini aradan çekilmiş” dinsizler topluluğudur. Onlar  güme gitmişdir, hiç değilse şu anda berhayât olanlar, bizim bu cihân çapındaki aforoznâmemiz ve fermânımızdan sonra mezheb ve tarikatlarını çöpe atıb “dini aradan çekilmiyen” ve dolayısıyla müslüman kalabilen nasiblilere yani (Teymiyyeci-Vehhâbî- Selefiyye) zümresine sülûk edib, fırka-yı Nâciyeye dühûl eylemelidirler!. Ve bunlar, ba’dehû, sâdece ve yalınız “müslümanız” demelilerdir… Ancak bizler içün ve kendi aramızda, “ıhvanımızla” halvetlerimizde, bol bol (Teymiye- vehhabiyye-selefiyye) edebiyatı yapmak ve bu tip “müslümanlardan olduğumuz mubah bilinmeli” ve bundan da diğerlerinin haberi olmamalıdır, çünki onların böyle yüksek sırları kaldıracak akıl ve idrâkleri asimetrik sorgulama (puş..uklarına) erib eriyememişdir!”

İşte İslâmiyyet’in içindeki Truva Atları, Lavrensler ve Hemperler, nerelerde, nasıl, hangi lafların altında aranmalıdır; bundan sonra nelere çok ama çok dikkat edilmelidir; ve sûret-i HAKK’dan görünerek kimler kimleri en mahrem bölgeleriyle dinlemektedir; “paralel din” tehlikesi sadece Pensilvanya gavuristanından mı Anadoluya bombalanmaktadır; Başvekilin “casuslar, evlerin, odaların içini dinliyen hâinler” dediği şeytanlar başka hangi kılıklarla dolaşmaktadırlar, işte bütün bunlar, EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMAAT MÜSLÜMANLARI TARAFINDAN ÇOK İYİ DÜŞÜNÜLMELİ VE TEDBİRLERİ DE ÇOK İYİ ALINMALIDIR…  

Sûret-i HAKK’dan gelen tehlike, tehlikenin en büyüğüdür… 

Tekrar ve ürpererek ve Allâh’a havâle ederek, “müslümanlık iddiasındaki adamların satırlarını” okuyunuz:

Din Allah’a hastır. Allah, Resul ve Kitap’tan ibarettir.. Aynı Allah’a, Resul’e ve Kitab’a iman edenler, tek bir ümmet, tek bir cemaat, tek bir millettirler.. Ve müminler “ihvan”dırlar.. “İhvan” olmak, tarikat arkadaşı olmak demek değildir! Kimse Allah (cc)’ın çizdiği alanı daraltamaz ya da genişletemez.”

 Bu kadar câhilce ve avâmî ibârelerle bir müslümanın dünyaya kendisini teşhîr etmesi aslâ düşünülemez.“Din Allah’a hasdır, Allah, Rasul ve Kitab’dan ibaretdir” şeklinde bir cümle, akıl, mantık, ilim ve edebiyyât noktasından son derece yamuk, bozuk, çarpık bir nesnedir… Bunu, Türkçe bilen 7 yaşındaki temyiz çağında bir müslüman çocuğunun önüne koysanız, yemez ve midesi bulanır… “Dîn, Allaha has, mahsus, özel” diye bir cümle, başda akâid olmak üzere her bakımdan bozuk, ma’nâsız, yanlış ve saçmadır. Şöyle olursa ancak doğrudur: “DÎN, Allâh Azze’nin vahiy, irâde ve rızâsına müstenid, ins ü cinnin dünya ve ukbâ seâdetini hedefliyen ve temelleri ve kaynakları Kitab, Sünnet, İcmâ-yı Ümmet ve Kıyas-ı Fukahâ olan ilâhî ve mutlak ve benzeri olmıyan biricik hakîkat  nizâmıdır…”

“Din Allahdan, Rasul’den ve Kitab’dan ibâretdir” demek, mezhebsiz kafa yanlışı ve bozukluğunun satırlara aksedişidir… Allâh, din değil, din olamaz… Allâh Azze, Dînin MÜESSİSİDİR; Rasul de din değildir ve aslâ olamaz… Rasûl-i Rusül Efendimiz Aleyhisselâm Hazretleri DÎNİN MÜBELLİĞİDİR… Kitab da dîn değildir ve asla olamaz… Kur’ân-ı Azîmüşşân, DÎNİN BİRİNCİ ve en şümullü DELÎLİ (kaynağı)dır… Eserle müessiri, fâille mef’ulü “özne ile nesneyi” bile ayıramıyacak, bir bilecek, biribirinin yerine oturtacak kadar ilm-i kitâbetden mahrûm adamlar hergün köşe bilmem nesi gibi çalakalem işkembevî ilhamlarıyla yazacak, ilmî ve îmânî hakîkatların kırılıb dökülmedik hiç bir noktası bırakılmıyacak, sonra da bu memleket, bu AKP ve Başvekîl goygoycusu yazar çizerlerle batmadan yola devam edecek!. Ecdâdın “idâre-i avâm” diyerek hakîr gördüğü Yunan kafasının uydurduğu dembokrasi, işte ayakları baş, başları ayak yaparak, insanları böyle biribirine yedirib vahiyden intikamını alıyor!  Bu kadar FÂHİŞ bozukluk, çarpıklık, cehâlet ve Türkçe mahrûmiyyeti içinde olanların, 15 asırlık müslümanlara “dinlerine ekleme çıkarma yapan ve dinleri aradan çekilen” yani dinsiz kalan mahlukat gözü ile bakması, “paralel din” denen en büyük belânın bir başka türü ve gavurcasıyla en şirret ve netâmeli fraksiyonudur…

Tek kelimeyle korkunç, hatta iğrenç… Müslümanlığa ve müslümanlara bu kadar “dinsizlik” isnâdına varan bir dil kullanmak ve hakâret etmek, bu adamlar, madamlar ve gazeteleri içün son derece mes’ûliyetli ve veballi bir sapıtmakdır… 15 asırlık Son Peygamber ümmeti içinde, buraya kadar aldığımız tağyîr, tahrîf, tebdîl ve tahkîr ifâdelerini, diline ve kalemine alan, aklı başında bir tek (Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat âlimini veya onlara âid bir tek kitabın bir tek satırını) hatırlıyan var mıdır?

 Satırlarla delillendirdiğimiz gibi, Tarîkat ve Tasavvufa da saldırmanın ve onları da tokatlamanın mütecâvizliğini ve hudud tanımazlığını apaçık görüyorsunuz!. “Mü’minler ıhvanmış, tarikat arkadaşları da ıhvan olamazmış!”

Çünki, “Sünnî i’tikadında olarak, Mâtüridî veya Eş’arî hocamdan; Hanefî, Mâlikî, Şâfii veya Hambelî hocamdan dînimi öğreniyorum; Nakşî veya Kâdirî HOCAMDAN DA, ONUN ahlâk ve terbiyesinde olarak Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyas-ı müctehidîni taallüm ediyorum” dedin mi; cinnetlik çapda cevab şu:“Müslümanlığa ekleme yapdın, Müslümanlık aradan çekildi, çıkıb gitdi, Teymiye Hocamın kafasıyla tam bir müşrik oldun!”

Din aradan çekilince de, adam “dinsiz” olarak, “gâvur” olarak ortada kalmışdır!

Oha!

Bu çok iğrenç!. Bu kadarı da olmaz!. Pensilvanya “Paralel eşkıyâları” bile, bu kadar açıkdan müslümanları “tekfîr” etmedi!. Onlar sadece, “biz, dünyada ne kadar din varsa topunu da hatta (ateistleri) de içine alacak şekilde bir “uzlaşma” ütopileri içindeyiz; ve İslamiyyet’in da dışında durarak , haşhaşlarımızı tüttürürüz!” kabilinden, zırvalama ve sayıklamalar peşinde…

Bu berideki çarpık kafaya göre ise, keyfiyet çok daha berbat ve feci’: “Ben İslâmiyyet’i şu mekteb ve medrese ehli olarak, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat çerçevesinde taallüm ve idrâk eder, öğrenir, îmân eder ve tatbik ederim” demek, “dinsizliğe müsâvî” bir irtidâdd!!!

Böyle yapınca veya deyince, “dine ekleme yapılmış ve din aradan çekilmiş olur” deniyor ki, dolayısıyla da, sanki artık Kıyâmet kopacakdır; ve İslâm’ın dışına çıkılarak irtidâdd edilmiş olunacakdır!. “Paralel Dînin”, bundan daha netâmelisi, azgını, despotu, aforozcusu, hâricîsi, dışlayıcısı, faşisti, bölücüsü ve vahşîsi aslâ olamaz!

İşte iğrendiren korkunç manzara bu…

 Sanki “tarikat ıhvânı olmak” din kardeşi olmıya mânî’ imiş gibi, “aynı mezhebin müntesîbi” olamak, dinde ıhvân olmıya tersmiş gibi… “Dinde ıhvân” olmanın dışında, ne mezheb ve ne de tarikat kardeşi olabilirsin!. Amâ, parti kardeşi, dembokrasi kardeşi, sivil toplum kardeşi, aktivist (ib.eler) kuzu sarması, meyhâne kardeşi, ciamaat kardeşi, Abant kardeşi, kan kardeşi, miting kardeşi,  hatta mason biraderi, komün yoldaşı v.s. ne istersen her tür şeyin şeyi ve kankası hatta kazuratı olabilirsin; ammâ bu mezhebsiz kafalara göre “Tarikat ıhvânı olamaz” ancak “tarikat arkadaşı” olabilirsin!..

 Cehâlet ve Türkçe iflâsının bu derekelerde seyredenine yeni rastlıyoruz. Şu gülünçlüğe ve pervâsızca meydana atlamıya bakınız: ”  Ve müminler “ihvan”dırlar.. “İhvan” olmak, tarikat arkadaşı olmak demek değildir!”

Yamukluk ve çarpıklıkların neresini düzelteceksiniz?. Müslümanlık diline asgârî derece de bile vâkıf olan bir insan, (ihvân) demenin ne olduğunu bilir.Şemseddîn Sâmî’nin Kâmûs-ı Türkî’sine de bakarsak ma’nâsı şu: “1.Sâdık dostlar, samîmî ahbâb. 2.Bir mezheb veya tarîka mensûb bulunanlar.”

“Arkadaş” kelimesine de, Ferid Devellioğlu’nun yardımıyla hazırlanan 1955 baskılı “Türkçe Sözlük” denen lûgatın 48. sahîfesine bakalım: “Arkadaş- 1. Bir işde birlikde bulunanlardan her biri: Yol arkadaşı, okul arkadaşı, hayat arkadaşı. 2. Huyları ve seviyeleri az çok yakın olub tanışarak sevişenlerden her biri.”

Görüldüğü gibi adamların niyeti üzüm yemek değil, ehl-i mezheb ve ehl-i tarîki dövmek!. Hukuk tahsili bile olmıyan anayasa başkanları nasıl bahâneler uydurub karşısına dizdiği Cumhurbaşkanı, Meclis başkanı, Hükûmet başkanı ve o kadar Cumhuriyet ruhbanlarını, sâbık Pensilvanya âşıklarından “Bülend İhvanın” diliyle nasıl “dövdü” ve sıra dayağından geçirdi ise; bu mezheb ve tarikat düşmanı adamların manzarası da o… Teymiyeci- selefî kafaya göre “mezheb ve tarikatlar” ne kadar dindışı gösterilmeli ise, “ıhvân yani kardeşlik” de o kadar mezhebdaş ve tarikdaş olanlardan o kadar söküb alınmalı, onlara sadece, kuru ve yavan ve (ıhvân) oluşa nisbetle basit ve dînilik yanı olmıyan bir “arkadaşlık” bırakılmalıdır!. Efgani-Abduh selefi kafasına göre de, Suudlu-vehhâbî-selefî kafasına göre de, Kur’anda, “mü’minler ıhvandır” buyruluyor; “mezhebdaşlar ıhvandır, tarikdaşlar ıhvandır” diye bir şey yok!. Onlara sâdece “arkadaşlık” yani onbaşılık yeter, “ıhvan” gibi paşalık rütbesi, ancak, “Teymiye-Efganî-Abduh mısrî selefîleri ile Suudlu bedevî vehhabî selefîlerinin hakkıdır!”

İngiliz gâvuru parmağında uydurulan (Teymiye-Vehhabiye ve Selefiye) çizgisindeki din yıkma plânlarına, 15 asırlık Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat mezheb ve tarikatları mâni oluyor; öyleyse onlar, küçümsenerek ve dindışı gösterilerek te’sirleri sıfıra ircâ’ edilmelidir!.

Halbuki işin 15 asırlık aslı ve özü ise, Şerîat’a tam mutâbık ve muvâfık mezheb ve tarikat ıhvânı olmakla, “İnneme’l-mü’minûne ıhvetün” nazm-ı celîline îmân ve inkıyâdı evc-i bâlâsına taşımakdır… Ve hangi (Ehl-i Sünnet) mezhebi ve tarîkatı içinde olursa olsun, hiçbir “ıhvân-ı dîni” aslâ dışlamamak, ona büyüklenmemek ve “takvâyı” yani fısk u fücurdan uzaklığı biricik ölçü bilmekdir… Fakat bedevî ve selefî İngiliz icadı vidalama kellelere bunları anlatabilmek ne mümkin!. Nasîbi olmıyana Peygamberler, sahâbîler, müctehidler, ulemâ, sulehâ, evliyâ ve şeyhülislâmlar anlatamamış da, biz mi anlatacağız!!!?

En umûmî manzara ve düşman taktiği odur ki, İngilizin meşhur siyâseti icâbı “İslâm dünyasında iç fitne klik grup ve mezhebleri” peydahlamak ve onları 15 asırlık İslâmiyyet’in (Ehl-i Sünnet Müslümanlarının) üzerine saldırtmakdır. Ve bu iç kanser tümörleri, kendilerinin patalojik urlar olduğuna değil, vücûdun bizzat kendileri olduğuna da inandırılacaklardır ki, Allâh’ın Dînine verecekleri zarar son derece yok edici ve vurucu olsun!

Mâzîde yaşamış yüzbinlerce evliyânın varlığı apaçık ortada iken, bu yarasalar böyle bir vâkıayı bile görmez, utanmadan İNKÂR ederler. Kerâmetlerin Kur’anla sâbit oluşunu bile nazara almadan, onları da inkâr ederek KÜFRE batar, böyle nice zarûrât-ı dîniyyeye bile “bid’at” damgası vurmayı şecaat ve üstünlük addederler!.. Çünki, dediğimiz gibi, üç-dört asırdır bu taktiklerle yetiştirilmektedirler… Böyle nice olmazsa olmazları inkâr etdiklerinden, Şer’a bağlı hiçbir tarîkat PÎRİ ulu kişi, “mezhebsiz bir zibidiyi adam ve müslüman yerine koyarak” ona Şerîat’daki Allâh’ın selâmını bile vermemişdir… Bütün Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat Müslümanlarını kardeş (ıhvân) bilmek ŞARTIYLA, bu daha dar çerçevedeki aynı mezheb ve aynı tarik (ıhvânı) olmaların, acebâ hangi mezhebsizlik türündeki münkirlere ziyâde zararı olabilir?! Bunu da vuzûha kavuşturabilmeleri kendi zâviyelerinden çok ehem bir mes’eledir!. 15 asırdır bu tür (ıhvân) oluşa hiçbir âlim karşı çıkmazken, zamanımızın bazı gerzeklerinin buna köpürmesi altında yatan fitne, acebâ ne olabilir?.. Bu nevzuhurlar hangi tür (ıhvan) arasına girseler, moskof torpili gibi açıkda kalıyor ve “ıhvan” olarak bu takiyecilerin hiçbir yerde suratlarına bakılmıyor!. Üstelik de bunların hiçbir mes’elede ittifâk ve ittihâdları olmadığından, (ıhvan) olma zevk ve vecdinden de nasibsizdirler… İsterler ki herkes de onlar gibi nasibsiz olsun!. Böylece, bu mezhebsiz sürüler, kendilerini, açıkda kalıb sokağa atılmış gibi sahibsiz hissetmesinler!. Mezhebsiz nice mahlûk, böyle bir nasibsizlikle, rûhî bir (psikopatalojik soruntasyon) illetiyle yaşarlar!. Bunların, en raydan çıkmış tekke bozuntusu bir izbeye sokularak, (Kal.ancı) tipli adamların çoraplarını koklata koklata (es.ar tekkesi terapisiyle) sabah akşam icâbına bakılmalı; ve hastalar ifâkat buluncaya kadar da, bu terapilere yıllarca devam edilmelidir!…………….

 Lâkin asıl maksad, bu kardeşlikleri YOK saymanın üzerinden, “mezheb ve tarikat vâkıasını” YOK saymakdır…

İşte, Teymiyeci-Selefî-Vehhâbî beyin ve kafa çürümesi!.

Ruhsuz, mekanik ve robot kelle icâdının, şarkdan İ. Teymiye ve garbdan Lüter çatalındaki kalıplardan çıkan, çıldırmış hılkat garîbeleri…

Tek kelimeyle, akıl ve îmâna mutlak zarar!

 Akıl, bir kere, rûhu çıkmış, mekanik mezhebsiz dogmalarına batmasın!. Eğer iflâh olmıyacak derecede batdı iseler, insanlar, aynı âile ve sülâle ve kabile içinde bile ıhvân halkalarına sâhib olabiliyorken, mezhebsizlere göre bütün bunları da içine alan daha geniş kardeşlik yani iç içe yakınlık halkalarına sâhib olmak en büyük bid’atdır!. Çünki mezhebsizlere göre, muârızları, ferdiyet planında kalarak yaşamalıdır. Bu ise Müslümanlığın mutlaka redd ve yasak etdiği bir hâldir; ve Üstâd Necib Fazıl Merhûm’un ta’bîriyle “infirâd çukurunda” yaşamakdır… Ve aynı îmân esasları etrafında bir kitle-i vâhide olarak ve “cemaatdeki rahmete” ererek (ıhvân) perçinlenmesi ile yaşamak, bu mezhebsizlerde düşünülemez. Mezhebsizlik, zâten bütün nasslara her kafadan ayrı bir ses çıkdığı halde akapella koro hâlinde (infirâd çukurunda) yaşamanın, en mükemmel anırtılı orkestrasıdır!.. Orkestrayı bir arada tutan şef yokdur; var gibi duran, şef olamayışın şefi olarak varlığa sâhibdir!..

Entel ve modern Lüter kafaları bunları basmıyor!. Çünki asıl levm edilen, “mezheb ve tarîkat” kardeşliği değil; doğrudan doğruya “hakk mezhebler ve hakk tarîkatlar”dır… Daha da asıl yok edilmek istenen, “İcmâ’ ve Kıyâs-ı Müctehidîn!..” İleride biiznillâh Merhûm Şeyhülislâm Hazretlerinin satırlarından göreceğimiz gibi, bunlar kalkdıkdan sonra da, doğrudan doğruya hedeflerindeki, Kitâb ve Sünnet’dir… Bu iki ana delil de, şeytânî hevâ ve heveslere göre binbir sapık te’villerle ele alınacak ve her kafadan bir anırtı ile, tam bir oyuncağa çevrilecekdir… Aynen, yahudi kafasının, Tevrât ve İncil-i Şerîfe tatbik etdikleri tahrîf, tağyîr ve tebdîl kuşatması gibi!

 Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat mezheb ve tarîkatları, mutlaka şer’î çerçevede kaldıkları zaman, yahudilerin yapdığı gibi İslâm’ın tahrîf, tağyîr ve tebdîline aslâ geçit vermemiş ve vermiyeceklerdir… Tabii, mezhebsizlerin (gafil) ve (hâin yani hinoğlu hin) iki tabakasının olduğu da bir vâkıadır. Biz en ziyâde hâin tabakayı tanıtmıya çalışıyoruz.

 Modern ve nevzuhûr TeymiyeLuter taslakları, asliyyetini muhâfaza eden mezheb ve tarîkatlerin, edille-i erbaaya sıkı sıkıya bağlı bir bütün olduklarını bildikleri içün, bunların gözden düşürülüb yok edilmelerine ıkınacaklardır!. Mezheb ve tarikatlar, Şerîat çerçevesinde kaldıkları müddetçe, adı geçen sürüler Kitâb ve Sünnet’i, dembokrasi, sekülarizma ve global patronlarının standartlarına göre istenilen kalıplara sokamıyacak, onları hevâlarına ve işkembelerine göre te’vîl ve tebdîl edemiyeceklerdir. Binetîce, edille-i erbaanın “vaz’-ı ilâhî” olan kıymeti ve kudsiyeti yerine, bu Lüter taslağı uyduruk ve kıytırık müctehidlerin (!) “vaz’-ı beşerî” olan uydurma ve şeytânî te’vîl ve tahrîfleri oturtulamıyacak; ve bu şeyâtînü’l-ins, insanların tepesinde bağdaş kuran “sahte imamlar” olamıyacak ve dolayısıyla beşeriyyete ilâhlık da taslıyamıyacaklardır…

 Günümüzdeki mezhebsizlik denen neolüterciliğin varmak istediği ana hedef, “sûret-i hakdan görünerek dillerine pelesenk ve istismâr etdikleri  şeytan sizi Allâh’la aldatmasın” ibâresidir!. Fâtır sûresinin bu 5. Âyetine de, “şeytan sizi mezheb ve tarikatlarla, Allâh diyerek aldatıyor” ma’nâsı vererek, Kur’an-ı Kerîm’i de istismâr etmektedirler. Bu mes’eleyi de ileride muteber tefsirlerden ele alınca, dünyada, ne kadar utanmazlık içün yaşayan adamlar olduğunu dehşetle göreceğiz inşaallah…Bunlar, yukarıda görüldüğü gibi “Dîn, Allah Kitab ve Peygamber’den ibâretdir” haşhaşını da bu çerçevede millete çekdirerek, insanları aldatmanın en usta gözkülleyicileridir…  Halbuki herkesin bildiği gibi DÎN-İ CELÎL-İ İSLÂM, KİTÂB, SÜNNET, İCMÂ’ VE KIYÂS-I MÜCTEHİDÎNDEN YANİ EDİLLE-İ ERBAADAN İBÂRETDİR… MÜFSİD MEZHEBSİZLER İSE, İCMÂ’ VE KIYASI DÂİMÂ DÎN OLARAK KABUL ETMEZLER. HALBUKİ 15 ASIRDIR EHL-İ SÜNNET ULEMÂSI, MÜTTEFİKAN, MÜTEVÂTİR İCMÂ’ İLE SÂBİT HÜKÜM VE HABERLERİ KAT’İYYEN ZARÛRÂT-I DÎNİYYEDEN KABUL ETMİŞ VE MÜNKİRİNİN TEKFÎRİNİ VÂCİB BİLMİŞLERDİR…

Bu adamların, dinde hiçbir ciddiyet ve samimiyyetleri, şeriat ilimlerine de zerre kadar hürmetleri olduğu söylenilemez.

Bu mezhebsizlerin asıl rahatsız olduğu nokta, müslümanların, sünnî müctehid ve sünnî tar&ˆkat pîrânı (usûl ve disiplinlerine) bağlılıkdır… Fakat onlar, bunu, her zaman ve her yerde doğrudan doğruya hakîkileri hedef alarak yapmaz; ekseriyyetle, sahte ve çürük temsilcileri hakîkilermiş gibi yer değiştirerek ve sahtelere ateş ederek yaparlar! Sahtelerin arkasına dizdikleri hakîkîleri vurmanın kataküllisine yapışır, takiyeleriyle de buna tapınırlar… Halbuki Müslümanlık’da esas, dâima Şerîat’dır; ve Şerîata zıt ve ters her mezheb ve tarik, Büyük Şerîat Kahramânı İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûk-ı Serhendi Hazretlerinin buyurduğu gibi sâdece ZINDIKLIKDIR…

Mezâhib-i Erbaa Müctehidîni Büyük Fukahânın da, tasavvufa intisâb ile sahîb-i sülûk oldukları bedâhaten ortada bir vâkıadır. Buna rağmen, bu nevzuhur adam ve madamların 15 asırlık İslâmiyyet’den yepyeni “paralel bir DİN” uydurmıya cür’et ve DÎNE suikastları; ve bunu yaparken de, Pensilvanya mahreçli “Paralel DÎNİ” ileri sürüb kendilerininkini sütre arkasında bırakarak göz boyamaları, son derece câlib-i dikkat ve levm ü tel’îni müstahıkdır… Yavuz hırsız ev sâhibini bastırır hikmetini, onların şu ifâdelerinde görebilirsiniz!

“….Herkes paralel devleti, konuşuyor, ama bana kalırsa paralel din çok daha öncelikli bir konudur.. Paralel din daha evrensel ve etkileri çok daha büyüktür.. Paralel devlet, sadece Türkiye’yi ilgilendiriyor ve siyasetle sınırlı.. Ama paralel din, hayatın bütününü kuşatan bir olgu….” 

Şimdi sıkı durun, misâller akıl ve mantık sefâletinin sanki âbide kâidesi!

“Türkiye’deki Şâfiler timsah yemez, ama Etiyopya’dakiler yiyor..

Bilgisayar üzerinden hadisler, fetvalar, zaman ve mekanla ilişkilendirilerek asimetrik sorgulamaya tabi tutulduğunda birçok geleneksel anlayışlar bir anda anlamını kaybedebiliyor..

Ne tek bir Sufilik var, ne tek bir Sünnilik. Tek bir Şîa da yok. Tek bir Selefilikte!” 

Öyle ya, aynen okuduğunuz gibi, bilgisayarda bir tık, bir tuş, ne kadar hadis ve fetvâ var, karşına gelsin, sen de yunan gavurunun “asimetrisi” ile sorgula ve ulemâya ihtiyaç kalmadan işkembene göre bas kendi görüşünü; ve 15 asırlık DÎN (yani geleneksel anlayışlar), ma’nâsı olmayan ıvır zıvırlar derekesine bir çırpıda ve kolayca iniversin!.

Günümüzde, İslâm Düşmanlığı ne makyajlar kullanıyor; ne düzgünlükler ve ne boyalar, albenisi abartılı ne palyaço kılık kıyâfetleri…

  Öyle ya, bu bilgisayar asrında, “Gelenekçi Müslümanlıkla” üç adım gidilmez arkadaş!. Gâvurların “asimetrik sorgulaması” ne biçim bir illetse, işte onun karşısında herşeyin tek bir yüzü kalmaz, beş on cinsi kalır, sen de hangisini tadacağını bilemez apışırsın!. Anınçün, yeniden Kur’an ve Hadîs’e dönüp, bunca çeşitlenmeyi bir teke ircâ’ etmenin çâresi, işte bu dönmekdir, yani irticâ’dır!. Dört, üç, ikibin sene evvelki yahudi tahrîfâtı, tağyîrâtı ve tebdîlâtına irticâ’… Adım başına müctehid (!) ve Haltettinler peydahlar ve onlara yeni yeni, taze, folluğa yeni düşmüş rafadanlık yumurtalar yumurtlatırsak, bu iş mıntıka-yı memnualara kadar el atar; ve gıdaklama meraklısı her “âsimetrik makada” kadar da çâre üretir!

Gördünüz mü, “hadisler ve fetvâlar, zaman ve mekânla ilişki ve mikişki” hâline geldi mi, devreye “asimetrik sorgulama” denen ecinnî usûlü girermiş; ve “geleneksel 15 asırlık hadis ve fetvâlar”, suyu çekilen deniz gibi “anlam ve canlam”larını kaybedebilirlermiş!

Zaten demedik mi, “icmâ’ ve kıyâsdan sonra hedef, Sünnet ve Kitab’dır” diye!. İşte şimdiden o “asimetrik sorgulama” başlayınca, “HADİSLER ve fetvâlar ma’nâsını kaybediyor!” dendiğini gözünüzle görmediniz mi?. Birkaç sene sonra da, o “asimetrik sorgulamalar” yerine “egzantirik sorgulamalar” geldi mi, o zaman da, “bunların karşısında Kelâm-ı Kadîm ma’nâsını kaybetmiye başlar!.” Artık ortada “edille-i erbaayı” ara ki bulasın!.. (Şe.tânî) AKIL da, T.C. Meclis Reisi Çiçek gibi “temsîli Dembokrasi artık iflâs etmişdir!” dedikden sonra, artık ilâhımızın religionu “Yarı Başkanlık Sistemidir” deni!. Bunun arkasından da, “TAM Başkanlık Sistemi” içün en böyyük TANRI, gene nefse taabbüd eden akıl olmıya devam eder!. İnsanlık da, yamyam gibi “ne kadar asimetrik ve egzantirik yerleri ve mahalleri” varsa, oralarından biribirlerini yemeye ve kemirmeye başlarlar!. Mehdi ve Îsâ Aleyhimesselâm zamanında bir 40 yıl gâvurluk ve gâvur aklı susar, sonra İsrâfil Aleyhisselâm “nefha-yı ûlâ” ile devreye girer ve ne olacaksa olur… Kâinât, hallaç pamuğu gibi savrulur havalanır!

Bugüne dönelim!

Tabii “asimetrik sorgulama” öyledir amma, neticesinde de, mezheb tanımazların uydurduğu gibi herşey pek çeşitlidir!. Hele Habeşistan Şâfileri ile bizimkiler bile çok farklıdır; ve bunların mukâyesesi ana mes’eledir!. Timsahlar yenmeli mi yenmemeli mi?. Hele yenecekse neresinden yenecek, yenmiyecekse neresinden yenmiyecek, bir de bu mes’ele vuzûha kavuşturulabilirse, ümmetin bütün dertlerine formül bulunmuş olacakdır!?

Adam ve madamların derdine bakınız!.

“Türkiyeli Hanefîler (!) içinde” o pis hayvanın etini budunu, biribirinin orasını burasını yiyen yok mu?. DİB, “Frengistan veya Heykelistan’daki ateist kasap tâifeleri gâvur değil kitabîdir; oralarda marketlerden aldığınız etleri, tavukları, kıymaları, salam, sosis, sucuk ve pastırmaları etoburlar gibi yiyin, dişleyin, parçalayın, yiyin ve yutun ve bize de bol bol duâ edin!” diye fetvâlar vermiyor mu!?. Habeşistan cenâhının da mezhebsiz haşerâtı olduğu halde “şâfiyim” diyen fetvâ eminleri, DİB’leri, ilahiyatçıları, üçkâğıtçıları, telfikçileri ve Haltettinleri  neden olamasın?. Bu haşerât da  oralarda, “timsah yemek helâldir, kakasından ilaç yapıb sabah akşam aç karnına yutmak çok sevabdır” diye kuyrukaltı fetvâlar neden püskürtmesin!?

 “Asimetrik sorgulamalar” artık eski ve gerçek o mübârek müctehidlerin fetvâlarına îmân bırakdı mı, a modern ve “paralelin daniskası” Teymiye ve Lüter kuyruk ve taslakları?

Bizler de, bu akıl, mantık ve îmân sefâletini görmeden şöyle mi diyeceğiz:

 “Hele bak, Türkiye’deki Şâfîler yani bizim şâfilerimiz timsah yemezken, Habeşistan şâfileri yani onlarınkiler yani ötekiler, yamyam gibi, yiyecek bir şey bulamamış gibi, aç kurt gibi, timsah dişleyib zırhıyla yutuyorlar!. Ve timsahların neredeyse neslini kesecek gibi onları midelerine indiriyorlar! Vay Necâşî ıhvânımızın 15 asır sonraki mezheb peşine düşmüş bid’atçı uzantıları vay… Bu ne vahşî şâfilik taassubudur böyle! Yazık, şu mezhebçilik var ya, şunlara bakın, “şâfîyiz” diyerek dinlerine eklemeler çıkarmalar yapmış ve dini aradan çekmişler! Vay dinsizler, vay müşrikler vay! Bunların mezheblerinin de, mezheblilerinin de etlerini Etyopya çakallarına yem, iskeletlerini  de NİL nehrindeki timsahlara çerez yapacaksın!” 

Adam ve madamların aklı fikri “mezheb” aleyhdarlığında…

 Mezheb mefhûmundan anladıkları da, kat’iyyen İslâm içindeki ehl-i sünnet mezheblerinin keyfiyetine uygun bir ma’nâ değil; tamâmen Haçlı Batı religionları içinde vücûd bulan (secte) kelimesiyle ifade edilen bir nesnedir… Müslümanlık’da (Ehl-i Sünnet) ıstılahlarından biri olarak “mezheb” dendiği zaman, ilm-i vehbîye de sâhib olduğu halde lâzım olan bütün ilimlerde mütehassıs, ehliyet ve liyakat sahibi müctehid imamların, Kitab, Sünnet ve İcmâya tam mutâbık (usûl ve disiplinleri) ile edillei erbaayı en iyi, en doğru ve en güzel anlama yolları anlaşılır…

Tanzimât’dan i’tibaren ve hele cumhûriyet ateizmi zamanında haçlı Avrupa’ya tapınmak esas alındığından, (din, mezheb ve tarîkat) mefhumlarının da Batıl Batı’nın bunlara verdiği ma’nâlar olarak kabulü, memleketde resmen ve cebren yerleştirilmişdir. Mezhebsiz ve mealci tâifelerin (din, mezheb ve tarikat) kelimelerinden anladıkları, işte bu cins gayr-i islâmî ma’nâlardır. Teymiye-Luter koalisyonu olarak bu ve bunun gibi binlerce mes’eleye bakışları, ne kadar aksini söyleseler de, ne yazık ki özde bundan ibaretdir. Bunun içündür ki, doğrudan doğruya, hiçbir müctehide (bilene, ehline) tâbi’ olmadan ellerine geçirdikleri menşei mechul, onun bunun kelle cürûfu mealleri, Lüter’in doktrinlerine tâbi olarak bir nalbandın beyin ameliyatı yapmasındaki ehliyet ve ihtisas kuduruşuna denk bir sapıklıkla ele almaları bundandır… Teşrih masasına yatırdıkları Kitâb’ı, bu nalbant kelleler kesib biçer, sonra da Allâh Teâlâ’nın o mutlak hakîkatlar Kitâbı, bütün ma’nâ ve kudsiyyetiyle o nalbantların satırları, keserleri, törpüleri, kamaları, baltaları ve pis pasaklı elleri ile o masada yokluğa mahkûm olur!. Böylece beyin ameliyatı içün yatan adam gibi, lâ teşbih, teşrih masasından teneşir masasına postalanır; yani ortada Kelâm-ı Kadîm’den bir tek eser kalmaz, ortalığı da Kitâb’ı  yokluğa mahkum eden bir vahşiler uğultusu kaplar…

Beynelmilel şebekelerin planları mu’cebince, Tevrât ve İncil-i Şerîf nasıl (lâfız ve ma’nasıyla) ortadan kaldırılmışsa; KELÂM-I KADÎM de, lafzı ile değil ammâ, MA’NASIYLA ortadan kaldırılmış olacakdır… Bu hakîkatları, Merhûm Şeyhülislâm’ımızın satırlarına intikâl etdiğimizde dehşet ve nefretle göreceğiz…

 Yukarıda, Habeşistan şâfîlerinden boşuna bahsedilmiyor. Bugün mezheblerin böyle abuk sabuk hâle düştüğü nazara verilerek, mes’elenin hakîkatı da, bu “mezheb karikatürleri” kullanılarak, işin özü, hâinlik hesabına yok edilmek isteniyor!

Bu şeyini şey etdiğimin akıl ve mantığına kalırsa, “Türkiye hanefîleri (!) de” modern banka önlerinde “neoparalelcilerin finans ve himmet dilencileri” olarak kuyruklaşırken; “Suudlu Hanbelî (!) Teymiye ve Abdülvehhab kuyruğu prensler” de, İtalya’da ve bilmem nerelerdeki  kancık sürek avlarından, 5-10 dişi geyikle otellerine dönmüyorlar mı?!. Acemistan’a gidib mut’a nikâhıyla kerhâneciliğe kılıf geçiren “Türkiye hanefîleri!”, Suudlu hanbelîlerle (!) sidik yarışını 5 metre fark atarak kapatmıyorlar mı?!.

Sanki ortada, aklı başında, dürüst ve ciddî, mezheb imamına ve Onların usûlüne, “fikir fâhişeliğine” düşmeden adam gibi bağlı ve onların fetvâlarından çıkmıyan hanefî veya şâfî veya hanbelî v.s. kalmış gibi!. Mezhebsiz zibidiler her mes’eleyi hem sulandırıb cıvıtıyor; hem de, “bakın, eski gelenekçi anlayış, mes’eleleri halledemiyor, ma’nâsız kalıyor, tekliyor, nefesi yetmiyor!” şeytanlıkları oynuyor!

İblise vekillik, ancak bu kadar olur!

Nasıl?

“Paralelciliğin” nesebi, südü, kanı, soyu, cibilliyeti, nâmusu ve şerefi, işte bu “mezhebsizlik” mezhebinin içinde gizlidir…

Böyle insaf, iz’an, fikir, akıl ve mantığın içine mi dışına mı edeceksin???

Tasavvuf ve tarikatleri yerin dibine geçirmek içün de, Şâh-ı Nakşîbendlere, Abdülkâdir-i Geylânîlere, Ahmede’r-Rufâîlere ve benzeri nice pîrân ve evliyâullâh’a değil de; 28 şubatın peydahladığı (Kal.ancılara), (Haşhâşîlere), (Rüyacılara), (Olimpiyatlarda kız çalkalatanlara), (Temessül ve tecessüm şebekelerine), (Keşif Kollarına), (Suda yürüyenlere), (Havada Sürünenlere), (Toprakda Büzülenlere), (vecde (!) gelib ayılan ve bayılanlara), (Falan Soytarılara), (Filan İpsizlere), (Keramet Uyduruculara), (Cübbesi pisliklere) bakacak, bunları tarikat ve tasavvuf temsilcileri olarak nazara verecek ve şerefsizce, alçakça ve iblisçe bindireceksin!

Şaron gibi çarpılırsınız “paraleline etdiklerim!”

Lânet olsun!

Hâlâ Şeyhülislâm Merhûm’un îmân, İslâm ve ilim tüten satırlarına intikâl edemedik, bir sürü ipsizin ipiyle oynuyoruz, çok yazık!

 

(İntişârı: 23.04.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir