20) Kader Ve Kazâ
7 Mart 2021
Nevrûz Devr-i Cünûnunda
21 Mart 2021

Kader mevzuunda bugün, nice cumhûriyet çocuğu “küfr-i cehlî” ile işe başlayıb “küfr-i inâdîde” karar kılıyor! Allâh Azze’nin Dîni olan

KADERE ÎMÂNI BİLMİYORSAN, BÂRİ AĞZINA ALIB ZEHİRLEME!

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Kader mevzuunda bugün, nice cumhûriyet çocuğu “küfr-i cehlî” ile işe başlayıb “küfr-i inâdîde” karar kılıyor!

Allâh Azze’nin Dîni olan İslâmiyyet, 6 temel umdeye bilâ kayd ü şart ve cezm ü yakîn derecesinde tasdîk ve tahsîni  (îmân-ı şer’îyi) ŞART koşar… Bu şartı yerine getirmiyen, “müslüman” olan değil; îmân etmesi (müslüman olması) şart olandır… Eygi gibi bizim, 15 asrı görmiyerek ve arazînin yamukluğuna uyarak “sosyolojik müslüman” icâd etme butlânımız olamaz… Kader’in münkiri, HAKK ve HAKÎKATIN üstünü örtüb “hadi sen de canım” iblisleşmesine girdiği içün, şeriat ıstılâhında “kâfir” kelimesiyle vasfedilir; ismen de, bu lâfız onu ifâde eder…

Kâfir, İslâmiyyet’in, kendi içine almadıklarıdır; reddeddikleri…

Bazılarının, “Ben seni beğenmedim, işte reddediyor ve senden çıkıp gidiyor, seni terkediyorum!” diyerek bu vasıf ve isme delâletleri ve bunu kabûllenişleri pek yaygın da olsa, bu, onların “irade ve karar merkezi benim” deyişlerine müsâvîdir. Halbuki, onların “imânlı-müslüman” olmasının şartını, kim, hangi irâde vaz’etmişse, ancak o irâde onların hükmünü verir; ve vasfını ve ismini kayda, sicile geçirir…

Mutlak irâde bugün, bilinmez ve tanınmaz olduğu içün, cüz’î irâdeyi putlaştırıb tapan sürüler, kendi irâdelerini mutlak bir kıymet ve hakîkatmış gibi dayatmayı, her yere, her siyâset ve hükûmete temel yapmak tapınıcılığındadır!

Mes’ele, (Kader) mevzuu… Bilen bilmiyen ve akıllı geçineninden ruhban sınıfındaki politika esnâfına kadar; hatta kadın programlarındaki godoşlardan film senaristi denen “kurgucu başı ve kuvve-i hayâliyye gibi bir nimeti önüne katıb oyuncak yapan echel-i cühelâ ve küferâya” kadar herkes, bugün (kader) gibi islâmî îmân önünde fevkal’âde ehemmü’l-ehem bir mevzuu, sanki (yevmî politik) ve çok basit bir mes’ele imiş gibi, o çıfıt tavır ve kisveleri içinde ele alıb, dilleri ile de cehennemlerini hazırlamakdan zerre miktâr çekinmiyorlar!. Tv kanalizasyonlarının tamamı da, bu noktada cübbeli cübbesiz nice şarlatanın yalamalığı ve yalakalığı içindedir; ve mevzu’ ile de oyun oynar hâlde görünüyor…

Kader gibi islâmî 6 îman esasından biri olarak fevkal’âde ehemmiyeti olan bu mes’elede, Laik dembokratik cumbokrasi teslisli T.C.’nin Başvekîli (A.D.) da, son derece bilgisiz ve yakışıksız bir savurma içine girdi… 27 Şubat 2016 günü münteşir matbuatdan okuyalım:

“Başbakan Ahmet Davutoğlu, TBMM’deki bütçe görüşmelerinde konuştu.”

…………………………

“Ne olursa olsun bu Meclis her zaman çalışacak. Kimse bu kapıya kilit vuramayacak hangi terör saldırısı olursa olsun. Bu Meclis bu milletin kaderini belirleyen yegane merci olmaya devam edecektir.”

“Genelbaşkanlarınız ‘AK Parti’nin lideri kim?’ diye sordu haddi olmamasına rağmen. Ben burada olmama rağmen. Evet meydan burada söylüyorum, AK Parti siyasetinin efsanevi kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ben efsanevi bir liderden başkanlığı devraldım.”

Efsânevî veya hikâyevî, bunlar bizi zerre kadar alâkadâr edemez; ve biz, zerre kadar beşerî olana değil, RABBÂNÎ olana bakarız!. Çünki yaratılış gâyemiz budur ve bunun dışına çıkmak YARADAN’a ihânetdir…

Cübbeli soytarı ve yobaz bir adamın “mübârek” dediği başvekîlin, İslâmiyyet gibi Mutlak Hakîkatdan ibâret Allâh Dîninde (KADER) gibi fevkal’âde ehem bir mevzuun ne olduğunu zerre kadar bilmediği, bâlâdaki ibâresinden apaçık anlaşılmaktadır. Çünki onun dediği nâmütenâhî nisbetde yanlışdır; ve “Parlamento, milletin KADERİNİ belirliyen yegâne merci” değildir ve aslâ da olamaz!

KADER, Allâh Azze ve Celle’nin ilm-i ezelîsinde mevcûd olan ve Levh-i Mahfuzda kayıtlı, zerreden küreye bir tek istisnâsız herşeyi içine alan ilim ve yazıdır; ve bu kader denileni bilen de, mücerred, O herşeyin Hâlıkı ALLÂH… Akla gelen gelmiyen her şeyin YARATICISI… Hayrı rızâsıyla, şerri adem-i rızâsıyla YARATAN, mutlak FÂİL-İ MUHTÂR… İslâmiyyet’in Âdem Aleyhisselâm’dan beri bütün Peygamberân-ı Izam Aleyhimüsselâm Hazerâtı ile yapdığı KADER izâhı budur; ve bervechi âtî tefsir satırlarıyla da, ehlinden bunu göreceğiz…

Başvekîl, etrafına, İSLÂM gibi mutlak hakîkatdan ibâret Allâh Dîni’ni temyiz yaşındaki bir OSMALI çocuğu kadar bile bilebilecek aklı başında bir tek ferd-i vâhidi “müşâvir” olarak alabilseydi, bu sakat ibâreyi ölse dahî ağzının ucuna bile alamaz ve kullanamazdı!. Nice fuzûliyyât ötesinde bir kıymeti olmıyan adam ve madamların, bu günün iktidârında, kurbağacasıyla “danışman” ve TÜRKÇESİYLE “müşâvir” olarak arpalıkları işgâl etdiklerini dehşet ve hayretle okuyor; ve jöleli nicelerine kadar gölge adamların, Beştepe zirvelerinde irtifâ kaydedib hava savurduklarını da ehâli-i etrâk ve ekrâd pekâlâ biliyor!. Aklı başında ve İslâm i’tikâdı ilmini bilen bir tek müşâvir bulundurmaya lüzum bile görmiyen bu hükûmet ve devlet, bâlâda geçen ve zerre miktâr hakîkat ve kıymeti olmıyan bu makûle sözlerle, Ukba’da nerelere varacakdır?

Yazık!

Bazı Tv şeytanları da, hele ipini sapını büsbütün çıkarıb savrulan Pislamoğlu familyaları gibiler, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın apaçık beyânlarına rağmen “Kaderi tamâmen inkâr” ederek, hem kendi encâmlarını cehennemin esfel-i sâfilînine çeviriyor; hem de Mukaddes Allâh Dîni İslâmiyyet’e alçakça iftirâ ediyor; ve aynı zamanda O’nu, yahudi cibilliyeti ile ma’nâ ve medlulü noktasından tahrîf ve değiştirme kahpeliği irtikâb ediyorlar…

İslâmiyyet’in bütün esasları, selef-i salihîn hazerâtına ittibâ’ ve inkıyâd edilerek, “müslümanım” diyen kim olursa olsun, bunlar tarafından muhâfaza ve müdâfaa edilmek mecbûriyyetindedir. Allâh Azze (Enfâl 28) ile bütün mü’minlere şu emri vermektedir:

“Allâh ve Rasûlüne hıyânet etmeyin!”

Bugün İngiliz gâvurunun “Ortadoğu” adını takdığı memâlik-i İslâmiyye’ye ve buradaki binbir türlü herc ü merc ve fitneye; ve yakılıb yıkılmalara; dîne, cana, mala, akla, nesle ve ırza çevrilen en kahpe ve kancık tecâvüzlere; ve Anadolu coğrafyasındaki parti parti, şia şia, fırka fırka bölünüb biribirini yiyen yamyamlar hâline gelişlere; ve ıstırabların bini bir paradan havalarda uçuşlarına bakılırsa, bütün bunların temelinde hangi ana (ihânetlerin) bulunduğu apaçak anlaşılacakdır…

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri “Enfâl 28”e şu tefsîri getirmişler:

“ZİMMET-İ ÎMÂNINIZA TEVDİ’ EDİLMİŞ OLAN AHKÂM-I İLÂHİYYEYE VE SÜNNET-İ RASÛLULLÂH’A RİÂYETSİZLİK EDİB DE ŞÜKR Ü İSTİKÂMETDEN, VEFÂ VE SADÂKATDEN AYRILMAYIN; DİNDE MÜBÂLÂTSIZLIK ETMEYİN VEYA İÇİNİZ DIŞINIZI TUTMAMAK VEYA GANİMETDEN MAL KAÇIRMAK VEYA DÜŞMANA ESRAR (SIR) FÂŞETMEK GİBİ BİR SÛRETLE AHLÂKINIZI LEKELEMEYİN.”  (c.4, s.2391, tab’-ı evvel)

1908’den i’tibâren 108 senedir çekilen maddî ve ma’nevî belâ ve musîbetlerin, teşrih masasındaki resmine bir bakınız:

“……..Bir kere Allâh ve Rasûlü’ne hıyânet etmiye başladınız mı, artık kendi aranızda mâl ü cana, ırz u nâmûsa, esrâra (sırlara), HÜKM Ü  H Ü K Û ME T E , (evet, tefsir sâhibi hükm ü HÜKÛMETE diyor) MENÂFİ-İ  V A T A N  İ Y Y E Y E  mütaallık emânetlerinize HIYÂNET ETMİYE BAŞLARSINIZ. (…….) ve o hâlde siz bilirsiniz—ki HIYANET ediyorsunuz. Binâenaleyh yekdiğerinizden emniyetiniz tamâmen münselib olur. Biribirinizden emin olamaz olursunuz. Siz kendinizden emin olamazsanız diğerleri hiç olamaz; ve o vakit bütün EMNİYET ve EMÂNETİNİZ  kalkar. BAŞINIZA O FİTNE-İ AMME KOPAR. (Evet, bugün o fitne-i amme içinde çırpınan Anadolu değil mi?) Bunun içün Allah ve Rasûlü’ne HIYÂNET edib de KENDİNİZE HIYÂNET ETMEYİN.” (A.g. e. 2391)

Bugün Anadolu, tarihinde görülmedik derecede bir “FİTNE-İ AMME” felâketi içine yuvarlanmışdır ki, sebebi, Müfessir Merhûm’un Allâh Azze’nin Kitâb-ı Kadîm’inden süzerek önümüze koyduğu şu FORMÜL İBÂREDİR:

“Allâh ve Rasûlüne hıyânet etmeyin!” yani Merhûm Müfessirimizin bâlâdaki şu ibâresi:

“ZİMMET-İ ÎMÂNINIZA TEVDİ’ EDİLMİŞ OLAN AHKÂM-I İLÂHİYYEYE VE SÜNNET-İ RASÛLULLÂH’A RİÂYETSİZLİK ETMEYİN!”

1908’den itibaren 108 senedir, (hıyânet) dizboyu değil midir?

“Zimmet-i ÎMÂNIMIZA tevdi’ edilmiş olan ahkâm-ı ilâhiyye ve Sünnet-i Rasûlullâh’a RİÂYET”, hani nerede?. Bunlar, yasaklanarak ayak altına alınıb en azılı düşmandan daha kuduzca çiğnenmedi mi? Hâlâ da (KADER) mevzularına kadar oyuncak ve tahrîf edilen, Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin İRÂDE ve İLMİ değil mi?

Müfessir Merhum:

“İmtiyâz-ı Rubûbiyyet, sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçmişdir!”

Buyuruyor…

Parlömentonuzdaki 550 adam ve madam, “RABB olarak teşri’ mercii biziz!” demişse; yani “imtiyâz-ı rubûbiyyet bizim elimizdedir, Allâh’ın kânun koyma hakkını tanımayız” demişse, o zaman Allâh Azze ve Celle’nin Dinindeki “KADER” mefhûm ve medlûlünü oradan çekib çıkararak ve ağzınıza alıb kendi malınız gibiymişcesine sakız yaparak çiğneyemezsiniz… Kendi “Laik Dembokratik Cumbokrasi Teslisine tapdıran dininiz” ne ise, onun ıstılahlarını kullanın ve ne diyeceğinizi onlarla ifade edin. Meselâ deyin ki:

“Bu Meclis, bu milletin “YAZGISI ve ÇİZGİSİNİ” belirleyen yegane merci olmaya devam edecektir.”

Şerîat hükümlerinin YASAK olduğu bir memleketde böyle diyene kimse de bir şey demez, diyemez!. Çünki bu “teslisli dinde”  bütün dinlere aynı eşitlik (!) ve aynı kıymet (!) verilmekde; ve “aralarında şu HAKDIR şunların topu da  bâtıldır” demek, sonuna kadar yasakdır!. Biz de müslümanlar olarak deriz ki:

 “Sizin dininiz size, bizim dînimiz bize. Demek ki tesliscilerin dîninde onların yazgısını meclisleri yani 550 tanrı belirliyormuş; ve bunun yegâne mercii de, en az 150 terör taraftarı tanrısı ile bu parlamento imiş!”

Ammâ ve Lâkin Cübbeli bir yobazın “mübârek” dediği T.C. Başvekîli olacak bir zât çıkar da, İSLÂM’ın ana îmân kânûnu olan KADERE ÎMÂNI mevkii ve mevzii dışına sürükleyib, bambaşka bâtıllar istikâmetinde kullanmıya kalkar da:

 “Bu Meclis bu milletin kaderini belirleyen yegane merci olmaya devam edecektir.”

Derse, bu, İslâmiyyet’e, Allâh’a, Rasûlü’ne, Âdem Aleyhisselam’dan beri gelen bütün enbiyâ, evliyâ, ulemâ, şühedâ ve müslimîn ve müslimâta hakâret olur…

Çünki Allâh Azze’nin BİLDİĞİ ve LEVH-İ MAHFUZDA yazdığı KADER’i, hiçbir dünya parlamentosunun 550 tanrısı belirliyemez; ve bunu belirliyen yegâne merci’ olmıya devam etmesi de kat’iyyen MUHÂLDİR, MÜMTENİ’DİR ve MÜSTAHİLDİR…

BÜTÜN BU HAKÎKATLERİ YAZMIYARAK, ALLAH AZZE VE CELLE HAZRETLERİ İLE O’NUN SEVGİLİSİ RASÛL-İ RUSÜL ALEYHİSSELÂM’A HIYÂNET ETMEKDEN KENDİMİZİ TENZÎH ETMEDİĞİMİZ ZAMAN İSE, KENDİMİZİ, CEHENNEMİN ESFEL-İ SÂFÎLİNİNE NAMZET BİLİRİZ; VE BUNDAN ŞİDDETLE KORKMAK VE UZAK DURMAK ADINA, HAKÎKATI APAÇIK BEYAN EDERİZ.

İşi, piyasa hocası ve Tv iblisi heriflerden yani ayaklardan değil de; başlardan YA’Nİ (ulemâ-yı Osmâniyyeden) tedrîs ü tedkîk etmek istersek, Büyük Allâme Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin önünde diz çöker; ve hece hece kıraat eyleriz:

“Ashâb-i Kirâm Rasulullâh Aleyhisselâm’a CEBR Ü KADER mes’elesini sormuşlar……………………………….. işin, ne cebr ü icâbı mahiz, ne de hürriyet-i mutlaka olmadığını, belki ikisi arasında mutavassıt ve îcâbı ile ihtiyarın (irâde-i cüz’iyyenin) hâsılası “emrun, beyne emreyn” olduğunu göstermiş; ve musahhar değil, müyesser buyurmuşdur. ŞAŞIRANLAR, bu nokta-yı i’tidâlin ya ifrâd veya tefrîtine düşenlerdir.” (c. 1, s.664-65, tab’-ı evvel)

Kaderi, irâde-i cüz’iyyeyi yok eden ve onun tepesinde boğaz kesen ışid hançeri gibi göstererek iblisce inkâr eden Pislamoğlu zenâdıka sürüleri, evvelâ şu ma’lûmât-ı evveliyyeyi beyinlerine ve kalblerine çakarak tecdîd-i îmân eylemelidir:

 “Kaderle ihticâc ve bir ma’siyetin vukûuna i’tizâr makâmında ona istinâd câiz olmadığına; zîrâ, ilm-i ilâhînin ma’lûma tebaiyyeti yani her şeyi nasıl olacaksa Cenâb-ı Hakk’ın ol vechile bilmesi VÂCİB olduğundan bir kulun fısk ve ma’siyyetine ilm-i ilâhînin EZELEN TAALLÛK ETMİŞ bulunmasının cebri iktizâ etmiyeceğine; çünki İLİM SIFATININ EF’ÂLİN VÜCÛDUNDA ASIL VE MÜESSİR OLMIYACAĞINA…” (Telhisü’l-Kelâm fî Berâhîni Akâidi’l-İslâm, 1322 İstanbul, s.96) 

Evet, iblisce adam ve madam kandırma soytarılarının her şeyden evvel bunlara îmân ederek (tecdîd-i îmân) mecbûriyyetleri vardır… Câhil ehâli önünde binbir şaklabanlık yapanlar, bu mutlak hakîkatları ketmederek, nice insanların küfr ü dalâletlerine sebeb olmakla berâber; bu makûle gürûh-ı lâ yüflihûnun, birilerinin (projesi veya câsusu) olarak bu fırıldakları çevirdiklerinden de aslâ şübhe edilemez…

İslâm’ın olmazsa olmazı yani îmân edilmesi “Zarûrât-ı Dîniyyesinden” bulunan KADER mes’elesi, aslâ çocuk oyuncağı olamaz; ve aklı-fikri ve zekâsı ermiyen de, bu husûsu kurcalayamaz susar ki,zâten emr-i Peygamberî de bu istikâmetdedir. Bu da islâmî edeb ve terbiyenin (elifi) demekdir. Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri Hadîd Sûresi’ndeki âyetin  tefsîrinde buyururlar:

“Ne arzda ne de nefislerinizde hiçbir musîbet isâbet etmez ki, her hâlde bir KİTAB’da YAZILI OLMASIN.” (Hadid 22)…………….. tatlı muvaffakıyyetler Allâh’ın fadlı olduğu gibi, bütün musîbetler de Allâh’ın ilm-i ezelîsinde veya LEVH-İ MAHFUZDA yazılmış bir takdîridir. Öyle ki, (min kabli en nebraehâ) O arz ve o nefisler veya o musîbeti yaratmamızdan, vücûda getirmemizden evvel YAZMIŞIZDIR,–O nasıl mümkin olur denilmesin (inne zâlike alâllâhi yesîrun) zirâ o, ALLÂH’a göre kolaydır.” (Elmalılı Tefsiri c. 7, s.4754)

KADER münkiri zenâdıkaya şu tefsir satırlarını da okutalım:

“Haberiniz olsun ki biz her şeyi bir KADERLE YARATMIŞIZDIR.” (Kamer 49) Her şeyin vukuundan evvel EZELDE İLM-İ İLÂHÎDE MUKADDER OLAN BİR KADERİ , YA’Nİ HAYSİYYET-İ İLMİYYESİ VARDIR Kİ, KAZÂSININ CEREYÂNI, Fİ’LEN YARATILIŞI O KADERE GÖRE VÂKİ’ OLUR. Onu, başkası, istediği gibi îcâb ve ta’yîn (determine) edemez.

………………………KADER, abdin irâde-i cüz’iyyesine MÜNÂFÎ (zıt) da DEĞİLDİR. Çünki, ihtiyârî fiillerin vukuu içün irâde-i cüz’iyye dahî KADER CÜMLESİNDENDİR………….. Onun içün o cemiyetler nasıl bozulacak, o saat nasıl olacak, mücrimler o MUKADDERÂTA nasıl sürüklenecek diye tereddüde mahal de yokdur. “Ol!” deyince hepsi olur. (Ve le kad ehleknâ eşyâekum) hem emsâlinizi hep HELÂK etmişizdir- düşünseniz, siz de gitmek üzere bulunduğunuzu anlarsınız. (fe hel min müddekirin) fakat HANİ DÜŞÜNEN?” (C.7, s. 4654-55)

Hani düşünen?

Memleket, 108 senedir, tepeden tırnağa “düşünemiyenler” bataklığı hâline getirildi!

Denâetinden İlahyapyatlarına ve ekran yobazı nice münkirlere kadar bugün, “KADER inkârı” moda hâline getirilmek isteniyor ki, bu adam ve madamlara “müslüman” gözüyle bakanlara da “tecdîd-i îmân” mutlaka ŞARTDIR…

 Allâh Dîninin en temel 6 esâsından birini teşkîl eden “Kadere îmân” mes’elesini  bulandırmak, Haçlı Avrupa kuyruğuna girmek içün can atan 108 yıllık Allâh’sız maarifin, bu milleti düşürdüğü en büyük tuzaklardan birisidir.

A’lâ Sûresinin 3. Âyeti tefsirine de bakılacak olursa “Ve O ki TAKDİR etdi de hidâyet buyurdu- yaratdığı her şeye (………….) vefkince İLM Ü İRÂDESİYLE BİR (KADER)  TA’YİN EYLEDİ.” (A. g.e. c.8, s.5744, tab’-ı evvel)

Kaderi inkâr eden kaderiye, mu’tezile ve şiadan; ve cebre sapan Cebriye gibi fırâk-ı dalle küfür, ısyân ve tuğyânından YARADAN’a sığınır;  ve bizleri Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat usûl, îmân, düstûr ve kânûnları ile yaşatan KÂDİR-İ MUTLAK ALLÂH Azze ve Celle Hazretleri’ne sonsuz hamd ü senâlar ederiz…

Ve min Allâhi’t-tevfîk…

(İntişârı: 27.02.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir