Nevrûz Devr-i Cünûnunda
21 Mart 2021
-3- “Aşı (İğne) Orucu Bozmaz” Ve “hesâbât-ı nücûmî” Fitnesi!
19 Nisan 2021

“AŞI (İĞNE) ORUCU BOZMAZ” VE “hesâbât-ı nücûmî” FİTNESİ!

(2)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

DİB ÇUVALLADI! “Zarûretler HARAMI mubah kılar İslâm’da,” DİB’çi öyleyse diyor: “Aşı şart corona’da!” Yani “zârûret varmış, MUBAHMIŞ” hep iğneler; İ’tirâf bu: Aslında, “iğne oruç bozmakda!” “Zarûret” yok bir kere, bal gibi bu teşehhî; “Fâsid kıyasla” çıkmaz, dinde zarûret sıhhî!

İSLÂM OYUNCAK OLDU! “İğne orucu bozmaz” demek çün zorlanıyor, Bahane uydurmak çün, DİB pek de ıkınıyor! Geçmişde “oruç bozar” dediği iğne içün; Şimdi öyle döndü ki, din “oyuncak” oluyor! Kütüb-i Şer’iyyede hani eser selefden, “BOZMAZ” diyen tek fetvâ? İnsan titrer Rabbinden!

O ZAMAN RÜ’YET-İ HİLÂLE NE LÜZÛM VAR; VE AŞI ORUCU NEDEN BOZSUN!?

Şehr-i Remazân, iki rüknünden, aslî unsurundan koparıldı:

  • Rü’yet-i Hilâl ki, Allâh Azze ve Celle ile Sevgilisi Aleyhisselâm bunu mu emretmiş, sen bırak bu kadar radikal olmayı, tekniğe kul ol ve hesâbât-ı nücûmiyye ile oruç tut!

“Allâh kabûl etsin” de, “O çok bağışlayıcıdır, bunu da pek sever üstelik” de, bu yeter!… Allâh Azze ve Celle hem “rü’yet-i Hilâl ile oruca başlamayı emredecek”, hem de, imânı muhteller “Biz hisâbât-ı nücûmiyyeye göre oruç tutarız” deyince, Cenâb-ı Hakk’a:

“Hadi ordan o eskidenmiş, bugün hesabda zirveyiz, biz orucu senin dediğin gibi değil, bizim istediğimiz gibi tutarız, SEN de bal gibi kabûl etmek zorundasın, işte o kadar!” diyecek…

Ve DİB’inden ilhadiyatçılarına, cübbelâcılarından bilmem ne tenzilcilerine, ne kadar “paralel DİB” varsa, topu da Kahhâr’a bu muhtırayı verecek! Verecek de, yer yerinden oynamayacak, amma amiral eskisi “Ankara”ya muhtıra sallayınca, “Müslümanım” deyici ve “Kendisini Müslüman zannedici” kim varsa, ödü ağzına gelecek ve nabız-tansiyon ne varsa yerinden oynıyacak!

Gûyâ minârelerden “ezân” okunuyor, okutuyorlar!
“Dâr-ı İslâm” dediğin böyle oluyor, “dâr-ı ridde” olalı beri!!!

 BÖYLECE: Şehr-i Ramezân ve ORUCU yok et, ammâ var göster!

  • İKİNCİ ASLÎ UNSUR: Oruçlu ol ammâ, aşı olmaya, iğne ile vücûduna bir sıvı zerkedildiği zemân “oruçluyum” demiye, kendini sâim görmeye devâm et!…

Orucu yok et, ammâ var göster!

Kitâb’ı ve Rasûlünü ve edille-i erbaayı Allâh göndermiş olsun ammâ, hükümler, kânunlar, farzlar, haram-helâller, îmân ve mü’min olma esasları, mü’min ve gâvur olma ve “Gâvurun kılıcı ile üzerimize gelen muhalefeti püşkürtme”  nizamları, HAKK ve bâtılın pusulası bizden, ondan-bundan olsun!

Hep İst. sözleşmesi olacak değil ya, biraz da bizim “Yerli-millî Globalizma Sözleşmesi” olsa ne olur? Bir deneyelim, belki memnûn da kalırız!

 Cumputrasi devâir-i resmiyyesinden olsun! Bugüne kadar hep Allâh’ın dediği oldu, bundan sonra biraz da bizim dediğimiz olsun!

AB normlarından, ABD rüzgârından, piramidin esintisinden, DSÖ hesâbâtından, politikanın saraylarından, parti-pırtı “saptama ve saplamalarından” ve cumhuriyet “kazanım ve kazınımlarından”, DİB ve ilâhiyat menfezlerinden, ilkeler ve ülkülerin körfezlerinden, telfikçi-Abduhçu müctehitlerden, mozale animizminden gelenler olsun meselâ, v.s…

Ve… Mübârek Şehr-i Ramezân’ın füyuzâtına bu sene de ermek nasîbedârlığı içinde, gene ona kavuşduk cümbüşleri, “mutluluk ve putlulukları…”

Nasıl?

Şaka gibi cumputrasi Ramezanları!

Rü’yeti Hilâl gitdi mi, enjektörün içindeki hamûle de gövde-i nâzenîne saplandı mı, artık Şehr-i Ramezân ve oruç, iftâr ve sahur sizlere ömür!

Formül müthiş:

YOK ET AMMÂ, VAR GÖSTER!

Rü’yet-i Hilâl varsa; ve iğne ile aşı yoksa, Şehr-i Ramezân ve oruçdan bahsedebiliriz, ammâ hâlâ mı anlaşamıyoruz?.

İsrailoğullarına yehûd ne yapmışsa, insanlık târîhinde de bu çizgi Kıyâmet’e kadar devâm edecekdir!

Nasıl yani?

Ulemânın satırlarından çıkarmak da bize düşmüşse, kaderimizde (levh-i mahfuzda) da bu yazılmışsa, görürüz!

Yazılmamışsa, buraya kadar dostlar!

Ve min Allâhittevfîq…

Sadede şürû’ eyledikde:

Bu cübbelânın “nabza göre şerbet” vermesi, her güllü ve zilliye mavi boncuk dağıtması, bel’amlığını tereyağından hın..r kılı çeker gibi pek kolay yürütmesi, onun dinde kaç miligramlık söz sâhibi olacağını gösterse de, artık bundan uyanacak o uykusu tetik adamlar, âlem-i dünyâda nümûnelik hatta mostralık bile kalmadı! Hatta “kış uykusu” bile, o mülâhham gövdelerin sâhiblerinden istirdâd edilib, bu mahalleye zimmetlendi!

CÜBBELA DOKTORLARA YARANABİLECEK Mİ, VEYA İSKİLİBLİ MERHÛMUN “TABÎB-İ HÂZIK-I MÜSLİM-İ ÂDİL” DEYİŞİ…

Cübbelâ, “Doktorlar bu hususda açıklama bekliyorlar” diyor… Adam ne kadar şeytânî ekranlara çıksa, “Benim şöyle fetvam var, böyle fetvam yok” kabilinden teşehhîler uydurub, bunları eski “ictihadlarmış” gibi sıkıyor! Cehâlet de dizboyu olduğundan ehâli-i cümhûriyye ve ılmâniyye de bunları yiyib besili boğaya benziyor!

Adı geçen, kendisini “Bâb-ı meşîhadın=Şeyhülislâmlığın” bülbülü gibi gösteriyor!  Kütüb-i şer’iyyemizdeki “FETV” usûlü tedkîk edilirse, bu çüşbelâlara ancak (FETTAN) denir…

Dinin de taşeronları türeyeli beri, nice kargalar kendilerinin bülbül olduğunu pazarlamıya başladı ki, bunlara “kerâmeti kendinden menkûl” süfehâ da denilse, pek isâbetli olur!

TTB, cübbelâdan “fetvâ alacak” ve “amiral yandaşlıklarına ve İslâm karşıtdaşlıklarına” devam içün bu fetvalara sarılacaklar! Gözleri yollarda kalmış bu garibler, “Aman şu cevab, şu fetvâ gelse de önümüz açılsa, işimiz rast gitse” deyû, bu fesli-cübbeli takımın önde giden “PARALEL DİB’den” aydınlatıb-ışıklandırıcı bir açıklama bekliyorlarmış!

Doğrudur, “Tabîb-i Hâzık-ı Müslîm-i Âdil” hükmü olmadan, bir MÜSLİM hassas zamanlarda orucunu bozamaz, bu câiz değildir. Cumputrasi DİB’i ve paralel DİB’ler bunu da bilmez. Bu da gene, Osmanlı medreselerinde okumuş ulemânın ilmine taallûk eder. Şimdiki adı “medrese” kendisi “kereste” ve politika oyuncağı bir takım soytarı yuvaları bu yükü de  kaldıramaz…

Büyük şehîd, allâme ve cihana meydan okuma cesâret ve cesâmetindeki İskilib’li Muhammed Âtıf Efendi Merhûm olmadan, bugünün karikatürleri şu satırları hiç yazabilirler mi:

“Hastalığının ziyadeleşmesine bir alâmet veya tecribesi bulunmadığı halde, orucunu bozan hastaya (zann-ı gâlibi bulunmadığından) KAZÂ İLE KEFÂRET lâzım gelir…” (İslâm Fıkhı, 1994, c.2, s.46)

DİB ve paralel DİB ve DİBÇİKLER bunları duymasın, büsbütün heyheylenirler!

Merhûm Allâme devâm eder ki, bunlar, bizim modern yobazları büsbütün kudurtmaya da kâfi ve vâfîdir!. Biz, zevkle ve elektroşok yemiş de zıplamaya başlamışlar gibi hâllerini şimdi seyre devam edelim:

“Vaz’iyyeti belli olmıyan, mütehassıs ve Müslümanlık şartları olmıyan bir tabibin sözü ile orucunu bozan kimseye de kazâ ile kefâret gerekir. Çünki Müslüman olmıyan doktorun “Oruç tutmamaya teşvîk edeceğinden” sözüne güvenilmez.” (A.G.E. s.46)

Tam, “Bilim ve Bill’in ve Fahri’nin kurum ve kuruluna” ve TTB etibbâsının dişine göre bir TIB MEVZÛU… Nice ateist şimdi: “Bize gâvur diyorlar” diye sokaklara dökülürse şaşırmayız! Gerçi “Kısıtlama ve kapatma” mevzû’larını 15 günde bir Fahri’ye okutmayıb, bizzat kendisi okuyarak î’lân etmekden spikerlik zevki de çıkaran RTE baş başkan, “Gavurun kılıcıyla üzerimize geliyorlar” diyerek bize de yol gösterib, yardımcı olmadı değil!.

Hindli şâir Tagor’un mezârını ziyâret içün (Rahşan=Yahudice RAŞEL) ile elele tutuşub taa Hind’e giden, Büyük allâme Mekke Kâdîsi Mustafa Şükrü Efendi Hazretlerinin torunu “sosyalist-solcu” Ecevit ise, 1974’de başvekîl iken yapdığı zamları tv’den Şerbokan’a okutur, o da bundan ziyâde (spikerlik ve sekreterlik) zevk-i tabiîsi tadar ve pek mütehassis olur ve nâsiye-i şerîflerinde güller açar ve behşüş nazarlarla etrafını zülcenâheyn olarak süzüm süzüm süzer idi!…

Hey gidi patika politika!

Anınçün Tv ekranlarına çıkmanın apayrı bir lezzet-i mahsûsa ve damak tadı vardır!

Sadede şürû’ eyledikde, işte Büyük Allâme ve Şehid Merhûm Âtıf Efendi Hazretleri, etibbânın tâ o zamanlar iç yüzüne üç satırlık bir giriş yapmış… Yâ bugün yaşasaydı, onlar hakkında acebâ nasıl bir teşhîs ve tedâvî usûlleri beyên buyururdu, Allâhu a’lem…

“Asmak” içün Merhûm İskilibli’yi tam da usûl ve esasdan seçmişler!

Bugün sağ olsaydı, Cübbelâ ve DİBBELÂ cumputrasisinde “Yüksek Din Kurulu veya KURUMU” tarafından der’akab işden el çekdirilir, Çemişkezeğ’e  kayyum ta’yîn edilirdi!. Veya, TTB veya DİB veya CÜB mihraklarının seher vakti muhtırası veya raporları ile emekli edilirdi!. Yahut da, evde “pozitif virüs teşhisiyle bodrumda karantinaya” alınır, zorla İngiliz veya kamalist “şapka-21aşısı” vurulurdu!.

Bakalım bu şehidin “ÂHI” kaç asır sonra ANKARA’dan çıkacak?.

İyi de, “Müslüman olmıyan etibbânın sözüne güvenilmiyecekse,” DİB ile, paralel DİB ve DİB’çiklerin ve “cübbelâ-sarıkbelâ” bir takım modern ruhban-ahbâr-barbar takımların “Sözüne nasıl güvenilebilecektir!?”

Dâr-ı Harbde, “Müslümanım diyen Müslümandır” denilemeyeceğine, “Berâet-i zimmet asıldır” kâidesi ancak dâr-ı İslâm’da mu’teber olacağına göre, dînini oyuncak etmiyen Müslümanların tabib dedikleri adamlar üzerinde ne kadar hassas davranmaları lüzûmu da îzahdan vârestedir…

Bunların “Müslümanlıkları” ne ile sâbit ve müsbitdir???

Meşrûiyyet kaynağı “edille-i erbaa” olmıyan sistemlerin bel’amlığı ile “geçim-seçim-biçim-içim” peşindeki gürûh-ı lâ yüflihûnun, adı geçen “etibbânın” dindeki mümâsil ve mukâbilleri olduğuna nasıl hükmedilecektir?. Dîn ve îmânı oyuncak eden, hafife alan, hatta hadislerle sâbit nice tedâvî usulleri üzerinden Şerîat ile alay eden tabib kisveli ve bu babda nice delâil-i ilmiyye, ameliyye, îmâniyye ve ahlâkiyye taşıyan bunca kesân-ı bîpervâ ve zîhevânın, nesine, neresine, fıkhî mesâilde ne kadar ve hangi cihetden GÜVENİLEBİLECEKDİR??? Bu mümkin midir?

Tam iftâriyelik bir suâl ki, ekran şeytanları ile cumputrasi bel’amlarını iftâr vakti zincire vuracak cinsden!

Binâenalâzâlik, etıbba ve cumputraside “müctehid fi’z-zevzeke derekesinde” bulunan nice bîmezheb, telfikçi, politikacı yalakacı ve bel’amı kesânın, fetâvâ-yı insiyye, cinniyye, cinsiyye ve cibilliyyeleri ile nasıl âmil olunacakdır?.. Bu mümkin midir?

“Cübbelâ müftiüssemâzey ve DİB zevzekesine” göre neden yüzlerce mütâbih ve müttefikünaleyh fetvâ ele ve dile alınmaz da, aslı astarı ve metni ortaya konulamayıb isbât-ı vücûd etdirilemiyen ve o ana kadar muhayyel ve mutasavver bir mevki’de (teşehhîden) ibâret kavillerle oruçlar ifsâd edilir?. Cübbelâ ve onun ayarındakilerin, hiçbir ilmîlik ve ciddîlik taşımıyan, kaynağı yazılamıyan,  “Tahâvî’nin Ebû Yûsuf’dan naklen dediği gibi,” diyerek, isnâdı-mesnedi bulunmıyan ve tam DİB ağzına yakışan cümlelerle müfsidleşmeleri, bu kabil muğlâk ve senetsiz lâfları ulu orta sıkmaları, ortaya atmaları veya piyasa çığırtkanları gibi ileri sürmeleri, kimlere yaranmak içündür ve hangi saptırıcılığın misyonerliği sayılacakdır?.

İskilibli Merhûm Muhammed Âtıf Efendi “İSLÂM FIKHI” nâmındaki 4 cildlik eserinin 2. Cildinde şöyle buyurmuş:

“ŞIRINGA İLE İLÂÇ KULLANMAK, ENFİYE YAHUD İLAÇ GİBİ BURUNA ÇEKİLEN ŞEYİN BURUN KEMİĞİNE KADAR GİTMESİ, kulağa sudan başka bir şey akıtılması,içine işlemiş yaraya veya dimağın üzerindeki ince zara vâsıl olan baş yarığına YAŞ YAHUD KURU İLAÇ KONULMASI, TAM OLARAK BİLİNMEZSE, İMÂM-I A’ZAM’A GÖRE HÜKMEN GİRDİĞİ İÇÜN ORUÇ BOZULUR, İMAMEYNE GÖRE BOZULMAZ.” (İst. 1994, c.2, s.33)

TEZATLAR İÇİNDE OLAN CÂHİLLER VE MUTEBER ULEMÂYA TÂBİ’ OLMAYANLAR, DİB FİLOZOFLARI ASLÂ DİNLENİLEMEZ!

Terkîb ve tertibi hakkında nice haberler ve şâibeler ve reddiyeler bununan “AŞI” denen mâyi’ içün bir akıl, hem “Mutlaka îcâbet etsinler oruçları bozulur diye endişe etmesinler” der, hem de, “Ramazan’dan sonra ihtiyaten bir gün kaza ederlerse daha iyi olur” derse, burada o akıl içün bir namus ve iffet ve haysiyet ve bekâret bahsi ruznâmeye gelmeyecek midir?.. Bozmıyacaksa, neden kazâ?. Bozacaksa, neden “MUTLAKA AŞIYA İCÂBET?”

Demek ki cumputrasilerde “sârıka ve cübbelâ” akl ü fikri ve mantık ile iffeti, bu cins bir şey olarak zapta ve kayda geçiyor!

İslâmiyyet ile oynama, onu mıncıklama terörizmi böyle yürütülüyor! Cenâb-ı Kahhâr-ı Zülcelâl Azze ve Celle’nin vaz’-ı ilâhîsi olan “edille-i erbaa”, evet -dördü içün de ehl-i sünnet uleması ve Merhûm Elmalılı da, mezhebsiz ve telfikçilerin aksine “dördüne de vaz’-ı ilâhî” diyor, vaz’-ı beşerî demiyor-ki bugün işte böyle eritilib, sulandırılıyor ve AKAP iktidâr-ı ılmâniyyesinde Allâh’ın DÎNİ bu hallere sukût etdiriliyor…

Bel’amların encâmı ve yatacak yerleri ne olur, nasıl olur, bu da Allâh Azze’nin bizlere bildirdiği gibi olacaktır ki, buna da sebeb olanlar, kendileri bulunacakdır…

“Bizim cumhuriyetle devletle, seçimle, yöneticilerin başa gelmesiyle hiçbir sorunumuz yok. Bunların Kur’an ve sünnete uyarlanması mümkin.” (12.8.2016)

Cübbelâ bütün iç yüzü ile îmân keyfiyetini şu cümlesi ile i’tirâf ederek aleniyete dökmüş ve fâşetmiş olmaktadır. Artık bu adamın “ilim sıfatından, hocalık veya müridlik ve ehl-i tasavvuf olmak gibi bir keyfiyetinden” bahsetmek, sâdece bir abes değil, ebedî mes’ûliyyeti mu’cîb korkunç bir hâl ortaya koyacadır…

“Beşerî sistemler ile 1789 Fransız ateist aklının ve haçlı sistemlerin iş başına getirdiği idârecileri “meşrû’ ve dînî” görmek, onları “Kur’an ve Sünnete uyarlamak”, yani edille-i erbaa ile te’lîf edilerek ona mutâbık addetmek; akla karayı hemaheng bulmak, veya aynı kaynağa sâhib kabûl etmek, v.s.. son derece lastikli ve nereye çeksen oraya gidecek bütün bu kabil beyanlar, îmân-ı şer’îye son derece tersdir… 15 asırlık kütüb-i şer’iyyede aslâ görülemeyecek gârabet ve habâsetde ifâde ve ibârelere yer vererek, beşerî sistemleri bir nevi dînî esaslar içinde göstermek, hatta, onları, kaynağı 4 delilmiş gibi te’vîl noktalarıyla meşrûlaştırmıya çalışmak, Tanzîmâtdan bugüne kadar yapılan İslâm dışı inkılâp, layıklık, hareket ve salvoların destekleyicisi bir kafa yapısına sâhib olmakdır ki, bunun İslâm ile artık bir alâkasından aslâ bahsedilemez…

Hatta böyle bir kafa ve ruh yapısının, tabâbet ihtiyacından fâriğ olacağı bile düşünülemez…

DİBDE AYNI MEŞRÛİYYET KAYNAĞINDAN MAHRÛM, İNDÎ HÜKÜMLERİ “dîn” OLARAK POLİTİKA PAZARINA SÜRÜYOR!

DİB İşleri Başk.lığı da söyle savurdu:

“Aşı olmak veya iğne yaptırmak orucu bozar mı?

Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz. Tedâvisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ve oruç tutmalarına da başka bir engel bulunmuyorsa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptıranların, ağızdan aşı alanların damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.”

Diyanet-i Ilmâniyye burada kıvırtmakda ve gûyâ elinde meşrû’ bir esbâb-ı mu’cibe varmış havasına girerek katakülli çevirmektedir. “Beşin değeri taşımıyan aşılar orucu bozmaz” diyerek gayr-i meşrû’ bir hâli keyfî olarak meşrû’ göstermektedir. Bunun 15 asırlık İslâm fukahasının hangi eserinde kaynak gösterildiğini bu adamlar ortaya koymalı, vesika ibrâz etmelidir. Aksi halde, işkembeden atma ve bu atılanı “DİN OLARAK DAYATMA” olur ki, bunun adı “İlâhlık da’vâsına kalkışmakdır. Böyle bir hâl ise, HÂLIK ve mahlûkâtın lebedî lâ’net ve gadabını üzerine çeker ve gayretullaha dokunub binbir belâyı celbeder…

Nİ’MET-İ İSLÂM MÜELLİFİ, AŞI VE ORUÇ!

DİB lâikizması, Kahhâr-ı Zülcelâl Hazretlerinin Aziz ve Mutlak Dînine verdiği “En yüksek Din İşleri Konsülü (kuruntusal kurulu) muhtırasıyla” şöyle sıkıyor: “Besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz…” Martin Luter veya bazı atalar sağ olsaydı, bu gurulu alnından ve en mûtenâ ve müstesnâ yerlerinden takbil eder ve “gönüllere ödüllerle” garkederdi!. Bunlar devr-i Tayyibe’ye nasîb olan Âhırsaman gıll ü gıyşi de olsa, bazı haspalara yakışmıyor da değil!

DİB, dîne keyfî bir saplama ve haklama sallamış…

Büyük Osmanlı FAKÎHİ Merhûm Muhammed Zihni Efendi Hazretlerinin pek meşhur ve mu’teber Fıkıh şâheseri olan “Ni’met-i İslâm’ın” ibâresi aşağıda… Orada, DİB’i, dibine kadar çakarak şöyle buyuruyor: “GIDÂET olsa da olmasa da cevfe (vücûd içine), veya dimağa (beyne) gitmişse, orucu bozar ve kazâ i’câb eder…”

İbâre (1322 Osmanlıca tab’ından) noktasına kadar alınarak aşağıda… DİB’de bunu anlıyacak adam veya madam varsa, kalmışsa veya AKAP reformizminde müthiş bir “Feminizma uğraşı ve zaferi” olarak ilk def’a DİB muâvini yapılan “görkemli ve başı örtülü ve fakat fikri açık Huriyânım” Hazırtleri bu ibâreyi Osmanlıcasından okuyabilirse, sonra da anlıyabilirse, sonra da şöyle mırıldanırsa hiç ammâ hiç şaşırmayız:

“Vay bee! Eski-püsküler ammâ da işi zorlaştırmış! Halbuki âyet-mâyet-falan, “kolaylaştırın, zorlaştırmayın îcâberse ucuzlatın” diyor! Îcâbında “kolayın da en kolayı oluversin” diyor!. Çok Sevgili ve Saygılı Müsliman Ümmetimizin Tayyib Başkanının dediği gibi: “14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulıyamazsın… Böyle şey yok, bir takım hocafendiler bizi tefe koyayacakmış, koysunlar, Allâh koymasın…”

Başkanım o kadar haklı ki…

Bu ne yaavvv, biz “eskilerin esâtîru’l-evvelîn” denilen şeylerine göre mi, yoksa müteveffâ Mümtaz Soysal Bey’in dediği gibi “DİB, dinin, cumhuriyet   ilkelerine uygun olmasını sağlıyan bir kurumdur” ilkesine, yani Büyük Atamızın ilkelerine göre mi, pandemi mesâîsi yapiciz?.

Bu ilkelere iliklerine kadar paralel olan “Ümmet Liderimizin direktiflerine” göre mi yani?.. Bu, “Yüce Dîn İş ve Aş işleri En Yüksek Gurulumuz” içün, en mukaddes layık ve kayık bir “GÖREVDİR!”

AKAP ve güncellemeci Liderinin devrim çapında bir devirimi olarak DİB’in ilk ve nümûnelik kadın (madam) reis muâvinesi yani reîsesi yapılan Purof Huriyânım devamla şöyle diyebilir:

Bu “Yüksek Gurulumuz”, kendisinin ülülemri olan LİDERİMİZİN işâret parmağını gözetib görmeyecek de, kimin neresini dikizliyecek ha, ne güne duruyor olacak orası?. Bugüne kadar hep uyumuş, uyutulmuş ve “Aşı oruç bozar” diye doldurulmuş!. Dünyanın %99’u oruç değil terörist bile tutamazken, bizim %99’umuz oruç tutacak, sonra da biz bu cavid-99 fâciası karşısında “aşı oruç bozar” diyeceğiz!.

Akıl var mantık var yaa, bu nasıl yobaz gidişâtı ve iğtişâşâtıdır anlamak mümkin değil!

Bu mezhebçiler adamı da madamı da deli eder deli!

Zahmetli Sülü bile “bırakın bu 236 âyeti, geride kalan 6400 küsûr âyet neyinize yetmiyor” demişdi! Ne kadar haklı imiş… Biz de demeliyiz ki: “Bırakın aşı maşıyı, bir iğne deliğine takılmayın, geride bir milyonluk iğne girmemiş bâkir deliklik arazi var, bunlar neyinize yetmiyor!.

Allâh Allâh, bu ne yaa?.

“Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz…”

Bu yobaz mezhebçiler şu koskoca mecelle kâidesini de bilmiyorlar, ne câhil herifler bunlar yaa…DİB’imiz bile bir zaman “aşı orucu bozar” demiş! O zaman bal gibi bozardı ammâ bu gün bal gibi hatta pekmez gibi bile bozmuyor işte… Zamanın değişmesi ile hükümler değişiyor yaa… Mecelle böyle diyor dedik, ne olmuş yani, dört tarafdan ateş çemberi içinde bir vatan, adam ve madamların derdi iğne, yok enjektör, yok aşı, yok oruç, yok kaza, yok keffâret, yok 61, yok 41,51,61 bilmen ne!.

Zaman değişiyor ezhebçiler!. Su gibi akıb gidiyor! Neredeeeeen nereye geldik! Zamanla her hüküm değişir, bak şimdi anayasayı bile değiştirecek, işkenceci Kenan’ın Hammurabi kânunlarını başına geçireceğiz. Din de durmaz, o da değişir, Luter bile değiştirdi!  

Kılçıkdaroğlu Başkan olur veya Madam Me-moral “Ben şey olacaaammm!” diye ortaya atlar ve şey olursa, “Yüksek, en yüksek Din Gurulumuz” o zaman da o cumputratik liderlerimizi dinler, onların işâret parmağına gözlerini geçirirler!. Ve başlarlar “Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü” faslına! Durmadan Sadettin’in karciğâr makâmındaki “Tamburamın ince kıvrak beli var, beli var” bestesi okunmaz yaa…

 Bu işler bu kadar basit yani ve meselâ!…

Gerçek ve, ve tam ileri, ilerinin de mâverâsındaki layık cumputrasi böyle yerleşir, geleneksiz ve mezhebsiz ve Haltettinî gerçek ve ileri dîn ü diyânet ve melâmet de böyle kökleşir! Artık halk ve eski-püskü kafalar anlamasalar da, cumputrasimize yakışan din, böyle inşâ’ edilmeli-edilecekdir…

Hem, iki evvelki DİB başımız o pek locavî ve hocavî ve sarığı köşevî (.ardakoğlu) hocam, şu veciz ve pek azîz zevzekesiyle bizleri kendisine sırılsıklam âşık etmedi mi:

“Artık dîni ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyaya bakarak inşâ edecek ve ona göre çizeceğiz!”

Ne lâf ammâ.. ihâtası öyle geniş, öyle içi yakıcı ki, “geçmiş dönemlerde yazılmış kitablar” deyince, “Kur’ânı” bile içine alıveriyor!. Pek mu’ciz ve hikmetli konuşmuş hocamız… 2005’de DİB’imizin bakanı BAKAN Purof M. Aydın hocamız da, tâ o zaman (fetösel ve diyalogsal) fitili ateşlemiş ve ortalığı aydınlatmışdı! Şunu demişdi: “Kur’anın %40’ı atılmalıdır!”

Tabii, boynuz kulağı geçmeliydi ve geçdi de, (.ardakoğlu) can hocamız “Geçmiş dönemin bütün Kitablarını” hatta Âdem Aleyhisselam’a kadar ne var ne yok topunu, alayını, bir “kenara atın” dememiş miydi? “Dünyâya bakarak din inşâ etmek” ne hoş olurdu!. Hele Piramidin o sürmeli, çekik ve badem gözünün tâ içine baka baka…

Purof ve DİB reîsesi Huriy’ânım bacıları, “bilimsel, milimsel ve silimsel uyarı ve yolalılarına” bir müddet daha, aşkile ve şevkile şu veçhile devam edebilir:

“Bu bilimsel yöntem ve böntemler olmadan” eski püskülerin tahrîrât ü tesbîhâtıyla nasıl sâhil-i selâmete çıkacağız?. Hangi dijital yoldaş ve soydaşların asrında yaşıyoruz değil mi? Piramidin Coronası anamızı-avradımızı, bütün dünyânın orasını ağlatırken…

Yalan mı ey gelenekçi din artıkları!

Kızmasam iyi ama, üzerinize âfiyet biraz şey, rahatsızlığım var da… Kendimi zor tutuyorum!

Özür dilerim!

Bizler hepimiz din kardeşiyiz, aynı toprağın çocukları, aynı heykellerin gölgesinde sâyebân olan Türk çocuklarıyız!.

Reisimizin yüce ve kutlu buyrukları mu’cebince “Birlik ve beraberliğimizi” dâimâ muhâfaza ve müdâfaa etmeli, muhtaç olduğumuz kudretin damar ve kalb kulakçıklarımızdaki asîl kan ve hemoglobinlerde mevcûd olduğunu asla, ammâ aslâ  unutmamalıyız! Kutsal nutukları hatmetmeyi bile, Ramazanlarda cana minnet ve eslâfımıza ve “TÜRK hekimlerine emânet bilmeliyiz!”

Ne mutlu Türküm diyene!.

Yazıklar olsun, o “mutsuz, umutsuz, kutsuz” arab, acem, kürt ve Arnavutlara!. Kafasızlar, TÜRK çıkacakken, analarından başka başka şeyler olarak fırlamış cümlesi!

Mutsuz herifler! TÜRK olmadan, anadan babadan Türk gelmeden mutlu olunur mu?. Dangalaklar daha ana-baba seçmekden bile acizler!. “Dinin güncelleneceğini bile bilmiyen” acizler gibi aynı…

Liderimiz ne güzel teşhîs etmişdi bu “acizler” dünyâsını… “TANI” koymuşdu mezhepçilere, ne tanıydı ama, 10 asır İslâm’ı dondurmuş, mumyalamış herifler, sonra da “güncellemelerin” karşısına geçmiş maval okuyorlar!. Koskoca Ümmet Lider de, bunların çanına ot tıkamayacak öyle mi?. Ne adam ama, madamına gurban!

Biraz maksadı aşmış ve sür’at yapmışsak, özür dilerim! Maksadım herkesin Türk olub “mutlu, putlu, bozkurtlu ve umutlu” olmasını dilemekdi! Gönül böyle istiyor ammâ olmuyor! Selânik sabataistleri, akıllılık edib sapına, kulpuna, kabzasına kadar ne güzel TÜRK olub olub, ne kadar “mutlu ve putlu ve bozkurtlu” oldular!.

Heykellerimize kadar her tarafımız TÜRK oldu, fenâ mı oldu yani? “İlle de Müslüman Oğuz soyu kalacağım” diye diretdin mi, adın “Kızıl Sultana” çıkıyor! Sonra da Selânik’e Alâtini köşküne sürülüveriyorsun… TÜRK kalsan ne olurdu sanki, TÜRK olan kazandı ve şapka gibi başlara geçdi! Şapka da, başına geçdiği kafa da üşümedi sıcak kaldı! İki daraf da kazandı…

Hatta üçüncü olarak en çok da İtalyanlar  kazandı! Oradan gemilerle, İtalyan gavurlarının müsta’mel şapkaları (biraz kirli, hırpalanmış, yamulmuş ve yağlı idi ise de olsun)  geldi ve kelleler üzerinden geçirildi! Orangotanlara benziyenler olduysa da olsun, haçlı gâvurlara benziyerek (medenî) ve teknikde pek de ileri ve uçarı olundu ya!

Olunmadı ammâ olundu!…

Şapka giyib TÜRK olundu ya, gerisi olmasa da olur! Nasıl olsa “Bir TÜRK dünyâya bedeldi!”

Me’murlar, aylık maaşının yarısına bir şapka almıya mecbur tutuldu; ve millet çağ atlayıb “ulus” hâline inkilâp eyledi!. Yağlı şapkaları giyib TÜRK olmak istemiyenler, Şalcı bacıya kadar onbinlerce kişi de ipe çekildi!. Herkes TÜRK olmak isterken, gelenekçe-mezhebçilerin “Büyük Dâhî ve Mücâhid” dediği Şeyhülislâm Mustafa Sabri de “Türklükden İstifânâmeler” döşendi, manzûmeler yazdı!. “Şapkalı Türkler” ta’birini kullanıb, mürtedlerin başından ayağına geçirdi-giydirdi durdu!

Türk olmıyan arab ve kürtler de lütfen alınmasınlar, bu bir “yazgı ve kazgıdır!” Onlar da zaman içinde, “fenâ fi’l-etrâk” olarak hakkı ve “mutluluğun” reçete ve peçetesini yakalıyacaklardır! Bunda bütün partilerimizin de aslâ şübhesi yokdur!. 2023 yılındaki mutlu-kutlu-bozkurtlu hedeflerimiz bunun da “mutluluğunu” yaşatacak, dünyânın yarıdan çoğu TÜRK olarak cavid-99 ile mücâdele edecektir!

MUTLU DİB Başkanlığımızın “etnik an-vatan ve orta asya baba-vatan hava raporu tahminlerimiz de şimdilik böyledir!…

Yüce dînimiz (ata şamanizmimiz de olsa, KAMALİZMA da olsa, pek bir şey değişmez) çok “kadın şiddetsizidir!”

“Ne mutlu Türküm Diyene” içine preslenmiş Türkler, bütün hayatlarında, Emnânım ablacığım kadar feministdir; ve “toplumsal cinsiyet eşitliği mücâdelesini ölüm kalım mücâdelesi” yapan gene çok saygıdeğer Emnânım büyüğümüz kadar (putperestken bile) zerre kadar ayrılmamışlardır… Anınçün TÜRK olan, her “mutluluk ve putluluğa” lâyıkdır!

Yüce din hızmetlerimizi biz, ata dinlerimize de, alevîliğe de, dinlerarası diyalog dinlerine de ve bütün inançlara da, reisimizin işâret buyurduğu gibi “eşit MESAFEDE bulunarak” “maske-mesâfe-HİJYEN hududları” kutsal çerçevesinde hızmet edecek; ve şamanlarımızın asîl hâtırasını bile saygı ile anacak ve yaşatacağız!…

Hayatda en hakîkî mürşid, ilim-bilim kurumları ve Bill’in kurulları ve Atamızın dediği gibi bir de, biz “Doğanın çocuklarıyız!”

Dolayısıyla, “doğa ve boğadaki” fizik, kimya, biyoloji, astroloji, astronomi ve hatta Newton kânunları, en biyo ve en hâlis ve “en hakîkî mürşiddir!” Ancak korkulsun ki, bu kânunlar, “gelenekçi mezhebçilerin” eline geçerlerse, yerine göre de “en görkemli müfsiddir!”  Belki de F-400’lerden beter tahrîb silâhıdır!..

Cumputrasi târîhinin başı örtülü ve aklı-fikri açık hatta apaçık ve İnkılâbât-ı Tayyibât’ın kadın “köken ve sökenli” ilk DİB başkan muâvinesi Purof Huriyânım son sözlerine, şöyle de devam edebilecektir:

“Besin maksadlı olmıyan aşıların oruçu bozmıyacağı” hipotez, postülâ ve aksiyomlarımızı,” bu “en hakiki mürşid” bazı ve sazında ele alırsak, insanımıza daha sevecen ve “şiddetden uzak” ve hatta “cinsiyet eşitliği” çerçevesinde “yaklaşım ve yanaşımlarda, hatta sataşımlarda” bulunmuş olacağızdır!. Belki de bütün bunlar, sayın Ülilemrimizin uzun soluklu “AKAP-Tayyibe devrimleri cümlesinden” olarak bunca  “girişim ve dalışımları”, “sadaka-i câriye” olacaktır!

Dolayısıyla da dîn, îmân, Ramazan, oruç, iftar, sahur, bayram-seyrân ve hele kadınları tanrılaştırma “güncellemelerimizde” bu “atılım ve atlatımlarımız” pek büyük “etken ve sepken” de olacaktır!

Bütün bu güncellemelerimiz, dinimiz veya dinlerimiz üzerinde, o gelenekçi, kepenekçi ve mezhebçi içi boşaltılmışların hiç akıl edemediği müstesnâ yerini alacak ve ilelebet pâyidâr bile olacakdır! Böylece, dîne ve dinlere son şeklini verecek ve bizden sonra hiç kimse, “ictihad kapısını aralayıb içeri giremeyecektir!” Kapıları açmıya cür’et edenler, kapı dışına atılacak, dışlanmış olarak Kıyâmet’e kadar ıstırabla bekliyeceklerdir!

Zırt pırt dinle oynamak bundan böyle son bulacak ve yüce dînimiz bizim sa’yemizde rahat edecek; ve “kadın şiddeti” gibi şiddetlere ma’rûz kalarak ikide bir kılık değiştirmiyecekdir!. Buna aslâ müsâade etmiyeceğiz…

Mübârek Ramazanlara da, böyle çok azimli ve dişli  bir cumhuriyet bayanı olarak, acizâne, naçizâne, garîbâne ve hanımâne bir “katkımız ve atkımız, hatta katkı maddelerimiz” olabilecektir diye düşünüyoruz!”

Purof Huriyanım böyle ve bunca hoş kelâm eyleyib dese, ifâde “özkörlüğü” içindeki bu beyanlara, 15 asırlık İslâm târihinde hangi ulemâ, kaç bin senelik insanlık târîhinde de hangi peygamber başını kaldırıb “Tevbeler olsun, Yâ Rabb Senin dînin bu hallere mi düşecekdi?” desin, hadi desin…

İşkenceci Evren Anayasasının “tebdîl ü tashih edilmesi teklîf dahî edilemez, teklif-i mâlâyutak” nass-ı darbe-i Kenâniyyesi hâzır ve nâzır ve hınzır gibi yüzümüze gözümüzün içine bakarken…

Evet, oruç ağız biraz acemaşiran makâmında ilerliyorsak da, arada uşşak ve beyâtîye de girer dinleniriz!

Ba’dehû…

Tekrar sadede şürû’ eyleriz ki:

Allâh’ın Dîni, bugün cumputratik sisemlerin forsasıdır ve böyle bir işgâl altında da, onların istedikleri şekle, kılığa, kıyâfete, kalıba, her iktidâr partisi veya onun başkanının keyfine göre binbir modaya girecek; ve mostralık bir “kula tapış dinine=religionuna” çevrilerek, Luterlerin keyfine uydurulacadır. İşin lübbül lübbü bundan ibâretdir.

BÜYÜK OSMANLI  FAKÎHİMİZ  MUHAMMED ZİHNİ EFENDİ MERHÛM “İLAÇ ORUCU BOZAR” BUYURUYOR…

Büyük Osmanlı Fakîhi Merhûm Muhammed zihni Efendi Hazretlerinin satırları aynen şöyledir:

“Savm-ı Ramazan’a taallûk etse de muftır olub mûcib-i kefâret olmıyan şeylerin zabtı budur ki, gıdâet yahud o ma’nâda olan devâet veya lehv veya fâkihiyyet olmayan veyahut olsa da mukârin-i özr veya mukârin-i kusur olarak sâimin cevfine veya dimağına îsâl eylediği şey…. muftır ve mûcib-i kazâdır. Mûcib-i kefâret değildir.” (Ni’met-i İslâm, Muhammed Zihni, 1322 Osmanlıca tab’ı, Şirket-i mürettibiye Matbaası, İstanbul, Kitâbü’s-Savm, s. 42 ve 43)

Mes’ele bu kadar açıkdır. DİB reformistleri istedikleri kadar “Besin değeri olmıyan aşılar orucu bozmaz desin. Sanki “Gıdâ=besin” değeri olan aşı varmış gibi!. Enjektörle insan vücuduna “gıdâ aşısı” yapıldığını ilk defa duyuyorum!.

O kadar sapıtdı ve şaşırdılar ki, “bu kadarına da pes” dedirtiyorlar. Vücuda gıdâ “enjektörle aşı olarak” nerede veriliyor, bunu bilen bir tabib varsa söylesin! Aşı, besleyici olacak ve şırınga edilecek!. Bu adamlar, vitamin ve gıda iğneleri ile yapılan şırıngalara “aşı” denilemiyeceğini bile bilmiyorlar. Vücûda gıdâ=besin, en ziyâde serumla verilir, buna da “aşı” denilemez… Vitamin iğneleri gibi şeylerle vücûda verilen terkiblere de “aşı” denilmez…

Aşının hastalıklara karşı muâfiyet sistemini (kurbağacası bağışıklık) vücûda getirmek içün insan veya hayvan uzviyetine verilen zayıflatılmış veya terbiye ve terkîb edilmiş virüslerdir. Veya, virüsün kendisinden veya ifrâzâtı gibi şeylerden formülize edilmiş  kimyevî terkiblerdir. (Şeytânî her herzenin yendiği, tıbba i’timâdın zîr ü zeber edildiği bir piramit dünyasında, tabii içine genlerle oynama iblisliği de zerkedilmemişse…) Mikrop veya virüslere karşı vücûd muâfiyet kazanmalı ki, içine giren hastalık âmilleri ile mücâdele edib, onlara karşı zafer elde edebilsin! Aşı denen nesne işte budur…

Cehâlete bakınız: “Besin değeri olmıyan aşılar orucu bozmaz!”

Yahu aşı, beslenmek içün değildir, vücudun mukâvemetini çoğaltmak ve muâfiyet kazanmak içündür. Ey, okumuş, diplomalı echel-i cühelâ…

Üstelik de, denilmek isteniyor ki: “Beslenmek üzere vücuda bir şey sıkdın mı oruç bozulur, beslenmek içün olmazsa bozulmaz!”

DİB öyle bir şaşkın ördek olarak başdan değil kıçdan dalıyor ki, pek gülünç… Aklınca bir kulp bulacak ya, ne desin, “besleyici” olsun da cevaz kapısı açılsın!. Besleyici olmıyan öteki ne varsa, onlar da bozmaz olsun!. Covid-9 da “besleyici” değil ya, o da “bozmamış” olsun!. Bilim ve milim gurultusunun emrine girdin mi olacağı budur!

Akıl, mantık, muhakeme, kıyas, ictihâd bu!

Esrar çekenin orucu, kendisine su sıkılanın orucu bu kafa çıkmazına göre orucu bozmaz!!! Öyle ya, ne esrar ne de su besleyici değil… Ramazanda susadın mı, enjektörle bir gırba suyu bas gövdene, sonra da dipdiri oruç tutuyor ol!. Çekil ve gir bir ine, çek çekebildiğin kadar esrar, ve gözünü iftar vakti aç, kuş gibi hafif oruç tutmuş ol, hiiiç orucun nefse vereceği sopaları kabalarına yemeden, yan gelib yat!

Ulan bunun neresi oruç?

Allâh Azze ve Celle ile, O’nun dini ile dalga geçmenin fırıldaklarına bakar mısınız?

Yiyene!

Ve dahî içene ve çekene!

Sevdiğimin ve şeyetdiğimin DİB’i…

Hele bir de tenakuza düşmeleri ve tam saçmalamaları yok mu?

Aman Allâh’ım!

İşin nasıl cılkı çıkmış, lütfen okuyun, ve DİB denen yerin korkunç tenâkuzlarını görünüz! Bu ifâdeler de “2/4/ 2021 tarihli, Yüksek (alçak değil) Din Kurulu Üyesi İdris Bozkurt” nâm adamdan:

Kovid-19 aşısı dahil olmak üzere hiçbir aşının içerisinde besleyici vitamin ve gıda içerikli bir madde bulunmamaktadır. Böyle şeyin vücuda zerk edilmesi orucu bozmamaktadır fakat ihtiyatlı hareket etmek açısında iftar ve imsak arasında olunabilir. Ancak gün içinde olmak isteyenler varsa olabilir, oruca zarar vermeyecektir bu durum” değerlendirmesinde bulundu.”

DİB’in bir kanadı “Besin değeri olmıyan aşı” nanesi yerken, öbür kanadı noktasına kadar buyrun:  “Kovid-19 aşısı dahil olmak üzere hiçbir aşının içerisinde besleyici vitamin ve gıda içerikli bir madde bulunmamaktadır.” Nanesi yiyor!

“Oruç sozulmazmış” amma, “İHTİYATLI HAREKET ETMEK AÇISINDAN İFTAR VE İMSAK ARASI İĞNE OLMALI İMİŞ!”

Rezillik bu kadar olur!

İslâm oyuncak edildi!

Müteakıb nüshamızda buluşmak üzere biiznillâh…

(Mâba’di var)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir