Namazın Kazâsı Varmış, Seçimin Kazâsı Yokmuş!
27 Nisan 2023
Üstâd Merhûm’un “Çöp Bidonundaki” Kedi, Köpek Ve Kubur Fâreleri!
25 Mayıs 2023

BERAT GECESİNİ SAPTIRAN HOCA KILIKLI ŞEYTANLAR!

(7)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

Bir kişi “müslümanım” dediği zaman, şunu demiş olur: “Ben, bana göre değil, Mücerred ALLÂH Azze ve Celle’ye GÖRE kalb, dil ve fiil sâhibi olmakla mükellefim, bunun dışında benim içün bir dünyâ yokdur!”

Allâhu Teâlâ’ya GÖRE…

Hepsi bu…

Bunun dışına kalb, kavil ve fiille çıkarsa, o, müslümanım diyen bir münkirdir; veya kalbiyle çıkar da dil ve fiille çıkmazsa, İbni Selül gibi ve onun izinde bir münâfık… Bugün, dâr-ı riddede kâfirlerin İslâm NİZÂMININ (hükûmet sisteminin) hükm ü hâkimiyyeti olmadığından, kâfirlerin İslâm’dan çekinib hizâya girecekleri ( hatta çekinib korkacakları) bir hâlleri yokdur. Bu i’tibarla kavil ve fiille resmen ve alenen İslâm’ı münkir olub da, hâlâ ve buna rağmen “müslümanım” diyenin haddi hesâbı bulunmuyor…

Çünki bu DÂR, müdâhinleşib seytanlaşmış bir takım hoca kılıklı süfehâ ve küferâ te’villerine rağmen dört dörtlük câhiliyye ve RİDDE DÂRIDIR. İslâm, kimleri “müslüman” kabûl eder, kimleri kâfir veya mürtedd addeder, bu kat’î hatları ile bugün bilinemiyor. Müdâhîn, bel’âm ve hoca kılıklı şeytan herifler vasıtasıyla bu, hem bilinemez, mübhem ve muâllâk hâle gelmiş /getirilmiş; hem de, bilinse bile İslâm’sızlığın en küçük bir müeyyidesi yok ki, caydırıcı bir şık ortaya çıkarılabilsin… Çünki İslâm ve onun her şeyi ya yasak edilmiş; veya, esaslarından koparılarak, cansız (ölü) bir ritüel hâline çevrilmiş; ve temel rükünleri de, böylelikle çürütülüb, bozucu, ters dönen bir çark hâline inkılâb etdirilmişdir…

Onun içün BANA GÖRE’lerin içinde binlerce küfür, şirk ve nifâk da olsa, bundan döndürecek bir nizâm-intizâm (disiplin) ve müeyyide hiç bulunmamakda; hatta İslâmiyyet’in her mukaddesine hakâretin veya O’nu tahrîb, tağyîr ve tahrîfin bini paradan ve en tepeden en tabana kadar çok rahatça irtikâb edilebilmekte olduğu vâkıası yaşanmaktadır… Dolayısıyla (bana göreler) ne kadar çoğalırsa, İslâmiyyet’i sulandırıb bulandırmak ve netîceten, ona hakâretler de kolaylaşıb sıradanlaşmakda ve hız kazanmaktadır…

“DÎNE DAYALI DEVLET SİSTEMİNE   K E S İ N L İ K L E   KARŞIYIZ” DİYENLERİN ÎMÂNI?

Bir evvelki makâlemizde şöyle yazmışdık:

“Patenti Garamanlisist familyalara âid, Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet dîn-i bâtıllarına muvâzî (paralel ve nânesel) yepyeni ve taptâze bir dînin, usûl-i TEDRÎC üzre vaz’edilme noktalarına şu başlıklarla pek mülâyimâne ve tayyibâne; ve “Bana Göre” rotasıyla ve fakat kaş yaparken gözleri çıkara çıkara  gidilmektedir!. Misâllerimizden birkaçını, makâm-ı şevketpenâhîlerine şöylece arza müsâreât eyleriz:

“Dört dörtlük laikiz..”

Ve laiklik ile alâkalı bir hulâsa ile bunu noktalamıştık. Şimdi şu iki hüküm cümlesine göz atalım:

“ Dîne dayalı devlet sistemine kesinlikle karşıyız; sünnîlik ve şiîlik en büyük tehdiddir!”

Yani İslâmiyyet’e DAYALI devlet sistemine, hem de KESİNLİKLE KARŞI olmak.. nasıl bir ÎMÂN keyfiyeti ortaya koyar, bu, hiç de iki cihân içün hayırlı bir manzara resmetmiyecek; ebedî hayât içün son derece hatarlı olacakdır… Bir takım PEKKAKALI madam ve dişiler “Biz sırtımızı PKK, bilmem ne KAKA’ya YASLADIK” der, diyebiliyor ve “Kul yapısı devletlerin kellesinden TERÖR boca ederken;” çok sayın “yerli ve millî ve teröre karşıy–mış görünen” bayların, “Dîne DAYALI devlet sistemine hem de KESİNLİKLE karşıyız” diyerek “Allâh Azze DEVLETİNE karşı KESİNLİKLE terör estirmeleri” pek hayret, DEHŞET ve HELÂKET verici, tezâd fışkırıcı ve akıl ve mantığı ve islâmî îmânı çarmıha gerici  değil midir?..

Dünki sâbık  milletden geriye kalan ve yarım asırdır üçbuçuk dağ eşkıyâsıyla baş edemiyen lâhık enkâz, 1000 yıl “Dîne dayalı DEVLET sistemine KESİNLİKLE SÂHİB çıkarak dünyâda ŞEREFLİ bir EFENDİ ve haysiyetli bir ALLÂH ERİ olarak yaşayıb hükümrân olmadı mı?. Şimdi ASLINI İNKÂR ETMENİN kârı hangi BATI köleliğini getirdi, bunu görmek çok mu zor?..”

Çünki idrâkler bulandırılıb buzuldu, nazarlar şaşı veya kör edildi… Beşerî sistemlerin zikri ve âyîn-i rûhânî ve şeytânîleri insanları öylesine kuşatıb kalıba sokdu ve kıpırdayamaz hâle getirdi ki, bâtıllâr hakk, HAKK bâtıl, güzeller çirkin, doğrular eğri, hüsünler kubûh gösterildi ve öyle de görülmiye ve idrâk edilmiye başlandı… Bu, tam ma’nâsıyla ve küfrün diliyle bir “kültür emperyalizması” idi. Modernizmanın asrî usûlleriyle esîr oluşun, işgâl ve istîlâya uğrayışın, “KURTULDUK” sayıklamaları, hezeyanları, sahnelemeleri ve yâveleriyle mütemâdiyen kafaların şartlanması ameliyesi idi…

Aynı bir milletden, İngiliz başda olarak haçlı dessaslığı ve iblisliği ile, ona tam ma’nâsıyla ters ve zıd bir kavmin ihtirâ’ ve îcâd edilişi, peydahlanışıydı… Muvaffak da olundu, eski MİLLET-i merhûme bugün, artık yaşamamaktadır. Yaşıyor veya yaşatacağız diyenler, narkozu devâm etdirmek istiyen politika ve sandık kumarbazlarıdır. Bunu kavlen ve fiilen isbât ve hüccetleri ile ortaya koyabilen varsa, ona aslâ sözümüz olmaz, hizmetkârı olacağımızdan îmânî ve islâmî en büyük şeref payına sâhib olacağımızı da alenen beyân ve teahhüd eyleriz…

HILÂFET, CİHÂD azarlarVE NAMAZ GİBİ ZARÛRÂT-I DÎNİYYEDENDİR, MÜNKİRİ İKFÂR OLUNUR…

xİslâmiyyet’e dayalı devlet sistemine (HILÂFETE), karşı (REDDEDİCİ) değil de, tarafdâr olunursa, bu son derece menfî ve pek kaçınılması îcâbeden bir husûs, pek berbat ve korkunç bir hâl midir ki “KESİNLİKLE” bundan uzak durulması büyük bir cür’etle cihâna i’lân edilerek gözlere sokuluyor?.

HILÂFET, Kur’an-ı Mecîd, Sünnet-i Seniye, İcmâ’-ı Ümmet ve Müctehid İmam İctihadlarına istinâd eden, bu dört delille ortada duran bir hukûkdur. Üstelik, VÂZI’INA nisbetle sübhânî (noksanlıkdan münezzeh İslâm Hukûku) yani dördü de “Vaz’-ı ilâhî”, ilk üçü MÜSBİT, ve dördüncüsü MUZHİR olan Allâh Azze ve Celle İRÂDESİNE müstenid bulunan bir hukûkdur… “İslâm’a Dayalı DEVLET”, kendisinden daha mükemmelinin bulunması MUHÂL olan bir hukûku tatbikle mükellef, buna mecbûr, me’mûr ve mahkûm olan bir devlet ve hükûmetdir. Aksi hâlde Kâdir-i Mutlak Hazretleri tatbîkini istemediği hükümler vaz’edib,–hâşâ ve kellâ– (abesle) iştigâl etmiş olur ki, bu da zât-ı ulûhiyyet ve rubûbiyyetinde mutlak ma’nâda MUHÂL, mümteni’ ve müstahildir…

İslâm’da “İMÂMET-i KÜBR” mes’elesi fevkal’âde mühimdir. Bunu Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri de müstakil bir eser olarak kaleme almış, orada ehemmiyet ve lüzûmunu izâh buyurmuşlardır. “Hılâfetin lüzûmunda şübhe ve tereddüdün” bile câiz olmayıb, aksi halde “mü’min kalınamıyacağını” beyân buyurmuşdur.

Elmalılı Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri de: “Hayra da’vet ve emr-i ma’rûf nehy-i ani’l-münker yapacak bir  ümmet ve İMÂMET TEŞKÎLİ, BA’DEL ÎMÂN MÜSLÜMANLARIN İLK FARÎZA-YI DÎNİYYELERİDİR. BU FARÎZAYI EDÂ EDEBİLEN MÜSLÜMANLARDIR Kİ, (VE ÜLÂİKE HÜMÜ’L-MÜFLİHÛN) HÜKM-İ CELÎLİ MU’CEBİNCE FELÂH-I KÂMİLE MAZHAR OLURLAR.” buyurmaktadır. (Tab’ı: 1936, c.2, s.1154-1155)

15 asırdır apaçık ortada duran bütün islâmî müdevvenât da, bunlardan başkası olmayıb, imâmet-i kübrâyı, bu dînin olmazsa olmazlarının en başda gelenlerinden biri olarak cihâna i’lân etmektedir. Binâenaleyh müslümanların Allâh’ın dînini yaşamaları ve yaşatmaları içün, gene o dînin, şartlarını ta’yîn etdiği bir hükûmete sâhib olmaları, tatbik noktasından amele; usûl-i dîn noktasından da mutlaka ÎMÂNA taallûk etmektedir.

DÎNİ (İSLÂMİYYET’İ) GÜNCELLEMENİN ALTINDA, ONU BEĞENMEYİB DEĞİŞTİRMEK, GÜNÜN ATEİST-KAMALİST YAŞAYIŞINA UYDURMAK YATAR…

Allâh Sevgilisi Aleyhisselâm’ın ve hulefâ-yı râşidînin hükûmetleri, Emevî, Selçuklu, Eyyûbî, Gazneli, Uygurlu, Karahanlı ve Osmanlı gibi devletler, “DÎNE (İslâmiyyet’e) DAYALI DEVLET SİSTEMLERİ” değil miydi?. “Dîne dayalı devlet”, o kadar berbat bir keyfiyet, KESİNLİKLE uzak durulması şart olan CÜZZAMLILIK gibi bir manzara ortaya koyuyorsa, yukarıda zikri geçen devletler ve onların Müslüman Arab, Kürd veya Türkleri, bunu neden GÖREMEMİŞLERDİR?. Neden, o devletlerin içinde, onları başlarına TÂC ederek ve o devletleri yaşatmak içün milyonlarca EVLÂDINI ŞEHÎD vererek yaşamışlardır?!.

Bu devletlere kendilerini nisbet ederek “OSMANLI TORUNUYUM”, bilmem kimin soyundan, falanın ahfâdıyım, filânın neslindenim, v.s. gibi şeyler demek, pek acındırıcı veya güldürücü bir tezât olmıyacak mıdır?. En abartılı şekilde göze sokuluşu meydanda olan İngiltere krallığı başda olmak üzere, diğer bütün krallık ve idâreler, kendi târihleri içindeki İDÂRÎ, SİYÂSÎ, İCTİMÂÎ ve HUKUKÎ sistemlerini hiçbir aşağılık duygusuna ve kendi kendilerini inkâr iptizâline düşmeden devam etdirirlerken, Türkiya’daki bu “ASLINI İNKÂR ETDİRME yani neseb-i gayr-i sahihlik çukuruna” sür’atle ve her fırsatda kayışın cinnetlik sebebi nedir???

Bunca tezâtlar ve aslın inkârları acziyetin asıl delîli iken: “Bazı hocafendiler İslâm’ın güncelleneceğini bilmeyecek kadar ÂCİZLER” demek, zerre kadar îmânı olan bir mü’mine, gene zerre kadar YAKIŞAN bir kılık-kıyâfet ve keyfiyet olabilir mi?. 1000 yıldır tamâmen şer’î hassâsiyet ve tedbir iktizâsı olarak ve “Zaten Dâr-ı İSLÂM” içün yüz kere kâfî geleceği nice ulemâmızın beyanları ile ortada olan mu’teber Müctehid İmam ictihadlarını; ve mübârek eimmemiz ve bunların da ta’kibçisi fukahâmızı “ACİZLER” olarak damgalamak, aşağılamak, küçümsemek, tahkîr ve istihfâf etmek  hangi “Muktedir olmanın veya ÂCİZ olmamanın” eseri, işâreti veya isbâtı kabul edilebilir???…

Cumhurî demputrat ve laik bir felsefenin îcâd etdiği seküler; ve pozitivizme ayarlı, ABD’nin Fulbrayt kafasına 1947’den beri TAPAN şu mevcûd mülhîd rejimin bir imam lisesi seviyesinden, İslâmiyyete AYAR verib (güncellenme) emir ve ta’lîmâtları yağdırmak, “acziyetin” de değil, hangi butlânı mutlak bir MUKTEDİR oluşun hangi cins delîli sayılacakdır?!.

Layık, seküler, pozitivist, demputratik, kamalist, ateist ve ataist felsefe ve maariflerin tilmizleri, sanki “FUKAHÂ MESLEĞİNİN MÜTEHASSISLARI” gibi, onların ehliyet ve salâhiyyetini hâizmiş gibi; veya onlar adına konuşuyormuş gibi beyanlarda bulununca, bu, haddi ne kadar aşmak, şaşmak, şaşırtmak, taşmak, taşırmak ve ihtisâsa hürmeti katletmek gibi bir hâl kabûl edilmeyecek midir???…

Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin: “Ulûhiyyeti büsbütün nefy ü inkâr etmeseler de, GİZLİ BİR ŞİRK KARIŞTIRMADAN ALLÂH’a ÎMÂN ETMEZLER.” buyurduğunu unutmamalıyız. (1936, c.4, s.2932)

BEŞERÎ SİSTEMLER KENDİ PARLAMENTO VE KÂNUNLARI İLE

ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN RUBÛBİYYETİNİ GASB PEŞİNDEDİR…

Aklı başında ve dînine asgarî bir hürmet taşıyan herhangi bir müslüman, aslâ “Bana görelerle” konuşmaz, bilenlere (ehil olan, ehl-i sünnet ve’l-cemaat) ulemâsına mürâcaatı dînî bir îmân, edeb ve vazîfe olarak telâkkî eder. İlâhiyyâtçı, telfîkçi, fırâk-ı dalleye sapmış, takrîb-i edyâncı, reformist, fetoşist v.s. yani İslâm’a inanmıyan cumputrat ve hevâ ve heveslerini RABB ittihâz etmiş herifleri zerre kadar kâle almaz, onların i’rabda yeri olamıyacağını çok iyi bilir. Aksi hâlde, hezeyân ve yavelerle zırvalamakdan kendisiniaslâ kurtaramaz. Bu ehemmü’l-ehem noktayı Elmalılı Merhûmun tefsir satırlarından şöyle okuyoruz:

“…Birini RABB ittihâz etmiş olmak içün, ona behemahal “RABB” nâmını vermiş olmak şart değildir. Allâh’ın emrine muvafık veya muhâlif olduğunu hiç hesâba katmıyarak, onun EMRİNE İTAAT ETMEK, ve alelhusus AHKÂMA müteallık olan husûsâtda onu VÂZI’-I AHKÂM VE HUKÛK gibi tanıyıb da, o ne söyler, ne emrederse HAKK oluverir gibi farzetmek; ONA İTAATLE ALLÂH’ın EMR Ü HÜKMÜNE MUHÂLEFET EYLEMEK, ONU, ALLÂH’DAN BAŞKA RABB İTTİHÂZ EYLEMEK, ONA   T A P M A K  DEMEKDİR.” (1936,c.4, s.2512)

Apaçık görülmektedir ki, Türkiya dâhil dünyânın her yerindeki parlamentolar ve anayasalar, ortaya koydukları kânunlar dolayısı ile “Vâzı’-ı ahkâm ve hukûk farzedilmekde ve onlara itaat, Allâh’ın emir ve hükmüne muhâlefetle” (O’na karşı bir nevi TERÖR de estirmekle) beşerî kânunların yapıcısı 5-600 kişi, “Allâh’dan başka TANRI tanınmakda ve bu tanrılara TAPILMIŞ olmaktadır…”

İbâre yukarıya aynen alındığından bütün inanan ve inanmıyan, layık, kayık, gayr-i ayık, bütün ins ü cin bunları ve aşağıda yapacağımız iktibasları 24 saat kelime kelime ve hece hece okuyabilir. Ancak, zerre kadar akıl, îmân, vicdân, nâmûs ve şerefi olan FERD: “İslâm denilen DÎN BUDUR” der… “Müslümanım” dediği zaman da, dîninin, bu DİN OLUB OLMADIĞINI ibni Selül gibi saklamaz ve merdçe: “Benim dinim MÜFESSİRİN vasfetdiği bu dindir.” Der…

Veya: “Benim dinim bu müfessir ve benzeri İSLÂM ULEMÂSININ 15 asırdır vasfetdiği dînin dışında bir din, yani o MÜSLÜMANLIĞIN dışında beşerin vasfetdiği bir dindir…” der… “Adı, müctehid, müfessir, mütekellim ve ulemânın vasfetdiği dînin aynı olsa da, keyfiyet ve mâhiyyeti, demputrasinin (kulların) vasfetdiği, îcâd ve ihtirâ’ etdiği bir dindir,” yani başka bir “müslümanlıkdır!!!” der…

“Dini GÜNCELLEME” peşindekiler de, Allâh’ın mı, veya HEVÂLARININ İLÂHLIĞINI mı tanrı kabûl etmektedirler; ve secde etdikleri zaman neye TAPINMIŞ olmaktadırlar?.  Bunu, akıl, fikir ve îmân sıhhat ve nâmûsu taşıyan bir ferdin görmemesi mümkin midir???.. Bugün insanları aldatanlar, yarın, “Kitâbını OKU” denildiği zaman “okumam” mı diyecek, yoksa tıraşlarını önlerinde mi göreceklerdir!?. Püsküllü tarihçiye kadar kadar her demputrat, bu dünyâda “cerbeze, mugâlata, demagoji, safsata, gözkülleme, kafa karıştırma, zihin sihirbazlıkları ve lâf canbazlığı” v.s. ile etrâfını kandırıb beşerî sistemlerin kafesine sokabilir, ammâ öteki tarafda buna imkân bulunamıyacağı bedâhaten ortadadır!.

Allâh’ın Dîni, dünyâyı “Dâr-ı İslâm ve dâr-ı ikrâh veya d. Harb, v.s.” diye kat’iyyen ikiye ayırmış, ve her iki DÂRIN hukûk sistemi de İslâmiyyet’de VAZ’EDİLMİŞDİR. Müslümanım diyen ferd, her iki dârda da kendi İslâm hukûku neyi âmirse, öyle yaşamanın mükellefidir. Dâr-ı ikrâh veya D. Azab veya D. Harb veya D. RİDDEDE, “edille-i erbaayı bırak, oranın sistemine göre yaşa” diyen bir İslâm, aklen ve naklen dünyâya gelmemişdir. Geldi denirse, o nâkısdır, ÂCİZDİR, VÂZI’I SÜBHÂN değildir, noksan sıfatlardan münezzeh kabûl edilemez. 24 saatde 540 kere “Sübhânallâh” diyen bir müslüman, eğer zombileşib kendi zâtî varlığını da inkâr etmemişse, bu akıl yürütmeyi mutlaka istidlâl ve istikrâ’ edecektir…

KUR’ÂN, MU’CEBİNCE VE BEYNENNÂS HÜKM Ü  H Ü K Û M E T  EDİLMEK ÜZERE DE GÖNDERİLMİŞDİR…

Kur’an mu’cebince bir hayât tarzı ortaya koymak, Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin yaratdığı ins ü cinnin EN BAŞDA GELEN MUTLAK VAZÎFESİDİR. Bunu İslâmiyyet ve Müslümanlardan “güncelleme, laiklik, sekülarizm, cumhuriyet, demokrasi, v.s.” gibi beşerî felsefeler adına ortadan kaldırmak hem mümkin değil ve hem de en büyük zulüm ve vahşetdir; insan hukukuna en büyük haksızlık, Allâhsızlığa müsâvî bir ahlâksızlıkdır… Beşerî felsefe ve ideoloji ve kânunlara uyub, Mutlak Hâkimiyyet ve irâde SÂHİBİNİN rızâsına göre yaşanmadığı veya yaşanmasına mâni’ olunduğu takdirde: “BAŞA, PEK ÇOK MESÂİB, MUSÎBETLER, TABİİ ÂFETLER ve belâlar GELECEĞİ, ayrıca KORUNMA İMKÂNININ DA KALMIYACAĞI”  îzâhdan vârestedir.

Bu babda da Müfessir  Merhûm Muhammed  Hamdi Efendi Hazretleri  şöyle buyurmaktadır:

“…Kur’ânın TERCEMELERİNE de bu hâkimiyyet isnâd  edilemez….. HÜKÜM, asıl MÜNZEL olan NAZM-I ARABÎSİNİNDİR. Demek ki Kur’an, yalınız tilâvet olunmakla kalmamalı, MU’CEBİNCE VE BEYNENNÂS İCRÂ-YI HÜKM Ü HÜKÛMET DE EDİLMELİDİR…. Kur’ânın bazı AHKÂMINI inkâr eden hiziblerin inkârları hevâdır. Onlar HAKK’ın HÜKMÜNDEN HOŞLANMAZLAR DA, HEVÂLARINA, GÖNÜLLERİNİN ARZUSUNA UYARLAR. KENDİ HEVÂLARI  H Â K İ M  OLSUN İSTERLER…. Bil’farz onların HEVÂLARINA UYACAK OLURSAN, ALİMALLAH (MÂLEKE MİNALLÂHİ MİN VELİYYİN VELÂ VÂKİN) Allâh’dan sana ne bir velî bulunur, ne de bir vâkîy (vikâye edici bulunur) – Ki o takdirde GELECEK MESÂİBE (musibetlere, belâ ve felâket-helâketlere) KARŞI DOSTUN VEYA VİKÂYECİN OLABİLSİN. Kur’ânın bazı noktalarını inkâr ile Risâlet-i Muhammediyye’ye i’tirâz etmek istiyen muhtelif hiziblerin inkâr ve iddiaları ne kadar HEVÂ ve VÂHÎDİR (saçma ve ahmakçadır.)” (1936, c.4, s.2997-98)

(Mâba’di var)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir