Dîni İçden Yıkıcı Ramazan Müşriklerinin İki Hedefi…
6 Mart 2024

“AŞI (İĞNE) ORUCU BOZMAZ” VE “hesâbât-ı nücûmî” FİTNESİ!

-1-

 

Ahmed SEYYİDOĞLU

CÜBBELA DA, DİYÂNET  VE  (N. KILDIZ)  GİBİ ORUÇ BOZDURUCU!

Evvela cübbelâ (31.3.2021)de bir fitne tiwitini şöyle savurdu:

“DOKTORLAR BU HUSUSDA AÇIKLAMA BEKLİYORLAR. İmâm-ı Tahâvî, İmâm-ı Ebû Yûsuf’tan naklen iğne olmanın orucu bozmadığını zikretmiştir. Dolayısıyla aşı vakti gelenler ve aşıya çağrılanlar mutlakâ icâbet etsinler, oruçları bozulur diye endişe etmesinler. Lâkin Ramazan’dan sonra ihtiyâten aşı oldukları güne niyetle bir gün oruç tutarlarsa daha iyi olur.”

“Hakkı Bâtılla Telbîs” ederek dînin hâricinde turistik gezintilere çıkma meyli-modası, son zamanlarda rekor kırmaya başladı!. AKAP devr-i Tayyibesi bu iş içün pek müsâid bir zemin de îcâdeyledi!…

Aslında bu iş, çok evvellerde, Tanzîmât, meşrutiyet ve ittihadçı zamanlarında başladı…

Cumhuriyete gelindiğinde ve onun bidâyetinde ise, Kelâm-ı Kadîm’e “Araboğlunun yâveleri, gökden indiği vehmedilenler…” ve “İqra’ bismi rabbike safsatası” v.s. demekle, kapı, ardına kadar aralanıverdi…

Seâdet-i Ebediyeci Alb. Emeklisi Hilmi’nin, 1971 aralığında Merhûm Üstad Necib Fazıl’ın Sülü’ye “mason” demesi üzerine Hakîkât nam ceridede başmakâle yazarak, MERHÛM ÜSTÂD’ı “KÂFİR”, Sülü’yü de “İslâm Mücâhidi” i’lân etdiği; ve müteveffâ Kutlular’ın da, bazı nurcu nursuzları yıllarca âşık eylediği  o Bilgi locasına kayıtlı mason birâder İslâmköy’lü Sülü de şöyle demişdi:

“Bırakın 236 âyeti, bunlar devletle-layıklıkla alâkalı, geriye 6400 küsûr âyet kalıyor, bunlar neyinize yetmiyor!”

Demirel,  hem de, bazı nursuz nurcularla, Işıkçıların Albaylıkdan emekli ŞEYHİNİN kalemiyle “İslâm Mücâhidi” i’lân ediliyordu. Sülü, Kahhâr-ı Zülcelâl Allâh Azze ve Celle’nin KADÎM KELÂMINI böylesine beğenmiyor ve ona gene böylesine istikâmet çizib AYAR veriyordu!. Hem de İslâmiyyet’e “cumhûriyet ve layıklık sopası” göstere göstere… VE onu dünyâdan masonik lâf canbazlığı ile tardedib, hayat hakkını elinden ala ala…

Cenâb-ı Hakk, İslâm ve Müslümanlarla “ZEVZEKLİĞE” cür’eti ve irtidâda balıklama dalışıyla da, KELÂM-I KADÎM’e Ebû Cehilvârî salvolar epey irtifâ kaydetdi…

Arada pek çok mürtedd, Allâh Azze ve Celle’nin âyetleri ile sürtüşdü durdu, salvo atışlarıyla ortalığı dağıtmıya çalışdı…

Yahudi anayla ermeni babadan olma Fetö bile, kürsülerden, etrafındaki meczûbîni cûş u hurûşa ve vecd ü istiğraka boğub cıyak vıyak ötdürmek içün (!) kendinden geçme ve “KUR’ÂN-I Azimüşşan’da fenâ bulma iblisliklerine” soyundu; ve Allâh Azze ve Celle’nin KADÎM kitabını birkaç kere kürsüden câmi harîmine fırlatıb atdı… Ve bunların, echel-i cühelâ ve ekfer-i küferâdan bazı “nursuz ve dimağsız risâle papağanları” ma’rifetiyle, “Hakâik-i imâniyye ve Kur’aniyyeye hızmet” adına çok büyük  “takdîr ü tahsînler” gördüğü de inkârı gayr-ı kâbil ve bâhir bir vâkıadır!

AKAP İKTİDARININ DİB’E ÂMİR BAKANI, 2005’DE “KUR’ANIN %40’I ATILMALI” DEMİŞDİ!

2005’lerde DİB’e bakan AKAP nâzır-ı cümhûriyyesinden İzmir İlâhiyat Dekanı Prof. M. Aydın nâm ve “Kiliseye girince ferahlama duyduğunu” alâmeleinnâs cihâna duyurucu; ve “hoşgörü diyalog havârîsi”, Fetö’cü Abant toplantılarının demirbaşı ve “cumputrasi aydın ve günaydını” da, “Kur’anın % 40’ı atılmalıdır” gibi hezeyân-ı gâlîzalar ıkınırken, bu ehâli-i meyyite ve hökûmât-ı gayr-i Tayyibe, sâdece seyr ü temâşâ buyurub, “harbî gâvurları” sandıkda diriltme “Mücâhedâtı” ile iktifâ buyurmuşdur!. Dahî, bir nice “15 Temmuz HAÇLI SEFERİ” ayarında derd ü belâ vü gam sezâ olub, kendi öz elleri ile bugünlere muvâsalat eylemişlerdir…

Şimşirgil 2018’de şöyle yazmışdı:

“AK Parti’nin iktidara geldiği ilk dönemde Prof. Dr. Mehmed S. Aydın, Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı idi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde dekanlık da yapmış bulunan bu zat, bilhassa dinler arası diyalog ve misyoner toplantılarının vazgeçilmez ismiydi.
Her fırsatta ilahiyat bilgisini daha çok Vatikan’a ve Hıristiyan oryantalistlere borçlu olduğunu övünerek anlatırdı.
Çek Cumhurbaşkanı V. Havel’in ev sahipliğinde Prag Şatosu’nda düzenlenen ve ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton ile ABD eski Dışişleri Bakanlarından H. Kissinger’in de katıldığı “Forum 2000″e Türkiye’den davet edilen tek ilahiyatçı olması yönünden, ziyade misyonunu göstermesi bakımından büyük ehemmiyet arz ediyordu.
Zira bu zat hocası İngiliz Profesör W. M. Watt’tan aldığı ilhamla, Kur’ân-ı Kerîm’in tarihselliğini ve zamana göre yeniden uyarlanması gerektiğini öteden beri her platformda savunmaktaydı. Nitekim bu zihniyetin ürünü olarak “Kur’ân-ı kerimin yüzde kırkı atılmalıdır. Zira Kur’ân-ı kerimde Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili âyetler o günün (Hazreti Peygamber Devri) Yahudileri ve Hıristiyanları ile ilgilidir, bugünün değil” diyerek zırvalamıştı.”
Felsefeci ve İlâhiyatçı bu papakafalıya göre, yüzde kırk, 2600 kadar âyet veya 45 kadar sûre yapar ki, ortada Kur’an-ı Mecîd’den zerre kadar eser kalamaz. “Tecezzî kabul etmesi muhâl olan bu Hakk ve Mutlak DÎN,” bu takdirde kul irâdesinin bir mahsûlü olmıya inkılâb etmiş ve Allâh Kelâm-ı olmakdan çıkarılmış demek olacakdır. Allâh Azze ve Hazret-i Kur’an’a “îmân eden” bir adamın böyle hezeyanlar savurması hiç mümkin midir?. Bu kabil adamların İslâmiyyet’e ve Müslümanlara bakışındaki akıl almaz kin ve düşmanlığı tahmîn etmek bile son derece korkutucudur…
Hökûmât-ı Tayyibe’de bir bakan, hem de DİB’ e bakan bir NÂZIR-ı A’zam, babasının kitabında tasarruf yapacakmış gibi böyle naneler yiyebilmişdir.
Görülüyor ki, DİB denen yer, politika, felsefe, oryantalizma, kamalizma gibi beşerî din ve cereyanların elinde cumputratik bir makamdır; ve “fetvâ” adıyla ortaya koyduğu hiçbir beyan İslâm Dînini sûret-i kat’iyyede aksetdirmez ve müslümanları bağlıyamaz, nâfizü’l-hüküm olması muhaldir… Devlet kuvvetini arkasına almış olan jakobenist layıklığın devamı içün İslâmiyyet’i istenilen şekle ve kalıba sokarak, onu sistemin dalkavuğu bir din hâline, cübbelânın ta’biriyle “uyarlama” merkezidir…
İlâhiyatçı Prof Bayraklı takımları da, Ramazan ve sâir mukaddes gün ve gecelerin, sâbitlenmesini savunan İLÂHİYÂT bozguncuları olarak bu dînin en büyük şûikastçılarıdır…

Tasrîhi zâiddir ki, beşerî bilcümle sistemlerin veya Hakk’ı bâtılla TELBÎS eden rejimlerin cümlesinin FITRATINDA, darbe meyl ü iştiha ve şehveti meknûz olub, bunun önüne geçmek muhâldir… Dediğimiz gibi bu, mevcud “Beşerî sistemlerin FITRATINDA” mevcuddur; ve onların lâzım-ı gayr-ı mufârığıdır… 

Beşerî sistemlerin Allâh Azze ve Celle’nin vaz’-ı ilâhî olan dînine (sistemine) karşı insanlık boyunca “Darbeler, ihtilâller ve muhtıra vermelerle” yaşayan beşerî sistemlerin, 10, 100, 1000 sene de bir veya birçok bu işlere kalkışdığı, inkârı gayr-ı kâbil bir vâkıadır. Hâl böyle olunca, yeryüzünden iblisin yapacağı “darbe, ihtilâl ve muhtıraları” kaldırmak imkânsızdır… “Arz ve Semâ DEVLETİNİN müstakillen MÂLİKİ” bulunan Kâinâtın Rabbine karşı, darbeler, ihtilâller ve muhtıralar son bulmuyor ve bu, “Rabbine karşı nankör (kenûd) yaratılmış insanın” fıtratında ve hılkatinde meknûz bulunuyorsa, beşerin, beşerî hükûmet ve devletlere karşı bunları yapmadan durması hiç mi hiç düşünülemez… Bunun aksini söyliyenler, kendilerini devamlı reklâm ihtiyâcında olan (politikacıların) vazgeçemiyeceği bir zevzeklikdir!

 “Artık darbe yapılamaz” papağanlamasının 5 yıldır şakımasından sonra şimdi görüyoruz ki, “4 Nisan 2021 HAÇLI-SEFERİ MUHTIRASI” ruznâmeye lök ve kök gibi oturuverdi!.

CEHAP zâten, 1920’lerden beri İngiliz felsefesinin bir meczûb ve mecûnu olmağla, AB ve ABD, İsrail, İng, ve HAÇLI dünyânın rahm-i mâderinden tevellüd eylemiş bir fırka-yı ecnebiyyedir… Diğer topyekûn “fırak-ı dallenin” ya’ni “parti-pırtı” ismi içinde cem’ olunanların da, bir eksiksiz tamâmı dahî, CEHAP rahm-i mâderinin mahsûlleridir… Artık netîce ma’lûm…

Binâenaleyh, Allâh Azze’nin âyetlerine yapılan bütün salvo atışları, 1923’den i’tibaren başlıyan atışların, bunları tekrarlama ve örnek alarak “Kamalizma Dîni Çerçevesinde ve ONA TEVFÎKAN bunları takdîs etme faaliyetleridir…”

Haçlı Avrupa’da Kur’an-ı Azîmüşşân’a karşı yapılan salvolara, içeriye (halka) hoş görünme politikası icâbı cevab veren bazı iktidâr-ittifâk parti-pırtıları, içdeki salvoları ya duymaz, ya görmez veya kısık sesle “pırt-pırt” ederek geçiştirirler… 

AKAP İKTİDÂRINDA İLÂHİYATÇI BİRİSİ,  “KUR’ÂN, ALLÂH’IN KİTÂBI OLAMAZ” DA  DEDİ…

“Kur’an Allâh’ın KİTÂBI OLAMAZ” diyecek kadar kâinât çapında sapıtan ve ilhâda sapan Mustafa Öztürk’e bile, bu adamların “İlâhiyât Fakültelerinde purofluk rütbelerine” kadar yükseltilerek halkın çocuklarına “Kur’ânsızlık-Kitabsızlık-Allâhsızlık” kılavuzluğu yaptırılabiliyorsa… Ve bu adama karşı resmî iktidâr ve muhâlefet partilerinin hiçbirinden,  küçücük bir i’tirâz nârası atan bile duyulamıyorsa… “Pırt-pırt” etme derekesinde bile ağzı oynayan ve burnu sızlıyan, “millî-yerli” ma’mûlü “parti-pırtı”  sadâsı işiten, hiç görülmüyorsa…

Demek ki sükût ikrardandır!

Daha oralarda (ilâhiyât-imâmiyât-cübbeliyât-fetöşiyyât-yobâziyyât) inlerinde, nice iblislik keyfiyetinde hannâs sihirbazlar, “zevzekler-gerzekler-tezekler-pezevenkler” vardır da, kokuları sokağa taşmıyordur!.

Dinsizlik ve Allâhsızlık, “İlâhiyat dîni–DİB Dîni–Devletin dîni, hükûmetin dîni, paralel yobazlar dîni–Partilerin dîni, TÜRKÜN KAMALİZM DÎNİ, v. s.” adına, o gâzî üretme çiftliklerinde üretilir gibi buralarda son derece mebzûl üretilib türetiliyor!. Hangi politikacı, “DÎN ADINA, DÎNİN OYUNCAĞA ÇEVRİLMEMESİ ADINA” zerre miskâl bir hassasiyetle sesini yükseltebiliyor???.

Sistemin fıtratına ve hedefine tam mutâbakat!

O halde mantıkî mutlak kânun, (asıllardan sonraki netîce) olarak, lâ şekk velâ şübhe şudur ki:

Her hangi beşerî bir sistemin MEŞRÛİYYET KAYNAĞI ne ise, onun, imam-müftü-ilâhiyât-DİB-Hacı-Hoca-şeyh-mürid-tirit-oruç-namaz-hacc-dîn-îmân, v.s. ne kadar neyi varsa, topunun MEŞRÛİYYET KAYNAĞI DA ODUR!.

Bunu göremiyen adam veya madam, kim olursa, İslâmiyyet’in dışındaki bir şeye “İslâm” diye zamklanır; ve bir daha da ondan, yapışdığı yeri neresiyse onu, çok zor ayırıb kurtarabilir… Bu noktayı beşerî sistemler göstermemek içün (parti zevzekleri-gerzek-tezek ve madamları) ile, binbir takla atar ve o kadar da bakla yutarlar!.

Biribirlerini yerin dibine geçiriyor olmayı, halk nazarında kendilerinin irtifâ’ (itibar-haklılık) kazanması olarak düşünür, bunu, fâsid bir dâire içine girmiş de olsalar, hırs ve kuduzlukdan tek şeytânî formül olarak ele ve dile alır, yalan ve iftirâ, inkâr ve ihtiqârın bini bir paradan havalarda uçuştururlar…  

AKSİ HALDE halkı, “sürüleştirib güdemez,” ehâlîye, Kelâm-ı Kadîm’in “Râinâ demeyin, unzurnâ deyin!” emrini unutduramazlar; ve bunu, onların kalb ve kafasından silemezler… Halk bunu eğer unutmaz ve kafa ve kalblerinden silmez de, “Bizi GÜTMEYİN, bize NEZÂRET edin” derse… “GÜDÜLECEK KOYUN SÜRÜSÜ DEĞİLİZ” derlerse!.. “Bunu bize, “Kelime-i TEVHÎDİN içindeki Kur’ânımızın âyetleri emrediyor, sakın SÜRÜLEŞMEYİN; GÜDÜLEN OLMAYIN” diyor” derlerse…

Gene o, Kur’ânımızın “Râinâ demeyin unzurnâ deyin” âyetlerine îmân eden, şerefli ve asîl kullar şöyle derler ise:

“Allâh Azze bize “İki ayaklı hiçbir nemruda kul olub önünde eğilmeyin, yaltaklanmayın, yalamalaşmayın” buyuruyor! Anınçün, aslâ Cübbelâlaşamayız, Ayasofya’da rütbe alacağım, DİB içinde ve başında horoz olacağım, dekan-rektör-faktör-pastör-bakan-sıkan-tapan olacağım diye, tâğûtların eteklerini ölsek öpemeyiz, pis çoraplarını çarmıha çakılsak yalayamayız!”

Halk “Râinâ” değil de, “unzurnâ” derse, iş işte buralara varır…

Evet, bunu sâdece İslâm MİLLETİ söyler…

Âdem Aleyhisselâm’dan beri başka hiçbir millet, bunları söylememiş, netîcesinde de kendi içlerindeki veya dışlarındaki eli sopalı decâcile, cebâbire ve zaleme gürûhları tarafından güdülmüşlerdir…

x“BİZİ GÜDEMEZSİNİZ, BİZ SÜRÜ DEĞİLİZ… ALLÂH’A: “ANCAK SANA İBÂDET EDER, ANCAK SANA KUL OLURUZ” DİYEN KULLARIYIZ… GLOBALİ-MAHALLÎSİ HİÇ BİR POLİTİKACI VE BEŞERÎ-POLİTİK-ASKERÎ İLÂH, BİZE DİŞ GEÇİRİB KANIMIZI EMEMEZ; VE DİZ ÇÖKTÜRÜB KENDİSİNE SECDE ETDİREMEZ…”  

İşte bunları diyen, başka millet var mıdır, cihâna gelmiş midir?.

Bütün parti-pırtılar, istisnâsız hepsi de, dilleri ne kadar “Dînî lâfızların papağanlığını zorla (kerhen-ikrâhla) yapsa da,” hepsi de CEHAP fıtratı üzere doğmuşdur; ve (parti ana-babaları) onları gene o fıtrat üzere terbiye ederek, “kayıkçı kavgaları” içün arenaya salıvermişlerdir…

Cumputrasi dîninin (muhafazakâr-liberal-sosyal) üç ana itikad mezhebinden birine mutlaka dâhil olan bu parti-pırtılar ve partiküller, halka: “Sen, kimliğini bizde bulursun” fâsid mantığıyla yaklaşarak, onları antik yunan aklının politika usûlüne (metoduna-yöntemine) çekib bağlamakda TAM bir İTTİFÂK içindedirler. Tek müşterekleri de bu…

SÜBHÂN olan Arz ve Semâ DEVLETİNİN müstakillen MÂLİKİ bulunan O KAHHÂR Azze ve Celle İRÂDESİNİ son derece ısrarla gündemden kaldırmakda; ve halk, îmân, tefekkür, tezekkür, tedebbür ve muhâkemesini, şirkin her gün salvo atışlarını yiyerek felç etmekde.. onları (ehâliyi) kabaları üzerine çökmüş müflis bir mahlûkâta çevirmektedirler..

Gören???

Sürü psikolojisi.. İnsanlar morfini yedi mi, evleviyyet hakkı içün karşısındakinin iğnesini bile kendisine saplatmak üzere açgözlülük rekorları kırmıyor mu?. Yeter ki şartlansın ve “râinâ=bizi güdün” desin; ve sürü olmayı, güdülen bulunmayı ŞAHLIK olarak dimağına bir çeksin!

Bu bir çekildi mi, Fetö’ye asker, hatta orgeneral bile olunur!.. Loca emrinde Gen. Kur. Bşk’ı bile kayda ve vesîkaya geçer!. Adı Karadayı olsa da farketmez!

Her şey, ya Allâh’ın Rızâsı veya Piramitdeki gözün gözüne girmek içün… “Oluklar çift, birinden nûr akar, birinden kir!” 

BEŞERÎ SİSTEMLER KAHHÂR-I ZÜLCELÂL’E DURMADAN MUHTIRA VERİYOR, TERÖR ESTİRİYOR!

VAR MI GÖREN?

Anınçün, bunları yaşatan sandık sistemi, oraya ne kadar sahte-yobaz duaları ve okuyub-üflemeleriyle de gidilse, sâdece Cübbelâ-Şerocak kelle hamûlesi ile yürütülmüş; ve abesden meded umma periyoduna ve fâsid dâiresine girilmiş olacaktır!. Mekke müşriklerinin hâli, bugün aynen mer’iyyetdedir. Kıyâmet’e kadar da bu devâm edib gidecek… Müşrikînin dili Sâni-i Zülcelâl’e diyecekdir ki:

“Tamam, sen, Kâinâtı sonsuz kudretin ve ilm ü irâdenle ademden (yokdan) yaratdın, hem de sonsuz nizâm ile… Ancak bizim hayat tarzımızı, “Muâsır Garb Medeniyeti” hasretimizi, insanî (nefsî) irâde ve idâremizi; siyasî, iktisâdî, İctimâî ve hukûkî, beşerî, i’tikâdî, sıhhî, askerî, cinsî, cibillî, âilevî, savmî, salâtî, cihâdî bilcümle nizamlarımızı sen koyma, bunların künhünü biz senden daha iyi biliriz! Çünki bizim düzinelerce “Danışmanımız”, saray hâdimlerimiz ve para-fasörlerimiz, madam ve özlemsel milletvekillerimiz, homolog ve heterolog organ ve sloganlarımız, hukukçularımız, neler nelerimiz var!

Zâtınız bunca organizeyi ve teşkîlâtı kuruncıya kadar biz, her işimizi “bağımsızca ve bağlamasızca ve ipli-ipsiz nice sivil toplum kuruluş ve kuduruşlarımızla” ve “ölüm kalım mücâdelemiz olan cinsiyet ve cibilliyet eşitliği”  ile tereyağından kıl ve kılçık çeker gibi “Yurtda Sulh Konseyi” olarak hâllederiz!

Sen “kânun koyucu olunca”, biz, politikacılar ve kan emiciler olarak, insanların gözünü külleyib, onların enerjisini sömürüb, nâsın omuzlarına oturan fir’avnlar olamıyoruz!.

İçimize NEFS denen canavarı mâdem koydun, iki melek ve bir şeytanı da omuz başlarımıza ve yanımıza dikdin; biz, bunlara rağmen sana değil, bize tâbi’ olarak YAŞAMAK istiyoruz!

Var mı diyeceğin?.

İrâde-i cüz’iyyemizi de, imtihân içün, SENİ tanımak ve ancak sana KUL olmak, rızân istikâmetinde kullanmak üzere vermişsin ammâ.. lâkin.. yani.. fakat.. şey.. hani, aaaa, iiii, biz.. her şeye rağmen gene de NEFS tarafında yer alacağız!

Biz, cihân devleti olmakda kararlıyız, göreceksin ki olacacağız da…

Yüce tanrımız, Kâinâtın Ulu Mimârı!

Bunda ciddî ve son derece kararlıyız, “Egemelik, kayıtsız-şartsız, vesâyetsiz, temsilsiz, teklifsiz, doğrudan, müntehib-i sânîsiz, seçmeli-seçmesiz, sandıklı-sandıksız, her zaman ve zeminde, her şart ve martda, dâimâ “Yüce HALKIMIZINDIR!. Onların bütün ihtiyaçlarını gene onlar adına ikmâl eder ve eksiksiz yerine getiririz!

“Bizim merhametimiz gadabımızı geçmişdir”; ve bundan böyle de geçecektir! Bundan hiçbir tanrı ve tanrıçanın, adam ve adamiçenin, madam ve madamiçenin şübhesi olmasın ve olmamalıdır…

Biz Kılçıkdaroğlu gibi fırıldak bilmeyiz, ne demişsek orada çakılır kalırız! Onların topu da terör ve Fetö şakşakçısı, biz ise “gerçek ve en seçme” sistemleri haçlı Batı’dan söke söke alıb aziz vatanımıza getirmiş ve işletmiye açmışız! Bizimle hiçbir Batı demokrasisi ve cumputrasisi, sidik ve sismik araştırma yarışına giremez!

Biz, dünyâ devletiyiz, dünyâyı Hılâfet bayrağı altında çekib çevirecek, adama benzeteceğiz! Ümmetin lideri olmak öyle kuru laflarla olmaz, bu iş mangal gibi yürek ister ki, işte bu da evvelallah tam da bizde var!. Tek devlet, tek vatan, tek bayrak, dâmâ tek, teke tek…

Büyük devrimler başardık ve daha da başaracağız. Besmeleyle kilise açma, adam-madam kilisede mevtâ âyinlerine katılma, Papa’dan dualar niyaz etme, homolara HAKKLARINI bahşetme, 18 yaş altında rızasıyla evlenen kızlarımızı “taciz eden kocalarına” hayatı zından etme; ömür boyu nafakalara bağladığımız bir takım madamlara, metres hayatı piyangolarıyla yeni arkadaşları ile ortak, akıl almaz “yaşam kaliteleri” sunma, v.s. gibi akla hayâle gelmez nice “atılım ve satılımlar” içine girdik! Böylece, “cumhuriyet devrimlerinin kazanımlarını” en az 10 katına çıkardık!

Garib-gurebâ, fakir fukara, yiyecek ekmek bulsa da bulmasa da, ayakkabı-çarık giyse de giymese de, biz saraylarımızda onlar adına en “görkemli hayat standartları” içinde “yaşamlanarak,”  onların istikbâlini en uygun şekilde düşünüyor ve “gereğini gerekdiği şekilde” yapmakda aslâ tereddüd de etmiyoruz!

Bizler “Hakk” desek de, bu, tasrih-i zâiddir ki, her zaman ve zeminde “HALK” demekdir! Biz halka taparsak “yaradandan ötürü” taparız! Anınçün bizim sözlerimiz ve doğmalarımız, Ey, Kâinâtın Ulu Mîmârı seninkinden de, gördüğün gibi çok evlâdiyelik ve masifdir! Ne kopar ne çürür, ne de üzerinden 14-15 asır geçib uygulanamaz hâle gelir!. Kul yapısı olsa da, “Yaradandan ötürü” hiç yıkılıb hâkile yeksân olmazlar!.

Kıvrıkoğlu gibi biz kıvırmacıoğlu da olamayız: “Bin yıl devam edecek” demişsek, bizim hâtırımıza o, onbin yıl bile devam eder… Biz hep uzun va’deli çalışırız. Mozaleye girenlerimiz bile “Sonsuza kadar ebedî istirahatgâhına girer”; ve Kıyâmet’de bile dirilmez, rahat ve istirahatlerini kimse bozamaz, sûra üfürülmeyi bile bizim ölülere kimse duyuramaz! Bizim kulağımız mozaledeki borazanın “tiii” sesine ve onun frakansına “uyarlanmışdır!”

“Duyarlanmalarımız” bile hep böyledir! Seyr-i sülûk-ı rûhânîde kat’-ı merâtib eden ağzı cilâlı Cübbelâlarımız bile, bir iki dua okuyub, politikacı ecinnilerimizi “kitâb-sünnete uyarlıyabilecek” kadar fizikötesi ve esrarlı güçlere mâlikdir!

Bizler senin ey, Yüce Yahve! Ulûhiyyetinden değil, Rubûbiyyetinden sıkıntı yapıyoruz! Lâyıklık var, dönüş yok, üstelik de “dört dörtlük layıkız” da diyoruz, şimdi dönersek çok ayıb olur! “Sandığa gömülmekden korkdu da anınçün döndü” derler! Ebû Tâlib de öyle, “Ölmekden korkdu da” falan gibi şeyler hani, böyle demedi mi?. Biz kararlıysak dönmeyiz, hem biz Kılçıkdâroğlu olamayız, o çok ayarsız, tam fırıldak, aman ne fırıldak, yüzü astarı hiç yok, devletimize kim düşman, o onlara dost! “Gavur kılıcıyla” üstümüze geliyor kasetçi!

“Devletlerin dostu olmaz, çıkarları olur” nassımızdan hareket edeceğiz! Dâima menfaat.. Menfaatımız nerede, biz orada olacağız, başka türlü bu gâvurlarla başedemeyiz!

 Ebû CEHİL zamanında da aynen ve tıpa tıp, kulların, bunun tâ kendisiydi, böyle idi… Tek gözlü piramitden aşağı, tam bir silsile-i merâtib içinde en aşağıdaki çulsuz garibana kadar tam bir hiyerarşi içinde, en altdan en üste kadar emme -basma tulumba sistemiyle kan ve enerji basacağız…

Ya hep ya hiç.. 

“DÜNYÂ 8-10 MİLYAR NÜFÛSU KALDIRAMAZ, ÇÖKER!” 

Bütün dünyâ ağız birliği içinde, birimiz hepimiz adına, hepimiz birimiz hesâbına konuşur olmak zorundayız!

8-10 milyar insan çok fazla, dünyâ bu kadar ağırlığı çekemez, omur fıtığı olur! Bu kadar ağır şişko dünyâyı tartacak baskül bile bulamayacağız!

Bizim köleleri artık zor besliyoruz, yarım milyara inmeli, dünyâ ve biz hafiflemeliyiz!…

“Yeni dünyâ düzeni” desek de, bidâyetden beri biz, ahbârın yazdığı TEVRAT mu’cebince, bazı tedbirleri almıya mecbûruz!

Yüce Yahve!

Tevrat’ı SEN göndermiş ol, ol da, ama biz yazalım, ve yazdık bile… Biz merkeze oturur, cumputrasi ile de, bize köle yaratdıklarını bu sistemle kendimize sımsıkı bağlarız… Bu, bizim lâzım-ı gayr-i mufârıkımız (olmazsa olmazımız) olur!… Çünki bizim yazdığımız, ama “Senin göndermiş olduğun Tevrat’a” göre SEN, sâdece bizim çok sevgili ve biricik ilâhımızsın; ve ötekileri de zâten, bize köle yaratmadın mı?. Elimizde kapı gibi “Meşrûiyyet vesîkamız” da var işte! Onların tapusu bizim üzerimize yapılmış ve yazılmış!

YENİ DÜNYA DÜZENİMİZ BUDUR, TÜRKÇE OLİMPİYATLARINDA SAHNEDEKİ ÇOCUKLARIMIZA KADAR FETÖ SİSTEMATİĞİ İÇİNDE BUNU BAĞIRTDIK! BUNU BÜTÜN PARTİLERİMİZE, “YÜCE TÜRK MİLLETİNE”, amiral ve cenırıllarımıza, DİB’imize, medyamıza, aydın ve günaydınımıza, paralel DİB’lerimize kadar herkese DE DİNLETDİK! ŞİMDİ FETÖ TEL’ÎNİ İÇÜN kuyruğa girmiş kuyruklarçular OLSA DA, İÇDEN İÇE HEPSİ BU HİYERARŞİNİN İÇİNDE, “Yüce TÜRK milletini” cumputrasi ni’metlerine garkederek İDÂRE ETMEKTEDİRLER!

Hulâsa biz, sana göre senin içün değil; biz, bize göre ve bizim içün yaşamak istiyoruz… Herşeyimiz de hazır, “senin gönderdiğin” ammâ bizim yazdığımız veya ma’nasını ve hükümlerini “asrîleştirib kamalistleştirdiğimiz” KİTÂB, bizim en kutsî ve temel projemizdir!. Onu, “Atatürk Milliyetçiliğine” îmân etmiş Bağçeligiller başda olarak cümleten, hep öpüb öpüb başımıza bile koyuyoruz!

“O ezanlar ki şehâdetleri dînimin temeli” diyerek, bunu bile yurt sathımızda “Mâdenî ve mekanik” hoparlör sesleri ile bilmem kaç desibel kuvvetinde ve hasta-çocuk demeden barbar bağırtıyor ve dünyaya her 24 saatde tam 5 kere ayağa kaldırıyor ve “Türk ve Müslümanlığımızı” bütün cihâna isbât ediyoruz!

Daha ne yapalım?

Daha öteye geçersek, cumputrasi kazanımlarına, masonik kazınımlara, ateist katılımlara, gayr-i müslim kapatımlara kadar herşey tehlike arzeder!

Zaten “Din, dil, ırk ve bölge farkı” gütmüyoruz! Herkes dînini yaşıyor, yaşasın… Hakmış, bâtılmış, herşey zâten biribiri içine girdi!

“Hakk geldi bâtıl zâil oldu” demek de Şerrbakan’ın harcadığı bir hakk değil miydi?. O da epey “ictihadlar” uydurub, yeni bir din îcâd etmişdi!.  Ammâ dîni tam ayağa kalkacakken emr-i HAKK vâki’ oldu ve palazlanamadan gitdi! Yoksa Karagülle ile “âdil düzen-millî görüş” bilmem neler uydurub, iyice yol almışlardı! Ekber Şah gibi epey şaha kalkar gibiydi!

HULÂSA: Ne kadar çok dînimiz olursa, bizim içün o kadar zenginlikdir!. Yeter ki “Yerli ve Millî” olsunlar!  

ABDÜLHAMÎD CENNETMEKÂN ZAMANINDA BİR TEK İSLÂM VARDI, KARİKATÜRLERİ ZAMANINDA PEK ÇOK!

Bugün Aziz vatanımızda kadim dinlerin yanında 5 kadar daha YENİ din mevcud!

Meselâ:

1) Devletin dini, 2) Hükûmetin Dîni, 3) Halkın dîni, 4) Partilerin dînleri, 5) Müslümanların dîni… 

Bunu da hiç akıldan çıkarmamak lâzım. Bunların tafsîline şimdilik girmeyeceğiz, ancak bu, gözlerden kaçan müthiş bir vâkıadır…

Olsun!. Dedik ya, bu, “inanç mozayiğimiz açısından bir zenginlik, tefrika tablomuz açısından tam bir şeytanlık da olsa, din farkı gözetmiyen “Yeni DÎN anlayışı” çerçevesinde ele alınırsa, çok “DOĞAL, çok da BOĞAL” bir manzara!

Ey, ulu tanrı ve tanrıçalarımız!

Bilhassa “Baba tanrı!”

Biz bu kadar seni severken, sen de bizi sev ve bizim gâzîmiz hatırına cumputrasimizi çok görme!

Üstelik de, “Millî şâirimiz” ve “âmentümüzün marşını” yazan-çizen Âkiflerimizin din anlayışını HOŞGÖRÜ ile hoş ve diyalogsal gör!

O marşı  “namaz emrine” bir nazîre de eyledik; bir mukâbil ve muâdil olarak KIYAMDA FÂTİHA gibi okuyor ve “Damarlarımızdaki asîl kan” gürül gürül akmaya başlıyor! Onu, nice vâcibe bedel edâ edüb  “kutsamaktayız”  da!

Gönderdiğin nice kitâb, suhûf ve peygamberlerinle “Cehennemini, evire çevire” haber verib, alev alev gözlerimize soksan da, bizi böyle şeylerle kolay korkutamazsın!.

… Biz “Yeni TÜRKİYA’yız”, “Cehennem olsa gelen-giden göğsümüzde söndürürüz!”

Tehdîd ve şantaja pabuç bırakacak hâlimiz yok!.

Ey yüce tanrı, Ey yüce yahve, Ey Kainâtın Yüce Mimârı!

Biz bu muhtıramızla diyoruz ki:

Biz kulların, “Demokratik hukuk devleti” kurmuşuz; ve kânunlarımıza sımsıkı bağlıyız, “Bir gün adâlet hepimize lâzım olacak,” unutma!

Bölgemizin en muktedir ve sözü mübârek devletiyiz!. Sen ise “ARZ VE SEMÂ DEVLETİNİN MÜSTAKİLLEN MÂLİKİ OLSAN DA”, biz, kendi devletimizin bölünmez bütünlüğü, ve “değiştirilmesi teklif dahî edilemez kânun, nass ve paşa ilkeleri içün yaşar, ancak onlar içün can verir ve “şehid” oluruz!

Biz, bu “Global piramidin projesine göre ayar yapdık, “gâvur kılıcıyla üzerimize kim gelirse gelsin” biz bir kere AB’li müttefiklemize SÖZ verdik, sözümüzden dönüb adımızı ve şanlı TÜRKÇÜLÜĞÜMÜZÜ düşüremeyiz, bu ayar ve istim üzere gideceğiz!

Artık İslâmiyyet de, senin gönderdiğin Kitâb ile, ammâ ve lâkin, ona bizim zerk ve rekzetdiğimiz ahkâm ve kânunlarla yürümelidir…

Muhtıramız, Ramazan ayındaki aşılar ve takvimli-hesablı başlama ve bitirmeler hürmetine şimdilik bu kadar!

Aksi halde!

103 Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm çeken yobazlar üzerine “görev emrimiz” ne ise onu yaparız…

NOKTA…”

(Mâba’di var…)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir