(3) Şevket Eygi Bey’e Tecdîd-i Îmân Mı Lâzım?
1 Ağustos 2011
(5) Şevket Eygi Bey’e Tecdîd-i Îmân Mı Lâzım?
4 Ağustos 2011

Lâ teşbih ve lâ temsil, istikbâlde gelecek olan Allâh’ın kulu ve Son Peygamber’in ümmetinden Mehdi ve Îsâ Aleyhimesselâm da, O ZAMAN,

ŞEVKET EYGİ BEY’E TECDÎD-İ ÎMÂN MI LÂZIM?

(4)

Mehemmed SAFFET

 

Lâ teşbih ve lâ temsil, istikbâlde gelecek olan Allâh’ın kulu ve Son Peygamber’in ümmetinden Mehdi ve Îsâ Aleyhimesselâm da, O ZAMAN, bu “evrime” eyvallâh edip DDP’ye yani “Dünyâ Dinler Parlamentosuna!” bir küçük davetnâme ile da’vet edilebilecekler ve bir tebliğcik sunma hakkına da aceb sâhib olabilecekler midir!? Hâşâ!

Yüce “imtiyâz-ı rubûbiyyet makâmı” ruhban sınıfının buyurduğu vechile o “dembokrasiden geri dönülemiyeceğine” göre, o iki Büyük velî zât-ı mükerrem, “siz, dîni politize edersiniz!” denilerek o D.D. Parlamentosuna da sokulmayacaklardır zâhir!

Veya, T.C.deki “dembokrasi ma’bedi!” dedikleri yerdeki gibi (lâ teşbih ve lâ temsil), “evvelâ, gelin, nâmûsunuz üzerine bir güzel and için, sonra oturumlara katılın ve komisyon çalışmalarına başlayın!”falan mı denecek!? Sonsuz kere hâşâ ve kellâ…

“-Ne günlere kaldık ey, Gâzî Hünkâr?”

Bütün bunlar, Okyanus Ötesi Böyyük Makamların acantasında nasıldır, bu çok “gizemli” dosyalar nerelerde saklanır, bunların plan ve projeleri nasıl böyyük sır ve hikmetler taşır, tabii bunları avâm-ı nâsın bilmesine lüzum yokdur! Bunlar, buyrulduğu üzre “idârecileri alâkadâr eder, toplumun her ferdini alâkadâr etmez!” 

Şevket Bey ise, bunca derin, esrarlı ve hassas mevzûların ölçülerine hiç itibar etmez ve elindeki atadan kalma kantarla miligramlık kimyâları tartmaya kalkar ve “Din elden gitmişdir!” deyû şöyle ahkâm keser ve fesâd çıkarmak içün yerinde rahat duramaz ve sorar da sorar:

“-Soruyorum: Müslüman bir memleketin Ceza Kanununda zina suç olarak yazılmıyorsa…”

Yazılmayabilir, bu da “toplumun her ferdini alâkadâr etmez, idâdecileri alâkadâr eder” ve o %2’nin içindedir zâhir! Ve tabii her zaman, mekân ve herşeyde (hoşgörü) şartdır, o olmazsa, dini değil %98, %1 bile yaşamak mümkin olamaz! Gir “hoşgörü-diyalog” teknesine, orada bir güzel vaftiz ol, ondan sonra bak bakalım, dîn, değil % 1 ile, %98 ile bile nasıl sahâbîler gibi yaşanıyor!

O suç, bu suç, zinâ da suç olmayıversin canım, Kıyâmet mi koparmış? Kerhânelerdeki karı kadın satışlarının KDV’leri bütçeye eklenmezse, ortaya adam besleyecek devlet bütçesi mi çıkar!? Onca devlet me’muru, sonra imam, müftü, vâiz, kayyum, müezzin, derviş, devrilmiş, mürid, tirit, müsevvid, DİB reisi, hey’et-i müşâvere a’zâları, ilâhyapyatçı uçkuru düşükler, fıkıh cercisi leş kargaları, cenâze imamı modern ve boynu ağlâlli akbabalar v.s’ler, qubur ve qubûr f……. gibi nerelerden beslenecekler?

Aç kalırlar aç, nefesleri kokar, evdeki evlâd ü ıyâl gırtlaklarını sıkar, imiklerine çöker, nefes alamazlar ve açlıkdan boğulup geberirler!

Zinâsız ve kerhânesiz devlet, meşrûtiyet, cumhûriyet, dembokrasya, religionizma, bombokrasya, laiklik, hoşgörü ve diyalog, parlamentarizma, feminizma, reformizma, revizyonizma, kamalizma, hümanizma, militarizma, nasyonalizma, fröydizma, satanizma ve daha binlercesi… Bunlar onsuz olur mu hiç!. “Kadın hakları!” demek, iki asırdır ve şimdi, kadınların kerhânede zinâ yapmasına ve kendilerini satmalarına kadar her haltı yiyebilmeleri olarak kayda düşüldü!

Zavallı Şevket Bey de, 15 asır evvelin kafasına özenip “zinâ”düşmanlığına kalkışmaz mı?

Bir de, falankeslerle filankeslerin tezkiyesi de uhdesine verilmiş mukaddes bir vazife sanki! Hani “durumdan vazife çıkarası!” gelmiş gibi… Hâle bakın:

“-Yahu Atatürk, İsmet Paşa, Celal Bayar rejimlerinde, 27 Mayıs askerî idaresinde, 12 Mart darbesinde, 12 Eylül cunta rejiminde bile zina suçtu..” 

Amma da suçdu haa… T.C.’de zinânın “suç olduğu bir rejim yaşandı!” diyenin aklına ve fikrine ve zikrine Mübârek Ramazanda çok yüklenmek istemeyiz! Ancaaak, kerhânelerin vesîkaları, KDV’leri, koruma polisleri, özlük hakları, uçkur gücüyle çalışan emekçilerinin emeklilik ve o…… hakları, uçkur pislikleri, zührevî hastalıklar hastahânelerine fevc fevc sevkleri, eyds bulaştırmaları, binbir çeşit kerhâne cinâyet ve vak’aları, yolları, mahalle ve sokakları, rütbeli ve rütbesiz bürokrasya irilerine kadın tedârik etme trafo merkezleri, metres sanayii, babasız vatandaşlar, şeceresiz böyyükbaşlar dünyâsı, aygırlarından peydahlama çocuklarını Sezeryanizma ile çarpan “çağdaş yaşamlı” ve çok bakımlı ve satımlı sosyete ve cumhuriyet karılarının hizmetindeki tabâbet dünyasının aşşağılık yüz karaları, necâset diplomalılar, muhtelit lise ve üniversitelerde hatta daha alt yaş sınıflarındaki talebeleriyle yatak fasılları yapan öğretmen-öğürtmen öğürtüleri… Bunların topu da, ne zaman bu memleketde görülmemiş ki, o zamanda “zinâ suç idi!” denilebilsin!!!

Fesübhânallah!

Gerçi arkadaşım, o zamanlarda, ne AKP vardı, ne de hoşgörü-diyalog gibi (evrimli) değişim ve dönüşümler, ilerlemeler ve Okyanus Ötesinin kitablara geçen şu sözündeki gibi “ruhda ve insan düşüncesinde Darwin’inki gibi (evrimler) yani evolüsyonlar!”

Ve ne de “Zapetero” gibi dost ve arkadaşlarla “Medeniyetler ittifakı!” gibi iyileştirme, güzelleştirme, elleştirme, seviştirme, geviştirme, genleştirme, değiştirme, dönüştürme ve eritip sürüleştirme ve nasrânileştirme seansları vardı!.

Onlar zamanındaki ceberutluk, kardinalyal veya diktatoryal“evrimler” daha başkaydı!

Şimdinin Okyanusyal “evrimleri” çok daha iç açıcı ve ümid verici,“İstikbâlin en gür sadâsı!” da, “Okyanusyal ve kardinalyal frekanslardan” dünyâya pazarlanıyor!

Şimdi Okyanus Ötesindeki Büyük Makam, “Türkçe Olimpiyatlarında” 130 ülkenin 8-20 yaş arası kızlarını sahnelere sürerek nasıl bülbüller gibi şakıtıyor!

O ne oyunlar, o ne renkli kıvırış ve bükülüş ve oryantal dökülüşler ki, tam da Okyanus Ötesinin hayâllerini süsleyecek ve adamın gözlerini tüllendirip dolu dolu edecek ve istikbâli müjdeleyecek cinsden! Papalık, Patriklik, Başkardinallik ve Başhahamlık gibi “ibrâhimî” mıntıka ve“kutsal üstü kutsal!” ve son derece sevgi-saygı membaı nâdîde mekânlardan kimbilir nasıl takdîs edilip, tebrikler ve tahsinler de taa yürek içlerinden nasıl fışkırıyordur! Bu makamların “lâbis-i libâs-ı katrânî” böyyükbaşlarının rızâlarını almakdan, onların dostluğuna nâil olmakdan, onların gönüllerini hoşnûd ve ferahnâk eylemekden daha “mutluluk ve kutluluk” veren hangi “mülâhazalar” olabilir, netekim?

Islık sesleri ile salonlar inim inim inlerken, hacı anne ve hacı babalarımız, “Hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyye!”nin verdiği o vecd ve istiğrak halleri ile, gözlerinden ve her azâlarından hüngür hüngür sevinç gözyaşları cevelân ve seyelân etdirivermiyorlar mı?! O garîbanlar da âhır ömürlerinde “global dünya patronlarının kapitân-ı deryâ”olduğu dünyâ gemisinin tayfalarından olmak şerefine kavuştular ya, artık Nâsıriyye Medresesi’nin avlusundaki kıçı kırık köprüden geçer gibi hatta çok daha suhûletle Sırat’dan geçip Firdevs cennetlerine kavuşacaklardır! Sahnedeki yarı soyunuk kızlar da Âhıretde onların hizmetini görüp kimbilir ne hayır dualar alacaklardır!

Şevket Bey de hâlâ, fıkıhsız, şerîatsız, hukuksuz, hükûmetsiz, emr-i ma’rufsuz, namazsız, tesettürsüz, nikahsız din olmaz, madem bunlar yok öyleyse din elden gitmişdir!” deyû kâreler bağlayıp tüllenen gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtıp cehennem korkusuyla saçını başını yolsun ve dünyâsını kendi kendisine zehir zıkkım etsin!.

Değer mi arkadaş!

Bak, o kadar hapishânelerde hırpalanmış, çile çekmiş, gün yüzü görmemiş, şimdi de bir ayağı kabir kapusuna dayanmış nurlu, huzurlu ve kıdemli şakirtler bile, en sonunda pes edip sahnelerin karşısına geçdi, huri ve gılmanlarını seyreder gibi 130 ülkeden devşirilen elâlemin müştehât yavrularını seyr ü temâşâ itdi!

“İbrâhimîliğin” lütuf ve ihsanlarına garkolup ve ne tatlı ve zevkli dakikalar geçiriyorlar! Bu “fütuhât!” rüyâlarda görülse kim inanırdı?

Veya şöyle mi deseydik:

“- Üstâd” Said Nursî kabrinden şööööyle bir doğrulup manzaraya bir baksaydı, aceba onca zenâdıkaya bile helâl etdiği haklarını, vefâtından 51 sene sonra bu şîrâzesi çıkmış ve endâzesi fırttırmış sahne fuhşiyyâtına nasıl not verir, haklarını da nasıl helâl ederdi, bilen beri gele ve söyleye!”

Yoksa “Üstâd” Said-i Nursî şöyle mi inler, âh u enîn ederdi:

“-Ulan papa, patrik ve haham soyu! Benim takımın bunca kısmını ne edip de kendinize benzetdiniz ve tanassur etdirdiniz! Ve bana bunca ters düşer hâle getirdiniz! Ben, ehl-i Kitâbı küfr-i mutlaka karşı çok azıcık omuzlayın dedimse, vur dedim, öldürün demedim ki! Bu keçeliler yehûdî ve haçlılarla can ciğer kuzu sarması olup çıkdılar! Bu heriflere yoksa ben, birkaç lokma haram mı yedirdim, yoksa benden gizli mi tıkındılar, tövbeler Yâ Rabb!”

Ne buyrulur, bu korkunç mâcerânın, daha yüzbinde kaçını yazabildik aceb?

(Mâba’di var)

(İntişârı: 03.08.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir