(2) Şevket Eygi İctihâdı İle, “Laik Dembo-Kratik” Devlet Bütçesi (Havuzu Veya Birikintileri), Oldu Beytülmâl-i Müslimîn!
17 Aralık 2012
(3) Şevket Eygi İctihâdı İle, “Laik Dembo-Kratik” Devlet Bütçesi (Havuzu veya birikintileri), Oldu Beytülmâl-i Müslimîn!
22 Aralık 2012

Maya takvimine göre 21 aralık cum’a günü saat 13.11’de Kıyâmet kopacakmış!. Hani derler ya, “bir deli bir kuyuya bir taş atar, 40 akıllı çıkaramaz!”

YARIN KIYÂMET KOPACAKMIŞ!!!

Mehemmed SAFFET

 

Maya takvimine göre 21 aralık cum’a günü saat 13.11’de Kıyâmet kopacakmış!. Hani derler ya, “bir deli bir kuyuya bir taş atar, 40 akıllı çıkaramaz!”

Dünyâ’da deli mi ararsınız, zır deli mi, zırzır deli mi, hınzır deli mi… Hocadan olanını mı, müftüden olanını mı, ilâhiyatçıdan, DİB’çiden, bilmem neden olanını mı?. Gazeteciden, siyâsetçiden, mütekâidîn-i askeriyyeden, avrâdiyelik olanından, turfandalık gezeninden, meclis içinde hâşa min huzûr, ağzına “va…a” gibi en mahrem yerlerini alarak dolaşan altı (.oklu) madâmiyyeye kadar… Gene, (A…ç ve K…r) gibi politika şaklabanlarının, ağızlarına “mesir macunu, viegra, uçkur, bilmem ne!” gibi şeyleri alarak gezenleri de var… Boy boy, cins cins ve her renkden!.

 Nasıl olsa hükûmât-ı Cümhûriyye ve Tayyibât, vatandaşları ve hatta dünya insanları arasında, “din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmiyor!” Böyle olunca da “homogenite” yani mütecânisiyyet kolay te’mîn ediliyormuş!. Medeniyetler de böylece can ciğer kuzu sarması ve ittifâk içinde oluyormuş!. Binnetîce, RETEB ile mösyö Zapetero ve uçkuru düşük Berliskopi (!) kanka ve canka olabiliyorlar imiş!.

 Halbuki Allâh Azze tam tersini emredib: “Olmaz böyle şey, îmân edenlerle etmeyenler bir olamaz, mutlak hakîkât ve mutlak dînin dili, Kur’anın dilidir ve ibâdetin dili Arapçadır; kadınla erkek de müsâvî olamaz, erkek velâyet hakkına sâhib ve kavvâmdır!” meâlinde buyuruyor… Irk hususunda da, dembokrasi dünyâsı lâf arkasına saklanıp ırkçı ve dişlek o sahte ve iğrenç suratını gizlese de, gâvurluğu dâimâ ön plana alıp, siyah, sarı ve beyaz ırklar arasında asırlardır asimilasyon cinâyeti işlemişdir. Ayrıca, “üstün ırk, ne mutlu falanım deyene, bir filân dünyâya bedeldir!” gibi ırkçılık küfürleri ile iştihâr edenleri bile gelip geçmişdir! Ve insanları, Darwin yahudisinin Homo sapiens maymunundan olma kabûl eden büyük bir cenâhıyla, hâlâ ruh ve beyin kanserlisi bir hasta… “Soyumuz ve atamız maymundur!” demek de, bambaşka ve necâset bir (ırkçılıkdır); ve bu noktada, Âdem Aleyhisselam’a karşı lânetli bir ırkçılık, hayvanca bir “maymun ırkçılığı” yürütülmektedir…

Modernite ve çağdaşlık maskesiyle dolaşan bugünün dembokrat iki ayaklıları, ne kadar “din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmiyoruz!” deseler de, bu, sâdece gözboyamak ve sahtekârlıkdan ibâretdir!. Topunun da İslâm karşısında oluşunu kim inkâr edebilir?. Ve bundan iğrenç “dîn farkı gözetmek!” olabilir mi? Gün geçmiyor ki, hakâret, tahdîd ve yasaklar Ebû Cehil gibi ortalığı kokutmasın!. Kadına şiddet dedikleri şeyin altında sanki kendileri yok gibi, bunu da kapaklamak hayvanlığı kimin eseri?. Neden, kadın dövmek, koca veya kadına ihânet ve boşanmak, nikânsızlık, diplomalılar arasında yüksek nisbetde?.

Evet, ortalık deli, zırdeli, zırzır deli ve hınzır delilerle dolu dedik!

 Binbir çeşit deli, ortalıkda akıllının hası geçinirse, onlardan da millete birşeyler bulaşmasın, olacak iş mi bu?. Balık başdan kokduğuna göre, o zaman Ankara’dan kuyruğa doğru bu ufûnet sür’atle sirâyet eder ve burunlarımızın da direğini kırar!. Veya deriz ki: “Böyle başa böyle tarak!”

Ne dedik, yarından sonra Kıyâmet kopacak!. “Ya kopmazsa!” diyenler bile var… Bunlar da olacak tabii!. “Ya kopmazsa!” demek, yarı yarıya “ya koparsa!” demekdir!!!

Çünki bir deli bir kuyuya, “Kıyâmet’le” alâkalı bir taş atdı… Öyle ya, artık onu çıkaracaksın… Yahu bu taşı çıkarmak farz mı, vâcib mi, sünnet mi, müstehab mı, mubah mı, haram mı, mekruh mu, müfsid mi, ne?. Hiç bunu düşünen yok! Kuyudan çıkartma hoca, arkadaşım, delinin atdığı taş ne halta yarar?. Cinsi, ölçüsü ve şekli işe yaramayan taşı nerede ne içün kullanacaksın?.

“40 akıllı!” denen heriflerde, inanın, o deli kadar akıl yok!. Taşı çıkarınca ne olacak?. O taşla ne yapacaksın?. Millî ve arasıra dînî şâirleri Arnavut Âkif Hocfendi gibi “Mezar taşın diye Kâbe’yi diksem başına!” soyundan mısrâlara malzeme yapacaksan, al o taşı, bin şekle sok, bin şekilde şiir yap, masallar uydur, millete gevezelik et, çene ishâliyle kapı kapı dolaş ve “Taş!” satıyorum diye ticâretini yap ve öt!

Neyse…

“21 Aralıkda Kıyâmet kopmayacak, yemin billâh ederim!” deyû binlerce yemin de edilse, bilmem kaç milyar dolarlık iddialaşmalara da dalınsa, bunlar bile abesin abesidir! Bu, o gün Kıyâmet kopacağını iddia eden iblislere, binde bir nisbetinde bile olsa iştirâk ve haklılık tanımakdır!

Böyle hâllere Maya takviminin mayasızları ve sütsüzleri arasında rastlandığı gibi, zaman zaman, hicrî takvimin mayalıları arasında da rastlanıyor!. Hicrî 1400’e aylar kalmış, ortalıkda bir fısıltı!. Allâme-i Cihân El Mübârek Eşşeyh Gubrusî Hazretlerinin mürîdânından, şeyhlerine imtisâlen ve ittibâen bir haber!. Sanki nass-ı kat’î, neymiş, şu:

“- Ey ihvân-ı Dîn! 1400 dendi mi, Mehdi Aleyhisselâm meydanda ve şehrimizde!. Arkasından o müthiş HARB!. Deccal ile, gâvurlar ile, falan yerin ovasında kan gövdeyi gütürecek! Kılıç-kalkan-gürz-topuz-ok-yay ve sadak sallayan kollar, artık öyle yorulacak ki kabzayı tutamaz olacak!. Vur, ha vur, al, ha kelle al… İşi emniyete alasuz!. Sığınakları, korunakları, mazgalları, yeraltı, yerüstü hücreleri, çilehâneye benzer ne bulursanız, ağaç kovuğu, mağara, saklanacak sığınacak nere varsa hazır edin! Yiyecek, içecek, çekecek, nevâle, nafaka, falaka, mankafa ne bulursanız hazır edin!. Su, lamba, un, tuz, pil, pul, çul, ne lâzımsa… Düdük, işâret, parola, sinyal, alarm, horultu ve homurtu neyi icâbetdiriyorsa… Hâzır ve nâzır ve zırzır olmanın bütün âlet edevâtı ile… 1400’de vakit tamamdır ve Mehdi Aleyhisselâm kapımızda!”

34 sene geçdi hâlâ ne gelen var ne giden!

Evet, Mehdi Aleyhisselâm gelecek, âmennâ ve saddaknâ! Ammâ arkaşım, işi, şaklabanlığa vurup günüyle saatiyle bilmem nesiyle, “geldi geliyor!” cambazlığı ve varyeteciliğiyle sulandırmanın âlemi ne? Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm gelecek demiş, buna inanmayana müslüman denmez. Kaynaklar mütevâtir ve hüküm “zârûrât-ı dîniyye” içinde… Ammâ O Cihan Serveri, “şu sene, şu ay, şu gün Mehdi’yi bekleyin!” buyurmamış!. Sen neyinle boyundan büyük işlere bulaşıyorsun?. Mehdi Aleyhisselam’dan sana, “İlân et, geliyorum, herkes herşeyini hazır etsin, teftiş edeceğim!” yollu talimât mı geldi?. Mehdi Aleyhisselâm senin gibi adamları husûsî kalem müdürü gibi kapısına dikerse, ondan zaten Mehdi de olmaz Aleyhisselâm da!.. Mehdi Aleyhisselâm, hadislerin bildirdiğine göre evvelâ, dünyada ve müslümanların arasında ne kadar şarlatan, şaklaban ve şaşıbakan var, onlara haddini bildirip dersini vermeyecekse, o mukaddes vazifesini yerine getirmesi mümkin mi?. Bilmem nere cübbelisi ve bilmem nere asâlısı ve bilmem nere külahlısı, bilmem nere DİB başı, bilmem nere uçanı ve bilmem nere sıçanı gibi adamlarla Mehdi Aleyhisselam farkını göremeyen pespâyelere ne desek bilmem ki!

Edille-i şer’iyyeye îmân eden bir müslümanın, artık “Kıyâmet şu gün, şu saatde kopacak!” demesi, Kur’anla, Sünnetle ve icmâ’ ile aşık atması gibi bir dalâlet ve rezâlet ortaya koyar, o kadar!

Dünyâ, Osmanlı hılâfetinin 1908’de berhevâ edilip iblisin hakimiyyetine girdiği günden beri, böyle ne üfürükler ve ne iğrenç ideolojiler, kânunlar, anayasalar, düzenler, rejimler, şefler, şebekler, diyaloglar, hoşgörüler, seçimler, parlamentolar, tüzükler, büzükler, düzlükler ve gözlükler takınıp durdu!. İnsanlar şeytanın maskarası oldular, ammâ gel de binde birine anlat!!!

O beşer uydurmalarının herbiri de, Âdemoğluna hep “Kıyâmet!” hercümerci yaşatdı; ammâ bunu idrâk etmemeleri içün de, bir yandan onlara, o iblisler bin dereden bin su taşıyıb nice haşhaş ve uyuşturucu yalatdılar… Bugün Âdemoğlu, dünyâ çapında (istisnâlar kâideyi bozmaz) esrar çektirilerek uyuşturulmuş bir kalabalıkdan başka, zerre kadar bir halt değildir…

Kıyâmet kopacakmış!

Hangi iblisin piçi ise, ortaya atdı bir kenef, bulaşmadık kimse kalmadı!. Çünki seviye öylesine düşdü ki, insanların florası, o bilmem ne böceğinin hayât standartları keyfiyetinde…

 Çorum’un Ortaköy Cumhûriyet Müftüsü de “İnşaallah kopar da bu zalimler, bu bilmem neler, günlerini görürler!” gibi lâf u güzâf ve abesler püskürtüyor!. Elimizdeki hem de mütevâtir haberler “Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilemezsin!” diyecek; ammâ zekâsı ve îmânı özürlüler, 21 aralıkda kopacağına bir nevi ihtimâl ve imkân tanırcasına beyanlarda bulunarak mütevâtir haberlerle ters düşüb onlardan “şübhe” ortaya koyacak ve bu beyan sâhiblerine de “müftü ve bilmem ne!” denecek!.

Eee, cum. Müftüsü, der mi der, akıl, îmân ve zekâ derecesi bu seviyede olursa, bu seviyeden konuşur!. Kime ne?. Dembokraside lâf ishâlinin önüne geçemezsin ki, mümkin değil!

Pensilvanya’daki Makâm-ı Muallâ-yı Hılâfet postnişinliğinde kâim-i makâm ve fetvâ emîni Hocfendi Hazretlerine gelirsek…

O dahî, son derece sevinerek “Kıyâmetin kopuşunu!” seyr ü temâşâya duâ ediyor! Biraz aşağıda gelecek.  Zevk u safâ içre kıraat buyurmaz mısınız efendim:

“- Rusya’da insanlar yerin altına tüneller kazıyor, içeriye giriyorlar. Her yer paramparça olacak, sen içine girsen ne olur, dışında kalsan ne olur.”

Yâhu arkadaş, “hoşgör!” garîb gurebâ ve fakir fukarâyı, onlar da bizim Ruslarımız!. Ne yapsınlar, onlara “ibrâhimî dinleri!” anlatan mı çıkmış?. Onlar hüdâ-yı nâbit yetişmişler işte… Onların yerin altına tüneller kazmasını ve oraların içine girmelerini hoşgörüsüzlükle tenkîd ve alay etmek, “eleştirmek ve leşleştirmek” makâm-ı muâllâ-yı rûhbâniyyet ve ibrâhimiyyete hiç yakışıyor mu?. Kazdıkları tünelleri elbetde yerin altına kazacaklar, yer üstüne kazmalarına yerin üstündeki kazmalar müsâade eder mi bir kere!.

Hem, zât-ı âlîlerinin, “her yer paramparça olacak, sen içine girsen ne olur, dışında kalsan ne olur!” diyerek o garîbanlarla dalga geçmesi şık mı yani?. O garib Rus insanlarımızın korkusu, onların zaten ödünü patlatdı patlatacakken, bir de onların ümit bağladığı tünellerin işe yaramayacağını, onlara tokat gibi ense köklerine indirmek, hangi “insan severlik, hümanistlik ve vatikansayarlık ve hahamöperlik!” ile kaabil-i te’lif edilebilir?.. Kuzu kuzu girsinler tünellere, 21 Aralık cumayı, mum ışığında orada ağlaşarak, son derece romantik ve fantastik, salya sümük burunlarını çeke çeke, ezik büzük biribirlerine sarılarak geçirsinler, ne olur yani kıyâmet mi kopar!?

Ben bu “hoşgörü!” felsefe-i vatîkânîsinden pek de bir şey anlamadım!. Adamların “tünelinden” kime ne, ister içine girer ister dışında durur, ister yan gelip yanına yatar?. Elimde imkân olsa, o tünel sâhib ve sâhibelerinin tamâmına şu mesajımı duyururdum:

“- Ey, ehl-i tünel ve ehl-i Kıyâmet! Sakın telâş etmeyin! Perşembe akşam ezânından i’tibâren Cuma girmişdir ve Cuma günü saat 13.11’e kadar hep Allâh deyin ve bol bol Kelime-i tevhîd çekin! Sakın ha, o tevhîd kelimesinin birinci cümlesini ikinciden yani “Mu….ed Allâh’ın Rasûlü’dür” kısmından ayırmayın!. Yoksa ebediyyen cehennemde geberir geberir dirilir, doğduğunuza doğacağınıza bin pişman olursunuz! Siz, sakın ola baca vezninde hoca, moca ve loca gibi şeytanîleşmiş nesneleri zinhar dinlemeyin!. Kıyâmet yalanının bulutları saat 13.11’de kafalarınızdan sıyrılınca, tünellerden çıkıp gökyüzüne başınızı kaldırıp Allâh’a duâ edin ve deyin ki, “Ohhh be, dünyâ varmış, müslüman olmak ne güzelmiş!.”

 Asıl kıyâmet ne zaman kopar, bunu Allâh Azze ve Celle’den başka kimse bilmez! Mayalı-mayasız takvimi gibi şeylerin Kıyâmet uydurması, mayası bozukların bir küfür ve şirkidir!.  Kıyâmet, asıl müslüman görünen münâfıkların başına hanidir kopalı!. Her an Kıyâmet kopuyor da gören ve duyan yok! Heriflerin kalbleri bir kere mühürlenmiş, bu mühür mümkini yok açılmaz! Siz, tünelzede insancıklar, sakın Okyanus Ötesi Ruhânîlerin idlâlât ve dalâletlerine kanıp kelime-i tevhidin ikinci cümlesi olan “Mu…..ed Allâh’ın Rasûlüdür kısmını sözlemeksizin rahmet ve merhamet!” hayâlleri peşine düşmeyin!. Kıyâmet’in, asıl en rezil ve berbat olanı, bu cümlenin, ma’nâ, medlûl ve ihâtasına tasdik ve tahsin taşımayan kâfir ve münâfık adamların kıyâmetidir… Onların kıyameti yanında bu cuma kopacağı söylenen Kıyâmet’in esâmîsi bile okunmaz!. Kalbinde tevhid ve Rasûl-i Kibriyâ Aleyhisselâm’a aşk u teslîmiyyet olanlara, O kopacak Kıyâmet çok korkutur ammâ zarar vermez!. O Rasûl, “insanları Kıyâmetle korkut!” emri almış, o kadar… “Ondan korkmam!” diyen, kendine başka din ve kardinal arkadaşlar bulabilir!”

Okyanus Ötesi mesajlar ise, bu babda, son derece eksantirik felsefe ve hülyâlar içinde devam eder:

“Birisi bir yalan attı ortaya ‘Aralık ayının bilmem neresinde ne olacak’ diye…”

Yooo, hiç de “Aralık ayının bilmem neresinde ne olacak!” diye yalan atılmadı!. Hangi iblisse, işte o iblis-i lâîn, “21 aralık Cuma günü saat 13.11’de Kıyâmet kopacak!” dedi; ve insanların insanlığıyla alay etdi,  o kadar!. İnsancıklar da hakîkatlara koşacakken, bu yalanlar karşısında korkudan tiril tiril titriyor. Zavallılar… Pensilvanya cenâhı ise, bu yalanlara çok kızmış olmalı ki, böyle bir “hoşgörüsüz ve diyalogsuz!”  lisân ile ve hışımla ifâde-i merâm buyurmuşlar!. Gerçi bu, biraz da cemaat pîrinin gözbebeği B. Arınç’ın “şeyini şey etdiğimin şeyi!” kalaylamasına ve cinsine yakın bir hıtâb cinsiyetinde olsa da, kapıya dayanan Kıyâmet telâşı gibi fevkal’âde hâller içinde olur böyle şeyler!. Boş, Loş ve Hoşgörüle!

“Aralık ayının bilmem neresinde ne olacak!” diye, o iblislerin yalanlarından şekvâ eden möhderemler, eğer zerre kadar dürüst ve yalansız dolansız iseler, Allâh Azze ve Kâinât’ın Fahri Aleyhisselâm’a tebean, “Vatikan ve yehûdiyyet i’tikadlarının bilmem neresinden cennet görünmez!” desinler…

Dahî, Merhûm Müfessir Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri ve 15 asırlık ehl-i sünnet ulemâsı gibi:

 “- Allâh’ın Rasûlü başda olmak üzere, velev bir tek rasûlü kabûl etmemek, mâhiyyet-i nübüvveti kabûl etmemekdir; mâhiyyet-i nübüvvet-i kabûl etmemek ise, bütün peygamberleri ile berâber Hakk Teâlâ’yı kabûl etmemekdir!”

Desinler de görüverelim… Yoksa Rasûlullâh Aleyhisselam’ı “Kelime-i Tevhid’den” ihrâc etmek, Kâinâtda, daha büyük ve iğrenci olmayan, en büyük ve iğrenç YALANIN tâ kendisidir…

13 Aralıkdaki Okyanus Ötesi beyân, şu kısmıyla ise, tam  temel fıkralarına esas olacak cinsden! Kıraat buyurmaz mısınız:

“- Ben, hep Cenab-ı Hak’tan diliyorum ki, ‘Kıyameti koparacağın zaman beni bir yerde tut da, bir de öyle kainat çapında senin azametli tasarrufatını bir temaşa edeyim. Gelse ne olur, isterse şimdi gelsin.” 

–      Cenâb-ı Hakk’dan hep dilemek…

–      Kıyâmeti koparacağın zaman beni bir yerde tut!

–      Senin azametli tasarrufatını bir de kainat çapında öyle temâşâ edeyim!

–      Kıyâmet gelse ne olur?

–      İsterse şimdi gelsin!

Kâinât çapında “böyyükbaş!” dediğin ulu ve ata bir lider, ancak böyle ve cesur mu cesur olur…  O hiçbir şeyden korkmaz!. En az millî şâirleri Arnavut Âkif Hocfendi gibi hiçbir şeyden, Kıyâmet Mıyâmet falan filan ne olursa olsun, hiç, ammâ hiç korkmaz; ve asla ürkmez!. Allâh Celle “korkun!” dese de korkmaz… Çünki o, o kadar cesurdur işte!

Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle Şûrâ Sûre-i Celîlesi 17 ve 18. Âyetlerde “îman edenler ondan korkarlar, hazer ederler!” buyururken; çok böyyük lider ve başkanlar, ondan (Kıyâmetden) korkmazlar!.. Hele Okyanus Ötesi garantilere sâhib olanlar, hiç, ammâ hiç korkmaz ve şöyle meydan okurlar:

“- Kıyameti koparacağın zaman beni bir yerde tut!. Azametli tasarrufatını bir de öyle temaşa edeyim! Kıyâmet gelse ne olur! İsterse şimdi gelsin!”

Artık bu meydan okumaya Kur’an acaba ne diyecek, okuyalım:

“- Bu kitabı ve mizanı hakla indiren Allah’dır ve ne bilirsin, belki Kıyâmet yakındır.” (Şûrâ 17)

“- Onu acele istiyenler, ona inanmayanlardır. Îmân edenler ise, ONDAN KORKARLAR ve hakk olduğunu bilirler. İyi bil ki, o Kıyâmet hakkında mücâdele edenler, gerçek, (hakdan) uzak bir dalâl içindedirler.” (Şûrâ 18)

Elmalılı Merhûm’un tefsirinden:

“- Çünki ona (Kıyâmete) îmânı olmayanlar, onu isti’câl ederler (acele geliversin isterler.) Çabuk oluversin diye iviyorlar (acele ediyorlar.) Ki bu ivmek (acele) hâlen ve kalen (fiilen ve söz ile) olmak üzere iki vechiledir. Birisi, Kıyâmetin olacağına inanmadıkları içün, “doğru ise hani ne vakit o va’d!” diye eğlenmek suretiyle kavlen isti’câl ederler (Çabuk kopmasını isterler…) Bir de, îmânları olmadığı içün, küfür ve haksızlıkla muvâzenenin bozulmasına, nizâm-ı âlemin ihlâline sebeb olmak suretiyle fiilen isti’câl (acele) ederler. Îmân edenler ise, ondan (Kıyâmetden) hazer üzere bulunurlar (korkarlar- çekinirler- sakınırlar) mizanlarının hafif gelmesinden korkarlar da salâh ve hasenâtlarını artırmak, ziyâde sevâba nâil olmak içün korunurlar. Ve bilirler ki, o hakdır, muhakkak olacakdır. İyi bil ki, o saat (Kıyâmet) hakkında şübhe uyandırmaya kalkışanlar, her halde uzak bir dalâl içindedirler.” (Cild: 6, s: 4225)

Âkif Hocafendi de, “Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz!” derken, o cehennemin YARADICISINA ammâ da el ense çekiyor; (hâşâ) ve “senin cehennemin bile bize vız gelir tırıs gider, hatta yanarak gelir sönerek gider!” dercesine şâirce tadını çıkarıyordu! O da aklına estiği gibi şâirâne ilhamlara (!) müstağrak olarak kelimelere dans etdirib, ne de modernist ve asrî bir kafa tutuyordu!. O da böylece, “o zamana göre değişim ve dönüşümün!” zevkine varıyordu!. O da, başka tepelere taht kurup, cehennemi kuşbakışı tepeden “TEMª” eyliyordu!

“TEMÂŞA ETMEK!”

Öyle her kula nasib olmayacak ne mazhariyyet ama!

Okyanus Ötesi Pensilvanya mıntıka-yı şâhânesi de, çok emniyetli ve korumalı ve kuş kaçırmaz dikkat ve hassâsiyet gülistânı olmalı ki, oraca hep el üstünde “tutulan!” bir kıymet olanlar, kendilerinin, gene Allâh Azze tarafından ve hatta “Kıyamet koparken bile bir yerde tutulmasını!” mümkin görüp, encamlarından o kadar emîn bulunmaktadırlar!. Yoksa elinde “garanti belgesi!” olmayanların böyle cihan çapında söz, fiil ve hayâlleri zor bulunur! 

 Şöyle deniz kenarında, önü tertemiz kumsal, arkası yemyeşil çam ormanları ile bezenmiş bir mâlikâne… Ormanın içindeki tilkilere kadar her cins sevimli yaramazlar oynaşmakda; ve hiç birinin kuyruğu biribirine değmeden, hepsi de perende atmakda ve atdırmakda… Gece ay ışığı, mehtabın o gönül dolduran ışıklarının romantizmiyle, yakamozları konuşturacak hatta onlara şarkı söyletecek kadar dingin ve engin bir ufuk ziyâfeti çekmekde… Ve böyle bir yerde “TUTULMAK!” 

Sonra da Kıyametin kopuşu!. Ve bu fildişi saray yavrusundan, onu seyr ü “temâşâ!”

Hayâli bile bir ömre değil, bin ömre bedel ve değer! 

Hele “isti’câl” içre olunca, ne de tefsirdeki şablonlara tam oturuyor!

Milyarlarca insan can derdinde, feryâd ü figan, âh u enîn… Anasını kaybeden bebekler, çocuğunun parçalanışı karşısında çıldıran analar… Dağlar, denizler, okyanuslar paramparça olub biribirine girmiş, her yer yanardağlar gibi kıpkızıl lâvlar ve ateş fışkırmaları içinde yanıp yıkılıyor… Kâinât hallac pamuğu gibi atılıyor!. Göz gözü görmezken herkes can derdinde… Herşey biribirine karışmış… Tasviri ve dil ile ta’rîfi bile gayr-i kabil, korkunç mu korkunç, dehşetli mi dehşetli bir manzara… Tahayyülü bile kuvve-i hayâliyyeyi paramparça etmeye kâfi bir infilâk ve patlayış… Herc ü merc… Sâniyeler içinde binlerce tûfan, kasırga, tusunâmi, infilâk, patlama, erime ve buharlaşmalar, aman Allâh’ım!

Ve Kâinâtın mihveri Efendi Hazretleri, o fildişi köşkünün  en üst katındaki terasdan, sallanan şezlongu içindedir; ve elinde dürbün veya USA malı bir teleskopla, Cenâb-ı Hakkın “azametli tasarrufâtını”, bu manzarayı, seyr ü “TEMª” eylemekde… 

Ne güzel insan sevgisi; ve ne güzel “hoşgörü ve diyalog ve ibrâhimî dinler!” manzarası… Allâh Rasûlünü tevhid kelimesinden silenlere gösterilen “rahmet ve merhamet bakışıyla bakmanın”, Kıyâmet gününe akseden ışık ve ruhâniyyeti ve ihlâs ve samimiyyeti…  

Ve:  

“TEMÂŞÂ EDİŞLERİN!” EN GÜZELİ VE EN MÜKEMMELİ VE PEYGAMBERLERE BİLE NASİB OLMAYACAK KADAR MÜSTESNÂ “BİR YERDE TUTULUP” ORADAN KIYÂMETİN KOPUŞUNDAKİ TASARRUFÂTA BİR NAZAR! 

İŞTE, DUALARIN EN AKIL ÖTESİ VE HAYÂLLERİN DE MÂVERÂSINDAKİ ŞÂHÂHE KEYFİYET… 

SIRRU’L-ESRÂR DERECESİNİN DE ÖTESİNDE, ZÂTA MAHSÛS, FEVKA’L-BEŞER BİR ÜST MAKÂM Kİ, İDRÂKİNE ERİŞ SÂDECE MUHÂL! 

Ve işte  böyle hâtıfî bir duâ! Böyle nice dualara da âmin diyen bir cemaat inşâ edilmişken, daha nice akıl almaz dualar duyacağımızı şimdiden duymuyor musunuz?. 

“Cebrâil parti kursa, ona bile oy vermem!” diyen bir hâl ü keyfiyet ki, Mikâil Aleyhisselâm’a da, “temâşâ!” içün bir yol ve hatır neden bulmasın!. İsrâfil Aleyhisselâm’a, sûru üfüreceği zaman içün neden bir ayarlama ricâsı göndermesin!. Azrâil Aleyhisselâm’dan da, ecel zamanı içün bir “hoşgörü ve erteleme!” ikrâmı neden beklenmesin!??? 

“İbrâhimî dinler!”  denen 3 dinin 5 kıt’ada kuvvet muhassılasına “bileşkesine” sâhib bir zât olunsun da, bunlar olmasın, olur mu dersiniz!? 

Süleyman Aleyhisselâm bile, cinlerden ordulara sâhib, tüm canlı mahlûkâtın dillerine vâkıf, tâ Yemen’deki Saba Melîkesi Belkıs Vâlidemizi İfrit denen cin ile Kuds-i Şerîf’e sâniyeler içinde getirtecek kadar o dillere destan saltanat ve kudretine sadece bir tek din yani Müslümanlıkla sâhib ve bu kadar muazzam bir fadla mâlikken; bir de, o 3 dinin başındaki, o muazzam ve muhteşem makâmın saltanat ve kudretini bir tefekkür ve tezekkür buyurabilir misiniz???! 

 

(İntişârı: 20.12.2012)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir