Ali Eren Hoca, “Dînî Deformistler” Nâm Eseri İle, Hangi Münâfıkların İpliğini Pazara Çıkardı?
29 Mayıs 2013
Mes’ele, Sisi Pisi Tetikçi Fir’avn Piçinin İşi Değil; Dembokrasinin Darbokrasisi İşi!
18 Ağustos 2013

1966’lardan beri, DİB denilen yerin İslâmiyyet’e âid hiçbir hususda söz sâhibi olamıyacağını yazar dururuz. Çünki 1924’de, Şer’iyye ve Evkâf

DİB DE, O VEHHÂBÎMEŞREB PIRASASÖR DE, ŞEVKET EYGİ DE, O KOMEDYEN HOCA DA HAKK’I SÖYLEMİYOR!

Ahmed SELÂMÎ

 

1966’lardan beri, DİB denilen yerin İslâmiyyet’e âid hiçbir hususda söz sâhibi olamıyacağını yazar dururuz. Çünki 1924’de, Şer’iyye ve Evkâf Vekâletinin lağvı üzerine kurulan bu DİB denen yerin hakîkati, sosyalist, cumhuriyetçi, dindışı ve Atataparcı Prof. M. Soysal’ın çok doğru dediği gibi şudur: “D.İş. Başkanlığı, dînin, cumhuriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur!..

Anayasa dedikleri ve tapındıkları, sonra da acıkınca hart diye dişleyib yedikleri put da şöyle diyor: “Di. İş. Başkanlığı yüce din hizmetlerini, anayasanın laiklik ilkesi doğrultusunda yürütür.”

Oha!

Bay GÖRMEZ, kendine göre “yollar icâdetmekte” de mütehassıs görünüyor! Meselâ “Alevîlik İslâmın yoludur, Alevîler Anadolu’nun sâhibidir!” derken, mefhûm-ı muhâlifiyle de “Sünnîlik, İslâm’ın yolu değil, sünnîler Anadolu’nun da sâhibi değildir!” demiş olmuyor mu?. 15 asırdır hangi kellesi sarıklı, sırtı sırmalı kaftanlı, boynu ağlâlli çok şık, Avrupa filintası bir adam, çıkıp da, böyle çok garîb ve acîb lâkırdılar eylemişdir?. Gerçi, reis-i hökûmât Receb Tayyib Başkan, Bağdat’da “Ben, ne sünnî ne şiiyim, ben müslümanım!” gibi bir müsteşrik veya bir ilâhiyyâtçı teorisi ortaya atmışdı! Fakat bu, iki tarafca da rağbete mazhar olamamışdı!. İran ve Irak’da, hatta T.C.’de de şii ahundu Selâhattin Özgündüz nâm adam, gezi parkı ağzıyla Receb Tayyib Paşa’ya verib veriştirmişdi!. Hem de kesici ön dişlerini göstere göstere!. İçimizi dışına çıkara çıkara! Bay Tayyib Bey’in, İstanbul’un o meşhûr meydanında birkaç sene evvel, 10 Muharrem mâteminde: “Sünnînin câferîye, câferinin sünnîye üstünlüğü yokdur!” deyişini de hatırlarsak, bu kabil nevzuhur ibâre ve hükümlerin, büyük bir hakaret olduğu da ortadadır!

Ne mantık ama! Tam T.C. krallarına yakışır cinsden! Tabîb-i Hâzık-ı Müslim-i Âdil Malatyalı Dr. Muhammed Reşad Efendi’nin ta’bîriyle, “T.C. hükûmet Kralı ile bu şehinşâhın şeyhülislâmı, Pırasasör ve Amortisör ve fukahâ-yı asriyyeden Haltettin Haramânî” nâm adamın fetvâları mu’cebince, Paşamızın ağzından, böyle müthiş inciler de cihâna hediye edilmektedir!

İki taraf da, yani şii ve sünnî takımlar, bu takdirde, o lâkırdılardan aslâ memnûn olmıyacakdır!. Ben bir sünnî olarak, benim karşıma geçib “Ben sünnî değilim, senin câferîye üstünlüğün yokdur!” diyen bir adama, bu hakâretini aynen iâde eder; ve Şeyh Zâhid-i Kevserî Merhûm’un “Mezhebsizlik dinsizliğin köprüsüdür!” sözünü, bayram hediyesi olarak takdîm ederim!. Kimin kime üstünlüğü, mezhebsizler tarafından mı karâra bağlanıyormuş?. Böyle ictihadlar (teşehhîler) yumurtlayan şehinşâh ve kral bel’amları varsa, topuna da lâ’net! Kim kime, hangi mezheb diğerine kendisini üstün görüyorsa, bu, hiçbir mezhebsizi alâkadâr etmez ve ırgalamaz! O mezhebsizler, kendini üstün görüyorsa, bundan kime ne?. Ama bunlar ahmakça agorada çalkalanmıya başlarsa, bundan iğtişâş, anarşi ve fesâd çıkar! Aklı olan yarayı kaşımaz, herkese kendi mezhebi doğrudur, kendi mezhebsizliği tatlıdır… Başlardaki adamlar böyle yaraları kaşırsa ahmaklık ederler!

Dembokrat veya bombokrat olanların hangisi hangisine üstündür, bundan biz sünnîlere ne?. Şeye kadar yolları var!. Biz desek ki: “Dembokrasinin i’tikâdî iki mezhebi olan, muhafazakar dembokrat AKP’nin, sos-yal dembokrat CHP’ye üstünlüğü yokdur!” Bay Paşa, acebâ ne kadar memnûn, mes’ûd ve mütehassis olur?!. Kendisine “katil” diyen Kılıçdarzâde, o alevî ve kürt ve 3 mahkum “saylavın” körükçüsü, Şam katilinin destekçisi, Ergenekon yestehçisi adama üstünlüğü yokdur desek, sonra da ehâlînin ekserisi (dembokrasi sandığında), bizim dediğimizi dese, suratının rengini ve nabzının atışını ve tansiyonunun vuruşunu ve Emnânım kardeşimizin gözyaşlarını, şimdiden tahmîn etmek aslâ zor olmasa gerekdir!!!. Kendisine batıracak en küçük iğnesi olmıyanlara, bunu te’mîn edebileceğimizi de, buradan beyân edelim!. Koskoca ve Böyyük Türkiye’nin ve BOB işleri ortağının, başvekâlet makâmından böyle manzaralar aksetdirmesi, tam da darbecibaşı Kinin Paşa’nın yağlıboya fırçasına yakışır cinsden olsa gerek!.

Anınçün, zırt pırt zülfiyâre dokunanların başları, “Gezi Parkı” gibi sıkıntılardan, oraları dolduran donu düşük (pi.lerin) sövüp sayması ve yakıb yıkmasından kurtulmuyor! Hakk sillesinin sadâsı ve devâsı mes’elesi..

Darbeci ve heybeci anayasası, ne diyor demişdik: “Dİ. Başkanlığı, yüce din hizmetlerini anayasanın laiklik ilkesi doğrultusunda yürütür!”

 Oha!

İslâmiyet gibi Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin mutlak dîni ve irâdesi, üçbuçuk (ayya.ın) irâdesi demek olan o anayasanın tâbii ve mahkûmu olarak yürüyecek!. Böyle yürümek muhal kere muhaldir; ancak, böyle, ona takılanın sürünmesinden bahsedilebilir!  Bu din, mutlak hâkimiyyeti, bu dîne mahsus kılanların dînidir; aksi halde, o dîne ne kadar nisbet iddiası taşınırsa taşınsın, bu, o dînin nazarında zerre kadar bir kıymet ifâde edemez; ve o dîn, o inancın sahibini kendi içinde bir yere aslâ oturtmadığını da, Âdem Aleyhisselâm’dan beri bütün cihana ilân ve beyân etmektedir…

Dolayısı ile aklı başında bir müslüman, bu DİB denen yere aslâ ittibâ’ ve i’tibâr etmez, edemez. Bay Eygi de etmemeli…

 “Ben laikim” diyen yani “dîni, hiçbir şekilde kânûn yapıcılığımda nazara alamam, alanı da, baş düşmanım olarak süründürürüm!” diyen tam ateist bir rejimin, müslümanların önünde diktatörleşmesi, hem kaçınılmaz bir vâkıa, hem de çok iğrençdir… Diktatör lâfı üzerine hop oturub hop kalkan çanağı kırıklar, asıl diktatorya nedir görmezler de, giderler, şey böceği gibi biribirlerinin şeyini karıştırırlar!

Bu uydurma, doldurma, derme, çatma, çakma ve İngiliz icâdı seminist rejim, dünyânın gözüne baka baka şöyle diyor:

 “- Ben, Müslümanlığın T.C.’den kaldırılması içün Lozan’da batılılara SÖZ verdim.  Sizin her türlü dîn îmân ve amel çizginizi, DİB denen umum müdürlüğümle ben tesbit ve tayin ederim; sarık cübbeli politikacı olan bir adamımla da, sizi temsil statüsünü ben ortaya koyarım… Ramazan’a başlamanıza, bayramlara giriş çıkışınıza, namaz ve imsâk vakitlerinize kadar, hatta istibrâ ve istincânıza değin, ben ne dersem o olur! Câmilerde ayakda bevletmenizi, ürikasit damlalı nurlu veya urlu abdestlerinizi ben kabûl eder ve donunuza koyarım!.

 Ben sizin babanız veya papanızım, beni dinlemek zorundasınız! Önünüze dîn diye ne kadar, ne; ve yem koyarsam, onu, o kadar yemeye mecbûrsunuz; ve fazladan bir dirhem tuz bile istemiye hakkınız yokdur! Sizin topunuz da, gırtlağınızı bana teslim etmiye, benim vasıtamla ateist rejimime köle olmaya m’mûr, mecbûr ve mahkûmsunuz! Dîninizi, Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve kıyâs temelinde değil, benim dembokrasi ve cumhuriyet ilkelerim doğrultusunda, benim çizdiğim çizgiler içinde kabûl ve telâkkî edeceksiniz, işte o kadar! DİB’imin başına geçen her sarıklı politikacım, yüce din hızmetlerini, anayasamın laiklik ilkesi doğrultusunda yürütecekdir!. Bu laiklik, haçlı memleketlerindeki değil, haçlı patronlarımızın Anadolu’da istediği laiklik olacakdır. Bu laiklik öyle olmalıdır ki, Müslümanlığı, her sene biraz daha ılımlılaştırma perdesi altında daha çok aşındırsın!. Hoşgörü ve diyalog, medeniyetler buluşması, Abant’lı kazıklamalar, alevîli açılımlar, kürdî saçılımlarla süslenmiş ve millete tedrîcen zerkedilen bir kıvamda, yani yurdumuza hass bir hususiyyetde olmalıdır… Hatta bu laiklik, Okyanus Ötesinin rahle-i tedrîsinde bulunan Arınç’ımızın dediği gibi, sevgili yurtdaşlarımıza, “Laikliğin yeni tadına varıyoruz!” dedirten Pensilvanya soslu, hasret gideren türden, dakik laboratuvarlarda ve localarda, illimünati terâzilerinde, hatta kardinal asansörlerinde hazırlanmalıdır!  Yoksa, T.C.’den Müslümanlığı kaldıramayız ve Lozan’da verdiğimiz SÖZÜ tutamamış oluruz ki, bu da, bize bütün bu makamları veren İngiliz patronumuza ve onun yehudi tastikçisine ve ABD tatbikçisi global merkezimize ihânet olarak telâkkî edilir; ve gırtlağımıza çökerler, bunu aslâ göze alamayız! Müslümanlık, Anadolu yaylasından, öyle veya böyle, kal-dı-rı-la-cak-dııır!!!”

Yiyene!

Allâh Azze, Ramazan’a ve bayramlara, hacca ve kurbanlara v.s.’ye başlamak içün, “HİLÂLİN RÜ’YETİ ŞARTDIR!”  mı diyor; DİB de, “rasat, hesab, takvim” der, modernizmanın kulu olarak dîn uydurur! Takvimleri, bir türlü aheng ortaya koymaz! Sisi’ci  Suudlu yardakçılar, yani orasından korkan deve çobanları, ABD takvimi kullanır! Veya ABD gâvuru, onları benzetir!. T.C. Deniz Kuvvetlerinde de aynı takvim… DİB denen yer ise, farklıdır; bunlar, 90 sene evvelin Kandilli Rasathânesinde hesâbı yanlış yapan ve devrin putlarına yarı belinden eğilen Fatin Hoca’nın takvimiyle ayar tutturmaya çalışır!

Bu millet bunları biliyor mu, bilmez!. Onlar sâdece, kellesi sarık, sırtı cübbeli ve boynu ağlâlli dembokratik politikacıların mücerred riyâdan ibaret lâflarını duyar; ve bir de Mehmed Şevket Eygi Efendi Hazretleri’nin şu satırlarını (!) “ehl-i sünnet tabletleri” niyetine  hergün bir adet ve aç karnına yutar:

“Bugüne kadar tanzim edilegelen, uygulanan namaz ve imsak vakitleri doğrudur, güvenlidir. İmsak vaktinden sonra yiyip içenlerin oruçları bozulmuş olur.” (31.7.13  milligaz)

 Oha!

1)  Bugüne kadar kim tanzim ediyormuş bunu?. DİB! Neye göre?. Keyfe ve (i.kembeye) göre… “Ehl-i Sünnet” diye mangalda kül bırakmayan merd bir adam, kim olursa olsun, “Bugüne kadar tanzim edilegelen, uygulanan namaz ve imsâk vakitleri doğrudur, güvenlidir!” gibi bir hükmü ağzına aslâ alamaz; bundan Allâh Azze’ye sığınır!.

2)  Eygi’nin ibâresi her kelimesiyle yanlış, bâtıl ve saptırıcıdır. Bugüne kadar tanzim edilegelen, uygulanan (tatbik edilen demek istiyor) namaz ve imsâk vakitleri doğru değil, eğridir; güvenilir değil, aslâ güvenilmez ve gayr-i mu’teber ve gayr-i meşrû’dur (Şeriatdışıdır.) Aşağıda gelecek…

Bu tâğûtî imsâk vaktinden sonra, şer’î imsâk vaktine (fecr-i sâdığa) kadar yiyib içenlerin oruçları da kat’iyyen bozulmaz. Eygi, DİB avukatlığı yapacağım derken, gerçek imsâka kadar yiyen müslümanlara orucunuz olmuyor demiş oluyor ki, bunun altından iki cihanda da kalkamaz! Eygi bunca yaşından sonra din istismarını bırakmalı biliyorsa hakikatı yazmalıdır. Bu ne rezâletdir? Oruçlar bozulmuş olurmuş! Hadi ordan, kendine gel efendi. Sen sabah namazın oluyor mu, bunun derdine düş!  Şer’î imsak vakti girmeden o oruçlara bozulur diyen, oruçla ve müslümanlarla dalga geçib halt etmenin püsküllüsünü yemiş, müslümanlara hakâret etmiş, holiganlık fışkırmış, edebdışı kalmış olur! Şer’î imsâk vakti olan fecr-i sâdığa kadar, 30 mudur, 40 mıdır, o kadar dakika yiyenlerin oruçları da bal gibi makbuldür… Şeriat “yiyebilirsin” derken, iki ayak 20 parmaklı insanların “yiyemezsin” demesi, Allâh Azze’nin Şeriatına kazan kaldırmak ma’nasına gelir…

İmsâk ile sabah namazının başlangıcı FECR-İ SÂDIKDIR; FIKIH VE İLMİHAL KİTABLARI ORTADA… DİB denen yerin imsâk dediği ile Şerîat’ımızın (imsâk) dediği zaman, aynı değil, oranınkisi uydurmadır, atmasyondur, sahura kadar uyumayıb tombala oynayan ve dedikodu ile şeytanlaşan tok sürüleri bir an evvel yatağa sokup birkaç saat uyutma sonra da mesâî içün zombi gibi sokağa salma hinliğidir, keyfe göre din ayarlama cinliğidir ve bilmem ne ve nelerdir… Allâh Azze’nin dini, Elmalılı Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin kalemiyle şöyle buyurur: “Allâh’a îmândan evvel küfre tevbe şartdır. Bu tev benin şartı da tâğûtları aslâ tanımamaya AZMEYLEMEKDİR…” Müslümanım diyenlerin tamâmı da, bu ibâre karşısında boylarının ölçüsünü alabilir; ve kaç paralık “LAİK TAĞÛTLARI TANIMAMA AZMİ” taşıdıklarını görebilirler!. Araziye uyandan müselman olmaz, müsveddeman olur!. Herkes akıllı olsun, azıb kudurmasın! Hesab günü var!

3)  Hiç kimse, tâğûtî imsakla yeme içmenin sonunu sınırlamasın; Şeriat’dan yana, şer’î imsâkı yani fecr-i sâdığın başlangıcını esas alsın… Yoksa encâmı felâket olur, çarpılır ve dünyâdan gebererek gider… Dört mezheb imamından hangisine tâbi’ olunmuş ise, onların “imsâk” dediğine “imsâk” demek mecbûrîdir; bu iş keyfe ve işkembeye bırakılmamışdır. Bilene (müctehide) tâbi’ olmayan, ya kendi işkembesine veya müctehid geçinen bel’amlara ve eşşek sürülerine kuyruk olur! Âyet, hadîs ve icmâ’dan hüküm çıkaracak babayiğit de kalmamış, ortalığı yabânî ısırganlar ve kubur fâreleri istîlâ etmişdir!.

 Her mezheb müntesibi (sünnî mezheblerdekiler), tâbi’ olduğu imâmının, Tefsîr, Hadîs, Fıkıh ve ictihâd usûlleri ile ortaya koydukları esasları kabûle; ve bu istikâmetde Kitâb, Sünnet ve Şerîat anlayış ve îmânına teslîm olmaya mecburdur. Ehline (ümmetin üzerinde ittifâk etdiği müctehidlere) tâbi’ olmayanlar, kendilerini bilir kabûl eden megalomanlar ve işkembesini konuşturan soytarı ve hokkabazlardır… Onlar, isterlerse, İslâmiyyet’in dışında, beğendikleri bir dîne kapağı atabilirler, hatta budizme bile geçib, Nirvana’ya kavuşmak üzere ineğin sidiğini coca kola gibi bu niyetle de içebilirler! Bunlara aslâ ve kat’a karışılmaz! Bunlara, yolda yatan bir hindu ineğine bakar gibi de kimse yampil yampil bakamaz! Bunlar, sonuna ve donuna kadar “dembokratik özgür ve özgûre öküzler olub!” hür ve hürre de olamazlar!

4)  Mezheb imamlarına tâbi’ olmayanlar veya, “bilen ve müctehidlik derecesine eren” bu imamlara ehemmiyet vermiyenler, kendi hevâ ve heveslerini din edinen, mezhebsiz haşerât ve böcekler, İslâmiyyet’in iç fitne ve kanser hücreleridir… Bunlar, ne kadar âyet, hadis de okusalar, pırasasör rütbeleri gibi tâğûtî dereceler de taşısalar, echel-i cühelâ olmakdan kurtulamazlar; ve bunlar, gerçek müslümanların meclisinde, ağızları bile açtırılmayacak olan gizli ve sinsi dîn düşmanlarıdır… Kitâb, Sünnet ve İcmâ’dan, ceffe’l-kalem ve işkembesinden hüküm çıkaran mahlûklar, Kur’an-ı Mübîn ta’biriyle “Kasvereden (aslandan) kaçan zebralar (yaban eşşekleri)dir…”

5)  DİB denen yerin, ne mezhebi vardır, ne meşrebi ve ne de mesleği… Bol bol teşehhîleri, tecezzîleri, bölücülükleri, kavuk sallayıcılıkları, “evet efendim, kerâmet buyurdunuz!” diyerek, âmirleri adamların önünde iki katlı 4 büklüm oluşları, uydurmaları, nabza göre şerbetçilikleri, tansiyona göre şıra ve boza tıkıştırmaları v.s. leri vardır…

6)   Yardakoğlu veznindeki bazı sâbıkları diliyle: “Artık dîni ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyâya bakarak çizmek ve ona göre inşa’ etmek istiyoruz!” diyen ve 15 asrı ve aslını bu derece hoyratça ve utanmadan inkâr eden (!) başkanları da vardır!. Dünyânın hangi çukurundaki kabukluların neresine bakarak (dîn!) yazıb çizeceklerse!. Peygamber Aleyhisselam’ı, sahâbîleri ve 15 asırlık Allâh dostlarını tep; ve bu dünyâ şeytanlarına bakarak “dîni ve dindarlığı yeniden uydur” yaz ve çiz!. Zerre kadar, akıl, îmân ve edebi olan böyle bir manzara çizebilir mi? 

7)  DİB denen yerin imsâk hurâfesine, Eygi gibi, Cübbesi meşhur ve kürkü önünde giden, komedyen ve papa-ğan herif de şerîk oldu! Bu da öteki gibi şıracı-bozacı şâhidliğine soyundu! Ruh üçüzleri olan Altıayılı ve Yardakçı ile, Ramazan Karagözü ve Hacivatını oynatırlarken, bu cübbesi meşhur ve önünde giden papa-ğan,“Diyânet imsâkı erken yaptırıyormuş diyorlar, ne zararı var? Haa fecir  girmeden namaz kılınıyor derlerse, Maliki mezhebinde câiz!” gibi, telfikçi oyunbazlıklarına bile cür’et edebiliyor…Lâfa gelince ise, bu tipsiz tipler, telfîk soytarılığına da karşıdırlar!!! Telfikçi Haltettin ile gûyâ tepişirler! 

8)  Bilen bilmiyen de, Hazret-i Papa-ğan böyle söyledi; ve Mâliki mezhebinde fecr-i sâdıkdan evvel sabah namazı kılınıyormuş deyib bununla amel ederse, sadece yatıb yuvarlanıb, hacıyatmaz gibi kıç üstü oturacakdır!..

9)   Vakit, namazın şartıdır. Umûmî kâide ise, “şart olmadan meşrut vücûd bulmaz” kâidesidir… Ulan molla, ulan dümbüllü, ulan papa-ğan, vakit girmeden namaz kılınır mı?. Oha!.

10) Mu’teber ehl-i sünnet Şerîat ve Fıkıh Kitablarına mürâcaat etmeden, yehûd ve haçlı ruhban sınıfı gibi kim işkembesinden din uydurursa, Allâh ona lâ’net etsin!

11)         Mâlikiler, fecrin tuluundan evvel namaz kılıyor hergeleliği yapana, bir tek misâl olmak üzere, “al kitab, oku!” deriz! “Kitâbü’l-Fıkhi Fî Mezâhibi’l-Erbaati” nâm kitabdan okuyalım:

 “- Mâlikîler: Sabah namazının iki vakti vardır. Birisi ihtiyârî, diğeri de zarûrî. İhtiyârî vakti, fecr-i sâdıkın doğuşundan başlar, âşikâr isfâra kadar sürer (ya’ni bir ışıklanma vaktine kadar ki, onda, orta halli bir göz ile üzerinde çatı olmayan bir mahalde yüzler âşikâr görünür ve onda yıldızlar kaybolub görünmez olur). Zarûrî vakti ise, ihtiyârî vakti müteâkiben güneşin doğmasına kadar olan vakitdir.” (Tab’ 1971, cild 1, sahife 159)

12)         Ulan papa-ğan Yobaz! Ulan YALANCI, DOLANDIRICI! Hani Mâlikilerin fecirden evvel namaz kılması burda?. İbâre ortada, “fecr-i sâdığın doğuşundan başlar” denmiyor mu, her iki halde de başlangıç, fecr-i sâdık olarak zikredilmiyor mu? Sen de, elindeki kitab neyse göster; ve aksini yazdığını görelim! Ulan bu kitabsızlık amma da moda oldu çıkdı! Delîl diye bir kitâb göster, işkembeni değil!.. Ulan bu din, senin babanın oyuncağı mı?. Köpeksiz köy bulub, sakal cübbe, ense kulak, şalvar göbek,  herşey denk, değneksiz gezeceksiniz öyle mi? Allâh Azze’nin dînini az bir semen karşılığı satanların, nasıl belâsını bulduğunu bilmez misiniz? Gene bir gün deliğe sokarlarsa, Fetulla’nın eteğini değil de, şeyini öpsen çıkamazsın, seni o da kurtaramaz!

13)        DİB de, Eygi de, Büyük Osmanlı Fakîhi Merhûm Muhammed Zihni Efendi Hazretlerinin “Ni’met-i İslâm” nâmındaki muhalled eserinden hecelerlerse, börkenekden değil, kitabdan (fıkıh ve ilmihâlden) konuşmayı belki öğrenirler. “Sabah namazının vakti: Fecrin tulûu ki, fecr-i sadıkın tulûudur. Sabaha karşı aydınlığın ufk-ı şarkîden yayılmaya başlamasıdır.” (Tab’:1979, sahife:128)

DİB denen yerin imsâkinde, bu “AYDINLIĞIN UFK-İ ŞARKÎDEN YAYILMAYA BAŞLADIĞINI” GÖREN KİM, NERDE BU ADAM??? Ortalıkda zifirî karanlıkdan başka hiçbir şey yok, nerde kaldı ki fecr-i sâdık!.. Kör müsünüz be uydurukçu herifler, ufk-i şarkî 7 kat bohça içinde sarılı değil, çukurdaki şehir içinde isen, çık bir tepeye bak, keçileri kaybedenler gibi sen de kaybeder bulamazsan, bir çoban bul, ona sor!!! Cübbesi, kendisinin önüne geçen şarlatan, “bunu herkes göremez, ihtisas ister!” gibi hezeyanlar savuracağına, açar fıkıh kitablarını okur! Orada “Şeriat’ın, herkesin kolayca bulacağı ve göreceği işaret ve amâreler üzerinden bunları müslümanlara bildirdiğini!” de görür!..

Bizim delîlimiz, herkesin de çok kolay bulacağı “şu kitabdır” diyoruz, okuyalım ve okutalım: “Şâri’, orucu sâbit olan ve ebediyyen değişmeyen bir emâreye ta’lîk etmeşdir. Bu ise, hilâlin görülmesi veya müddeti otuz güne tamamlamakdır. Müneccimlerin sözü ise, her ne kadar ince kâidelere binâ edilmişse da, ekserî zamanlarda re’ylerinin ihtilâf etmesi delîliyle gayr-ı münzabıt (düzensiz) olduğunu görmekdeyiz. Müslümanlar üzerine farz-ı kifâye ile farz olur ki, oruç tutmak ve oruç yemek işini anlamaları için, Şa’ban ve Ramazan’ın 29. gününün güneş batımında hilâli görmeye koyulsunlar.” (Kitâbü’l-Fıkhi Fî Mezâhibi’l-Erbaati, 1976, cild 2, sahife 25) 

Bunu sindiremiyen olursa, onun gözüne de Ömer Nasûhî Merhûm’un satırlarını sokarız:

“- Ramazân-ı Şerîf ve bayram yapılması için nücûm ilmine vâkıf, adâletle muttasıf muvakkitlerin sözlerine mürâcaat edilib edilmeyeceği hususunda beyne’l-fukahâ iki kavil vardır. Ekseriyete âid ve essâh görülen kavle göre, bunların bu hususdaki sözleri kabûl edilmez. Hattâ bir müneccim için bu bâbda yapdığı hesâb ile kendisinin de amel etmesi câiz değildir. Vâkıa riyâzî hesablar kat’î ise de, bu hesabları yapanların hatâdan masûniyyeti kat’î değildir. Bu cihetledir ki, takvimler arasında dâimâ ihtilâf görülmektedir. Maahâzâ her yerde böyle ince hesablara muktedir zâtlar bulunamıyacağından, bunların sözlerine mürâcaat lüzûmu, bilhassa bâdiyelerde ve müteferrik halde yaşayan müslümanlar için meşakkat u müşkîlâtı mûcib olur. Halbuki Şer’-i Şerif, bu hususda kolaylık göstermiş, bir Hadîs-i Şerîfde: “Hilâli gördükden sonra oruç tutunuz, hilâli gördükden sonra iftar ediniz, bayram yapınız. Size hava kapalı olunca da Şa’bân’ı otuza ikmâl ediniz.” diye buyrulmuşdur.

Demek ki Şâri’-i Mübîn, orucu, ebediyyen tegayyür etmeyecek sâbit, basit, herkesce tefehhümü kâbil bir emâreye bağlamışdır ki, o da hilâlin görülmesidir.” (Büyük İslâm İlmihali, 1955, sahife: 372)

Büyük Şeyhülislâm, Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri de, “Orucu emreden, onun nasıl ve neye göre tutulacağını da emretmişse, artık bunun karşısına takvim, hesab ve rasat ile çıkmanın abesliğinden!” bahis buyururlar… Mercimek kadar aklı olmıyanlar da, Cenâb-ı Hakk’a kudurub kafa tutmaya kalkarlar ve: “Bizim hesâbımız, takvim ve rasadımız, senin hilâl demenden bize daha sağlam geliyor; biz, bu teknoloji ve internetoloji ve fitnoloji ve puştoloji devrinde, müsaadenle orucu ve imsâki ve fecrin hesablarını, herhalde kendimiz yapacak rüşde ermişizdir!!!” derlerse, onlara da bu dembokrasi ve bombokrasi devrinde, çağdaş ve haltettinlik müctehidler deriz!. Türkçesi, bunlar, bize göre uyduruk pırasasör takımları ve “hastirlik!” piç kurularıdır…

Ey, uyuzlar dünyâsı! Rasat, hesab ve takvim ortaya çıkmadan, sahabîler; ve İran’daki, Mısır’daki, Yemen’deki, bâdiyedeki, dağdaki, çöldeki, ovadaki, yayladaki ve köydeki müslümanlar, bu hilâl ve imsâk işini nasıl hallediyorlardı?. Zerre kadar beyniniz kalmadı mı? Sizin onlarla, 10-15 asırdır böyle yaşayan selefimizle teârüz etmekden zerre kadar utanmanız kalmadı mı?. Sizin, onların îman, amel ve ahlâkının milyarda birine mâlikiyyetiniz hanidir?

Ey, zibidi dünyâsı! Ey, Allâhın dinini beğenmiyen soytarı yobazlar! Ey, modernizme karşı lâflar edib, sonra da modernizmin kıçını öpen eşşek sürüleri! İşi zormuş gibi gösterib, milleti, haçlılarda olduğu gibi kucağınıza düşürmek için “ruhban sınıfı!”  icâd edecek; ve halkı, onların kuyruğuna mı takacaksınız?.

Merhûm devam eder: “Güneşin doğmasından evvel şark tarafda zuhur eden aydınlığa fecir ve gurubdan sonra garb tarafda görülen aydınlığa da şafak denilmektedir. Fecrin, oruca göre imsâk vaktini ve namaza göre de sabah vaktini ta’yîne yardım etdiği gibi, şafak da akşam ve yatsı namazları vakitlerinin ta’yînine medâr olur. Fecrin tulûu, oruçda imsâkin mebdei olduğu gibi sabah namazının da başlangıcıdır. Şafağın gaybûbeti ile de akşam vakti sona ermiş ve yatsı namazının vakti başlamışdır.”(sahife: 129)

Ulan yobazlar! Sabah namazının ne zaman başladığını öğrendiniz mi? Zamâne muhtîleri! İkiyüzlüler, mürâîler, çift şahsiyetliler, sûret-i hakkdan görünen palyaçolar!

 14)        Her yerde kolayca bulunabilen, “Büyük İslâm İlmihali” nâm  Ömer Nasuhi Merhûm’un kitabından da kitabsızlara iyi dersler verilir! 1955 baskı ve sahife150’den: “Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan müddetdir, ikinci fecir, sabaha karşı şark ufkundan yayılmaya başlayan beyaz bir nurdan, aydınlıkdan ibâretdir. Bununla sabah vakti gerçekden girmiş olur. Bu cihetle buna fecr-i sâdık denir.”

Hani, bugün ilân edilen tâğûtî imsak vaktinde şark ufkunda aydınlık? Bre sağır, dilsiz ve körler! İslâmiyyet’i ne hallere sokdunuz, beş bilinmiyenli muâdele (denklem) gibi; veya yahudi saçı gibi karmakarışık edib çıkdınız!.Şeytânî politika ve hesablarınızın Allâh bin belâsını versin!. Fâtih Cennetmekân İstanbul’u kuşatmış, içerdeki lâbis-i libâs-ı katrânî cenâbet papazlar, “melekler erkek mi dişi mi!” mevzuunda gırtlak gırtlağa… Bizim sarıklı, suratsız ve soytarı, iç papazlar da, “DİB’in dibi kalaylı, yok parlak, yok cilâlı, yok doğru, yok güvenilir;  ve o Allâhsız pırasasörün dediği uzun mu kısa mı, yuvarlak mı yassı mı, bilmem ne mi?” derdinde!. İslâmiyyet gibi mutlak hakîkatın “YASSAH!” olduğu bir mekânda, o papazlar gibi yiyin biribirinizi, derinizi yüzün emi!

15)         Kitâb’a mürâcaat etmeye, müteaffin (işk….lerine) müracaatı tercih eden, cübbeli cübbesiz, sarıklı külâhlı ve bilmem neli, fahrî cumhuriyet şeyhülislâmları (!) acebâ zerre kadar hayâ edib, Millet-i İbrâhim’den afv talebi ile, Allâh Azze’den de tevbe ve istiğfarda bulunacaklar mıdır? Ne gezer, fir’avn gibi azgın nefislerin “gezdirgen ve kemirgenleri” hiç buna yanaşırlar mı? Sonra karizmaları çizilmiş, şöhret-i kâzibeleri ezilmiş, rant muslukları sıkılmış, sinsi modernizmaları oralarından kıstırılmış olur!

16)         Çünki, “bugüne kadar bu tanzîm edilen ve uygulanan namaz ve imsâk vakitlerini”, Fatin Hoca nâm adamın, 90 yıldır Kandilli rasathânesi tanzim ediyor! İnkilâb kânunları, bu işi oraya vermiş!  DİB denen yer de, buranın uyduruk rakamlarını, Şeriat’ın tanzîmi olarak değil, Kandilli’nin tanzîmi olarak millete dayatıb dayanıyor! İkisi de, resmî, LÂİK (dinsiz) devlet dâiresi!. DİB’i de, Lozan’da SÖZ verenlerin rejimi dayatıyor!. Hulâsa kumpas dört dörtlük!

17)         Şeriat, neye göre “namaz ve imsâk vakitleri tanzim edilecek!” diyor,  DİB neye göre, Şevket Eygi neye göre, pırasasör hergele neye göre, papa-gan komedyen neye göre, çıtlak, cırtlak ve çatlak cerrâhî takımlar ve ekran şeytanları neye göre, (Öner Tombul İğrençer) gibi ucub putu zibidiler neye ve nereye göre?.. DİB, Kandilliye göre, Eygi DİB’e göre, öteki it, vehhâbî çöl tilkilerine göre, sakallı komedyen bir diyânete bir mâlikilere göre, ötekiler işkembeye ve DİB’e göre! Zavallı ehâli de, bu şıracı-bozacı şâhidlerine göre!. Ortalık toz duman…

 Şerîat ise, “Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı fukahâya göre” diyor… Tabii zerre kadar aklı olan, “Şeriat’a göre ne ise odur, gerisi şeytan pisliğidir!” der, oruç ve namaza, iftar ve sahura, imsak ve fecire öylece devam eder; ve modern şeyhülislâm müsveddelerinin topuna da, mübârek Ramazân-ı Şerîf’de, bir güzel ve temiz, (has..r) çeker, o kadar… Bu ne rezillikdir, ey Allâh’dan korkmaz kuldan utanmazlar!.. “Kitâb ne derse odur!” diyen, ara ki bulasın!

18)         DİB’in şâhidi, bozacı-şıracının şâhidi misâli Bay Eygi ve o papa-ğan herif; ve o, bu!. “Sabah namazının ve imsâkin başlangıcı FECR-İ SÂDIKDIR!” BUYURAN Allâh Azze’nin SON ŞERİATININ şâhidi kim?. “Ehl-i Sünnet!” diye avaz avaz bağırtı ve çayırtının altında yatan, Şeriat’ın değil de, DİB denen ve cemaziyelevveli ve kökü belli yerlere şâhidlik etmek midir? Oranın avukatlığı, Eygi’nin, o komedyen herifin ve benzeri çıtlak, cırtlak ve çatlak ve (Öner Tombul İğrençer) gibi “Ben Allâh’dan korkmam, ben Allah’ı severim!” diye göğsünü yumruklayan ekran şeytanlarının uhdesine mi tevdi’ edilmiş!?.

“Cenâb-ı Hakk yarın olacağı bilmez!” diyen zındık zibidi, DİB’in açığını ortaya koyunca, oranın haltını hasıraltı etmek; veya, bir bâtıla karşı diğer bâtıla “doğrudur güvenlidir!” demek, hangi İslâm îmânının eseridir? Dünyâya böyle bir İslâm gelmiş midir?. Zamana ve zemine uydurarak, Müslümanlığın esaslarını oyuncak edenlerin encâmı mutlaka berbatdır, biline…

 O pırasasör soytarı, 1924’den beri ortada dal dingil duran DİB’e,“Kral çıplak!” demek istedi, ancak beceremedi! Ve, “kıralınızın kıçı ve orası görünüyor!” dozu ve üslûbuyla yüksekden havlayınca, üstelik bu soytarının cür’et ve zındıklık atışları da çok fazla şeytânî olduğundan, öteki hödük takım ve taklavatlar, kralın etrafında toplanıp onun belden aşağısını örtmek üzere krallarına DON oldular!. Hepsi bu! Biz de, açık ve sarih, dobra dobur aynen öyle diyoruz, ancak biz, Osmanlı torunu olarak hakîkatı haykırıyoruz: “Ulan zibidiler! Kralınız çıplak, hem de dal dingil, üstünde yırtık pırtık, moda ve mostralık ve kotdan bir şortu bile yok!..” Kralınızın da, topunuzun da………………………

19)          Ecdâd-ı etrâk, “Kökü bozuk ağacın, dalında sağlam meyva aranmaz!” derken, Bay Eygi, DİB’den, hangi olgun armutları toplamanın hayâlleriyle meşgûl ve meşbû’ bulunuyor acebâ?. Diyânet’de, yarım asır evvel tercümanlık yapmanın hatırı mı yüksek, yoksa Şeriat’ın hatırı mı?. Bunca tenâkuz, teârüz ve tezatlar içinde, çalakalem, düşünmeden ve mu’teber Şerîat kitablarındaki esaslar nazara alınmadan, hevâ ve hevese göre yazılan yazılar, insanın başını belâya sokar! Ortaya binlerce İslâm anlayışı ve tefrika çıkarır ki, bunun adı, en necâset (bölücülük) ve ahmakça bir din düşmanlığına müncer olmakdır… Cumhûriyetin DİB’i değil, Osmanlının son asır ulemâsının “DİN ANLAYIŞI!” esâsın esâsı yapılmadıkça, kendinizi ne kadar müslüman zannederseniz zannedin, reformist, laik ve seküler münkirler olmakdan kurtaramazsınız ve kurtaramıyacaksınız!. Bu hallerinizle bilmem neyin esfeline kadar yolunuz var! Bu herifleri bazı saf hocaların “müslüman!” yerine koyarak muhâtab almaları da, bir başka cinâyet ve gabâvet ve hatta ihânet!. Müslüman, kâfirle mü’min, îmanla küfür ve hakk ile bâtıl arasındaki çizgiyi apaçık gören adam demekdir!. Yoksa, ikisini karıştıran adamdan müslüman değil, eşek ahırı bile olmaz!

20)         Bay Eygi, DİB’e âid “namaz ve imsâk vakitleri doğrudur, güvenlidir!” derken, kendisini hangi memleketin şer’î başkâdîsı veya başmüftîsi sanmaktadır?. Ona bu “doğrudur, güvenlidir!” hükmünü verdiren hangi “icâzetli” geçmişi veya geleceğidir?. Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri, “D. İş. Riyâseti, düşmanlarımızın tarafındadır!” buyururken; orayı tezkiye etmek, M. Ş. Eygi Efendi Hazretlerinin uhdesine, her İslâm bakıyesi memleketin başındaki gâvurları “Ülülemr” diye müslümanlara kakalıyan N.Kıbrisî Şeyefendi Hazretleri tarafından mı tevdi’ edilmişdir? Bu ne mes’ûliyyetsizlik, bu ne cehâlet, bu ne (M. Görmez’lik) ve ma’nevî duygusuzlukdur!?

21)         Namaz ve imsâk vakitlerini “tanzim eden mıntıka,” Fatin Hoca denen adamın 90 yıl evvelki (bozuk) ve yalan yanlış hesablarını, her yıl kırık plak gibi dünyâya i’lândan hayâ etmiyen DİB denen yer olduğuna göre; Eygi, hangi delillerle orayı tezkiye edib, “doğrudur, güvenlidir!” diyebiliyor?. Bir tarafdan o DİB denen yeri “AB normlarına göre hadis kitabı basmıyorlar, hadislerin gavur ürkütenlerini mevdû’ diyerek ayıklıyorlar, falan yerin müftü yardımcısı karı câmilerden kadınlar kısmının perdelerini kaldırıyor!” gibi ayağa kalkıyor, bir yandan da böyle ve yukarıda da nicelerine temas etdiğimiz uygunsuzluk ve yamuklukların sahibi bir yerin “namaz ve imsak vakitleri doğrudur güvenlidir!” diyerek müslümanları o laik bilmem neye bağlıyor!… Yahu “laiklik ilkesi doğrultusunda” iş yapma vazifesi yüklenen bir yerin, hangi hükmü ve bilmem nesi keenlemyekün değildir?. Akıl ve mantık fukaralığı bu kadar olur!. Müslümanların velâyetini ve itaatini üzerine almak bu kadar ucuzladı ve müslümandan bilmem laikler (ateistler) üzerine el mi değiştirdi?!. Allâh’ın âyetleri ortada iken, bu ne çılgınlık ve dengesizlikdir?

22)         Biz de diyoruz ki, o bilmem ne pırasasörü itin, “Allâh Azze ve Celle, istikbâli veya yarın olacakları bilmez!” diyerek nasıl zındıklaşdığı ma’lum. Ancak, o kefere ve fecere insî şeytanın, “imsâk” noktasında dediği, bir noktasıyla DİB’in dibine edici cinsden!. Güldürü ustası, Çıtlak ve Çatlak takımlarının ve Eygi’ninkiler, tamâmen yanlışdır!. Klüp holiganlarının takım tutma manyaklığı gibi, bir müslüman da, nasıl falan ite karşı falan fiti tutar???

23)         O Allâh’sız kızıl kâfir, “DİB, millete fazladan oruç tutduruyor, erken imsâk yaptırıyor!”diyor… Bu sonuna kadar “Kralınızın orası burası görünüyor!” demekdir!. Fakat soytarının verdiği fecir saatine iştirâk edilemez; bu, fazla kırkbayırdan sıkma!. DİB ve Eygi mürîdânı millet de, illetleşirse, erken imsâk eder!. Böyle olmasının oruca zararı var mı, yok… Dileyen, fecr-i sadıkdan 3 veya 5 saat evvel de imsâk eder, hatta hiç sahura kalkmasa bile orucu maalkerâhe câizdir! Ağzına fermuarı çeker, buna karşı hiç kimse bir halt yiyemez!. “Sahura kalk ve bir bardak su iç, sünnetdir!” demenin ötesinde, herkes susar!

24)         Ancaaak, hiç kimse de, girmeyen şer’î fecri, girmiş gibi göstererek,  halt edib YALAN söyliyemez!. Uyduramaz, göz külliyemez, üçkâğıtçılık yapamaz, fırıldak çeviremez… Kuyrukçuluk yapamaz!. Kendisini şer’î mes’elelerde dosdoğru olmanın mahkûmu ve mecbûru, nâmuslusu, iffetlisi ve izzetlisi ve Allâh korkulusu bilmeyen adamlara müslüman mı denir; yoksa, Allâh Azze ve Celle Hazretleri’nin dînini oyuncak eden münâfık mı denir, bunu da îmânı olanlar hükme kavuştursun!

25)         Allâh Azze ve Celle Hazretleri, iki damla sudan yaratdığı, iki ayak, iki kulak, iki göz ve iki diz verdiği, 20 parmaklı mahlukâtına, o iki gözü, hilâl yerine, kalsiyum karbonatdan ibâret duvardaki, kandilli veya DİB kağıdına veya takvimine baksın diye değil; gökdeki (hilâle) ve şarkdaki (fecr-i sâdığa) ve merciine ve Hâlık’ına baksınlar diye vermişdir!. Osmanlı’nın Tanzimât sonrası takvimleri de, şer’î fecr-i sâdığı gösteriyorsa eyvallâh! Onları da masonlar, jön piçler ve hılâfet düşmanı zındıklar yamuk yumuk yapmış ve yazıp çizmişlerse, topunun da, takvimlerinin de canı cehenneme…

26)         Eşşekle müslüman arasındaki fark, eşşoğlu eşşeğin şeytanı görünce anırmaya başlaması, Âdemoğlu müslümanın ise, gökdeki hilâl ve fecr-i sâdığı v.s.’yi görünce, YARADANININ KUDRETİNİ DEVAMLI İSTİDLÂL ETMESİ; VE TAKLİDDEN (haramdan) KURTULARAK İSTİDLÂL FARZINI EDÂ ETMESİDİR…Böylece de, haramdan uzak durmak!. DİB, Eygi ve ötekilerin topu da, şıracı-bozacı şâhidliklerine devam etsinler, calsium carbonatlı duvarların sıvasına (takvimlere) baksınlar! “Saatli Maarif Takvimi” gibi takvim sahiblerinin hangi tür acemler olduğunu bilmelerine rağmen… Hakk’ı söylemiyen ve kabul etmiyen, inâdı kavî adamların, bilmem nereye kadar yolları var…

27)         Nice hoca kılıklı insî ekran şeytanları da, mübârek Ramazân-ı Şerîf’i,  kibir, ğurûr, riyâ, hevâ ve hevesât, şehevât, rant ve üçkâğıtçılıklarına öyle âlet etdiler ki, Allâh cümlesinin de müstahık oldukları cezâyı âcilen versin!. İftâr ve sahur programı diye karşılarına cadaloz bir veya iki, bazıları üç-beş, karı mı kız mı belli olmayan makyajlı, şehvete bulanmış ve kafadan hörgüçlü, lâ’neti müstehık ekran teşhircilerini oturtub, onlarla din perdesi altında resmen geyik mahabbeti (gâvurca flört) yapmak iğrençliğinden bile hayâ etmediler!. Artık iftâr ve sahurlar bile belden aşağılar içün vesîle ittihaz edilir oldu ki, topunun da Allâh belâlarını versin…

 Hele “Sefâî Devirtici!” gibi, iki avradı (ret tv’de) son günün akşamı karşısına oturtub, o iki dişiyi baygın bakışları ile esir alarak, öylesine bülbül gibi bir şakıtması (!) vardı ki, herhalde meleklere kadar kâinâtın lâ’neti oraya yağmış olmalıdır!. DİB denen yer, kendi dişileri ile nâmahremler arası ihtilata önayak olmakla da, essebebu ke’l-fâil sırrınca, bütün seyyiâtın bir mislini sol omzuna iyice tepeliyordur! Bu kabil insî şeyâtîn, nice haramlara mubahmış havası vererek, hem kendileri irtidâd ediyor, hem de milleti çürütüyorlar… Nâmahrem avratların zarûretsiz ihtilâtı, zarûrât-ı dîniyyemizden olarak HARAMDIR… Bunu inkâr veya mubah addetmek, veya bunda şek ve şübhe etmek, bu erkek ve dişi bilumum zombileri dinsiz etmiye kâfidir. DİB, bu hususda ağzını açmıya da şer’an sâhib-i salâhiyyet değildir… Çünki fetvâ usûlüne göre, fetvâ mercii de aslâ olamaz… Mezhebi olmıyanlar, evvelâ mezheb disiplin ve usûlüne girmiye mecburdurlar… Fetvâ işi, usûlü çerçevesinde olarak sonra gelecekdir…

28)         “DİB denen yerin namaz ve imsâk vakitleri doğrudur, güvenlidir!” demek içün, o adamın çarpılmakdan hiç korkmayacak kadar kör kütük câhil; ve eline ömründe bir kere bile ilmihâl kitabı almamış olması gerekmez mi? Meselâ, ikindi namazının vakti girmeden namaz kıldıran DİB denen yerde, hiç Allâh korkusu var mıdır? İkindi namazının vakti, Şerîata göre (fıkıh müdevvenâtına bakılsın), fey-i zevâl üzerine cismin gölgesi, cisim boyunun iki katı olarak eklendiğinde girer!. Ömer Nasûhî Merhûm’dan okuyalım: “Öğle namazını herşeyin gölgesi fey-i zevâlden başka kendisinin bir misli olacak zamana kadar te’hir etmemeli, ikindi namazını da, herşeyin gölgesi fey-i zevâlden başka iki misli olmadıkca KILMAMALIDIR. Başka bir ta’bir ile öğle namazını asr-ı evvelden önce kılmalı, ikindi namazını da asr-ı sânî olmadıkca KILMAMALIDIR.” (A.g.e. S: 100)  

29)         Bilfarz, cisim 68 cm, fey-i zevâl 22 cm olsun… Gölge, 2X68+22=158 cm olunca ikindi girer. Pekiy, gölge 105 cm olurca borazanlarla  ikindi okutmak, hangi yahudilikden “esinlenmek ve besinlenmekdir?” Bu hesâba göre Yalova’da bir saate yakın boynuz veya borazan misâli yehud aletli gürültüyaparlarla,  elâleme namaz vaktini duyurduğunu zanneden adamlara ne diyeceğiz??? Elektriklerin, tam bu esnâda da kesildiği de oluyor! Buna bir de davulcu gürültüsünü zammedin! Manzara, Bremen Mızıkacıları’nı hiç de aratmıyor! O iki ayak, iki kulak, iki göz ve iki diz sâhibi adamlar da vatandaşlarına “hizmet ve iftâr vermekle!” meşgûl… Yaşasın işkembe cumhû..yeti!

 “DOĞRUDUR GÜVENİLİR!” takımlarını sevsinler!. Biz ise, sâdece OHA deriz!. “ASR-I SÂNÎ OLMADIKÇA İKİNDİ KILINMAMALIDIR” diyen de, kendi müftüleri ve DİB başkanlığı yapan bir zât!..53 yıl evvel Eygi’nin âmiri, merhûm Ömer Nasûhî Efendi!. Şimdiki sarıklı politikacılar, Ömer Nasûhî Merhûm’dan daha DOĞRU, GÜVENİLİR VE MU’TEBER ise, Eygi, Âhıret’de de onlarla haşrolsun!. Kime vefâ ve sadâkât, onunla haşr ü cemâat… Yahu tecrübesi elinizde, kör müsünüz, hilâl orda, fecir de orda, ikindi gölgesi de önünüzde, kitablar da ortada!. İblis gibi temerrüd edenin canı cehenneme…

30)         Üslûbumuza takan olursa, herkesin anlıyacağı dilden konuşmak ve yazmak şiârımızı tekrar beyân etmekle iktifâ eyleriz!. Ahmed Zıyâüddin Gümüşhânevî (Kuddise Sırruh) Hazretlerinin “Allâh içün öfkelenmiyene hiçbir ameli fâide vermez!” buyurdukları da, Bedir’in neşretdiği “Câmiul Mütûn” nâm eserde kayıtlı… Bu eseri şîrâzesinden çıkararak tercüme ve neşr edenlere de bir gün sıra gelecekdir sanırım!!!

31)         Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin Şerîat-ı Garrâ-yı Ahmediyye’sini, iblisliğinden kim istismâr eder, dembokratik popolitikasına kim basamak kılar; veya oyuncak ederse; veya O’nu bozmak içün parmağını veya gözünü oynatırsa, Allâh’ın, meleklerin, enbiyânın, evliyânın ve topyekûn ins ü cinnin ve mâsivânın lâ’neti, onun veya onların üzerine olsun!

(İlk intişârı: 02.08.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir