(4) Şevket Eygi İctihâdı İle, “Laik Dembo-Kratik” Devlet Bütçesi (Havuzu veya birikintileri), Oldu Beytülmâl-i Müslimîn
27 Aralık 2012
Papalık Ve Dünyâ Siyâseti Fırıldakları!
13 Şubat 2013

CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’in, “Kürt milliyetçiliğini bana ‘ilericilik’ ve ‘bağımsızcılık’ diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla

MÜTEFERRİK

Mehemmed SAFFET

 

 

CHP’DE ADAM VE MADAM IRKÇILIĞI

 

CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’in, “Kürt milliyetçiliğini bana ‘ilericilik’ ve ‘bağımsızcılık’ diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz” demesinden sonra, ortalık, dembokratik lâf ishâlinden geçilmez, ufûnetinden de tıkanılır  hâle geldi…

CHP bu!. Başından sonuna kadar maceralar dizisi… Şeflerinden şer-eflilerine ve (şeref…..rine) kadar ne ararsan sebil…

Türkçülük, ırkçılık, şovenlik, diktatörlük, ataizma, din düşmanlığının daniskası, hele Allâh, Peygamber, Kur’an ve topyekûn dîn düşmanlığı, ezan-ı Mu……î yasakçılığı… Bazı gerzeklerimizle gâfillerimiz, bazen de saflarımız “ezan 18 sene Türkçe okundu!” gibi lâflar ediyorlar ki, bu söz, kat’iyyen yanlışdır; ve Allahsızlığı yumuşatma çeşnisi taşır… Ezanın Türkçesi, aynen Kur’anın Türkçesi gibi olamaz; ikisi de vahyin ortaya koyduğudur, tercemeleri muhâl… “Türkçe Kur’an!” demenin küfür olduğu, Şeriat kitabları ile Elmalılı tefsîrinde apaçık yazmaktadır. Söylenecek olan şudur:

“- Bu memleketde ezan, 18 sene, İngilizin İstanbul’u, Yunanlının Polatlıya kadar Ege ve Anadolu’yu, ötekilerin diğer bölgeleri istilâ etdiği zamanlarda yapmadıklarından bin beter bir gâvurlukla YASAKLANMIŞ ve SUSTURULMUŞDUR…”

(Cehe…..partisi) deyince, akla başka neler mi gelir? Adam asma, kesme ve biçme… Mezârından Kemah’lı HOCA’yı çıkarıb darağacına çekme… 500.000 müslümanı salben idam… Millete, 27 sene, her türlü baskının en zâlimcesi…

Geçelim…

Allende-Büllende… “Osmanlı Şeriat Düzeni!” diye Ecevit ağzıyla verib veriştirme ve aslı inkâr!… Dadaylı Büyük Osmanlı âlimi ve Mekke Kâdısı Mustafa Şükrü Efendi Hazretlerinin torunu olarak Allâh Rasûlü’nü değil de,Hindli Tagor’un mezarını ziyaret içün İbrânicesi Raşel (türkleşmişcesiyle Rahşan) madamla, tâ diyâr-ı Hind’e sefer eyleyüb, seyr-i sülûk-i rûhânîde kat’ı-merâtib eylemeler… Bahr-i Muhît-ı Atlâsî Ötelerindeki hocfendi Hazretlerinden, bizzat Âhıret’de ilk “şefaat müjde ve muştularına” nâiliyyet haberleri!…

Bahr-i Muhît-ı Hindî’deki DENİZ YATKAL VE TUTKAL transit yolu ve hattından, uçkur ve vidyolu “çağdaşlık, çığırdaşlık ve uçkurdaşlık” devirlerine don gömlek atlıyarak; ve üstü ve altı (.oklu) ilkelere taparcasına sadâkat dahî göstererek; ve dede olmuşluğun dinçliği ve gençliği ve atletizma ve uçkurizması içinde performanslar!.

“Ne mutlu Türküm, bir TÜRK dünyaya bedel, Ey TÜRK gençliği!” gibi “Dede Korkut!”masallarından ve ergenekon destanlarından “esinlenme ve besinlenme” hülyâlarından sonra, şimdi, emânet, “ne mutlu Türküm!” demeye dili dönmeyen KÜRT Kemal’e teslim!. Alevî ve KÜRT…  Emânet edenin de, edilenin de, hâli nicedür şimdi ey, ÜMMET-İ İCÂBET ve dahî ÜMMET-İ DA’VET?. Îcâbına bakıla diyen bir Allâh kulu da ortada kalmadı…… Selânikli Kemal’den, Dersimli Kemal’e çek bir hat, işte (Cehe….parti) ve pırtısı…

CHP dendi mi, akla bunlar ve bunlar gibi nice binbir türlü insanötesilikler, insanaltı ve insanüstü efsâneler, destanlar, esâtir, mitoloji, itoloji, atoloji ve niceleri geliveriyor!

Şimdi de, bir “ırkçılık ilke ve ülküleri ile tilki ve türküleri!” ortalığı ayağa kaldırıb “anıt kubûrdaki” gibi saygı duruşu ve kıyamda ibâdet ediş ritüelleri icrâ edilmeye başlandı…(NOT: Oraya kabir deyen echel-i cumhûriyyedir, çünki orada 5-10 tane kabir var, kabrin cem’i kubûrdur, onca kabir varken müfred sîgasıyla hâlâ “kabir!” denir mi, bu ne rezâlet!)

Sanki şeflik devirleri, ırkçılığı (kavmiyetçiliği) bu milletin başına belâ etmemiş de, bu günün adam ve madamları, bunu yeni keşfetmişler!. Yahu 1908’den beri, bu necâset fikir fuhşu ivmesi gitdikçe artan bir hızla devam edib gidiyor… Allâh Azze’nin Dîni “Elhamdülillâh Müslümanım!” demeyi kalblere çakıb insanları ve kavimleri biribirine karındaş yaparken, bu karındaşların birliğinden doğan kuvveti eritib gâvur tâifelerine ikrâm etmek isteyen Truva atları, bu tevhid formülünün yerine “Ne mutlu, ne şutlu, ne kurtlu ve ne utlu bilmem ne demeleri!” getirib oturtdu; ve ortalık da işte bugünki yahudi saçına döndü… Yahûdî ve nasrânî tâifeleri müslümanlardan amma da tatlı intikâm aldılar!

“Bir deli kuyuya bir taş atar kırk akıllı çıkaramazmış!” denir ya; bu “ırkçılık ve kafatascılık ve kemik-kurukafa-iskelet-tahnit-mumya-ölü elleyicilik!” belâsını da, İslâm âleminin deryâsına atdılar, 105 senedir hele 90 senedir, 40 değil, 400.000.000 ferd-i vâhid, o taşı veya o belâyı yakalayıb çıkaramıyor ve def’ edib atamıyor… Türk ırkçıları ırkçılık yapacak, sonra Arab ırkçıları ırkçılık yapacak, ammâ Kürt ırkçıları ırkçılık yapmıyacak, onlar armut toplayacak!.

Ne güzel, yemezler…

 Kürte de, Araba da, şuna da buna da ırkçılığı ihrâc eden, Ankara’dır adamlar ve madamlar!. Sizsiniz, sizin ervâh-ı kerîhe-i inkilâbiyyeniz!. Sizi de gaza ve saza getiren, Hılâfeti yıkma karşılığında birilerinize nice makam ve mevkiler va’deden İngiliz muhibliği ve köleliğiniz; ve Lozan-Ozan ve bozanlığınız!

İşte eseriniz!. Geçin karşısına, doya doya seyredin!

Buna, “silâh şimdi geri tepdi!” denir… Hılâfet 42,5 millet, illet veya ulus veya uyuzu bir tek millet veya ümmet yapıb karındaş eylerken; cumhûriyet totaliterizması veya jakobenizması ise, bir tek millet ve ümmeti, 42,5 ırka bölüb fırka fırka ayırdı, parti parti pırtı pırtı didekledi ve sulh u sükûnun da anasını belledi!. İnsanları insan olmakdan çıkarıb, işte bugünki canavarlar hâline getirdi!. Enses hayâsızlıklara  kadar her yeri öylesine rezâlet ve kepâzelik kapladı ki, herif öz kızını 10 sene yatağına alıb yatabiliyor… Sebeb olanlar silsilesindekilere sonsuz lâ’net…

Kendisinin, Allâh tarafından yaratıldığına inanan, O YARADANIN yaradış hikmet ve düsturlarına göre yaşamak mecbûriyyetinde, mükellefiyyetinde ve hatta mahkûmiyyetinde olduğunu kat’iyyen bilir ve ona göre yaşamanın dışında her türlü hayat tarzını, dîni, doktrin ve ideolojiyi şeytan pisliği olarak görür; ve onu mutlak ma’nâda reddeder… Aksi halde, kim olursa olsun, onun, Allâh’a inandığından aslâ bahsedilemez… Ona gayr-i ilmî ve avam diliyle “ALLÂHSIZ” denir… İsterse bin kere inanıyorum desin, isterse beş değil 55 vakit namaz kılsın, isterse çarşafa değil çuvala girsin, isterse vatanı kurtardım desin, isterse dünyayı “refah ve seadete boğdum!” desin, ne haltı yerse yesin, bu lâflara aklı başında bir müslüman, zerre kadar ve aslâ inanamaz!. O kabil adam ve madamların sûret-i hakk’dan görünmeye yarayan tepeden tırnağa bütün lâf ve fiillerini, zerre kadar ne samîmî bulur; ve ne de bir kıymet hükmüne bağlar…

Bu vezn ile tartmakdan ne zaman ki bu millet uzaklaşdı, şimdiki tezekden terâzilerin bilmem neden kefelerine bir takım ecnebî (Truva atındaki) adam ve madamları doldurub tartmaya başladı; ve böylece de, ayvayı bol bol yer hâle geldi ve tıkandı!

Yol iki: Ya Allâh Azze ve Celle’nin yolu; yahud da, Allâh’sızlık ve politik şeytanlaşmalar… Birlik istemekde fikir fâhişesi olmadığını isbat etmek istiyenlerle, istemiyenlerin vezn edileceği bir tek değişmez ve pörsümez ölçü, mücerred işte bu…

Birinci şık atlandı mı, o zaman, karşımıza nebevî formül apaçık ve netîce hâlinde çıkar:

“- NASILSANIZ ÖYLE İDÂRE EDİLİRSİNİZ!” der…

İkinci şıkka devam mı?

O zaman, dembokrasinin lâf ishâllerine bulanarak, at martini Debreli Hasan dağlar inlesin: “Durmak yoooooook, yola devam!.”

Yiyene…

 Horoz döğüşünden yeni çıkmış külüstür tavuk gibi tepesi kelleşmiş karıların lâf ishallerini, yüzüne gözüne bulaştıra bulaştıra, “hâkimiyyet milletindir, yok ishâl bölgelerinindir!” demeye ve ufûnet içre yağlı güreş tutmaya devam!

Vıccık vıcık!

  

OCAK AYI SANKİ NALLARI DİKME AYI OLDU!

 

 Ölen ölene… Spiker kemküm de, yola düzüldü… Yaş-amlarında (hayatlarında) neler neler edib demediler, ne abuk sabuk, ne müşrikçe lâf ishâlleri ile kokutmadılar…

Bir de müslümanların ağzını tıkamak içün gavurcukların bir icâdı var: “Ölenin arkasından konuşulmaz!”

Ulan biz, ölenin arkasından mı konuşmuşuz?. Arkasından konuşturmak istemiyen “ölsün!” de, biz de konuşmayalım!. Ortada ölen yok ki… Ulan geberen geberene, ölen hani?

Vay gavurcuklarımız vay, bize kimin arkasından nasıl konuşacağımızı da öğretir oldular!. Bu it sürüleri ne zamandan beri bize akıl veriyor?. Kimin ölüsü, kime konuşturulmaz?. Bunun hadîs-i şerîf olduğunu da bilmezler, bilseler mutlaka aksini yaparlar! Böylesine Ebû Cehil inadı ve zıdlaşması vardır bu kamalist ve modernist ve mezhebsiz gâvurcuklarda!

İslâm’a ve müslümana her türlü denaat ve şenaatı revâ gör, sonra da ölmüş ol! Nerde o bolluk?. Geberene ölü muâmelesi yapmak geçdi artık… Arkasından konuşturmak istemiyen, adam gibi ölsün gitsin, gebermesin!. Adamlar hem geberiyor, hem de “bizi, geberdi değil, öldü kabul edin! Biz, sizin ölününüz, sizin ölünüz arkasından aman konuşmayın, günahdır ha, aman aman!” numaraları çeviriyorlar ki, uyuzluğun en kaşındırıcı cinsi!. Adam gibi, müslüman gibi öl, bak arkandan vıdı vıdı eden olacak mı?. Geberme arkadaş!. Bir ömür boyu, İslâm ve Müslüman kuyusu kazmadan git o gideceğin yere!

Yahu bir adam, 11 asırdır kendisinin (İslâm’ın) yaşandığı, Şerîat’ının devlet idâre etdiği, Allâh deyû nice fezâilin arşa çıkdığı, milyarlarca insanın kendisine îman etdiği, dünyaya sulh ve sükûn, nizâm ve adâlet dağıtan ve insanlık öğreten bir dîne bu kadar mı bîgâne kalır ve hatta ona sövercesine şöyle der:

“- Budizma mı, İslâmiyet mi, Hıristiyanlık mı, hangisi daha iyi derseniz, benim içün farketmez!. Hihi hi, hohoho…!”

Bu şu demekdir:

“- Ey, müslümanım diyenler, ey kelle sayısı i’tibariyle “benim dinim hakdır” diyen 50-60-70 ne ise, işte o kadar milyon ehâli, siz en iyi din, benim dinimdir diyorsunuz! Siz bunu, gelin benim küllâhımın ucuna anlatın!. Hocfendiniz bile “ibrâhimî dinler!” deyib, “hepsi hakdır, hepsi doğru, hepsi güzel, hepsi cennetin hurilerine ve gılmanlarına kavuşturur, altından ırmaklar akan cennetlerin nimetlerine hepsinden de kavuşulur!!!.” demiyor mu?. İnanana tabii!. Biraz da yiyene! FARK yok arkadaşım FARK yoooook! Anladınız mı?. Hohoho hihihi!”

Şimdi mutlaka aradaki FARK görülmüş ve anlaşılmışdır!

Bu FARK, herkes tarafından vallâhi anlaşılacakdır!. Bunu Fir’avn bile:

 “- Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân etdim!”

Diyerek, apaçık ortaya koydu!. Kelâm-ı Kadîm ortada… Bunu bir tek istisnâsız herkes ortaya koyacak!. Bunu Hitler de, Mussolini de, Stalin de, öteki cümle âlemin şefleri ve şebekleri de ortaya koydu!. Hiç kimse, “FARK buymuş” demeden, FARKI görmeden, öteki tarafa geçmedi, geçemedi, geçemez ve geçemiyor!. Çünki YARADANIN kânunu böyle; ve O’nun parlamento veya esperantodan, portmanto veya şapkadan tavşan gibi çıkacak veya lâf ishâline bürünüb bulanarak ortaya fırlayacak kânûnu (hâşâ ve kellâ) olur mu hiç!.

Her nalları diken, cennetdeki makâmını veya cehennemdeki veya çenesindeki çukurunu görmeden bu dünyâdan gi-de-mez!

Îmansız adam ve madamlar! Kânûn böyle… Sizin kânunlar her üçkâğıtçılık karşısında durmadan ve (şey karı bilmem nesi) gibi kılıkdan kılığa girer, ammâ; Allâh’ın îmân, usûl ve Âhıret kânunlarına, Âdem Babamız (Aleyhisselâm) zamanından beri zerre kadar değişmeden îman edilir ve mu’cibince de amel… Son Şerîatla ortaya konulan (amel kânunları) da, zarûrât-ı dîniyyeden olanları ile gene aslâ zerre kadar değişmez ve değiştirilemez… Allâh indinde ise, O’nun nâmütenâhî ilmi muktezâsı, herşey O’na ezel ve ebed çapında ma’lûmdur ve değişmez… Çünki O, YARADANDIR, sübhandır…

Adam ve madamların kânunları ise, dediğimiz gibi âciz mi âciz mahlûk uydurmalarıdır; ve nâmütenâhi zırvalar, noksanlıklar, hastalıklar, hezeyanlar ve müşrikliklerle dopdoludur…

Sadede gelelim:

“FARK etmez!” deyen, ister gazeteci, ister gevezeci, ister şef, ister şebek, ister prof, ister (.oklamış beleş), ister devlet adamı veya madamı, ister dede, ister zelzele, ister hergele, ister mason, kim olursa olsun, mutlaka FARK var mı yok mu, bunu gözüyle görüb kulağıyla da duyacak; ve bütün zerreleriyle ve ruhunun bütün frekansları ile tesbit edecek; ve  otopsi, emar ve tomar ne varsa hepsinin  raporları (!) ânında ve en doğru şekli ile ve özün özü olarak şimsek gibi önüne konulacak ve yallaah öbür tarafa.. Bunun adı, Azrâil Aleyhisselâm’ın rûhu bedenden ayırıb, cesedi dünyaya, rûhu da ukbâya havâle edişi… Buna, mü’min inanır, kâfir, müşrik ve münâfık inanmaz, “FARK yokdur!” diyerek hahaha hihihi der geçer!

Evet, işte o rûhun bedeni terki sırasında, ânında FARK  anlaşılmış ve mesaj alınmışdır! Kimisinin rûhu pamuk balyası içinden dikenli telin çıkması gibi çatır çatır, söke söke, acıtarak ve cıyaklatarak çıkar; kimisinki de tereyağından kıl çeker gibi… Bunları her zaman dışdan bakınca görmek de şart değildir!. İçerde ise Kıyâmet kopmuş, FARK anlaşılmışdır, mesaj yerine varmışdır!!!

“Her nefis ölümü tadacakdır!” Kur’an hakîkatı bedâhaten ortada… Allahsızlar ne kadar ölümden korkdukları içün onu ağızlarına almamaya ve kulaklarına sokmamaya ve gözlerine çakmamaya çalışsalar da, ÖLÜM, mutlak bir hakîkat olarak tepelerine, bir gün ve bir saat ve bir sâniyede inecekdir… Zaten onu zihin ve gönüllerinden devamlı öteledikleri içün, insan olamıyor, şeytan veya şeytanın vekîli olarak dünyanın başına belâ oluyorlar… Bunlar ne kadar ölümden kaçarlarsa, mü’min de o kadar onunla burun buruna yaşar! Allâh selâmet versin bizim bir Ramazan Ayvalılımız vardı, 30-40 yıl evvel gençken, kol saatine “El mevtü hakkun!” yazmış, her saate bakışında ölümü hatırlamanın bir başka türlü formülünü de böyle bulmuşdu… İnsan doğacağını bilmeden doğar, ammâ, öleceğini bilerek yaşar… Bunu hiç kimse de inkâr edemez… FARK yok diye yırtınsalar, tepinseler, çıldırsalar da boş!. Kalacak olsaydı, dünyâ Sultan Süleyman’a (Aleyhisselâm) kalırdı!. O SULTAN Süleyman’ın yanında, Kânûnî Süleyman’ın adı bile olmaz üstelik… Birinin kudreti dağlar kadar olsa, ötekinin muhteşemliği bir iğne ucu kadar kalır!. Meraklısı muteber Şerîat kitablarına baksın!

Ocak ayı, defterleri dürme ayı gibi bir vurdu, deldi geçdi! Madam değil de bir adam da öldü!. Dünyada toslamış, yoklamış, (.oklamış), abantlarda hoşgörülerde çoklamış, hocfendi cenâhında, kamalizma etrafında alkışlanmış, diyalog ve diyalogcu sofralarında lokmalamış, dolaşmış, mış mış… “Şişmankürk!” olarak nice müslüman genci emniyet ve nezârethânelerde işkenceden geçirmiş, sonra o da FARK yokmuş ile yola revân olmuş!. Ha hıristiyanlık ve yahudiyyet, ha müslümanlık, FARK etmez demiş ve gitmiş!

Şevket Eygi’ye göre “hem kamalistmiş, hem müslümanmış,” mış mış… Nasıl oluyor veya olunuyorsa! Eski ictihadlarına göre bir insan müslümansa kemalist olamazdı, ammâ (oklamış) cinsi mevtâlar içün, husûsî fetvâ da çıkarmış olabilir!. “El insânu abdü’l-ihsan!” buyrulmuş!.  Şevket’e iyilik etmiş, hapse girmemesi içün şâhidlik yapmaya söz vermiş!. Miş miş… Bunun içün de Şevket’e göre “Hem kamalist hem müslüman sınıf-ı âlîsine terfian kaydı yapılmış, binnetîce, Allâh Rahmet eylesin miş miş!!!..” Endülijans muâmeleleri devrinde olmadığımızı da artık kimse iddia etmesin!. “Ehl-i Sünnet!!!” diye yırtınmaların altından bile bu tip muâmeleler çıkdığına göre, artık Kıyâmet hakîkaten yaklaşdı demekdir…

Hani Paşa Zıyâ demiş:

“Çok hâcıların çıkdı haçı zîr-i bağalde!”

Daha ne hocfendilerin, başkanların, taşkanların, mücâhidlerin, mehdilerin, müceddid ve müctehid ve fıkıhçı ve ilahyapyatçı ve DİB’çilerin de zamanı gelince “haçları koltuk altlarından çıkacak!” Zâten birçoğunun haçları ve karninallikleri ortaya dökülmeye başladı bile!!!

Dediğimiz gibi, Vatikan’ın endülijans muâmeleleri, “müslümanım” diyenlere de geçmiş olmalı ki, “FARK etmez!” deyenlerin topu da, “rahmetli!” olmaya başladı… Sarık cübbeli (.eş k.rgaları) musallâ taşına hangi (.eş) gelse, “errr kişi veya hâââtun kişi niyyetine!” deyû bağırtı eyleyüb, cennet vizesini de anında imzalayıb patküt mührü basıyor!. Yakında, bu ta’bîri de, (dil kurumu) ve baca kurumu tozlarıyla halt edib, “FARKLI kişi veya adam leşi veya madam kişi veya madam eşi!” gibi tabirlerle ele alabilir ve cennete giriş vizesini çok daha geniş kitleler içün düzebilirler!. Hıristiyan ve yahudi mezarlıklarına vize alamıyan “ibrâhimîlerin!” buralardan vize almaları da hükûmet-i Tayyibenin hizmet paketleri arasına girebilir… “Müslüman gençlik yetiştirme projeleri!” de, böylece, belki daha semeredâr bile olacakdır!. Allâhu a’lem bissavab!

“Budizm mi, İslâmiyet mi, Hıristiyanlık mı iyi, benim içün FARK etmez!” diyenlere müslüman diyenler içün de FARK etmiyor ki, onlar da, onlara “MÜSLÜMAN!” diyebiliyor ve “RAHMETLİ!” sınıfına sokabiliyor…

 Akâid ilmi bakımından, bu iş içün de Şevket Eygi, dediğimiz gibi bir fetvâ çıkarsa, hiç de fenâ olmıyacak… Hem elde, “FARK ETMEZ!” soyundan bir fetvâ da olmuş olur!. Hem, literatür zenginliğine de yarar…

“Tecdîd-i îmân ve’n-nikâh!” demeyen fetvâlar külliyâtı da, böylece, yeni müctehidler elinde tekâmül (evolüsyon) geçirmiş; hoşgörü ve diyalog hocfendileri ile aralar da düzeltilmiş; ve ılımlılık “açılımı!” içün bir köprü bile elde edilmiş; ve ehl-i sünnet avukatları da yeni kaziye-i muhkeme hâline gelmiş delillerle, yollarına daha iyi devam imkânı yakalamış olurlar!..

Hükûmet-i Tayyibe Reis-i âlîsi gibi ne kadar tekrâr, dahî tekrâr etsek az:“Ettekrâru hasen, velev kâne yüzseksen!”

“Çok hâcıların çıkdı haçı zîr-i bağalde!”

Echel-i cühelâ, Allâh Azze’nin Dînini ne hallere sokdu ki, buna iblis-i lâîn bile hayretden donub kalıyordur…

İşte dünyâ bu kadar küçüldü ve alçaldı!. At üstüne bacağını, eşşeğe biner gibi bin!

 

(İntişârı: 02.02.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir