(5) Merhûm Büyük Üstâdı Yâdederken…
27 Aralık 2008
(2) Ey, Büyük Doğunun Müslüman Oğuz Gençliği!
29 Ekim 2009

Gençlik, bir milletin istikbâli demek olduğuna göre, ona en iyi yetişme imkânı veremeyen milletler, kendilerini yaşıyor zannetseler de, artık o milletin

EY, BÜYÜK DOĞUNUN MÜSLÜMAN OĞUZ GENÇLİĞİ! 

(1) 

Ahmed SEYYİDOĞLU 

 

Gençlik, bir milletin istikbâli demek olduğuna göre, ona en iyi yetişme imkânı veremeyen milletler, kendilerini yaşıyor zannetseler de, artık o milletin ayakda kalabilmesi mümkin görülemez… İslâm Târîhi’ne bakılacak olursa, müslümanlar, gençliğe ne zaman ki i’câbeden ehemmiyeti vermişler, o zaman ve devirlerde en saltanatlı ve satvetli i’tilâ günlerini yaşamışlardır… Bu cümleden olarak, bizim târîhimizde nice genç yaşda devletin başına geçen şahsiyetlere bu yolu açan, onların ehliyet iktisâbına bâdî olan mükemmel (yetiştirilmeleri) bilinmelidir… Meselâ, Cennetmekân Fâtih Sultan Mehemmed Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-ğufran Hazretlerinin 15 yaşında devletin başına DEVLET REİSİ OLARAK GEÇMESİ, kuru ve boş bir geleneğin icâbı olarak görülemez… O Murad Hân oğlu Mehemmed Hân, insanı insan yapan mutlak nizâmın, hâkikatdan ibâret hayat tarzı içinde yetişdirildiği içündür ki, bugünkilerin hayâlinin bile varamayacağı bir îmân, akıl, tecrübe, ilim, zekâvet, dirâyet, şahsiyet ve mükemmeliyyet âbidesinden başka bir remz ifâdesi ortaya koymamışdır…

İnsanlığın nefret kutbunu temsil eden vahşî 20. Asır diktatörleri ise, O’nun sâhib olduğu bütün bu meziyetlere tersden ve zıdd-ı kâmil derekesinde mâlik, fir’avn mâdeninde bir zorbalık ve küfür timsâlleri…

Tepeler böyle de, ya etekler?..

Onlar da, emânet aldıkları soy ve kök mahrûmiyyetinin bütün genlerini, emânet edenlerine tam muvâfık olmak şartıyla: Cinâyet, şehvet, servet ve dalâlet oyuncakları… Bugün ise 15 yaşında değil de, üç yaş daha ileride (18 rüşt yaşında) olduğu halde; ve Atamız Fâtih Hân kadar yani 6 lisan bilen, zâdegân, diplomalı, eşşek hürriyetine anırasıya sâhib ve üstelik de “çağdaş!” gençlere bakınız!. Şehvet kısrağı olarak aylarca kullandığı rejim kurbanı ve yine şehvet azmanı o dişisini, testere ile keserek çöp bidonuna atacak kadar aşşağılık ve bel hum edâll, çukur içi çukurda bir cânî…

Bal ile (yetiştirmenin) zaman ve mekânı dün, insanlıkda nasıl zirve yapıyorduysa; baldıran zehirleri ile (yetiştirmenin) zaman ve mekânı olan bugün ise, bütün bunların zırva ve çukurunun çukuru inşâ edilmekde…

“Ey, Türk gençliği!” derken, hangi keyfiyet, hangi keyfiyeti yıkmak ve hangi keyfiyeti inşâ etmek için hedef gösterilmişdir?.. Bunun muhâsebesi yapılmadan, ezberleri papağanca ve kurbağaca ile tekrar etmenin netîcesi, işte bugün dünyânın da gözleri önünde ve agorada sergide… Ne göz ucu ve takdirle bir bakan, ne bir tek müşteri ve ne de bir tek yiyen!.

Dünyâ yehudisi; ve onun, üzerine 2000 senedir eşşek gibi bindiği haçlı dünyâsı, fevkal’âde memnûn ve müteşekkirdir…

“-El müstenidu bi tevfîkâti’r-Rabbâniyyeti Melikü’d-Devleti’l-Osmâniyye…”

İbâresini Devlet armasında taşıyan o Devlet-i Ebedmüddet, yahudinin eli, plânları ve haçlıdan müdevver adamları ile, bundan mahrum bırakılmak üzere 1908 darbesiyle sû-i kasda uğramışdır… Böylece de, (gençliğin yetiştirilme) kaynağı, zirveden zırvaya istikâmet değiştirmek mecbûriyyetine sokulmuş oldu… Hem de en zorba ve insanlık dışı usûllerle… “Laik, lâyık, dembokratik, soslu-yal ve guguk!” nakârâtına dönerek günden güne bataklık ufûneti gibi salaklaşdıran nusûs-ı cumhûriyyeyi, bu gün öz mü’minleri, cumhurlobiyye ve ergenekonya hâline inkılâb etdirerek, iğrenç bir istismâr peşinde…

Merhûm Üstad Necib Fâzıl Bey de:

“-GENÇLİK.. GENÇLİK.. BİR GENÇLİK!”

Diye diye, bir ömür boyu inledi ve bunun çilesini çekdi. Yukarıda zikretdiğimiz gibi, gençlik, istikbâl demekdi; ve ancak, mâzî ve hâli, en iyi şekliyle yaşayan ve yaşatan olması hâlinde bir ma’nâ ifâde ederdi…Gençlik, millet hayâtında öyle bir manivelâ noktasıdır ki, millet içün (ya hayât, ya memât) istikâmeti buradan başlar…

Gençlik ve yepyeni bir NESİL içün, ömrünü zından ve çilelerden ibâret kılan Merhûm Üstâd, bir konferansında hakîkât bestesini şu makam ve notalarla dinletir:

“-…Yobazlık, dîni, kendi nefsâniyyetine indirmek demekse, evvelâ içimizden bunu tasfiye etmeye ve yepyeni bir NESİL meydana getirmeye mecburuz. Ben kendim de dâhil, ihtiyarlarda iş görmüyorum…” 

(DİKKAT: Merhûm Üstad’daki ufka ve mükemmeliyyet aşkına bir bakınız ki, “kendim de dâhil” diyecek kadar hâlis ve pırılpırıldır; ve münekkidi ve muhâsımı geçinen bugünün işporta piyasasındaki beleşçi ve hormonluların, hayâl bankalarıyla bile yetişemiyeceği bir irtifâ kaydeder…)

Üstad Merhûm devamla buyururlar:

“….Evet bir YENİ NESLE muhtâcız. Yontulmuş… (Fidyas)ın elinden çıkan heykeller gibi… İşi, bütün asliyetiyle, saffetiyle bilen, gören, duyan, anlayan bir nesil… İslâm’da pörsümeyen yeniyi, solmayan rengi, geçmeyen anı, hepsini gören ve onun ahengi içinde yuvarlanan bir YENİ NESİL… Ona çalışıyoruz ve inşaAllah muvaffak olma yolundayız… Bir gün o büyük zât, çarşıdan geçerken, dükkâncının biri koşmuş, ellerine sarılmış ve kendisine demiş ki:

“-Dua ediniz efendim, Mu…… ümmeti kurtulsun!”

O da dönmüş ve demiş ki:

“-Sen bana Mu….. ümmetini göster, ben sana aynen kurtulmuş olduğunu haber vereyim. Nerede o?”

“Bu işi marka müslümanı olmakdan çıkaracağız! Konserve kutuları gibi… Kadınların ötesini berisini koyduğu, boş kutular hâlindeyiz. Yaldızlarımız dökülmüş, boyalarımız üstünde okunaksız bir isim var: Müslüman…”

“Böyle Müslümanlık olmaz ve Müslümanlık böyle kaldıkça Allah’dan yardım umulmaz!.. Evet, bir YENİ NESİL… Bu neslin meydana geldiğini Allâh bana gösteriyor. Hatta büyük kudretiyle, daha evvel, ümmidimi bende kapamış bulunurken gösteriyor. Onun için yeni doğmuş bir adam gibi hissediyorum kendimi… Ve bu enerjim ondan ileri geliyor. Biz biliyoruz ki, sonların sonu bizimdir!.. İSTİKBALLERİN İSTİKBÂLİ bizimdir!. Çünki artdığını zannetdiğimiz küfür, (tükenmez pekmezi) tarzında, sulana sulana büyürken, biz pekleşe pekleşe büyüyoruz… Bu bakımdan hiç şübhe etmiyorum ki, istikbâl bizimdir!.. Elverir ki ……. bütün yılgınlık tavrımızı bırakarak şahlanmayı; ve “ben bu memleketin ve târihin sâhibiyim ve onun koruyucusuyum!” demeyi bilelim…”

Üstad Merhûmun şu ifadelendirişi, içinde nice hakîkat, prensib ve formülleri taşıyor ki, bir ömür boyu çekdiği çile ve zından hayâtının çerçevesinden ibaret olan şu ma’na, bize misâlimizi nereden ve kimlerden alacağımızın en som ve nihâî emrini de vermektedir…

Gençliğin bir milletde istikbâli meydana getirdiği, yalınız İslâm Milletinde değil, bütün milletlerde de kabûl edilen bir vâkıadır. Bu i’tibarladır ki, biribirini ifnâ etmek isteyen milletler, hasımlarının gençliğini zehirlemeyi büyük bir harb taktiği ve tekniği olarak da, târih boyunca en mühim bir silâh olarak kullanmışlardır…

Bütün dünyâ insanlığını, kendi tanrıları olan “Yahve’nin” onlara köle olarak yaratdığı inancına sâhib olan yehûdîler, bütün dünya gençliğini müthiş ifsâda çalışırlar… Bunu, “yahudi protokollarına” bakılırsa apaçık görmek son derece kolay ve üstelik de dehşet vericidir… El atdıkları îmânî, dînî, siyâsî, iktisâdî, ictimâî, hukûkî ve askerî, her sâhada bilhassa gençliği soy ve kökünden uzaklaştırarak tam bir mankurt hâline getirmek üzere çalışanlar, artık iğrenç yüzlerini saklayamaz olmuşlardır. Gençliğin büyük bir kısmı bugün seks manyağı ve iman pörsüğü bir paçavra ve kadavra hâline getirilmişse, bunun yüz senelik mes’ulleri elbetde artık besbellidir; ve bunlar, mutlaka hesab da vereceklerdir…

Evet, tam yüz senedir, Anadolu insanını gençliğinden kavrayarak istikbâli meflûc bir yatalak hâline getirmenin plânları, bu memleketde yehudi eliyle ve onun beslemeleri ma’rifetiyle yürütülmüşdür… Nutuklar atılarak binlerce kere söylenib yazılsa da, öylesine çürük ve geberten bir hayat tarzı bu memlekete dayatılmışdır ki, ne emânet ederseniz ediniz; ve hangi birinci vazifen şudur diye esip gürlerseniz gürleyiniz, kalbinden İslâm ve ONUN ALLÂH KORKUSU alınan bir gençlik, (emânetin) ve (vazifenin) ne olduğunu bilemez ki, senin emânetini ve verdiğin vazîfeyi ilelebed muhâfaza etsin, müdâfaa edebilsin!.

Bırakınız ilelebedi, 80 sene içinde döküp saçarak, ortalığı terör belâsına kapdırdı…

Terörü devlet eliyle, askeri üniformalar içinde infilak etdiren bir manzaradan başkasını ortaya koyamadı…

80 yıl evvelin haçlı sürüleriyle boğazına çökülen millete, o sürülerin (AB)si içine girmekden başka çâre bırakılmayan, kahredici bir manzara…

Akla zarar bir “devrim masalı” ve rûha kezzab döken bir “medeniyyet” cinneti…

80 yıl sonra, mâdem onlardan ve onlarla olmak içün yepyeni, sun’î ve hormonlu bir millet olmanın aşkıyla kavrulunacakdı, dün neden (istiklâl senaryolarıyla) yola çıkıldı!?..

Bu müthiş senaryoyu deşifre edecek bir gençlik… Bir gençlik.. Bir gençlik… ÖZÜNÜ bilen, ona dönen, onsuz olamaz BİR GENÇLİK…

Bi avnihî Teâlâ bundan sonra, madde madde ele alarak, neleri, nasıl îmânının bir cüz’ü yapmaya mecbûr bir gençlik görmeliyiz; ve hedefine kilitlenmiş olmanın hatlarını bilen ve bütün bunların bilek ve yumruk sportmenliğiyle şuur tebliğcisi BİR GENÇLİĞİ nasıl yoğurmalıyız, sıra bunda…

Rûh köküyle beden özünü meczeden, insanlık târihinin hasret kaldığı gençlik…

(İntişârı: 02.09.2009)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir