Sp Baş Demokratı Prof. Dr. Mustafa Kamalak Bey İle Samîmâne Bir Yârenlik…
11 Haziran 2011
Patronlarının “Yeni Dünyâ Düzeni”ne Geçişde, “Türkçe Olimpiyatları!”
27 Haziran 2011

Şevket Eygi Bey İslâm gibi mutlak bir hakîkatla “Kemalizm!” denilen beşerî bir dîni mukâyese ediyor. Fakat bu mukâyesesinin mübhem bulduğumuz bazı

ŞEVKET EYGİ BEY TENÂKUZA DÜŞMEDEN YAZMALIDIR… 

Ahmed SEYYİDOĞLU 

 

Şevket Eygi Bey İslâm gibi mutlak bir hakîkatla “Kemalizm!” denilen beşerî bir dîni mukâyese ediyor. Fakat bu mukâyesesinin mübhem bulduğumuz bazı noktalarının açıklığa kavuşturulması da şartdır. Zira “i’tikâda müteallık noktalarda böyle mübhemiyyetlere!” yer olamaz…

Başlık şu:

İslam ile kemalizm uyuşmaz ve bağdaşmaz

Metne geçelim:

“İLAHÎ İslam dini ile Marksist ideoloji uyuşur ve bağdaşır mı?.. Uyuşur ve bağdaşır demek mümkün değildir. İkisi birbirinin zıddıdır.”

BİZDEN Not: “Bağdaşır demek mümkin değildir!” demek, doğru değildir, (muhaldir) demek doğrudur… Çünki İslâmiyyet ile, dışındaki topyekûn ideolojiler içün de bu böyledir… Vahye müstenid bir (dîn) sistem, ilâhî ve (mutlak), bunun dışındakilerin tamâmı (izâfî, beşerî ve indî) sistemlerdir…

Bir müslümânın kendi dîninin zıddını ve tersini, zıd ve ters kabul etmemesi demek, o adamın kendi dînini reddetmiş olması demekdir ve bu adam mürtedd adını alır…

Bugün Marksist ideoloji nerdeyse müzeye kaldırılmış ve “dembokrasi!” denilen dîn Türkiye’yi bile yutmuşken, Şevket Bey buna neden el ve kalem atamaz; ve kamalizmayı marksizma üzerinden ele alır ve misâllendirir, anlayamıyoruz!. Bir müslümân içün İslâmiyyet’in dışında ve O’na ters herşeyin (butlânı) bedâheten ortadadır ve aslâ kabûl edilmesi bahis mevzuu olamaz. Aksi halde o adam, beyân etdiğimiz gibi o şeyi kabûl etmiş, İslâmiyyet’i ise reddetmiş olur. İslâmiyyet (mutlak ve münezzeh) bir nizam olması hasebiyle kendi dışındaki bir sistemi şerik olarak aslâ kabul edemiyeceğini en temel ve mutlak kânûnu olarak vaz’etmişdir… Kelime-i Tevhîd’in birinci basamağı olan “Lâ ilâhe” kelimesi, bunu âmirdir ve bütün tanrıları ve onların ideoloji, doktrin ve dînlerini, felsefî sistemlerini (nefy) ve redd esâsını temellendirir ve bu, mutlak bir îmân ve hedef ister… Bu noktada zerre kadar bir (hoşgörü ve ılımlılık) İslâmiyyetle alâkayı kat’iyyen keser…

“İslam, Tevhid inancı yani kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh, kainatın Yaratıcısı, alemlerin Rabbi, mutlak kudret Sahibi, ilmi ve iradesi her şeyi kuşatmış bir Allah’ın varlığını kabul eder. Marksizm ise ateisttir, materyalisttir.”

NOT: İnsan sadece Allâh’a inanmakla müslümân olamaz! Peygamber ve Kur’ân’a inanmadan sadece Allâh’a inanmak muhaldir. Çünki bu ikisi “Allâh” dedikleri ma’bûdun zat, sıfat ve esmâsını ortaya koyuyor, başka hiçbir kaynak buna muktedir değil… Allâh’ın dışında hiçbir ma’bûd, tanrı veya ilâh, (Allâh) değildir ve O’nun yerine geçemez… Çünki 14 sıfatı taşımayan bir ma’bûda (ALLÂH) denilemez ve bu sıfatları haber veren de Kitâb ve Peygamber… Dolayısıyla “Ben Allâh’a inanırım ama Kitâb ve Peygambere inanmam!” diyen adam, bunlara inanmadan ALLÂH’ı diğer tanrılardan ayıran zat, sıfat ve esmâyı nereden nasıl öğrenecek ve bilebilecek?. Allâh, mücerred peygamberlerin haber verdiği ma’bûd… Diğer adamların, dînlerin, ideoloji, doktrin ve felsefelerin ortaya koyduğu tanrıların hiç birine (ALLÂH) denilemez… Allâh, mücerred, “İslâmiyet, sâdece benim dînimdir, ben, bu dînin haber verdiği, zâtımı, isimlerimi ve sıfatlarımı zikretdiği ma’bûdum… Adım da, Allâh ve ismimdir diye diğer zikretdiklerim…”

“Kemalist sistemde (Ona bir tür dindir de diyebiliriz…) Allah’a iman şartı yoktur. Bir deist de Kemalist olabilir, bir ateist de.”

NOT: Biz, kendi mukaddimemizden sonra şimdi asıl mübhem noktaları zikredebiliriz…

Marksizim de (izâfî ve beşerî) bir dîndir ve İslâmiyyet’i ortadan kaldırmak hedefine sâhibdir. Her dînin müşterek tarafı, kendi hâkimiyyeti hesâbına, kendisini ortadan kaldıracak dîni veya dînleri yok etme hedefidir… Çünki İslâmiyyet’i ortadan kaldırmadıkça, başka hiçbir dîn kendisine hayat hakkı bulamaz. İslâmiyet de mukâbeleten aynen böyledir… İslâmiyyet’in bu hedefi apaçık Kur’ânla ortadadır ve böyle olduğu içün bu esâsî bir kâidedir ve buna da îman etmeyene müslümân denemez…

Deizm, Allâh’a, vahye, peygamberlere, âhıret hayatına, kadere, meleklere ve herhangi bir dîne inanmayı reddeden felsefî bir mekteb… Deizma, sâdece kendi felsefesi elinde icâd etdiği “tanrısına!” inanır… Kamalizma bir dîn olunca, dînleri reddeden bir deistin kamalizma dîninde olması mümkin olamaz! Dolayısıyla “bir deist kemalist olabilir!” diyen Eygi, bunu nasıl izah edecekdir?!. Deizmin tanrısı İslâmiyyet’in haber verdiği ve adı ALLÂH olan ma’bûddan bambaşka bir varlıkdır. Allâh, herşeyi yokdan yaradan ve herşeye kudreti yetendir… Deizmin tanrısı, pek çok tanrılardan biridir ve insan zihninin varlık verdiği (îcâd etdiği) bir muhayyel tanrıdır…

Eygi’nin “bir ateist de kemalist olabilir!” demesi de nasıl olacak acaba?. Kamalizma bir dîn olarak ele alınır da bir dînsiz demek olan (ateist), nasıl kamalist dîninde olur, hayret!. T.C. içinde ve Samanyolu akıl defterinde, liberal cenahda ve Taraf gazetesi gibi mahallerde nice çok ileri kamalizma düşmanları var ki, bunların bir kısmı ateistdir… Ateist olup da ben kamalizma dîni içreyim diyenine, biz hiç rastlamadık! Şevket Bey rastlamışsa ve bunun içün birkaç misâl verebilirse memnûn oluruz!

“Peki İslam dini ile, M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalist ideoloji uyuşur ve bağdaşır mı?

Bu ikisi de bağdaşmaz ve uyuşmaz.

İnsan sadece Allah’a inanmakla Müslüman olamaz. Kelime-i Tevhid’in, birbirinden ayrılmaz iki esası vardır: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in (Salat ve selam olsun ona) Allah’ın Resulü olduğuna iman etmek.”

NOT: “Kemalist ideoloji, Kamal Paşanın ölümünden sonra çıkarılmışdır!” demek de son derece yanlışdır. “Kemalizma!” 1919’larda bile literatürde vardır… Eygi’nin, “paşanın ölümünden sonra!” diyerek kendisine bir paratöner bulma gayreti de biraz hafif kaçıyor… Paşa zamanında yazılmış nice tarih kitâblarında da, “Türkün dîni Kemalizmdir!” diye yazıldığını bilmeyen olmasa gerek… Böylelikle Paşa, beşerî hayatın her safhasına el atan bir ideolojiyi te’sîs eden adamdır… Bunu kim inkâr edebilir? Bu, bütün dünyânın bildiği bir vâkıa değil midir?

Kelime-i Tevhîd bâbına gelirsek…

Eğer, Kur’ânın kâfir ve müşrik deyip lânetlediklerine ve Son Peygambere iman etmeyenler içün “kelime-i tevhîdin ikinci cümlesini söylemeyenlere de, rahmet ve merhamet bakışıyla bakılmalıdır!” diyen “Okyanus ötesi!”ndeki müstakbel Halîfe Hz’leri (!) gibi kelime-i tevhîde bakılır da, 15 asırlık tevhîd kelimesi içün“yeniden gözden geçirilmelidir!” diyerek o 15 asrın îmân ve i’tikâdı levmedilip yanlış bulunursa, işte bu da mutlak bir küfr ü dalâletdir…

Eğer kelime-i tevhîde, içinde bütün “zarûrât-ı dîniyye”yi toplayan bir ma’nâ yüklenmeden ve îmân ve i’tikâdı (zarûrî) bazı esaslar hatta bir tek kâide hâric tutularak “inandım ve söyledim!” deniyorsa, bunu söyleyene de müslümân denilemez… Elmalılı Merhûm’un ifâdesiyle “îmân, mu’cibe-i külliyedir; bunun zıddı olan küfür ise sâlibe-i cüz’iyye ile meydana gelir!”

Zîrâ (Kelime-i Tevhîd), Allâh’ın Dîninin tamâmını içinde cem’eden bir özün özüdür, lübbü’l-lübbdür… Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Hz., Muhammed Hamdi Efendi, İskilibli Âtıf Efendi, Muhammed Vehbî Efendi merhumlar gibi son Osmanlı ulemâsının eserlerine bakılırsa, kelime-i tevhîdin ne olup ne olmadığı çok iyi anlaşılır… Tevhîd kelimesini, mücerred papagan gibi telaffuzu ile ortaya koymak, ona îmân ve onu söylemek değildir ve olamaz…

Kemalist sistemde (Ona bir tür dindir de diyebiliriz…) Allah’a iman şartı yoktur. Bir deist de Kemalist olabilir, bir ateist de.

NOT: M. Kamal’ı, kamalizm dîninin tanrısı (ma’bûdu) kabûl etmeyen bir deist veya ateist aslâ kamalist olamaz… Bu dînin de tanrısı, “kutsal” kitâbları, elçileri, rûhânileri, dünyevî ateş ve gülistânları, rakılı–çilingirli âlemleri, kutsal balo âyinleri, kutsal şarapları, kaderini herkesin kendisinin ve tanrısının “yaratdığına” dâir i’tikâd esasları, Kâbe yerine geçen mukaddes toprakları, türbeleri, ziyâret evleri, ritüelleri, Anıt mahalleri, tanrıya yakarış ve şikâyetleri yazış defterleri veya bayram ve seyranlarda tekmil merâsimleri, mayıslarda denizden büst taşıyış ve birçok yerlerden toprak tedârik edişler gibi periyodik halleri, resmî devâirin tamâmında, hatta husûsî hastanelerin her odasında, meydanlarda, mekteblerde, şehir girişlerinde, müşahhaslaştırılmış tanrı varlığı demek olan büst ve heykel ikâmesi, saygı duruşları, silâh atışları v.s gibi kaçyüz kânun ve kâidesi vardır…

550 milletvekilinin andı bile bir dîn hükmünün edâ ve icrâ edilişidir. Kamalizma Dînine göre lâ teşbih kelime-i şehâdet!. Bunu söylemeyip bu dîne olan îmânını apaçık belirtmeyen, kamalizma dîninin Elmalılı Merhûm’un ta’bîriyle “imtiyâz-ı rubûbiyyet!” sâhibi “parlamentosuna!” giremez:

“-Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma;

Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma;

Toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma;

Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Kiminin yemin, kiminin and dediği bu ibâre bize göre kamalizmanın lâ teşbih kelime-i şehadetidir. Görüldüğü gibi burada “kutsal bir devlet” vardır; ve bunun kutsiyeti de kamalizma dîninin devleti oluşundan ileri gelir! Bu devlet, eşsiz kurtarıcı tanrının, Mîsâk-ı millî hududları içindeki, hatta arzdaki mazlum ve mağdur milletler üzerindeki zılli yani gölgesidir!

“Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği (hâkimiyyeti) derken de, Osmanlı Hılâfetinde “Allâh’ın hâkimiyyeti” yerine, burada “milletin=halkın” hâkimiyyeti denilmişdir. Ancak 90 yıldır hâkimiyyet aslâ halkda (göbeğini kaşıyanlar ve bidon kafalılarda) ve Ankara caddelerine sokulmayan köylü kentlide olmamış, asıl hâkimiyyet, Kamalizma dîninin kardinalleri ve ruhban sınıfında olmuşdur… Ancak bu hâkimiyyet (sonra kurbağaca egemenlik yapıldı) “halkın” denilerek örtülmüş, bu, halkın kendi irâdesi olarak takdim edilerek, onlara, Kamalizma dîninin esaslarını bu yolla kabul etdirme taktiği güdülmüşdür…

Halk, tapuyu kendisinin sansın ama, mülk, bizde olsun cinliği!

And’ın ikinci paragrafında yer alan (hukuk, demokrasi, laiklik, cumhuriyet ve üçüncü paragrafdaki huzur, refah, dayanışma, adalet, insan hakları, hürriyet) gibi laflar da, “ATATÜRK İLKE VE İNKİLÂPLARINA BAĞLILIK!” ile mühürlenmekdedir… Ve bütün bunlar, Kamalizma dînini tahkîm ve gözboyamak içün kullanılan dünya çapındaki emperyalist siyâsî terminolojiden başkası olamaz…

“Anayasaya sadakatden ayrılmamak!” ise, başlıbaşına traji-komik bir keyfiyet!. Bu anayayasa ile 8 seçim yapmışlar ve her seçim sonrası aynı “sadâkat!” andını içmişlerdir!. Sonra da sadâkatine and içdikleri o anayasayı durmadan değiştirmişler ve delik deşik etmişlerdir!. O anayasanın ustası zâlim diktatörün “anayasamı deldirmem!” lafı da NETEKİM bir halta yaramamış, şu son senelerde bütün belâ ve musibetlerin ana sebebini bu anayasaya bağlamışlardır! Üstelik de onu, yerin dibine geçirme yarışı başlamışdır!.

Kamalizma dîninin kitâbı da işte bu…

61 anayasası içün de, Kamalist Dîninin hatırlı kardinallerinden (Falih Rıfkı Yatay) nâm, azılı İslâm düşmanı müteveffa, Dünya gazetesinin başmakâle sütûnunda aynen: “Yerin dibine geçsin bu anayasa!” diye yazmışdı… Mahut kişi, Şengül hamamının müdâvimlerinden bir kardinal olması hasebiyle, onun bu giydirmesine darbeci postallılar (gık!) bile diyememişlerdi… Hem de darbeden bir sene sonra bile!

Kamalizma dîninin “and içme merâsimi!” denilen “kutsal ritüel!” bu dîne girişde veya bu dînde îmân tazeleyişde (lâ teşbih) kelime-i tevhid ve şehâdet mesâbesindedir… Bunu aşk ile ve bir dahî şevk ile, hatta sâbık meclis reisi ve mürîdân-ı Erbakan’dan Yâsîn Hatiboğlu gibi (ezbere) okumak, adı geçen dînde çok büyük bir hasene ve mübârek bir işdir…

Bu andı (lâ teşbih) zemzem gibi ve anıt tepeye dönerek ayakda yudumlayan ve içen milletvekilleri, o andan i’tibâren îmâna girmiş veya îmânlarını tâzelemiş olurlar… Aslında aylar ve seneler evvel vekilliğe niyet etdikleri andan i’tibâren bu iş başlarsa da, resmen ve alenen ma’lûmiyyeti, andın, kafaya dikilip içilmeye başladığı an i’tibâriyledir!

Hatta meclise giremeyip de girmeye niyet edenler ve bu andın içileceğini bilen ve bu milletvekillerine veya giremeyenlere aşk u şevk ile (oy) verenler dahî, vekâlet ve bey’atları sebebiyle aynı îmâna girmiş veya o îmânı tâzelemiş olurlar!. İkrâh-ı mülci olmadığı halde and içmek, hiçbir şekilde de “niyetim şuydu buydu!” gibilerde te’vîl ve kıvırtmayla ma’zur gösterilemez!. “Fetva aldık!” nânesi yiyenler bu yedikleri üzerine soğuk bir (and suyu) içerlerse hazma şifâdır!

Ameller niyetlere göre olduğu içün, bizim dînimizin zâviyesinden bakılınca manzara-yı umûmiyye ve dahî husûsiyye aynen budur!.

“-Falan filan partiye (oy) verin!” diye biribirine giren cemaatler, cemaat şef ve şeyhleri, hoca takım ve taklavatları, mürîdân-ı tirîdân ve çarşafiyelik nineler ve hacı anneler, ve boynu ağlâlli (yularlı) ve dersli hacı babalar ve gagası kızıllaşmış akbabalar, zikrullâhlı çenelerin mübarek sakallı dervişleri ve devrilmişleri, dahî genç ihtiyâr bütün ehâli-i etrâk ve ekrât, Başvezir Âtıfetlû Receb Tayyib Beyfendinin, yamacında ve eşliğinde Emnânım ablamız olduğu halde “bu demokrasi bayramı kutlu ve mübârek olsun!” dediği “Balkon hutbesinden!” nasîbedâr ve hissedâr olarak dembokratik füyuzât ve fütühâta nâiliyyetler kesbetmişlerdir…

Şimdi sıra, vekâlet verilenlerin üzerinden asâlet sâhib ve sâhibelerinin de aynı kamalist bereketlere ve ruhâniyetlere kavuşmalarındadır…

Sıkı Şerîat muârızı ve başörtüsü düşmanı, Kur’ân Kursu adüvv-i ekberi, AKP dembokratları içün “bunlar analarını bile satarlar” diyen zürriyet cerîdesi sâbık başyazıcısı ve soyadı ile müsemmâ ekşimtrak zât, and içirme ritüelini idâre ederken kimbilir Kamalizma dînine îmânı aşkıyla 549 muti’ vekîle nasıl kök söktürecekdir!.

O gün gelince yaşarsak görürüz, kaç gün kaldı ki?

El vekîlu ke’l-asîl buyrulduğuna göre kimse oy’unun boşa gitdiği şek ve şübhesine düşüp mahrûm kaldığı zehâbına kapılmamalıdır… Oy’ların encâmı ve netîce-i kelâmı ve iki cihândaki âkıbeti bu olsa gerekdir!.

Tabii cumhûriyet ve Kamalizma müftü, ideolog, mü’min, ilâhyapyatçı ve şeyhlerine sorulursa, “vatandaşlık görevleri ve işlevleri böyle edâ ve îfâ edilmelidir!”

Ve hatta cübbeli nâm fetvâ eminlerinin beyânları vechile “İslâm’da boş rey vermek yokdur!” gibi nice ulvî ve gâibden gelen fetvâlar ile amel etmek mutlaka vâcibâtdandır ve aslâ kazâya bırakılması câiz olamaz… Cuma namazının kazâsı oluyor mu, aynen onun gibi!

“Nâmus ve şeref üzerine and içme!” sözü de, Kamalizma dîninin kendisinden evvelki İslâm Dîninin mücerred Allâh Azze ve Celle adına yaptırdığı yemîni yerine ikâme etdiği, kendi (dînî) yemînidir…

Binâenaleyh, “Türkün dîni Kamalizmadır!” diye kitâblar yazılırken, elbetde tam teşekküllü bir dîn icâd edilmeliydi ki, buna bütün dünyâ da (dîn) diyebilsindi! “Türkler dînsiz oldu!” dedirtmek siyâseten de budalalık olurdu!. Çünki dünyada (dînsiz bir millet yokdu) ve Kamalistler bu sayede “İslâmiyet’i kaldırdık ama yerine çok modern ve Batı dünyâsının fevkal’âde memnun kalacağı bir (DİN) koyduk!” deme şansına da sâhib olacaklardı… Ve oldular da! 

Ancak bu yeni dîn (izâfî, beşerî, şahsî, keyfî ve indî) bir dîn olduğu içün, ancak 90 yıl, o da dipçik, hapis, ipe çekme, sürgün, işkence, darbe, muhtıra ve asker zoru ile ayakda kalabildi. Dünya konjonktürü ve politik manevraları çok değişince, ABD, İsrail, AB, İngiliz ve Vatikan cebhesinin müşterek menfaatleri, Kamalizmanın varlığı ile ahenk kuramaz oldu; ve bu dîn onların önünde, “son kullanma târihi!” geçmeye başlayan zehirli mantar konservesi gibi durmaya başladı!. Türkiye’ye Kamalizma dîni yerine yeni bir dîn biçilmeli ve Anadolu insanına, diğer türkî ve arap ehâlîsinin de örnek alacağı bu yeni dîn giydirilmeliydi!.

Dünya potronları içün artık, “yeni dünya düzeni!” bahis mevzuu idi. Bunun içün de “Okyanus Ötesinde!” kursa başlayan muhteremler diliyle “Hoşgörü ve Diyalog” dîni tedvin edilmeye ve 130 devletde “Türk Okulları!” perdesi altında bu yeni dînin misyonerleri yetiştirilmeye başlandı… Diğer yandan da adı geçen kursun Türkiye versiyonu olan AKP diliyle “Medeniyetler ittifakı!” diyerek, bu dînle dirsek temâsı başladı… Ve böylece daha gün yüzünde ve legal olarak “Dembokrasi Dîni!” inşâsına hız verildi…

Bugün Türkiye’de kopan kıyâmet işte bu üç dînin tepişmesinin bir netîcesidir. Bir tarafta son nefesini vermemek içün can çekişen Kamalizma Dîni… Karşısında da, onun imiğine çökerek hâkimiyyeti eline geçirmek isteyen ve resmen ve alenen “papalık misyonunun bir parçasıyız!” diyen, “ibrâhîmî dînler!” felsefesinin doktrineri ve “Okyanus Ötesindeki Türkçe Olimpiyatlı Muhteremlerin Hoşgörü ve Diyaloglu (ılımlı İslâm) dîni… Ve bu dînle kapışacakları güne kadar KOALİSYON hâlinde yürüyen, AK yüzlüyüz diyerek de oyları torbalayan AKP “Dembokrasi Dîni!..”

Kamalizma yerini bu iki dînin koalisyonuna bırakırsa, artık yeni dîn, papalık misyonuyla icâzetli diyalog takımıyla, “medeniyetler bahçesi” bülbüllerinin inşâ edecekleri “Ilımlı, alımlı ve bakımlı, her bütçeye uygun, her bedene şıp diye oturan, tezgahdan yeni çıkmış, tecdîd görerek rektifiye edilmiş, bütün türkî ve arabîlerin dört elle sarılması istenecek yepyeni ve taptaze yeni bir dîn olacakdır…

“Yeni Dünyâ Düzeninin ılımlı İslâm’ı!”

Akâidi, fıkhı, hukûku, kânun ve kâidesi olmayan, ütülenmiş, dümdüz bir hümanizma taslağı…

Gerçek İslâm çekilmişse, yerine mutlaka bir nesne gelip oturacakdır, kânun böyle!. Şimdi de mücerred adı “İslâm!” bir dîni getirip oturtacaklar ve bu da, çok daha acıtmaz ve çaktırmaz bir nesne olarak her tarafı idâreye yarayacakdır!

Artık bütün dünya müslümânları 100 senedir özleyip hasretiyle yandıkları dînlerine (!) yeniden ve böylece kavuşturulmuş ve başlarına da Okyanusyalara kadar düşerek vatancüdâ olmuş bir büyük zât “Halife Hazretleri” olarak geçdi mi, ne müslümânlar mağdûr olmuş, ne de yeni dünya düzeni, önünde bir takoz görmüş olacakdır! Ve her taraf GÜL gibi geçinip gidecek ve gülistan bir dünyada yaşayıp kardeşce ömr-i azizlerini geçirmiş ve Naîm Cennetlerinin kapılarını da böylece aralamış oluvereceklerdir!

130 memleketdeki bu muhteşem ve muazzam ve mücellâ fütuhâtı ve göz yaşartan hizmetleri göremeyen gabî müslümân takımı da, karşıdan aval aval bakacak ve maval okumalar ve umre turları ile yollarına revân olacaklardır vesselâm…

“Kemalizm’in esası/temeli M. Kemal’e iman etmektir. İşte bu yönden İslam ile Kemalizm uyuşmaz ve bağdaşmaz.

Son 60 yıl içinde yetişen birtakım sözde İslam ilahiyatçıları, İslam ile Kemalizmi uyuşturmaya, bağdaştırmaya çalışıyorlar. Boşuna gayret!”

NOT: Bu ilâhiyatçılara, “sözde” de olsa, “özde!” de olsa, “İslâm ilâhiyatçıları!” demek son derece yanlışdır; çünki İslâm ile kamalizmi uyuşturmak demek, kamalizma adına İslâmiyyet’i yok edip ortadan kaldırmak demekdir… Bunun içün de bu adamlara “İslâm İlâhiyatçısı!” değil, ancak “Kamalist ilâhiyatçılar!” daha doğrusu “ilâhyapyatçılar!” denilebilir…

Çünki bu ilâhiyatçıların vücûdunu ortaya çıkaran İslâm dîni değil, Kamalizma dîni ve onun 6 okdan ibâret (lâ teşbih) 90 yıllık âmentüsüdür… Bu heykel ve büst kafalı, betonik ve granit, tunç ve kalsiyum karbonat kafalı tâifenin aklı yeni başına gelmeye ve jetonları henüz düşmeye başlamışdır!. Çünki atı alan Üsküdar’ı değil ama, Okyanus ötesini geçmek üzeredir!.

“İslam dininin temel kitabı ve kaynağı Kur’andır. Kemalistler Kitabullah’ı temel kaynak ve referans olarak kabul etmez.

İslam’da âhirete iman şartı vardır. Kemalizmde âhirete inanıp inanmamak ihtiyaridir, yani seçimliktir, ister inanır, ister inanmaz.”

NOT: Buradaki ikinci cümle akla ve mantığa tersdir. Âhırete îmân eden bir insan, kamalizma dîninde olamaz… Çünki bu Âhıret îmânının olması içün, Âhırete îmânını ortaya koyan Rasûl ve Kur’ân îmânının olması şartdır… Onun içün “Kamalizmada Âhırete inanıp inanmamak ihtiyârîdir, seçimlikdir, ister inanır ister inanmaz!”demek aklı şapa oturtur…

Bir evvelki cümlede “Kamalistler kitâbullahı temel ve referans olarak kabûl etmez!” deniliyorsa, o zaman kamalizmada Âhırete îmândan kesinlikle bahsedilemez… Bu kadar büyük bir tenâkuza düşülmemeliydi…

Farz-ı muhal, bir kamalist “ben âhırete inanıyorum!” demiş olsa, o adam, her zaman ve mekândaki söz ve fiilinin hesâbını vereceğine inanıyor demekdir… Buna inanması içün de bu hesâbı an be an tutan bir kudrete inanmak şart olur… Bu ise Allâh’a ve meleklere îmânı şart koşar… Bunun arkasından da 6 îmân şartının ötekilerini tasdîk ve tahsîn mecbûriyyeti ve zarûreti doğar!

Netice: Âhırete inanan kamalist olamaz, kamalist olan âhırete inanamaz… “Ben olurum veya oldum!” diyenler versa, onlar, farkında olmadan bu işin “ılımlı ve yeni dünya düzenine!” bel ve boyun kırmış takımlarıdır!

Hem, M. Kamal, Kamalizma dîninin tanrısı kabûl edilmeden kamalist olunamaz. Bu tanrının ise şöyle dediğini İsmet Bozdağ’ın kitâbından okuyalım:

“-Evet Karabekir, Arapoğlunun yâvelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’ânı Türkçeye tercüme etdireceğim ve böylece de okutacağım. Tâ ki budalalık edip aldanmakda devâm etmesinler!”

(Paşaların Kavgası, İsmet Bozdağ, Emre yayınları, Aralık 1991, s.159)

Muharrir arkadaşımız, sapla samanı ve şapla şekeri karıştırmamaya çok dikkat etmelidir…

Ayrıca, eğer kamalizma âhırete inanmayı (muhal farz) serbest yapmışsa, o zaman Kamalizma dîninin inananı, iki dîne, hem kamalizmaya hem de İslâmiyyet’e inanıyor demekdir ki, biribirine mutlak iki zıddın bir yerde cem edilmesi aklen ve mantîken de muhaldir!. “İctimâ’-ı zıddeyn” kânunu cümlenin ma’lûmu olsa gerek…

“İslam’da din ve dünya ayırımı yoktur. Kemalizmin ana umdesi ise, laikliktir. Nice Kemaliste göre din bir vicdan işidir, dünyaya karışamaz.”

NOT: Burada da, yukarısı ile tenakuz vardır. İslâm’da dîn ile dünyâ ayrılmıyor, kamalizmanın laiklik umdesi ise yüzde yüz ve cebren bile olsa ayırıyor. O halde bir kamalist nasıl âhırete îmân taşıyarak bu işi yürütecekdir? Âhırete îmân, bâlâda zikretdiğimiz gibi, her söz ve fiilin hesâbının görüleceğine îmânı şart koşar ve bu îmâna sâhib bir kamalist nasıl olur da dîn ve dünyâyı ayırmış olabilir?

Bir akıl tutulmasına yol açılmamalıdır…

“İslam, insan sağlığına zarar veren ve nice sosyal hastalığa yol açan içkiyi yasak etmiştir. Kemalizmde ise içki bol bol içilir.

İslam ribayı/faizi yasak kılmıştır. Kemalizmde ise iktisat, ticaret, finansla ilgili muamelatta faiz esastır.

İslam kadın konusunda hayâyı, iffeti, tesettürü esas almıştır. Kemalizm ise tesettüre ve İslam’ın kadın anlayışına karşıdır.

İslam’da din esaslarına dayanan Tevhidî eğitim sistemi vardır. Kemalizmin Tevhid-i Tedrisat eğitim sistemi ise nice husus ve noktalarda İslam’a taban tabana zıttır.

İslam’ın bir Şeriatı vardır. Kemalizm bu Şeriata radikal şekilde karşıdır.

İslam’da yaratılış inancı vardır, kemalizmde evrim teorisi.

İslam’da İmamet/Hilafet vardır. Kemalizm Hilafete karşıdır ve onu yıkmıştır.”

NOT: Bütün bunlar ve niceleri bir “kamalistin âhırete îmânda serbest!” olmadığını mutlak olarak ortaya koyar!. Aksi halde kamalizma sistemi çöker ve ortada zerresi bile kalamaz… Çünki Âhıret îmânı olan bir insan, dünyâ hayâtının “bir oyun ve eğlenceden!” ibaret olduğunu kabul etmiş olur ki, onun, aynı zamanda laikliği ve kamalizma dînine âid bir tanrıyı kabul etmesi muhaldir, mümteni’dir, müstahildir… İslâm akâid ve ilm-i kelâmı ile bunların kâbil-i te’lif edilmeleri düşünülemez… Muhaldir, Mümteni’dir, müstahildir!

“Masonların geleneksel kolu, “Kainatın Yüce Mimarına” inanmayanları Masonluğa almaz, “localara” sokmaz. Kemalizmde böyle bir şart yoktur.

Yahudiler ve Hıristiyanlar da Allah’a, âhirete inanırlar ama Allah’a, Peygamberlere, ilahi Kitaplara iman bakımından İslam ile aralarında ittifak ve uyum yoktur.”

NOT: İşte bu da olmaz…

Yahudiler ve nasrâniler Allâh’a ve âhıret gününe inanıyorlarsa neden İslâmla aralarında ittifak ve uyum yokdur; ve İslâm’la aralarında uyum ve ittifak yoksa, nasıl Allâh’a ve âhıret gününe inanmış oluyorlar!!!? Okyanus ötesi hoşgörü ve diyalog doktrini (veya dîni) ile, burada, buruna bir hısımlık kokusu geliyor!. Böyle muğlak ve bulanık ifadelerle akıl ve mantık tutulmasının mutlaka önüne geçmelidir!

 “Yahudi ve hıristiyanlar da Allâh’a ve Âhıret gününe inanıyorlar!” demek içün Kur’ândan haberdâr olmamak icabeder!.“İnandıkları!” içün mü, Kur’ân, onları “kâfir ve müşrikler!” sınıfı içinde zikrediyor?. Îsâ ve Üzeyr Aleyhimesselâm’a “ibnullâh=Allâh’ın oğlu!” dediklerini ve daha pek çok noktada inkâra saptıklarını Kur’ân ve hadîs-i şerîfler haber verip dururken, “Allâh’a ve Âhırete inanıyorlar ama…” gibi laflar neyin nesidir, taaccübe şâyân doğrusu!?.

İnanmış olmaları içün Kur’ân ve hadisler “Müslümânlar gibi inandık!” demelerinin şart olduğunu beyân buyuruyor mu buyurmuyor mu?. “İnanıyorlar ama…. İslâm ile ittifak ve uyum yok!

Fesübhânallâh…

Böyle ifâde ve ibâreler, nerede, hangi Şerîat kitâbında geçmektedir? Bu fetvâ nereden alınmışdır? Sık sık “Ben Şeriat Kitâblarında olmayanı yazmam, fetvâ yoksa ben de yokum!” kabilinden ortaya çıkan zât-ı muhterem, bu noktadaki delîlini de ortaya koymalıdır. Biz, bizzat kendisinin bastığı ve Büyük Mürşid Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Hazretlerinin “Câmiu’l-Mütûn” nâm eserinin (1988 tab’ının 91-92. sahîfelerinde) yazılanları kendisine okuyalım:

“-Yahudi ve hıristiyanlar, “lâ ilâhe illâllâh” der de, “Mu….dürrasulullâh” demezlerse, müslümân olmazlar……. Bugün yahudi ve hıristiyanlar (lâ ilâhe illâllâh Mu….dürrasulullah) deseler dahî müslümân sayılmazlar. Onlara, gerçekden kabul ediyor musunuz diye sorulduğunda, sizin peygamberiniz olarak kabul ediyoruz derler. Bunların îmânının kabul edilmesi içün, mensub oldukları dînden ayrılıp uzaklaşmaları gerekir. Şayet bir hıristiyan Kelime-i Tevhidin sadece “Lâ ilâheillâllâh” kısmını ve kendi dîninden de uzaklaşdığını söylerse, müslümânlığı ile hükmedilmez. “Ben müslümânım!” dese de müslümân sayılmaz… İslâm’ın lugat ma’nası teslimiyet demekdir ki, bu söz müslümân olmasını gerektirmez. Ancak, müslümânlara: “BEN SİZİN GİBİ MÜSLÜMÂNIM!” derse müslümândır…”

Biz, kendisinin bastığı o kıymetli kitâbdan sâdece iktibasda bulunduk vesselâm…

“Bir insanın Müslümân olması için Allah’ı kemal sıfatlarla sıfatlandırması, noksan sıfatlardan tenzih etmesi gerekir.” 

NOT: Acele hatta alelacele yazılmış bir cümle… İşte yukarısını nakzeden bir ibâre de bu… Allâh’a ve âhıret gününe inandıkları söylenen yahudi ve hıristiyanlar, tenzîh îmânına sahibler mi ki Allâh’a inanmış kabul edilsinler!. Tenzih etmiyor da, nice yüzlerce noksanlıklar ve acziyet izâfe ve isnâd ediyorlarsa, o zaman hangi tanrıya inanmış oldukları apaçık ortada değil midir? Tevhîdle teslisin bir arada olamıyacağını sık sık diline alan arkadaşımız, böyle bulanık cümlelerden mutlaka uzak durmalıdır…

“Bir insanın müslümân olması içün Allâh’ı kemal sıfatlarla sıfatlandırması, noksan sıfatlardan tenzih etmesi gerekir!” diyen kişi, bunun şart olduğunu ve fakat asla “Müslümân olmak!” içün kâfî olmadığını da yazabilmeliydi!. Kelime-i Tevhîd, içine 6 îmân şartını ve bütün zarûrât-ı dîniyyeyi de almadan kalbde tasdîk ve tahsîn bulmuyorsa, o adam “MÜSLÜMÂN OLAMAZ!”

Tevhid kelimesini yukarıda arz ve beyân etdiğimiz şekilde kalbe yerleştirmenin şart olduğu akâid kitâblarımızın muvazzah ve musarrah beyânıdır… Bu da, “ÎMÂN-I İCMÂLΔ ile müslümân olmakdır. Akâid kitâbları ile hemhâl oldukca “îmân-ı tafsîlîye” geçileceği de îzahdan vârestedir…

“Müslüman, isimleri bilinsin veya bilinmesin BÜTÜN Peygamberlere iman eder.

Müslüman BÜTÜN kitaplara iman eder. (Daha önce gönderilen kitaplar tahrife uğramıştır.)

Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere:

İslam ile ateist ve materyalist bir ideoloji olan Marksizm uyuşmaz ve bağdaşmaz.

İslam ile Kemalizm uyuşmaz ve bağdaşmaz.

İslam ile Yahudilik ve Hıristiyanlık uyuşmaz ve bağdaşmaz.

İslam tek hak din olmakta, tek hak dünya nizamı olmakta hiçbir başka din ve ideoloji ile müşareket (ortaklık) kabul etmez.”

NOT: İslâm, bütün bunlarla uyuşmaz ve bağdaşmaz ve hiçbir nizamla ortaklık kabul etmez, güzel… Ama o aynı İslâm, dünyâ nizamı yapılan “Dembokrasi dîni!” ve “Hoşgörü-Diyalog dîni” ile “müşâreket!”i nasıl kabul ediyormuş!?. Arkadaşımız zaman zaman “dembokrasi!” isterken, dembokrasinin ve cumhuriyetin “millî ve gerçek” olanlarına ağzının suyu akarcasına atıfda bulunurken, “cumhuriyet fazilet rejimidir!” diye ilkçağlardan kalan dolmaları yutar ve okuyucularına da sık sık yuttururken, o “müşâreket=ortaklık” acaba nereye gitmektedir?

1971’lerde “Hılâfet’e inanmak zarûrât-ı dîniyyedendir!” diye Bugün gazetesinde başmakâleler yazarken, şimdi bu yazdıklarını acaba nasıl te’vil ve te’lif edip Kâriîn-i Kirâmına kabul etdirecekdir?.

Hergün “dembokrasi!” diye zikreden bir partinin ve onun dembokrasi diye yırtınan ceridesinde yazıyorum diye rüşvet-i kelâm ediyorsa, bu kabil satırlarının da bir gün hesâb listesi olarak önüne geleceğini unutmamalıdır…

Yahu bir kere de “İslâmiyet, dembokrasi dîni ile de uyuşmaz ve bağdaşmaz!” de… Korkma kıyâmet kopmaz!

Devam ediyor:

“Teolojik bakımdan dünya üzerinde, İslam’ın zuhurundan sonra tek ibrahimî din vardır, o da İslam’dır.

İslam dini Nazizm ile de bağdaşmaz ve uyuşmaz ama Naziler İslam’a ve Müslümanlara karşı oldukça saygılı davranmışlardır.

Türkiye’nin yakın tarihinde Kemalizmin İslam’a ve Müslümanlara yaptıkları, sahih bilgiler ve gerçek belgelerle gözler önündedir.

İslam ile Kemalizmin bağdaşabileceği iddiası doğru, realist, insaflı bir iddia değildir.

Tevhid inancı ile Teslis inancı nasıl asla bağdaşmaz ve uyuşmaz ise İslam ile Kemalizm de uyuşmaz ve bağdaşmaz.

İslam ile Kemalizmin uyuşup bağdaşacağı tezini ortaya sürenler M. Kemal Paşa’nın bidayette sarf ettiği bazı sözlere dayanıyorlar. Paşa’yı bir bütün olarak ele almak gerekir. Bütüne bakınca, bizim uyuşmazlık tezimizin ve iddiamızın doğru olduğu anlaşılacaktır.

ABD, AB, beynelmilel Siyonizm, militan Haçlılar ve Evangelistler, Vatican, global emperyalistler Türkiye’de kendilerine hizmet edecek evcil, ılımlı, suya sabuna dokunmaz, fıkıhsız ve Şeriatsız, ilahî hak din olmaktan çıkıp bir hümanizme haline dönüşmüş seküler/beşerî bir İslam türetmek istiyorlar.

Hatta kulağımıza geldiğine göre 1924’te ilga edilmiş Hilafeti, bu makama kendilerine tâbi uydu bir kişiyi getirmek şartıyla yeniden hayata geçirmek istiyorlarmış.

NOT: Türkçe Olimpiyatları denen dünyânın 130 memleketinden seçilen ve 1000 kişilik 10-18 yaş arasındaki kız-erkek gençleri bir kazanda (haçlı standartlarına göre) hall ü fasl ve halt etmek ne demek oluyor? Bu kabil dünyâ çapındaki faaliyetleri de, o “uydu!” makamın giriş faslına âid akord işi bilsek nasıl olur?…

Meclis Başkanı AKP’li Şahin’in, bu gençlerin “dünyâya yön verecek gençler olduğunu!” beyân etmesi de boşuna mıdır?.

Bülend Arınç’ın bu olimpiyadların Okyanus ötesindeki mübâreklerin himmet ve ruhâniyyetleri ile göz yaşartıcı noktalara taşındığını bir misyoner gibi harâretle savunması ve göklere çıkarması ve Okyanus ötelerine aşk u şevk ilâ bağlılık ve bey’at mesajları göndermesi de boşuna mıdır?.

Hem hılâfet, Şevket Bey’in dediği gibi 1924 de değil 1909’da lağvedilmişdir. Resmî uyduruk bir târih, “hılafet şu tarihde lağvedildi, yok falan yerin şahsında mündemicdir!” gibi laflar ediyor diye, bu işler böyle değildir. Resmî tarihi Kamalizma dîninin tarihçileri kendilerine göre yazmış ve yalanlar ve tahriflerle doldurmuşlardır…

Son Osmanlı ulemâsının kalemine itibar edilirse, islâmî bir hükme varılır… Hele “son halife!” denilen Abdülmecid Efendinin, M.Kamal tarafından tayin edilen bir Halife(!!!) olmasını, Büyük Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri “Buna şeytan bile güler!” diyerek reddeder…

Artık ezberleri bozma zamanındayız, geç kalan vebâl altına girer ve altından da kalkamaz…

Bizden TÜRKÇESİ’ni yazmak…

Ma’lum, İslâm’da, ikrâh-ı mülcî haric “takiyye” denen belâ, amelde haram, i’tikadda küfür…

Elmalılı Merhûm: “Îman ızhâr-ı hakdır ve hakk-ı sarîhi ketmetmek küfürdür!” buyuruyor…

Dikkatli yazmak tavsiyelerimizle…

Bize böyle bir yazı yazmak fırsatı bahşetdiği içün, usta yazarımıza (muharririmize) herşeye rağmen şükranlar…

(İntişârı: 20.06.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir