Bu Ankara, Belçika Sınır İhlâli Yapınca Neye Susar Ve Uçağını Düşüremez?
28 Kasım 2015
Koçların Dedesi Hâhâmbaşı Haim Nahum!
24 Ocak 2016

Böyle son derece abes ve hades lâflar eden AKP irilerinden M.Ali Şâhin’e mukâbil; Ö. Çelik de, Acem palavralarını da fersâh fersâh aşan bir abartı ve

Ö.ÇELİK’E GÖRE: “LAİKLİK TÜRKİYE’NİN NÜKLEER GÜCÜ” İMİŞ!

Mehemmed SAFFET

 

Böyle son derece abes ve hades lâflar eden AKP irilerinden M.Ali Şâhin’e mukâbil; Ö. Çelik de, Acem palavralarını da fersâh fersâh aşan bir abartı ve kabartıyla: “Laiklik Türkiye’nin nükleer gücüdür!” gibi lâflar sıkabilmişdir!. Ve bu zât hem “bakan” ve üstelik “Parti Sözcüsü!” AKP’nin dışarıya nesi aksettirilib sızdırılacaksa; ve neyi nasıl yorumladığının ne kadarı bildirilecekse, bunları becerecek, temsil edecek ve cevablayacakların başındaki salâhiyyetdâr adam…

Halbuki bu zâtın 11 yıl evvel diline alarak kullandığı bu “laiklik” denen nesne, ancak 2-3 Frenk devletinde görülen, yüzlerce devletin beş paralık kıymet vermediği; ve İslâm hakîkatiyle mukâyesede, DÎNİ budayıb kırparak yok etme enerjisi taşıyan, 1789’lardaki Paris’den kalma çürümüş bir prensip… Bu i’tibarladır ki o, kopyalama ve (benzeme) taklidçiliği elinde kullanılmakdan başka bir şey olmıyan, su katılmadık ve taş gibi katı bir (ateizma)dır… Ve bu, müslüman bir milletin şahsiyetli bir dünyâ devleti olmasını, kezzapla (tuz rûhuyla) eritircesine yok eder.  Üstelik onu, sıradanlaştırır, hatta PKK, DAEŞ, FETÖ gibi nice eşkıyâ ocaklarının bile, yıllarca takılmadan atladığı bir çukur (hendek) hâline getirir!..

Acemistan şiilerine kadar dünya, “nükleer enerji kuvvet ve kudretine sâhib olacağız” diyerek pek büyük bir gayret ve cehdin elinde, şeytânîyyetin emrinde de olsa başdöndürücü teknik bir irtifâ kaydederken, şu Ekvator ormanlarındaki Pigmelere bile âr olacak (zihniyet kanseri) keyfiyete bakınız ki, “laiklik” denen çukur,  AKP içinde “nükleer enerji” çapında bir “kıymet hükmüne” bağlanabiliyor… Ve bundan, kat kat örtülerle YÜZÜNÜ saklama  ve adam arasına çıkamama hicâbı taşıyan bir tek AKP’li adam ve madam ortaya fırlayıb, yıllardan beri şöyle gürliyemiyor:

“Bu adamdan ve bu adam gibi madam kim varsa, bunların söylediklerinden sonsuz kere tevbe eder; ve Allâh’a sığınırız. Zehri, şifâ diye veya mağara devrini en modern ve ileri bir oluş diye takdim hezeyanına DENK bu cinnetlik hâli, son zerresine kadar tel’în ile “kınamakla”; ve bundan berî olduğumuzu da Kâinâta i’lânen tebliğ etmekle müftehîriz…”

Laiklik Türkiye’nin “Nükleer gücü oluyor” da, İngiliz’in, Norveç, İsveç ve Danimarka’nın, İspanyol’un, ABD’nin, İsrail Yahudisinin, İran PERS Şiiliğinin, Vehhabi Suud Selefilerinin, Moskof’un, Çin’in, Japon’un, Kore’nin Zambiya’nın, Tanganika’nın, Pigmelerin ve 2-3 ülke hâric yüzlerce dünya devletinin, neden “Nükleer gücü” olmuyor, olamıyor!? Burada bir hinlik, cinlik ve garâbet ü ihânet veya cinnet olması şart değil midir?

Bu nasıl akıl ve mantıksa, nasıl bir “Osmanlı torun-torbası dolu” bir parti olmaksa, işte böyle bektâşî sırrı gibi mechûl ve meflûc bir kafa hamûlesi karşısındayız…

Bugün, o Lozan’ın baş iblisi İngiliz ve onun tasdikçisi Yahudi ve tatbikçisi ABD ve hulâsa bütün Bâtıl ve Haçlı Batı, NATO palavralarına rağmen, Türkiye’yi, Moskof Ayısı, İran Şiisi, Şam Şeytânı, Suud Selefileri ve Çin Ye’cüc me’cücleri önünde yalınız, mütereddid, müzebzeb ve mütehayyir bırakmış; ve onun, iyice dökülmesini ve kendi kucağına tamâmen ve düşkün olarak yatmasını ister olmuşdur!. Ve onun içün de yeniden, zehirli AB yemini, Ankara’nın habire burnuna koklatmakda…

Laiklik, bu memleketi “şahsiyet müflisi” yapan; milyonlarca Anadolu insanının “dîn ve vicdân hürriyetine” pranga vurarak onun, yıllarca zındanlarda çürümesine yol açan; en müessir Batı zehri (İngiliz kumpası) bilinmedikçe, bu memleketin eski huzûr, sükûn, şevket ve kudretine erişeceğini hiç kimse zerre kadar ümid etmesin!. Yol, köprü ve meydan palavraları, mücerred, pozitivist ve gayguy kafalı sürüleri tatmîne yarar o kadar…

Katerina soyunun PUTin denilen bugünki Deli Petro’su, T.C.’nin, Batı Gâvuru tarafından nasıl oyalandığını çok iyi gördü; ve onun içündür ki, şımararak, Anadolu etrâfında karadan ve denizden bir ablukaya (kuşatmaya) cesâret etdi. Ona bu cesâreti veren 2 âmilden biri, beyân etdiğimiz gibi: 1) Laiklikle, ma’nevî herşeyini ve kudretini, şahsiyet ve şevketini kaybeden bir enkâz hâline geliş; 2) Batı denen kalleş ve kahpe dünyanın, dışından, “Nato’dan dostumsun” deyişine, içinden “hastir” çekmesi…

İşte şimdi Anadolu, târihinin hiçbir zaman ve zemîninde olmadığı kadar bir inhitad (çöküş) devri yaşamakda; ve dağa çıkan veya şehre inen üçbuçuk eşkıyâ ile bile, başedemez hâlde bulunmaktadır. Laik dembokratik Cumbokrasi icâbı olarak “hürriyet, hukûkun üstünlüğü, din ve vicdan bilmem nesi, birlik-beraberlik, hepimiz kardeşiz, din dil ırk farkı gözetmeyiz, ilkeler ülküler falan filanların tapınıcısıyız, Avrupalı, çağdaş, çöpdaş kimesneleriz, yan bakanı yakarız, şöyleyiz böyleyiz” gibi palavracı ve sayıklayıcı gevelemelerinden başka, müessir hiçbir kânûnu kalmıyan; haçlı kanûnlarını tercüme etdirib palyaçoya dönmeyi (hukuk) zanneden; caydırıcılığı ve ıslâh ediciliği iflâs sinyalleri verdiği içün çürük ve kokmuş hukûk-guguk müsveddeleriyle oyalanan; HER YERİNİ, PUTPERESTLİK, FÂİZPERESTLİK, SARHOŞPERESTLİK, ZİNÂPERESTLİK, YILBAŞILARINA KADAR RESMÎ KUMARPERESTLİK İLE DOLDURAN; Batılı gâvura yaranma uğruna “zinâ ve gayguy” denen iğrençliği serbest kılarak bir nevi teşvik eden; îdâm cezâsı gibi kendini bile idâm hikmeti taşıyan (kısası) yani YARADAN’ın “KISASDA HAYÂT VARDIR” BUYRUĞUNU DAHÎ, BATILI GÂVURLARA TAPINMA UĞRUNA ÇÖPE ATAN; o iğrenç mahlûku bile, kasaplık  kesim hayvanları listesine alarak milletin cibilliyetini ve cinsiyetini bozub karartarak halkı haçlılaştıran; ADÂLET MÜESSESESİNİ ZULÜM ADINA İŞLETEN BÖYLE BİR DÜZEN, ELBETDEKİ ETRAFINDAKİ SIRTLANLARIN DÜZÜB BECERECEĞİ BİR YEM OLMAYA MÜHEYYÂ, KARTONDAN BİR KAPLAN DEMEKDİR…

İşte bugün, manzara müşahhas olarak göz önündedir; bunu, “dünya devletiyiz, büyük bir devletiz” şeklindeki palavralarla ve “ölü yüzü pudralar” gibi gerzekliklerle saklama imkânı da artık kalmamışdır… Ya olmak, ya ölmek noktası… Ya “adam gibi 1000 yıllık aslını inkâr etmiyen” sâdık ve vefâlı bir ahfâd olmak; veya, “on asırlık aslını inkâr eden” bir mahlûkun iktisâb etdiği adem çukuruna batış…

Mâzî ve hâl meydandadır; “Laikliği (ateizmayı) Türkün nükleer enerjisi” telâkkî edecek kadar şuuru muhteller bugün gelinen “hendekli=hendekmekân dembokrasi” zirvesine oturdukları yerden bakabilir; ve daha “can, dîn, ırz, mal ve akıl” emniyetinin bile temin edilemediğini gözleri varsa görebilirler… Hergün asker ve polis katledilsin diye mi laiklik “Türkün nükleer enerjisidir!?”

AKP’nin, parti sözcülüğüne kadar sâhib-i salâhiyyet kıldığı Ö. Çelik nâm adamın, (18 Haziran 2004’de Sabah’da) yazdığı yazısına, “Laiklik Türkiye’nin nükleer gücüdür” lâfını serlevha yapacak kadar zehri şifâ diye sunması, son derece şâyân-ı esef bir hâdisedir; ve bunu, ibret-i âlem içün ve vesîka çapında aşağıya almıya değer buluruz:

……………………………………….

“G-8’ler ile Büyük Ortadoğu ve Afrika coğrafyasının unsurlarının toplantısına “demokratik ortak” olarak katılan Türkiye’nin durumunu çok dikkatli bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.
Türkiye bölge ülkeleri gibi “hedef ülke” konumunda değildir, olamaz. Stratejinin planlayıcısı konumunda olan G-8 ülkelerinin pozisyonunda da değildir…
G-8 perspektifiden bakıldığında Türkiye tüm bölge için “referans” verilecek bir ülkedir. Çünkü laiklik, demokrasi ve hukuk devleti gibi prensiplerle çok önceden ve derinlemesine tanışmış ve bunları kendi “sisteminin omurgası” haline getirmiştir.”

Hadi canım sen de!

O omurga dediğin, omurga kabul edilirse, her (omurun) arası fırttırıb FITIK olmuş!. Bu kadar ilerlemiş (müzmin) bel fıtığını teşhis bile edemeden, onu kim tedâvî edecekdir?. 11 yıl sonra bugün, yahudi GAZI mı, AB eşiği mi??? Şu yukarıda söylenenlerin tamâmen tersini bugün görmek; ve cümlesinin de, tekzib edici siyâsî iflâsla netîcelenişini tesbit etmek, ne kadar berbat bir tablodur!. Bu kadar bâtılın tahakkukunu temennî ve isbâta hazırmış gibi de sıkmak ve gözboyamak, işte dünyânın gözleri önündedir; ve aklı başında bir insanın vereceği puan da apaçık ortadadır…

Devam ediyor:

“Bölge ülkeleri açısından bakıldığında ise Türkiye demokrasi ve değişim dinamikleri bakımından somut bir “yol haritası”dır. Türkiye kendi coğrafyasında yüz elli yılı aşan demokrasi tecrübesine sahiptir ve laiklik ilkesini, siyasi sisteminin temel unsuru yapmış olmanın yanı sıra, bir toplumsal barış ve bir arada yaşama stratejisi olarak içselleştirmiştir.”

“Yol haritası, değişim dinamikleri, laiklik ilkesi, toplumsal barış, bir arada yaşama stratejisi!”

Bunların ve daha onlarcasının karıştırılıb suyu sıkılsa, aceba bugün yahudi saçına dönmüş Suriye, Irak, Moskof, HOCİA fitnelerine; Filistin’deki yahudi zulmüne; Şii İran sızmaları ile Suud Selefî dayılanmalarına; Musul, PKK, DEAŞ, PYD, “hendek dembokrasisine yani eşkıyâ çukurlarına”; 1200 bilmem kaç akademiSİYEN FİTNE KIYAMI ile orasını bilmem nereye dayamışlar partisine; “canlı bomba” patırtı kütürtülerine; “dost ve müttefik gavurların” yüze gülüb arkadan çukur kazıcılıklarına; Paralelci, Piskevitçi, Cehennem Partici muhâlefetle kendi kelindeki belâlarına karşı, bir damlacık, evet bir zerrecik ilâç (merhem) çıkar mı?

Çıkmadığını müşahhas olarak görüyoruz ki, o “Türkün nükleer gücü olan laiklik” hiçbir derde dermân olamadığı gibi, hiçbir HALTA da yaramıyor!

Bir damla merhem çıkmadığının isbâtı, tam 11 sene içinde KOSKOCAMAN Nemrut Dağı gibi binlere bâliğ mes’eleler altında iflâhı sökülen bugünki Türkiye’nin, dehşetli manzarasıdır!

Aksinin isbât (vesîkası) nerde?. O “Laiklik denen Türkün Nükleer Gücünün” imâl etdiği mamüller hanidir?. Sürü sürü vatan hâinleri, “yarın harb olsa bilmem ne gavuru yanında olurum” diyen cumbokrasi çocuğu piç kuruları, laiklik gayguyları, dembokrasi hırsızları…

Okuyana:

“Cumhuriyet modeli ile her türlü etnik kökeni aşan bir birliktelik modeli üretmesi ve laiklik ilkesi ile her türlü dini aidiyeti aşan bir toplumsal barış stratejisine sahip olması, Türkiye’nin değerler açısından derinliğini ifade ettiği gibi, aynı zamanda stratejik üstünlüğünü temellendirmektedir.
Türkiye’nin “hayat sahası”nı da çerçeveleyen Büyük Ortadoğu coğrafyasında yaşanan derin krizlere bakıldığında, bunların bölgenin demokratik cumhuriyet modeli ile tanışmamış olmasından ve laiklik ilkesi sorunlu siyasi rejimler tarafından yönetilmesinden kaynaklandığı görülür.”

Ateizma ihtilâcı ki: Tek kelimeyle DEHŞET!

laiklik ilkesi ile her türlü dînî âidiyeti aşan bir toplumsal barış stratejisine sahip olmak…”

İşte, 92 yıldır “DÎNÎ ÂİDİYYETİ AŞMA” adına, bir milletin soykırımı… Topdan tenkîl, imhâ taarruzu… Bunu göremez hâle getirilen, 10 asırlık Anadolu milleti…

Dedik ya, 92 senelik nakârâtın, “çevir kaz yanmasın” stratejisi!

 Büyük Dâhî, Şeyhülislâm ve Devlet Adamı Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri şöyle buyururlar:

“Dînin dünyâdan ve ta’bîr-i âharla hükûmet ve siyâsetden tefrîki (ayrılması) mes’elesini çıkaranlar, Dîn-i İslâm’a en kestirme yoldan sûikasd etmek istemişlerdir. Müslümanlığın kuyusunu kazmak içün tertîb edilen kamalist ta’biyesinin en müthiş kısmını bu nokta teşkîl etdiği hâlde, bunu, hadd-i zâtında Müslümanlık’a sığar bir şey gibi göstererek müslümanların gözüne perde çeken gizli dîn düşmanları bizim aramıza kadar girmiş…” (Yarın Gazetesi, 5 Zilhicce 1346–25.Mayıs.1928 Cuma. Maskeler Sıyrılıyor Serlevhalı yazı serisi)

“Dînî âidiyyeti aşmak” ta’bîri ile anlatılmak istenen ise son derece korkunçdur. Müslümanın en büyük ve asla vaz geçemiyeceği âidiyyeti MÜSLÜMANLIK’dır. Çünki Müslümanın İslâmiyyet’den daha kıymetli bir varlığı olabileceğini düşünmek sadece muhâl…

Şeyhülislam Merhûm, bunu da şu cümlesi ile aynı makâle serîsi içinde beyan buyururlar:

“Akıl ve mantığın icâb etdiği bütün şu tedkîkâta göre milletin nazarında HERŞEYDEN MUKADDES OLMASI LÂZIM GELEN DÎNİNİ, hükûmetin tecâvüzünden masûn ve mahfûz tutmak içün, hükûmeti de dîn kaydı altına almakdan başka çâre yokdur.” (A.g.e. 20 Zilka’de 1346—11.5.1928)

Zaten bütün (devrim) adı altındaki başkalaştırarak yepyeni bir (ulus) üretme ve türetme işi, bu “dînî âidiyyeti aşmak” yani yıkmak üzere ele alınmış; ve dünya târihinde eşi benzeri görülmedik bir “âidiyyetsiz bırakma” faaliyyeti olarak irtikâb edilmişdir. 

11 sene evvelki bu sözlere bakıb, insan, “bunları ben mi söylemişim!” diyerek buhâr olması lâzımken; çok sayın ve möhderem Hökûmet-i Dâvûdiyye ve Cumhûriyyet-i Tayyibe’de bu zât-ı Âhırüzzemân, şimdi BAKAN ve iktidâr fırkası (partisi) SÖZCÜSÜDÜR!. Hiç kimse, “Bu sözler partiyi ve  böyyükbaşları bağlamaz” diyerek kıvırtmıya kalkmasın!. Bunlar tasdîk ve tasvîb edilmeseydi, TEKZÎB edilmesi şart olurdu! Hanidir, 11 yıldır en küçük bir tekzib veya ihtâr? Lâkin, makam ve mevki’ler atlatarak tam tersine taltifler ve terfi’ler…

Yukarıda, “Türkiye 150 yılı aşan bir dembokrasi tecrübesine sahibdir!” diye şâhâne de bir keşfiyyât ızhâr buyrulmuşdu!. Elhakk doğru, 1876 birinci meşrûtiyet herzesinin “Kânûn-ı esâsîsinden” kaç yıl geçmişse, o da parmak hesabına gelememiş olmasına rağmen, o zamanki mason felsefesi bugün hâlâ sanki bayraklaştırılarak şöyle denecek:

“Yaşasın! Sultân-ı Âlî Şân Efendimiz Hazretleri’nin, Lâ yuhtî ve lâ yüs’el zât-ı Şâhâneleri!.”

Bu adam ve madam PUTLAŞTIRMANIN adı da, 150 yıllık dembokrasi tecrübesi!

Yiyene!

 Meclis Raîsi Âtıfetlû İsmâil-i Kahramânî Hazretleri’nin böyle “Kânûn-ı Esâsî’den ESİNLENME ve besinlenme” anayasa taslakları da, herhalde sümen altında hergün okşanarak vakt-i merhûnu gelinceye kadar saklanmaktadır!

Adı geçenin satırlarına devam edelim:

“Bölgenin hala ulaşmaya çalıştığı değerler olan bu iki unsur ise Türkiye’nin siyasi varlığının “tanımlayıcı” esaslarıdır.

Özellikle bugün dünyanın içinden geçtiği sürece bakıldığında, demokratik cumhuriyet modelinin ve laiklik ilkesinin, gerek değerler açısından, gerekse güvenlik felsefesi bakımından Türkiye’nin “nükleer gücü” olduğu daha açık ortaya çıkmaktadır..”

Acemistan, PERS-ZERDÜŞT-Şİİ imparatorluğu içün “nükleer santraller” vâkıasıyla dünyanın ödünü ağzına getirirken, AKP’nin bugün BAKAN ve SÖZCÜ makamları ile terfîan ve taltîfen başlara çekdiği zât-ı ma’lûm, “Laikliğin, Türkiyenin NÜKLEER gücü olduğundan” bahsedebiliyor! Ve bu esrârengiz “nükleer güç” sa’yesinde de, bitmiyen terör, anarşi, ölümler, patlamalar, canlı bombalar, hendek ve eşkıya çukurları, yetimler, dullar, sönen ocaklar, kananfil katletme seansları v.s.!

Sevsinler nükleer gücünü!

Laiklik, dembokrasi ve cumbokrasi, “Türkiye’nin varlığını tanımlayıcı esaslardanmış!” Daha? “Değerler açısından ve güvenlik felsefesi bakımından La-dem-cumbokrasi teslisi, Türkiye’nin nükleer gücü” imiş!

92 sene sonra saplanılan çukura bakar mısınız?

Hiçbir AKP’li de kalkıb, 2004’den beri Ö. Ç’in bu “güvenlik felsefesi” ne halta yaradı diye soramıyor ya! İşte bu felsefeyle bugün, Cenûb-ı Şarkî Anadolum, kazılan HENDEKLERLE HENDEKİSTAN VEYA HENDEKMEKÂNİSTAN oldu, kimse böyle “felsefenin içine!” diye ağzını açamıyor!.

 İşte AKP felsefesi, hayır, yukarıda geçen “güvenlik felsefesi!”

O günden bugüne, bu kurtlu, çürük, bayat, bâtıl ve “nükleer” felsefe sebebiyle nice ocaklara “ateş düşdü” , çoluk çocuk öksüz, dul ve analar oğulsuz kaldı; nice canlar pisi pisine toprağa girdi!. Ve BÖLÜNME tehlikesi T.C.’yi fenâ sıkıştırmada!

Şu batası laikliğin bu kadar “esrârengiz ve nükleerengiz” bir atom, hatta hidrojen bombası gücü taşıdığı el hakk doğrudur! Çünki Anadolum’uza böyle yüzlerce nükleer bomba sallansa da Nagazaki veya Hiroşimalara dönseydik, bu kadar haritadan silinmez, PKK, IŞİD ve HOCİA TERÖRÜ gibi onlarca terör bu kadar azmaz ve gebermiş hâle gelinemezdi!

İnciler devam ediyor:

Demokratik cumhuriyet modeli ve laiklik ilkesi, Türkiye’nin aksesuvarları değil, bizatihi “siyasal genetiği”dir. G-8 Zirvesi ile Büyük Ortadoğu gündeminin iç içe geçmesini zorunlu kılan tarih ve siyaset dinamikleri, cumhuriyet modeli hakkında zaman zaman polemikler üreten kimi Batılıların ve laiklik prensibi hakkında eleştirel pozisyon alan bölge ülkelerinin, Türkiye’nin “siyasal genetiği” hakkında ciddi yanlışlıklar içeren bir akıl yürütme içinde olduklarını da ortaya koymuştur.

Gerçekten, bu coğrafyada demokratik cumhuriyet modelini ve laiklik ilkesini “siyasal genetik” haline getirmek, küresel düzeyde nükleer güç sahibi olmak kadar ciddi ve etkili bir pozisyondur.”

L-D-C teslisi, “Osmanlı torun-torbasına” göre, meğer “Tükiye’nin siyâsal genetiği” imiş!. Ölümünden 66 yıl sonra Kamal Paşa’ya şöyle denseydi:

“Dünya Çapında Heykeli En Çok ve EN Büyük Paşa!

Sen öleceksin! Ammâ, 66 yıl geçib tarih-i efrencî 2004 olunca, AKP adında karıları sıkmabaş, kendileri abdest ve gusüllü (!) hacılı hocalı ve dinlerinde bütün mü bütün (!) bir partinin Böyyükbaş bir adamı çıkacak ve ateizmin latince ifâdesi olan şu adı geçen (teslis)e, yahudi anaları gibi öylesine 10 parmakla sarılacak ki, senin partinin adam ve madamları bile böyle “genetiğiyle oynanmış” lâf üretib türetemedikleri içün, kenardan mahcûb ve me’yûs bakar ve dizlerini döver olacaklardır!”

Paşa kim bilir neyle ve nasıl ve kimlerle efkâr dağıtırdı!

Bu “genetikli siyâset” bir-iki ay evvel ruznâmeye yeniden gelmiş olsaydı, hazır ABD’den ve İsveç’lerden yollara düşüb gelen ve  Beştepe’leri bile teşrîf eden şu Nobel ödüllemeli Sancar Bey, bu noktada da (Ö. Çelik’e) müzâhir olur, “genetik ihtisâsıyla” ona bazı ip uçları verir; ve hatta “ipin ucu”nun kimde olduğu hususunda bile Çelik’i bilgilendirebilirdi!. Türkiye “siyasal genetiği” yani irsiyet âmilleri, hangi İngiliz spermleri ile hangi gaylama yumurtalarının ilkâhı ile zigotlanmış; ve sonra buradaki kromozamlara nasıl dizilmiş, bütün bunlar da “bilimsel olarak” çok iyi anlaşılabilirdi!. Nobelleme genetiğinin ödülleme siyâseti, o Mardinli yurtdaşa ne dedirtmişdi:

“Ödülümü Atama adadım. Cumhûriyet bir mucizedir. Osmanlı hayrânıyım!”

Tam AKP felsefesinin ve “nükleer gücün” enerjisine göre söylenmiş pırasasör vecîzeleri!

AKP felsefesinin “siyasal genetikli” ve laiko-dembokratik-cumbokrasi teslisli bir kepçesiyle bindik bir ALÂMETE, gidiyoruz KIYÂMETE!

Allâh encâmımızı hayreylesin!

Âkil geçinen mecnunları da gayreylesin!

(İntişârı. 16.01.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir