(6) Zıyâ Selçuk, Köy Enstitüleri Ve Akp Chp’lileşirken…
23 Mayıs 2020
Ayasofya’da İkindi
11 Temmuz 2020

BAY KK’YA GÖRE CÂMİDEKİ EZÂN VE MARŞ AYNI KUTSALMIŞ!

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

 

İzmir içün “gâvur İzmir” demesek de, “İzmir’in iyi, iri, ilkeli, ilikli ve dört dörtlük gâvuru vardır” denilebilir!

Gerçi “El hükmü li’l-ekser=Hüküm ekseriyete göre verilir” kâidesinden hareket edersek, bazı şehirlerin (gâvuru) ekseriyyeti teşkîl eder; ve oralar içün “Gâvur bilmem ne” demek, îmânın sınırlarını bilenler içün hiç de zor olmaz!

Hatta bunu, ülkeler çapında bile tatbîk edib netîce çıkarılabilir!

İslâm dışı felsefe, sistem ve kânunların benimsenib kâbûl ve tatbîk edildiği hiçbir yere, İslâm ıstılâhâtındaki şekliyle “Vatan, Dâr-ı İslâm, Müslüman diyârı v.s.” denilemez… Cübbeli-cübbesiz, sarıklı-sarıksız bazı bel’am ve iblislerin gözboyamaları Müslümanları aslâ bağlamaz; biz, hakîkî Osmanlı ulemâsının beyân ve hükümlerine i’tibâr ederiz…

DIŞI YALDIZLI, İÇİ VİRÜS DEPOSU ÜÇ CÜMLE…

İzmir’deki minârelerden İtalyan komünist partisi marşı “Çav Bellâ”nın (bin belâ olarak anırtılışı), medya ve politika sihirbaz ve cambazlarını epey meşgûl etdi!.

Bu arada CHP (kadîm laik=ateist) şefokrasisinin şimdiki başı ve Alevî vatandaşlarından Bay KK (Kemal Kılıçdârzâde) de, bir twitter sallıyarak iç yüzlerini bir kere daha deşifre etmiş oldu:

“İbâdet yerleri kutsalımızdır! Câmilerimizden ezân ve İstiklâl Marşı dışında başka herhangi bir sesin yükselmesini aslâ kabûl etmiyoruz. İzmir’de yaşananların fâillerinin bir an önce bulunmasını istiyoruz.”

Satıhdan ve fikir pörsüklüğü penceresinden bakılınca “âferin” bile dedirtecek kadar dışı yaldızlı, içi virüs deposu 3 cümle…

Bay KK ve yandaşlarına bazı sualler sormak veya bazı bedâhatleri gözlerine sokmak, artık kaçınılmaz olmuşdur:

1) Adam’ın birinci cümlesini ele alacak olursak, ÇAV BELLÂ belâ ve gâvurluğunun irtikâb edildiği yer, laik-cumbokrasi sisteminin resmî kayıtlarına göre “câmi’” olarak geçer… Bay KK ise “ibâdet yerlerimiz kutsaldır” diyor! Buradaki “İbâdet yeri” demek, câmi’ demek değildir… Her dînin ibâdet yeri ayrı isim alır: Havra, kilise veya cemevi gibi… Bay KK bütün bu ibâdet yerlerini biribirine müsâvî ve aynı derecede “kutsal” kabûl etmiş oluyor ki, bu, onun câmi’ denilen ibâdet yerlerine Müslüman gözüyle bakmadığının delîlidir…

2) Politikacı Bay KK, “Câmilerimiz kutsalımızdır” dememiş, “İbâdet yerleri kutsalımızdır” deyû ünlemiş! Çünki Alevî dîni i’tikâdına göre, “Kutsal, sazsal ve dedelere tapınsal” olan ibâdet yerleri sâdece cemevleridir… Tabii böyle twitterleri halkın tahlîl (analiz) etmesi, “fikir melekesi istediği içün” mümkin olamaz!… Politikacılar da, bir nevi bu kabil halüsinasyonlar göstererek sihirbazlık yapan, olmayan şeyleri zihinlere varmış gibi veya olanları yokmuş gibi yapıştırma dilçabukluğu veya gözkülleme ma’rifetine sâhib kişilerdir…

DİNLERİN KENDİ HAKÎKATLARI KADAR MUKADDESLERİ “KUTSALLARI” VARSA DA, LAİK (ATEİST) VE SEKÜLER DEMBOKRASİLERİN SÂDECE PUTSALLARI OLUR!

3) Dînlerin kutsalı olsa da, “Laik (ateist) dembokrasi ve cumbokrasiyim” diyen bir devletin; bir sistem, rejim, hükûmet, parti, müessese, maarif, ticâret, bürokrasi, v.s.nin “kutsalı” olmaz, olamaz… Çünki bunların tamâmı da, ilâhîliği reddeden, beşerîliği esas alan seküler felsefelerden ibâretdir. KİMİN KUTSALI, KİMİN KURTSALI, KİMİN PUTSALI olduğunu, İslâmiyyet 15 asırdır Kelâm-ı Kadîm ile bildirmişdir…

Gerçi Şerbokan’ın bugünki halîfe-i milliyyesi (!) Karasollaoğlu “İngiliz sekülarizmine taraftar olduğunu” söylüyor amma, onunkisi İngiliz damadı olmakdan ileri gelen ârızî, hissî ve âilevî bir hâldir, bunun içün de garîbandır ve ma’zûrdur!… Ayrıca, O Şerbokan tâlibânı (talebeler) gürûhunda bir İngiliz meczubluğu da yok değildir!…

Kayserili Hacı Abduş da, İngiliz “Şövalye nişanları” alacak kadar Kraliçe Hazıri.lerinin bucağına, kucağına, ocağına ve locasına Hayrünnisa Kadınefendi Hazıri.leri ile sanki demir atmış gibidir!… Bir ayağı çukurdaki Kraliçe Hazıri.lerinin Böyyükelçisi, bayram değil seyran değilken, 3. Def’a zırt pırt neden Kayseri’yi şapur şupur öper olmuşdur? Bu aralarda Fehmi Koru’nun katalizörlüğü hangi seviyelerde seyretmekde, Fettoşist esinti ve sezintiler nerelerden, nasıl ve ne kadar gelmektedir? Şerbokan’ın da Alaman localarıyla halveti, eniştesi Prof. Osman Çataklı Bey’in gizli kalmış hatıraları cümlesinden değil midir?… Ve bunlar, bazı kulakların şâhidliği ile de duyulmuş olamaz mı!?.

4) Beşerîlik taşıyan bütün felsefelerin kutsalı yokdur dedik… Kutsal denilen şey, aynen muhâfaza edilen ve üzerine titrenen pek ulvî ve ilâhî bilinen bir kıymetdir. “Güncellenmeli, ictihadları değiştirilmeli,   14-15 asır evvelki hükümleriyle uygulanamaz, böyle bir şey olmaz” denilen bir dîn, bunları söyliyenlerin nazarında mukaddes oluşunu (kutsallığını) kaybetmişdir… Yaz-boz tahtası hâline getirilen hiçbir şeyin (kutsallığı=mukaddesliği) olamaz…

“İSLÂM A’DAN Z’YE DEĞİŞTİRİLMELİ” DİYEN İLÂHİYATÇI VEYA ORYANTALİST ÇÖMEZLERİ…

Meselâ Ankara İlâhiyâtçılarından Prof. Ahmet Akbulut: “İslâm a’dan z’ye değiştirilmelidir, Ebû Bekir de hata etmişdir, bugüne kadar gelen İslâm anlayışı yanlışdır” diye videolarla İslâm aleyhinde cihâna meydan okuyorsa, o adamın “İslâm diye bir mukaddesi=kutsalı olduğu” aslâ söylenemez…

Tabii Tayyib Raiz:

“İslâm güncellenmelidir, ictihadlar değiştirilmelidir, 14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın, böyle bir şey olmaz; dört hakk dîn vardır; günümüzde fâizsiz ekonomi düşünülemez; eşcinsel vatandaşlarımızın hakklarını güvence altına almak şartdır!”

Gibi ürperten beyanlar ortaya atarsa; din üzerinde meydanlar, marmaraylar ve viyadükler açarsa, “İslâm’ın a’dan z’ye değiştirilmesi lâzım” diyen ilhâdiyatçıların da piyasada boy gösterib agorayı basması elbetde kaçınılmaz olacaktır…

“İmam mihrabda şeyederse, cemaat arkada ne etmez” hesâbı!

5) Laik dembokratik cumbokrasilerin” anayasaları, laikliği yani ateist bir felsefeyi bütün müesseselerinin temeli yapmışdır. Hatta kurduğu Diyânet İş. Başkanlığının bile, “Anayasanın laiklik (ateizm) ilkesi doğrultusunda din hizmeti yürütmesini”, onun en baş mecbûriyyeti olarak vaz’etmişdir. Bu i’tibarla, bu darbeci, heybeci ve işkenceci müteveffâ Evren onbaşı anayasasının kutsalı ne kadar yoksa, Ankara DİB’inin laiklikle çerçeveli keyfiyetinde de o kadar “Mukaddeslik=kutsallık” aranamaz, beklenemez…

Müteveffâ ve ateist Prof Mümtaz Soysal’ın doğru tesbîtine göre:

“Diyânet İşleri Başkanlığı, dînin, cumhuriyet ilkelerine uygun olmasını sağlıyan bir kurumdur…”

Yine O’nun bir ifâdesi de, meâlen şöyledir:

“Devlet, din görevlilerine dîne (İslâmiyyet’e) hizmet etsinler diye değil, dinden, laik-cumhuriyet sistemine bir zarar gelmesin; din, laik cumhuriyet içün bir tehdîd ve tehlike olmasın diye maaş verir ve onları vazîfelendirir.”

6) Dolayısıyla Laisizmi (ateist olmayı) en baş umde ve düstûr olarak taşıyan Darbeci-Heybeci-İşkenceci ve onbaşı Evren anayasasının “mukaddesleri=kutsalları” olamıyacağı gibi, sistemin bütün müesseseleri de bu çerçeve içinde varlık ortaya koyacaklarından, onların da, olmıyan “Mukaddesleri=Kutsalları”,  ondaki kadar olmak zorundadır…

Çünki laik bir sistemde, dînî kâideleri veya bunların bir kısmını, herhangi bir resmî müessesenin tatbîka koyması, laik (ateist) felsefenin suç saydığı en büyük cürümdür; ve sistemi bombalama hâdisesidir… Sistem, bu esas ve temel üzerine oturtulmuş, sistemin bu, “En büyük ve en baş olmazsa olmazı yani lâzım-ı gayr-ı mufârıkı” yapılmışdır!

Sistemin vücûd hikmeti de mücerred budur: Lozan’da, ne kadar İslâmiyyet’den uzak kalmak, O’na âid hiçbir kânun ve kâideyi DEVLET içinde işletilir ve yaşatılır görmemek istenmişse, buna tam sâdık kalınarak, İslâmiyet o kadar hayatdan dışlanmalı, ötelenmeli, uzaklaştırılmalı, tardedilmeli, hatta afaroz edilmeli, cüzzamlı muâmelesi görmelidir!…

DARBECİ VE İŞKENCECİ KENAN ONBAŞI  DARBanaYASASININ LAİKLİĞİNE TAPAN BÜTÜN PARTİLERİN DE KUTSALI OLAMAZ…

7) Partilerin bir eksiksiz tamâmı da, adı ister “Sefâlet Partisi”, ister “Yeniden Külâh partisi” veya İskenderpaşa Şeyh-i Müteşeyyihi Müteveffâ Kesad’ın “Sapsuyu Partisi” olsun, “Partiler Kânûnu” ile,  işkenceci ve darbeci Kenan onbaşı anayasası veya darbyasasının “Laiklik=Ateistlik” keyfiyeti dışına suret-i kat’iyyede çıkamaz ve çıkmadıkça da “Lâ ilâhe” diyemezler… Bu denmeyince de gerisini söylemek muhâl olur… Çünki topu da, neseb-i mechûl veya menşei i’tibârî (sübjektif) vicdanlar üzerine el ve ayak basarak and içib İMZA vermişler, parmak basmışlar veya bal tutmuş gibi parmak yalamışlardır!…  

Beyân etdikleri gibi bütün partiler ve bunlar gibi diğer bütün müesseseler de, “Meşrûiyyetlerini Kenan onbaşı anayasasının laiklik” ve sâir düsturlarından almaktadır… Dolayısıyla, partilerin ve parti tüzüklerinin, İşkenceci Kenan onbaşı anayasasının “layıklık=ateistlik” düstûruna mugâyereti (aykırılığı) aslâ düşünülemez!.

Bu cümleden olarak bütün partililer Darbeci-Heybeci Kenan onbaşı anayasasına, partiler kânûnuna ve parti tüzüklerine (nizâmnâmelerine) inanmak ve bu istikâmetde icraat ortaya koymakla mükellef kılınmışlardır… Bu, İslâmiyyet’in zıdd-ı kâmili ve mukâbili bir sistemin yani partili olmanın “îmân-amel ve ahlâk” ana kânûnudur!..

8) Partililer eğer bunlara inanmıyorlarsa, Darbeci-Heybeci ve onbaşı Kenan’ın anayasa mantığına göre “anayasamız” deyişde, şiileri taklidle takiyye yapmaktadırlar ki, bu da, darbe îmâlâtı anayasaların (münâfığı) olarak, o anayasaya bu gözle bakmakdır!. Bütün bu particiler, aynı zamanda da, Kelâm-ı Kadîm mantığına göre O’nun dışından başka kitab ve düsturları Vahiy Kitâbına şerik koşmuş olduklarını, içdikleri andlarla ve sâir beyanlarla ortaya koyduklarından, Müslümanlara karşı da takiyye yapmış, “münâfık” vaz’iyyeti almış olacaklardır…

Hulâsa politikacı sihirbazların hâli, iki halde de tam bir felâketdir!. İki kitabın da, yani Kelâm-ı Kadîm’in de Darbeci Kenan Anayasa KİTABININ da reddetdiği adamlar olmak hasebiyle, nerede yatacak yerleri olabileceği cidden zor ve meşkukdur! Ateist layıklara göre “ışıklar içinde, ateş böcekleri eşliğinde” hiçlik yaşasalar veya mozale gibi anıtların dondurucu soğuklarında bozulmadan uyusalar da, Allâh Azze’nin Mutlak Hakîkatına göre (ebediyyen) yatacak yerleri bellidir; ve dayanılmaz ve kul diliyle de anlatılmaz derecede felâket ve helâket bir çukur, bir dip mekândır!.

DEMBOKRASİ PUTU İLE DARBE ANAYASASINA BERABER TAPMAK VE İNANÇLARA EŞİT MESÂFE TEZÂDI!

Türkiya’daki politikacılar dünyânın en 5. sınıf dökük ve hödük politikacıları bilinse yeridir! Gece gündüz “Darbe ve darbecilere” dembokrasi adına GÛYÂ küfrederler, buna muvâzî DEMBOKRASİ PUTU VE HEYKELİNE TAPIB İSTAVROZ ÇIKARIRLAR, sonra da DARBECİ-HEYBECİ ANAYASASINA GÖRE AND İÇER İNSAN VE MEMLEKET İDÂRESİNE KALKIŞIRLAR!.

Akıl alacak gibi değil! Cihân Târîhine geçecek en büyük tenâkuz-tezâd maskaralığı da bu olsa gerek!

9) Politikacılar “Bütün inançlara eşit mesâfedeyiz” diyerek de göz boyar, tezâd yaşar, takiyye sahteliğine sıvaşırlar! Bütün hakk ve bâtıl inançların dışında kalacaksın, amma onlara bu dışda kaldığın yer neresi ise oradan bakarak, “hepsine  müsâvî bakarız” demiş olacaksın!. Bunu da, “HAKK ile BÂTILI KAT’İYYEN AYRI TUTACAKSIN” diyen İslâm’a, kendini bu dîne nisbet ede ede ve cihânın da gözünün içine baka baka ve zerre kadar hayâ etmeden yürütecek ve çalkalıyacaksın!

Yalan-dolan ve aldatma deryâsı içinde bir sistem ki, burada zerre kadar Allâh Rızâsı ile berâberlik muhaldir; ve insanların gayretullâh’a dokunmadan ve ğadab-ı ilâhîye uğramadan bir encâma koşmaları düşünülemez!

Bütün bunlar da, onların laik (ateist) olmalarına bir delîl teşkîl eder… Çünki Kelâm-ı Kadîm, bütün inançlara eşit mesâfede olmayı kabûl etmeyib, bunu, zerre miskâl (hardal tanesi) kadar îmânı olanlara şiddetle yasaklar! Ona göre, Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Müctehid-i Mutlak ictihadları ile sâbit, îmân, amel ve ahlâk kânunları HAKK, bunun dışındaki bütün inançlar, din ve mezhebler, felsefe, kânun ve doktrinler mutlak bâtıldır…

Ferd, şahsı veya temsîl etdiği her ne olursa olsun, bu küllî kâidenin dışında aslâ kalamaz; her zaman ve mekânda, kimi temsîl ederse etsin, “Mutlak HAKK’a îmânını” ve bunun ızhârını ne kalben ve ne de lisânen tekzîb edici bir tek kelime söyliyebilir…

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin ifâdesiyle “HAKK-I SARÎHİ KETMETMEK (saklamak, gizlemek) KÜFÜRDÜR. ÎMÂN IZHÂR-I HAKKDIR (apaçık ortaya koymakdır.) (1936 tab’ı, 1.c, s.560)  

10) CHP başkanı Bay KK, 27 senelik şefokrat ve jakoben geçmişinde, Matbuat Umum Müdîri Vedat Nedim Tör imzâsıyla “Dinden ve Allâh’dan bahsetmeyi yasaklamışlar” ve bunlar içün boynu vurulan 500.000 müslümandan, dünyâ mazlumlarından, toprak altındaki milyarlarca mü’minînin ervâhından ve en galiz hakâretler etdikleri Allâh ve Rasûl-i Aleyhisselâm ve ümmetinden alınan lâ’net ve beddualara rağmen, bir kerre bile  ÖZÜR DİLEMEDEN bu günlere gelmişlerdir! Ve, kimini satdıkları, kimini kapatıb kilit vurdukları ve kimini de ahır ve depo yapdıkları mukaddes İslâm ma’bedlerine, bugün kalkıb, hiçbir şey yapmamışlar gibi “Câmilerimiz” diyebilmektedirler!.

Binâenaleyh, bunların ve bunların rahm-i maderinden peydahlanan topyekûn parti ve particilerin inandırıcı olmasına zerre kadar ihtimâl verilemez…

Velev ki ÖZÜR BİLE DİLESELER, Darbeci-Heybeci onbaşı Kenan anayasasının laiklik (ateizma) düstûruna îmânları sebebiyle, İslâm ile irtibatları kesilmiş ve hâlleri de yukarıda beyân edildiği gibi olmuşdur!.

PAŞA’YI  TANRILAŞTIRIB  ANITKABRİ  TAPINAK  YAPSALAR DA, PAŞA’NIN  DEDİKLERİNİ  DEMEZ  TAKİYE  YAPARLAR!

11) Kamalist olduklarını iddia edenlerin sahtekârlığı şuradan da apaçık anlaşılacaktır ki, bunlar tanrılaştırdıkları Paşa’ya da öylesine ters ve onu istismarda o kadar rezildirler ki, Paşa’nın şu aşağıya alacağımız İslâm aleyhdârı sözlerine iştirâk ve onları te’yîd ve tasdîk etdiklerini söylemiye de zerre kadar cesâretleri yokdur:

“Kazım Karabekir şöyle anlatıyor: “10 Temmuz 1923 Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasında Fırka nizamnamesini müzakereden sonra, Gazi ile yalnız kalarak hasbihallere başlamıştık.

“Dîni ve nâmûsu olanlar aç kalmaya mahkumdurlar” dediler. Kendisini hilafet ve saltanat makamına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan, din ve namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla lâtife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu izahatı verdi:
“Dîni ve nâmusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce dîn ve nâmus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi bunu kabûl edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!”

(Bkz. Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.143.Aynı hatıraları Uğur Mumcu “Kazım Karabekir Anlatıyor” ismiyle neşretmişti.)

 “Oradaki ifade şöyledir:

“Bunun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.” İsmet Bozdağ ifadeyi kendine göre yumuşatmış olabilir. Devam edelim, Karabekir 14 Ağustos 1923 tarihinde Türk Ocağı’nda verilen bir çay ziyafetine gitmeden önce şu bilgileri işitdiğini bildiriyor:
“Gazi, Kur’an-ı Kerim’i bazı İslâmlık aleyhdarı züppelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’anın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak! Ve o züppelerle işi alaya boğarak, gûyâ Kur’anı da, İslâmlığı da kaldıracaktır!”
( s.158)

Akşam M. Kemal’e bu konudaki itirazlarını bildirince olanları şöyle anlatıyor: “M. Kemal paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü:

“Evet Karabekir; Arapoğlunun yavelerini Türkoğullarına öğretmek için Kur’anı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakda devam etmesinler!…”

Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kur’anı ve Peygamberi her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu.” (s.159)

Kazım Karabekir’in hatıralarında şu satırlar da dikkat çekiyor:

“19 Ağustos Pazar akşamı, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar-Latife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiören’e giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan bir köşkte kira ile oturuyordum. İsmet Paşa Lozan’da iken Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’la birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi. Münakaşayı İsmet Paşa ile ben yaptım. Mustafa Kemal Paşa sükunetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozan’dan da aldığı hızla, ne İktisat Kongresi’nin ve ne de heyet-i ilmiye’nin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilap hamlesi teklif etti:

“Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız.”

İlk Fethi Bey Grubundan sonra da Mustafa Kemal Paşa’dan işittiğim bu yeni inkilap zihniyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı.  1- İslamlık terakkiye manidir. 2-Arapoğlu’nun yavelerini Türklere öğretmeli. 3- Hocaları toptan kaldırmalı! ” (s.165)

https://yalantarih.com/karabekirin-agzindan-ataturk-din/

12) CHP ve güdücüleri, gûyâ “Tanrı gibi tapar göründükleri” Paşanın, yukarıdaki sözlerine de gece gündüz sâhib çıkmalı; ve böylece samîmiyyetlerini göstermelidirler ki, istismâr şâibesinden uzak kalabilsinler!.

Bugünki CHP, yukarda yazılanlardan bilhassa son paragrafda hulâsa edilen (3 maddeyi) kabûl VE İ’TİRÂF edib, kamalist mi kalmak, yoksa reddedib ne olmak peşindedir?. Bunları, 27 senelik şeflerine, sadâkat mi, ihânet mi, ne bağlamaktadır?. Bunu neden merdçe, açıklığa kavuşturmazlar da bulanık suda balık avlamaya devam ederler; neden, “Câmilerimizli, kutsallarımızlı, ibadethânelerimizli, ezan seslerimizli” cümlelerle bugün perende atmaya başlamışlardır? Bu perende atmalar, “Ebedî ve Millî Şeflere sadâkat ve onların ilke ve inkılaplarına bağlı kalmakla” kat’iyyen kâbil-i te’lîf edilemez… Seçim ve oy kaygısıyla bunlara tevessül ediliyorsa, “Şeflerini ve onlara taparlıklarını ve onların ilke ve inkılaplarını” pek ucuza satmış oluyorlar demekdir…Yoksa şöyle mi düşünmektedirler:

“Şeflerimize sadâkat edecek bir AKP iktidârı varken; ve İslâmiyyet’i a’dan z’ye değiştirecek (güncelleyecek) sesler, bu iktidarda arşa çıkmıya başlamışken, artık bize lüzûm kalmamışdır!”

Şefokrat, fakat samîmî CHP’lilere bile bugün, sanki hasret kalmış gibiyiz!… Çünki politik (çok yüzlülük) o kadar katlandı ve kendi kendisinin bir tek yüzü olan bir heykelist o kadar kimyâ oldu ki, artık politik yüzler iğrendirici hudutlara vardı ve nefret etdirmenin de çok ötesinde bir manzara ortaya çıkdı!..

EZÂN ALLÂH AZZE’NİN VAHYİNE, İSTİKLÂL MARŞI ÂKİF NÂM ŞÂİRE DAYANIR!

13) Bay K.K. diyor ki:

“Câmilerimizden ezân ve İstiklal Marşı dışında başka herhangi bir sesin yükselmesini asla kabul etmiyoruz.”

Adı geçen politikacı, sapla samanı, şapla şekeri karıştırarak, “îmân ve fikir tahlilinden” uzak tribünlere oynamayı, sihirbazca ve bir nevi halüsilasyon gösterileriyle devâm etdirmek istemektedir!.

Cihan bilir ki, ezan-ı şerîf İslâmiyyet’in ve Müslümanların “Mukaddesi=Kutsalıdır.”

İstiklâl marşı ise İslâm’ın kutsalı değildir ve olamaz…

O, bir kavmin, bir ulusun “kutsalı” veya bir “devletin, bir sistemin, bir hükûmetin veya partilerin remzi=sembolü= şiârı” olabilir…

14) Eğer İstiklâl Marşı denilen marş, “İslâmiyyet’in kutsalıdır” denilirse, o zaman Fas’dan Endonezya’ya kadar 50 kavmin Devlet veya “ulus, kavim, ırk, kabile, bölge, gölge, v.s.” (beşerî marşlarının) da, “İslâm’ın kutsalı= mukaddesi” olması lâzım gelir ki, bunun imkânsızlığı bedâhaten ortadadır!

Dolayısıyla Bay KK’nın “Camilerimizden ezan ve İstiklal Marşı dışında başka herhangi bir sesin yükselmesini asla kabûl etmiyoruz.” demesi,  mugâlata, gözboyama, cehâlet, İslâm’a ve O’nun mukaddeslerine (kutsallarına) hürmetsizlik ve bâtıldır… Aynı zamanda da, İslâm’ın vâzıı imiş gibi ona (kutsal) eklemekdir ki, bu, “İslâm benim irâdemin mahsûlüdür” demeye müsâvî olub, ebedî ve konkunç bir vebâl de tevlîd eder!

Câmiler, İslâm dîninin mukaddeslerinden (kutsallarından) olduğu içün, oralarda ancak ve yalınız ezân-ı şerîf gibi, mücerred gene İslâmın kutsalı olan “SALÂ SESİ GİBİ İSLÂM’IN MUKADDESLERİ YÜKSELEBİLİR…”  MARŞ sesi veya beşerî herhangi bir SES, beşerî SİSTEM VE DEVLET REMZİ OLDUĞU İÇÜN, CÂMİLERDEN YÜKSELEMEZ…

CHP mantığına göre, yarın o bir gün, “Onuncu yıl marşı da câmilerden yükselsin” denilebilir!

ONUNCU YIL MARŞI İÇÜN, ŞERBOKAN’IN KIZLARI SOKAĞA DÖKÜLMÜŞDÜ!

Zâten, nevzuhur İslâm “müctehidlerinden”  Şerbokan denen adamın bakıyesi genç kızlar, bu geçdiğimiz (19 Mayıs laiklik bayramında) sokaklara döküldüler! Ellerine aldıkları parti-pırtı bayrakları denen bezleri sallıyarak, (ONUNCU YIL) marşı olarak bilinen süper ateist marşı ile CHP’leşib, Şerbokan’ın rûh-ı hocavî ve locavîsini şâd ü handân eylediler!

Hulâsa, GÖRÜŞ fosillerinden Uyuzhân’ın güdümündeki Karasollaoğlu’nun millî-zıllî ve zilli körpeleri, vücûd münhanilerini sivriltib fırlatarak , oralarını buralarını da zıplatarak, sokakların malı olmaya başladılar! CHP sembollerinden olan o marşı cıyaklıyarak ünlediler; ve onu öne çıkararak kendi vücûd münhanilerini gözlere, o marşı da kulaklara soktular!…

İş bu derekelere düşerse, daha sonra “Dağ başı, piyade marşı, harbiye, darbiye marşı; süvâri marşı, karacı, denizci ve havacı-cıvacı marşı” derken, internasyonal komünist marşlarına ve onlardan Çav Bella cinsi yeni ve çeşitli belâlara kadar yol açılacak demekdir!

Câmiler zâten, cünüb turistlerin yaprak dökme ve bit-pire serpme mekânları olmaya doğru gidiyor; ve câmi olmakdan çıkmalarına da ramak kalmışdır! Câmilerde marş koroları da teşekkül etmeye başlarsa, oralar büsbütün yol geçen hanına döner;  Fettoş ağzıyla “hafizenallah” hoşgörüye yatırılırlar, sonra da diyalog, en sonra da LGBT otellerine evrilib-çevrilir ve devrilerek yok olurlar!

EZÂN-I ŞERÎF VE İSTİKLÂL MARŞI ARASINDAKİ FARK SONSUZDUR!

15) Bay KK, Ezân-ı Şerîf ile İstiklâl marşını aynı değerde=kıymetde görmekle de, çok büyük bir İslâm’sızlık yapmaktadır…

Ezân-ı Şerîf ile Âkif’in yazdığı şiir, sonsuzda bir ihtimâlle bile mukâyese edilemez:

  1. Ezân-Şerîf, Allâh Azze ve Celle’nin vahyi ile sâbit ve İslâmiyyet’in olmazsa olmazı yani “Zarûrât-ı Dîniyyesinden” bir temeldir, aslâ değiştirilib yasaklanamaz. “Türkçe ezân” diye de bir ezandan bahsetmek muhâldir, çünki böyle bir şey hiç olamaz… Allâh Azze, Kelâm-ı Kadîm ile “Onu ARABÎ inzâl etdik” buyurduğu içün, “Türkçe Kur’ân” demek nasıl Vâcib Teâlâ’yı TEKZÎB oluyor ve böyle demek Elmalılı Merhûm Muhammed Hamdi Efendi’nin Muhteşem Tefsîrinde de beyân buyurduğu gibi nasıl muhâl ve küfür bulunuyorsa, Bay KK’ın jekoben şefokrasisinde 1932-50 arası 18 sene Ezân-ı Şerîfin yasaklanışı yerine “Ezânı Türkçe okutdular” demek de, Ezan-ı Şerîfin “Türkçe de olabileceği” muhâline kapı açmak olur ki, bu da, o kadar sakat ve iğrençdir! Ve bu yasak, onu yasaklıyanların ne kadar jekoben laik (ateist) ve üstelik dîne hasım olduğunu gösterir…
  2. Böyle vahşî “Jakoben” laikliğe, böyyük müctehidîn-i cumhûriyyeden Ali Rızâ Demircan Hazıri.leri bile karşı çıkıb, “Dem-bok-ra-tik   la-ik-li-ge” taraf oldugunu, AK-İT ekranlarından cihâna, hem de çok büyük bir ilmîlik ve ciddîlik çerçevesinde ve (ta-ne.. ta-ne) ve “gü-zel   kar-de-şim” güzellemeleri ve düzellemeleriyle ve böyyük bir helecan ve demircan göstererek i’lân edebilmektedir!.
    Sağolsun ve eksik dahî olmasın ki, o da olmasa “Ki-tâb..Sün-net di-ye-rek” âlim-âmil ve muhlis (ilâhiyyatçı-yazar ve araştırmacı ve atıştırmacı) müctehidimiz kalmıyacak; ve “İslâmiyyet’i  saray usûl-i fıkhına göre gün-cel-le-ye-me-den” dünyâdan berzah âlemine hiç kanat çırpmadan ve kanaat çatmadan çakılırcasına uçub gideceğiz!
  3. Marş ise, Âkif Bey adında garib-gurebâ ve şâir-şüarâdan bir baytar aydının yazdığı şiirdir; ve bununla ALLÂH’ın kelâmını aynı kıymetde imiş gibi görmek, göstermek, bilmek, bildirmek, düşünmek ve düşündürmek, Kâinâtın lânetini ruznâmeye getirir; ve ikisinin mukâyesesi bile muhâldir, mümteni’dir, müstahildir…
  4. Bu da gösterir ki, Bay KK, “Câmi ve Ezân-ı Şerîf mukaddesliğine=kutsalına” değil, cemevi kırsalı ve kutsalına sâhib olarak hâdiselere kıymet biçme sevdâsındadır!.
  5. Bugüne kadar 15 asırdır, hiçbir İslâm toprağında câmilerden Bay KK’nın dediği gibi herhangi bir devletin, sistemin, parti-pırtının ve bir kavmin marşı, “ses olarak yükselmemiş”, ancak islâmî kıymetler ve mukaddesler=kutsallar yükselmişdir…
  6. Câmilerden Ezân-ı Şerîf ve islâmî mukaddeslerin=kutsalların dışında başka bir sesin, velev herhangi bir devlet veya sistemin, ulusun, ırkın, kabilenin, aşiretin, bölgenin, partinin, fırkanın veya fırıldağın marşının yükselmesini istemek, o dîne en büyük hakâretdir… O dînin mukaddeslerini=kutsallarını keyfe, şehvete, hevâ ü hevese ve nefse tâbi’ kılarak değiştirmek, en korkunç bir cinâyet demekdir ki, bu kat’iyyen afvedilemez…

16) Bay KK’nın “Câmilerimiz” deyişi, artık bunca îzahdan sonra anlaşılmış olmalıdır ki, ortaya bir câmi kabûlü ve bir “câmi kutsalı” koyamaz. Bu, oyuna (reyine) talib olunacak ve “câmi mukaddesine=kutsalına” sâhib zannedilen dembokratik oy depolarının, kendi tarafına çekilmesini istihdâf eden politik bir ifâde ve sihirbazlık olarak sâbit olacakdır!

MÜCRİMÎNİN BİRAN EVVEL BULUNMASINI  İSTEMEKDE  ZERRE KADAR SAMÎMÎ OLAN, EVVEL  27  YILLIK ŞEFOKRASİSİNİ GÖRMELİDİR!

17) Bay KK’nın üçüncü cümlesinde de, bir miligram samîmiyyet aranamaz! Diyor ki:

 “İzmir’de yaşananların fâillerinin, bir an önce bulunmasını istiyoruz.”

Adı geçen, eğer minârelerden bir takım Allâhsızların İtalyan komünist partisi marşının çalınmasını çok büyük bir cürüm görüyor ve mürtekîbi olan kubur fârelerinin “Bir an önce bulunmasını istiyoruz.” deyişinde zerre kadar samîmî bulunuyorsa, evvelâ dönüb kendi “27 senelik jekoben lâyıklık ve şefokrasi devrine” bakması îcâbeder!

18) Orada gördüğü, 18 yıllık Ezân-Şerîf, Allâh ve dinden bahsetme yasaklarının, köy enstitüsü rezaletlerinin, halkın fukaralığa mahkûm edilişine ve aç bırakılışına rağmen yunan kâfir ve zâlimlerine hubûbât yardımı yapılışının; nice kütübhâneler dolusu Osmanlıca evrâk, kitab, arşiv ve vesîkanın kilo fiatıyla Bulgarlara satılışı ve 14 asırlık hılâfetin yıkılışının; Türklerin 1000 yıllık hayâtından Kelâm-ı Kadîm ve elifbânın yasaklanıb, lâtin alfabeta’sının (alfabe) adıyla bir gecede TÜRK harfleri îlan edilişinin; Türkün bin yıllık bütün hukûkunun atılışının ve yerine haçlı hukûkunun ibkâ ve idhâl edilişinin; 500.000 müslümanın ve bilhassa şapkaya muhâlif diye 80 yaşında asılan şalcı bacının, öldükden sonra mezarından çıkarılıb darağacına çekilen Kemahlı Merhûm ve Mağfûr İbrahim Hakki Hocanın, şapka kânûnundan evvel yazdığı eserini, melun şapka kânûnu mâkabline şâmil kılınarak suçlu yapılan ve asılan Büyük İslâm Âlimi ve Büyük Mütefekkir ve Korkusuz Şehid İskilibli Merhûm’un ve yüzbinlerce ma’sûmun uğradığı insanlık dışı zulümlerin; İzmir’deki (Çav Bellâ Belâsı) rezâletinden sonsuz kat daha eşedd ve akıl almaz cinâyetler olduğunu görmesi ÎCÂBEDERDİ!

Ve bunun üzerine de, çeyrek ağız da olsa, “Yapdıklarımız, cihân târîhinde görülmemiş derecede berbât şeylerdi, bunun içün Allâh’dan, Peygamberden, Kur’an’dan, toprak altındaki milyarlarca ve salben asdığımız veya kurşuna dizdiğimiz 500.000 şehidden, bütün cihân Müslümanlarından, Osmanlı ve Selçuklu ecdâdımızdan ÖZÜR DİLİYORUZ, BİN PİŞMANIZ!”

Evet, Bay KK’nın, böyle demesi mutlaka ŞART olur; zerre kadar samîmîyyeti olsaydı, böyle AFV NİYÂZ ETMESİ  mutlaka iktizâ ederdi!

19) Yazık!

Lâf ile ve şii takiyeciliği, kamalist fırıldakları, Batılı ve Doğulu ayak oyunları ile, politikacı ağzı ve gözü ile ve CHP cibilliyeti ve gözküllemeleriyle yol alacaklarını zannediyorlar!

27 senede, Ali Rıza’nın bile “Jakoben laiklik” diyerek kabûl eylemediği (!) ve  cihân târîhinde görülmedik derecede yapılan zikretdiğimiz zulüm ve cinâyetler, AKP iktidârlarında da açıkdan yapılmayıb, hiçbir şey yapılmıyormuş gibi de bir “AK kaşık manzarası” ortaya çıkınca, bu AK kaşıkların “Dîni a’dan z’ye değiştirme ve onu beşerîleştirme cinnetleri” gözlerden kaçırılıvermiş ve hiç hissedilmemiş olmaktadır!…

Halka da, bu kıskaç, cendere, köşeye sıkışmışlık ve dembokratik eritme kuşatması içinde, bütün dünyâ küfür sistemlerini topyekûn parti-pırtılarıyla Müntakîm olan Rabb’e havâle etmekden başka çâre kalmamış oluyor!  

 

İntişârı: 28.05.2020 / 12:52:41 (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir