(1) Müteveffâ Bay Bayar: “Lozan’da Verdiğimiz Söz Gereği Türkiye’den Müslümanlığı Tamâmen Kaldıracağız!”
1 Ocak 2016
Allâhdan Korkmalan Adâlet Yapamaz!
“Allâh’dan Korkmayan Adâlet Yapamaz!”
3 Eylül 2016

DÜNYÂ RUZNÂMESİNİN 1. MADDESİ DÂİMÂ İSLÂM…

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Evet, dünyânın en baş mes’elesi, ne ashâb ve “Mü’minlerin anası” üzerinden Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın gizli-açık düşmanı Şia; ve ne de, gene kabirlerine tahrîb ve ziyaretlerine bariyer konulan sahâbîler üzerinden, hatta doğrudan doğruya nice hadîs-i şerîflerini yok sayarak Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm’ın ziyâret ve şefaatini şirk sayacak kadar azgın Vehhâbiyye…

Ne o, ne de bu… Bunlar,Haçlı Bâtıl Batı’nın sâdece tetikçileri…

Dünyâ’nın biricik ve en büyük düşmanı, esas ve usûl noktasında şeytânî Batı aklını kazığa çakarak çıldırtan; ve çâresizlik içinde kudurtan o ÜMMÎ VE SON RASÛL; VE O’NUN,  600 KÜSUR SAHÎFELİK VE BÜTÜN DÜNYACA YEGÂNE EZBERLENEN VE HER HÜKÜM VE HABERİ KAT’İYYEN TEKZÎB EDİLEMİYEN, O MUHTEŞEM KİTAB’I ELİNDE TUTAN KEYFİYETİ…

Yoksa şia ve Vehhâbîlik ve bunlar soyundan ne kadar ne varsa, bunlar, Bâtıl Batı’nın sâdece gizli dostları ve onun, güdücüsü olduğu “yandaş” kuvvet kıvrımları…

İslâm’ın dışında kalan ne kadar beşerî yol varsa, bataklığa giden; ve bunu da, “mutluluk” narkozuyla gizliyen şeytânî yollar…

Ancak burada, yahûdî saçına dönmüş ve biribirine kilitlenmiş noktaların ortaya koyduğu iğrendirecek kadar da en zor görünen husus, fâhişe vicdanlı dünyâda, “İslâm” denildiği zemân anlaşılması şart olanın ne olduğu… Allâh ve Rasûlü’nden gelen (ilmine) ve hakîkatına göre mi 15 asırlık İslâm; yoksa, Eygi gibilerin, utanmadan “Teolojik ve Sosyolojik ma’nâda” diyerek uydurduğu 1001 çeşit soylu telâkkîlere göre mi İslâm?!

Tahrîf, tağyîr ve tebdîl ustası iki insî şeytan Yehûd ve İngiliz, bu hususda İslâm denilen ve mücerred vahye müstenîd mutlak (Dînin=nizâmın=sistemin) içini boşaltmak; ve düzinelerce icadlarını da “İslâm’ın yerine oturtmak” gibi vicdân yakan bir desaslıkla karşımızdadır… Bunlar, asırlardır (mukaddes Dîni), tanınmaz, beğenilmez ve kendisinden kaçınılır bir çukura taşır dururlar… Şia, Vehhâbiyye, Selefiyye ve nice benzeri etiketin altındaki sahte banknot değerindeki uydurma kıymetlerin imâlâtçısı, bu iki Batı’lı çamur varlıkdır…

İslâm’ın bir milim ne sağa ve ne de sola çekilmesi mümkin olan ana (usûl) hududları, bugün bütün izâfî ve uydurma arz devletleri tarafından, şu Moskof tayyaresinin yapdığı hudud ihlâllerinden bin beter netâmeli ve iğrendirici bir cür’etle, delik deşik edilmiş ve parçalanmışdır. 15 asırdır müslümanın en baş vazîfesi olarak muhâfazası ŞART olan; ve değişmesi mümkin olmıyan  “ANA İ’TİKÂD USUL KÂNUNLARI”, bugün tam bir cinnetlik rûh hâliyle “müslüman” geçinen nice iç hâin ve câsuslara alçakça çiğnetiliyor. Bunun netîcesinde de, karşımıza, her iğdiş kelle ve fâhişe vicdânın: “Esaslarını ben bilir ve ben vaz’ederim” deyişine denk, İslâm dışı, çerçöp yığınından ibâret; ve en büyük düşmanı “15 asırlık Gerçek İslâm” olan ve yepyeni, uyduruk bir “İslâm karikatürü” çıkıyor!.

 Şia dîni, “İslâm” adıyla bir düzineden ziyâde bölük börçükdür; ve ashâbı üzerinden de, Fahr-i Kâinât Aleyhisselâm’la muârazanın evc-i bâlâsındadır…

Vehhâbî dini, dilim dilim edici ana usûlünü İngiliz güdümüyle İ. Teymiye ve bunun çizgisindeki şâkirdlerinden devşiren, “İslâm Dışı” etiket üstü bir ihrâc malı!. Deve çobanlığından, o azdırıcı petrol milyarderliğiyle sonradan görmeliğin rûh ihtilâcları ve dayılanma manzaraları…

Ankara’nın “Denâetiyye” denilesi “Etiket üstü İslâm’ı” ise, “laik, dembokratik cumbokrasi” teslisine tapınmayı âmir keyfiyetiyle, ne şiilik, ne vehhâbîlik ve ne de İslâmiyyet!.

Türkî cumhûriyetler, Arab cemâhiriyyesi, Balkan beylikleri, dünyâ kolonileri ve ferdî yaşıyan her ferde kadar, nefse tâbî’ akıl tarafından “inzâl vâki’ olmuşcasına inzâl katkılı” bir zihin türlüsü, karmaşası, “bana göre budur” deyişlerin elinde, bir religion üretme çiftlikleri enflasyonu… Bini bir paradan rezzâlet ki, târihde eşi menendine rastlanılamaz!

Bütün bunlara rağmen, işte böylesine içi ve özü beşer eliyle  çürütülmüş bir dîn, Bâtıl Batı denen yahûd-haçlı dünyâsı ile diğer inanç piyasalarının karşısında, onları hâlâ tiril tiril titreten bir heyûlâ!.. Bu da, başı, dâimâ gizli İngiliz olan Batı’ya, hem korku veriyor; hem de ona, bu aslı olmıyan uydurma dinlerden kurtulmanın reçetesini gösteriyor: “Onları biribirlerine yedirerek (ifnâ) formülü…”

Bugünki “Ortadoğu” dedikleri mekânın kan ve ateş çemberi içine alınmasının işte asıl sebebi budur…

Halbuki İslâmiyyet, öz ve iç hakîkatıyla, dâima “Asr-ı Seâdeti” ve onu ta’kîb eden iki asrı esas alarak var olmuş, yaşamışdır; ve ancak Kıyâmet’e kadar da, bu esas üzerinden  yaşıyacakdır.  “Alternatifi” muhâl, insanüstü bir irâde ve hâkimiyyet olarak da o, ancak böyle bir VARLIK olarak vücûd hikmetini gösterecekdir…

Kâinâtın Fahri Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın yaşadığı ve yaşatılmasını da emânet etdiği İslâm’ı, “MÜCERRED SAHÂBÎLER” DEVRALMIŞ; VE TÂBİÎN İLE TEBE-İ TÂBİÎN’e devretmişler ve sonrakilere de, bu hazinenin mutlak olarak muhâfaza ve müdâfaası işi bırakılmışdır…

Şu halde mutlak merkez (vâhid-i kıyâsî), Râsûl-i Rusül Aleyhisselâm ve O’nun etrâfındaki ASHÂB (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecmaîn) ÇEMBERİDİR…

Bir tek ferd-i vâhidi hâric tutulmamak şartı ve kaydıyla, bu ASHÂB vâkıasını delen, silen, takmıyan, boş veren, umursamıyan ve onların çizgisinden milyonda bir derece sapan, ne müslümandır; ve ne de elindeki dîn İslâmiyet olabilir!.

Bu hakîkatı en iyi bilen de, bu DÎNİN vâzıı ve mübelliği… Vâzı’-ı hakîkî, Kadîm Kelâm’ıyla onların tamâmından râzı ve onların da kendisinden râzı olduklarını bedâhat derecesinde ortaya koyarken; ve Mübelliğ olan Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm da, ashâbının bir tekini bile fedâ edemiyeceğini ve onların bir tek istisnâsız tamâmı üzerine titrediğini yüzlerce hadîs-i şerîfleri ile dünyanın gözüne, beynine ve gönlüne çakma, sokma vasiyeti ile ortadayken, o hangi mecnun veya müptezeldir ki, ashâb düşmanlığını (akâidinin) temeline oturtur!?…

Ve…

Ve iflâs etmemiş en basit bir akıl bile, muhal farz, “Ashab vâkıasını” bir an yok olmuş ve aradan çıkmış kabûl etse, tâbiîne (bir sonraki asra) İslâm adına zerre kadar bir hakîkât kırıntısı, en büyük bir ni’met olarak intikâl edebilecek midir?. Bu muhâl olduğuna göre, ne kadar ashâbın üzeri, ne kadar îmânsızlıkla çizilirse, o kadar İslam’ın da üzeri çizilmiş demek olacakdır; ve bunun ifâde edeceği birtek ma’nâ ve delâlet, İSLÂM’I YOK ETMEYE MÜSÂVÎ ALÇAKÇA BİR DİNSİZLİKDİR…

Sahâbîlerin icmâına ters bir ictihâd, kıyâmete kadar ne icmâ’ ve ne ictihâd olma şeref ve haysiyetine mâlikdir! O, sâdece çöplüğü hakeden iffetsiz bir teşehhî olabilir…

Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukahâ delillerinin hiç birinde, bir tek sahâbînin levmini veya dışlandığını gösteren ne işâret ve ne de delâlet bulunduğu bu güne kadar gösterilememişdir; ve bundan sonra da gösterilmesi mümkin olamıyacakdır… Bunu bilen iç kanser hücreleri, bu sefer de sahâbî kelimesinin ma’nâsını yahudi tahrifâtı eline vererek değiştirme iblisliğine gitmişdir ki, buna da aklı başında bir insanın ilk asırdaki ma’nâ dışına çıkarak îmânsızca ve kahpece (kabûl) demesi mümkin olamaz!.

O halde, bir tek sahâbîyi fedâ edememek üzerine müesses böylesine muhkem ve münezzeh bir disiplin DÎNİNİN karşısına, 14 asırdır, “sahâbîleri” hem de en başdakileri, “tekfir” ihtilâcları ile yanan bir şii teşkîlâlanması ile çıkmak, onun, İslâm’ı sâdece “imhâ ve iptâl” kasdı olabilir…

Bidâyetde Ehl-i Sünnet iken sonradan sapıtan Teymiye de, bu noktada, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin ziyâretini, şefâatini ve O’na tevessül gibi nice zarûrî dîn hakîkatlarını haram ve hatta şirk sayıcı keyfiyetiyle, Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’a sadece bir düşman olarak sırıtır! Ayrıca, dört büyük halîfeye ve nice sahâbiye ve dört imama kadar uzanan zehirli diliyle de, yukarıda zikretdiğimiz “ANA MERKEZE” tam bir zıddiyet içine girer; ve bu “ashâb düşmanlığında”, reddiyesini yazdığı şia ile koyun koyuna poz veren bir dost ve şerîk olur!

İki taraf biribirinin derisini yüzecek kadar azılı düşman taraflar da olsa, “Sahâbî düşmanlığı üzerinden Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’la kapışmada” can ciğer kuzu sarması olmuşlardır ki, bu da onların Mutlak Hakîkate ne kadar uzak olduklarının delîlidir… Binlerce noktada biribirlerinin zıddı; fakat o bir tek ANA noktada tam bir ittifak ki, bu da, herşeyi silib süpüren bir şümûl sâhibidir…

İşte “ORTA DOĞU” denen yerin huzûrunu zîr ü zeber eden, kimi Moskof  ve kimi Sam Amca yanaşmasıdır; ve aynı zemanda da, yahudi-haçlı şebekeleri elindeki tetikçiler…

Ankara ise, zaten, “ne sünnî ve ne de şiiyim” der; ve “sahâbî” mefhûmuna da, ne müsbet ve ne de menfî bir tavır  koyamıyacak kadar agnostik bir dünyanın kuyruğudur! Ve bu babda da, i’rabda yeri  olamaz…

Tekrar edelim: Bir tek sahâbîyi dışında bırakan bir din, Müslümanlık olamıyacağı gibi; böyle bir dinin inançlısı da, saçlı, sarıklı, cübbeli,ilâhiyatlı, rütbeli, proflu ve bilmem neli de olsa, bunların İslâmiyyet ile alâkaları, sâdece isim ve resimle gözboyamakdan ibâretdir…

(İlk intişârı: 06.01.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir