-5- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
11 Nisan 2023
Namazın Kazâsı Varmış, Seçimin Kazâsı Yokmuş!
27 Nisan 2023

BERAT GECESİNİ SAPTIRAN HOCA KILIKLI ŞEYTANLAR!

(6)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

HER ŞERÎATIN ASLI, “BANA GÖRE” DİYEN MUHARRİFLER  VÂSITASIYLA BOZULMUŞ, TAHRÎF EDİLMİŞDİR…

Her kim ki, kendi nefs ü hevâsına göre “İSLÂM” adında bir dîni anlatır, sözü de “BANA GÖRE” olursa; veya “BANA GÖRE” demez de, hevâ ve heves ve teşehhîlerini falan filan kitablara, hatta levh-i mahfuza, falan târîhî şahsiyete veya Ukbâ’ya göç etmiş meşâyih ve ulemâya zerre kadar utanmadan ve îmân sancısı çekmeden “TASDÎK etdirib”, onların ağzından kalabalıklara boca eder ve onların kafalarından geçirib kuyruk sokumlarından çıkarırsa.. bu azâzîl sürüsüne insan denilmez… İbni Sebe veya İbn Selül akıntısı denir ve ortada ne îmân, ne  dîn, NE de ŞERÎAT kalır… Binnetîce, Yahudilerin, Mûsâ ve Îsâ Aleyhimesselâm’ın şeriatlarını tahrîf, tağyîr, tahrîb ve tebdîl edişleri netîcesinde, kökünden kopuk ve beşerîleştirilmiş bir çok bâtıl din ve mezheblerin ortaya çıkışı gibi, bu “BANA GÖRELERLE”; İSLÂMİYYET’den (Son Şerîatdan) da kalp paralar ayarında ve beşerîleştirilmiş birçok mecâzî ma’nâda dîn, şerîat, mezâhib; ve mefâsid ü mehârim v.s. ihtirâ’ ve îcâd edilmiş ve uydurulmuş  demekdir…

“Evvel yoğidi, iş bu rivâyet yeni çıkdı” kabilinden, cumputratik-DİButratik, demputratik, AKAPutratik, CEHAPutratik, kamalotratik, dokunmatik, “dört dörtlük LAİK-putik” ve uydurmatik religionlar, eşkıyâ çeteleri gibi ORTALIĞI BASACAKDIR……

Kardinâl-i mestûre ve mahlûbeden Feto Hocia-fendi dahî: “BANA GÖRE” diyerek binlerce kavânîn-i FETTÔŞİYYE üretib türetmiş, İlâhiyyatlardaki gariptolardan  Purrof. Maruk Meşer gibiler ma’rifetiyle de, “Fetulla GÜLEN FIKHI” nâmındaki  “yazıt-çizitlerle” Vatikan’a mutî’, yeni edyân ü mezâhibin yolları ve girizgâhı ihtirâ’ ve îcâd ü ifsâd eylenmişdi…

EBÛ HANİFE GÖLGESİNDE MİSKİN MİSKİN OTURMAKDANSA, GARAMANLİS GÖLGESİNDE PİŞKİN PİŞKİN O.URMAK VEYA …

Aband ÜSTÂD-I  Â’zam ve Muazzamlarından Haltettin Garamanlis makûlesi bir nice Mason Abduh şâkirdânı pırasasörân-ı ılmâniyye dahî, “Telfîk-i Mezâhib” ve “Usûl-i fettôşiyân üzre yürüyüb, nice teşehhiyât ü telbisâtını dahî, RÂCİH kavilmiş gibi resmî DÎN muhitlarına yalatıb yedirerek”, “BANA GÖRELER” kervânının başını çekmişdir, hâlen de çekmektedir!. İctihâd dedikleri bu teşehhîleri de, AKAP iktidarsız iktidâr-ı acîbe ve hökûmât-ı ılmâniyyesinde, saf ve garîb ehâliye bol bol ve şifâ niyetine yedirmektedirler…

1963’deki İs. Enstitüsünden me’zûniyyet merâsim-i cumhûriyyesinde mûmâileyh Garamanlis, kendisine altın saat hediye eden birâderân-ı farmasôniyyeye teveccüh ve mutâbaât eyleyüb, o dahî bir nice te’lîfât ve makâlâtı ile İlâhiyât ü DİB’iyyât ve İmam Mekâtib-i Cumhûriyyesini teshîr ü temlîk ve telfîk eylemişdir!. Böylece, “Dîn-i İSLÂM” deyû, onun teşehhîyât ve dalâlât u küfriyyâtı, bir nevî “DEVLET DÎNİ” hâlinde ve ülke çapında tedâvüle sokulmuşdur!.

Binâberîn, mûmâileyh, Devlet-i Ilmâniyye Saraylarının, “İctihâd kapısını, pencere, baca ve cumbalarını ardına kadar açmak içün CANLA BAŞLA ÇALIŞAN âlimi” ya’ni saray mollası olmuş, nice ödül, modül, şân ü nişân, rütbe ve habbeden kubbe sâhibi kılınmışdır…

“BANA GÖRE” temeli üzerine binâ, inşâ’ ve ibdâ’ edilen teşehhîler,  İktidâr-ı Tayyibât himmet ü gayretiyle dahî, şu netâic-i elîme ve ucûbeyi ihtirâ’ eyliyecekdir:

“ŞÖYLE BİR GENÇLİK: Modern, pozitif, feminist, nefsine tâbi’ aklını, tepesinden birkaç karış yukarıda iha ve sihalaşmış olarak taşıyan; ve aynı zamanda da vatan, millet, sakarya, bayrak ve toprak tutkunu; iri, diri, ileri, çeri, seri.. dahî aynı zamanda da “dört dörtlük laik” ve tam Ayasofya’lık ve İKONALIK, “modernite, hümanite, deisnite ve feminite” tevhîd ve şehâdetiyle müsliman (!) ve Âsım’tırak veya Hâlûk’tırak, çatlak, patlak veya matrak bir gençlik…

Mason (Efgânî-Abduh-Reşid Rızâ) teslisinin ağzıyla “Kör taklîd ve mezheb taassubundan” hâlî; ve ümmet icmâına mazhar olmuş mezâhib-i erbaaya tepelerin de en zırva zirve ve tepesinden, keskin mi keskin, kuşbakışı ve baykuş bakışıyla bakan, dem-putratik, ÖZLEM ayarı verilerek közlemlenmiş ve çift kavrulmuş, mezesi çerez, aklı çeyrek veya gevrek bir gençlik…

“Yüzyıllardır Ebû Hanîfe’nin gölgesinde miskin miskin oturmuşuz” kibâr-ı bel’âm ve vecîzeleri yumurtlatanların dümen suyunda, “miskin miskin” değil de, pişkin pişkin gölgelenib, ozon gazı gibi de renksiz, kokusuz, sessiz ve ılımlı .surmuşuz diyen; Emnânımın dilinden “Sosyal cinsiyet eşitliği bizim içün-altını çizerek söylüyorum-ÖLÜM KALIM mücâdelesidir” diyerek vecde gelen; ve “ÖZLEM-GÖZLEM” cenâh-ı müennesât, müessesât ve madâmiyyâtının dili, dudağı ve damağıyla “6284 bizim, kıpkızıl mâbâdı olan hatt-ı üstüvâ maymunlarının o mahall-i mahsûsundan ziyâde kıpkızıl (kırmızımızdır);  ve şeyhâne sermâyelerinin KIRMIZI rujundan da bin beter gene kıpkızıl kırmızı çizgi ve çip-gimizdir” nânesi otlıyan, damızlık ve kımızlık bir gençlik…

Ve laik dem-putrasilerde (dâr-ı riddelerde) İslâm’ı gâyet râhat ve huzûr u sükûn ve UYGUN, dahî SUSKUN ve DURGUN yaşama terapilerine mazhâr; her yanı ve ânı “sosyal güvence” ve “dîni güncelleme” içinde çalkalanan bir dinin=religionun telfik-asyonuna RÂBITA eden, radyasyonlu ve ışık hızıyla hayâl yakalıyan bir gençlik…

Raiz-i Şâhâne himmet ü gayreti altındaki religionun=Dîn-i Garamanokrasinin mü’mini, diyalokrasiyi de sözümsemiş, Feto-kobrasiyi üzümsemiş ve özümsemiş, “varlığım Türk ve Atatürk varlığına armağan olsun” diyen; bozkurt kafalı, 1000 mumluk ampul  zıyâsıyla zekâlı, telfîk-i edyân ü mezâhib vecd ü istiğrâkına bihakkın sâhib, ana-avrat ve atası  izinde, damarlarında Corona aşısı ve “asîl kan taşıyan”; toprağını sımsıkı sıksan şühedâ kanı ve corona aşısı fışkıracak saygın ve baygın, vatan sath-ı mâil-i riddesini LGBT dernekleriyle şenlendirib “cinsî tercih”  güvence ve eğlencesinde; Ulubatlı Hasan ve Seyyit Onbaşı kıvâmı ve kıyâmında kahraman veya bozkurt uykusuyla uykuman ve yiğit; ve senede 2 kere tanrıya, her gün inâsa tapan ve bayram-seyran ve her fırsatda heyâkile secde eden; su katılmamış ve arıtılmış musluk suyu serinleticiliğinde, safâhât ü hayâlâtın Âsım’gil NESİL  çizgisinde, yorulunca dinlenmek içün ara sıra da “vatanım rûy-i zemîn” diyen Fikret’in, papaz oğlu Hâlûkcuğun ayar ve kayarında,  4+4’lük müslüman mı müslüman,   ne sünnî ve ne şii, meallere ayarlı, politika fırıldaklarına duyarlı, gayr-i miskin ve tepişkin, dahî tam pişkin  bir gençlik…”

İŞTE, bunlar, “BANA GÖRELERLE”, aslâ gerçek bir fıkıh usûlü ile değil ammâ, fıstıkçı veznindeki (fıkıhçı metodolojisi) ve sosyo-antropolojisi, masonik telfikçi terminolojisi, hatta embriyoloji ve genetikolojisi, daha da hadd safhalarda sosyal cinsiyet ve cibilliyet sexomanyakolojisi ile, böylece ÎCÂD ü İNŞÂ’ ve İBDÂ’ ve ihtirâ’ eylenecekdir!.

Yâ Hayyu Yâ Kayyûm, YÂ Sabûr, Yâ Mâlike’l-Mülk, Yâ Müntakîm…

İSLÂMİYYET’İ “GÜNCELLEMENİN” ÖTEKİ SEBEÎ ADI: “BANA GÖRE” FAŞİZMASI VEYA LAİCİTE’DİR…

Patenti Garamanlisist familyalara âid, Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet dîn-i bâtıllarına muvâzî (paralel ve nânesel) yepyeni ve taptâze bir dînin, usûl-i TEDRÎC üzre vaz’edilme noktalarına şu başlıklarla pek mülâyimâne ve tayyibâne; ve “Bana Göre” rotasıyla ve fakat “kaş yaparken gözleri çıkara çıkara”  gidilmektedir!. Misâllerimizden birkaçını, makâm-ı şevketpenâhîlerine şöylece arza müsâreât eyleriz:

 “Dört dörtlük laikiz..”

(BİZDEN: Laiklik denilen ve her ermeni bilmem ne kilidi gibi önüne gelen anahtara uyan ve uydurulan ve ateist pozitivizmanın vitrin mankeni ve kamalist montajı  bu ideoloji, her insî şeytanın her istediği yerde, zaman ve şekilde İslâmiyyet’i yasaklama, bozma ve bulandırmasına âlet, bahâne ve maymuncuk yapılmışdır… Bu isti’dâddaki laicitede,  1789 Fransız gâvur kafa ifrâzâtının bir kere dört dörtlüğü olmaz, ancak dansöz gibi kıvırtdırılan 8X8’liği olur!. Çünki bu, dünyânın her devletinde, her dem-putrasisinde ve her cum-putrasisinde ve her parti-pırtısında, her fakülte ve pırasasöründe, her şef veya diktatöründe, aynı değil, farklı kılık kıyâfeti ve ma’nâları tazammun etmektedir. Müteveffâ Ali Fuad Başgil’den tutun, geçen şubatda toprağına kavuşan 367 ve Cum mitingleri azâzîli S. Kanotoğlu’na kadar her İslam’sız harbînin kafasında, biribirinden farklı bir laicite (laisite)=laikçilik vardır… 

Türkiya’ya gözle görülen şekliyle laisite zıkkımını evvelâ tanzimatçı masonlar, sonra da, 1876’da ermeniye yazdırılan anayasa (kânun-ı esâsî) ile, bir başka yumuşak laicite şeklini meşrûtiyetçi zibidiler  sızdırdılar. İttihadçı eşkıyâlar tarafından ise, dozu daha çoğaltılarak ileri derecede berbat bir şekle ifrâğ edilmişdi… Cumhuriyetle beraber, Dinle devleti ayırma lâdînîliği (İslâm içün MUHÂL ise de) 1924’den i’tibâren bu yola girildi veya bu Fr. kafa ifrâzâtı veya hamûlesi damardan iyice zerkedilmişdir… Maksad, İslâm denilen mutlak hakk ve hakîkât sisteminin kökünü kurutmak, yerine, Fr. devriminin kopya veya teklidini yerleştirerek, Anadolu’yu Müslüman varlığı ve hüviyetinden tamâmen temizlemekdi…

Bu arada şu bilinmiyenin de bilinmesinde pek büyük fâide olacaktır: Türk anayasasına laiklik, T.C.’de (laicite=laiklik değil, laikçilik) olarak resmen 1937’de, Fransız anayasasına ise resmen, Ankara’dan 9 yıl sonra 1946’da yazılmış ve girmişdir!.. Laicite=layıklıkçılar bunu da öğrenince, “Fransa’ya bile layıklık ihrâc eden müthiş ve kamalist bir ülkeyiz” demeye hakk, gurur, övünç ve sevinçden uçacak; hatta “dünyâ bizim vagonumuz ve taklidçimizmiş meğer” deme irtifâını da, atalarının ak südü gibi kemâllice kazanacaklardır!

Ancak (dinle devleti ayırmak gözboyaması) burada bırakılmamış, İslâmiyyet’in, sâdece devlet sisteminden tardını değil, cemiyetden, halkdan, Necdet’in teşehhîsi ve guguksal ictihâdı (!) mu’cebince “kamusal, tapınsal ve tapusal alandan” başörtüsüne kadar her şeyden, hatta câmilere konulan nice yasak, ta’lîmât ve ta’mimlerle mesâcidden bile tardına vesîle ve bahâne kılınmışdır… Maksad, Müslüman milleti, İngiliz başda olmak üzere bütün yehûdî ve haçlı dünyâsının içini sömüreceği bir kadavraya, yani  gayr-i müslim mürtedd ve ardından da putperest bir ulus hâline getirmekdi. Bunu, (Laicite) gâvurcasıyla=laikçilik olarak, 6-7’li masanın madamına 28 şubatçı yağlı şeyi gibi değilse de, 6 îmân şartının zıdd-ı kâmili olarak  6 oklu umdelerin en başına veya en .ıçına çakdılar!.. Ancak oy derdine düşdükleri zaman ise, mut’acı İran şiileri gibi TAKİYE sahtekârlığını da ihmâl etmeyib şerefsizleştiklerini söylemeliyiz. Bu Ramazan’da: “İnandığınız Allâhınız belânızı versin, kocam şu kadar hınzır budunu yarım saatde yutuyor” gibi herzeler ve gâvurluklar taşıyan bazı zibidi madam döküntüleri ve politik patronlarının, inanmayıb reddetdikleri (Dînin), oruçlu gibi iftâr sofralarına çöküb (!) duâ içün de cenâbet ve lâ’netli ellerini semâya kaldırma zilletiyle öz inançsızlıklarının bol bol ve alâmeleinnâs içine etmekden bile çekinmediklerini ve bu dereke alçaklaşdıklarını da  çok şükür görmüş olduk…

Anayasa dedikleri tapınış kitabında: “Devletin RESMÎ DİLİ TÜRKÇE” yazarken, diğer yandan da, orada, Türkçe değil de lâtinceden ve ondan Fr. lûgatine geçen (laicite) lâfzı, biri bir dünyâya bedel TÜRKOĞULLARINA gece-gündüz, mezesi leblebi rakı gibi içirildi… “Hukukçu” geçinen baro, ato, parti-pırtı, hoca-hocia, sarıklı-yarıklı ve milliyetçi-illiyetçi hiçbir gürûh da, bu “tenâkuza” bir fiske bile atamadı, gık bile diyemedi! Çünki en ileri dem-putrasi, en faziletli cum-putrasi; en LGBT’li hürriyet, mel’ûniyet ve şehâvâniyet, en donu düşük zürriyet, en iyi yaşanan Müslümanlık T.C. yüzyılında yaşanıyordu!..

Çünki, en ileri ve çağdaş, çaldaş, çırpdaş ve yandaş hukûk devleti; en endâzeli, olgun ve dolgun, şişik ve pişik ve uçsuz bucaksız adliye dosyaları, en acıtmaz homo hakları güvencesi, en ezib pestile ve paçavraya çevirib en erken emekli hakkı veren kadın istihdâmı, en yenilmez dik, dimdik ve kemik ümmet liderliği, en uygar ve bulgar kamalizma; sokakları en sürülü, ısırgan, vahşî, çoluk çocuk nice ma’sûmun canına okuyub sakat da bırakan it-köpek dolu hayvânât, hayat ve memât,  ancak bu cennet vatanda görülüyor; ve bunun “mutluluğu, kutluluğu ve putluluğu” ancak bu al bayrağın gölgesinde sa’yebân olunarak tadılabiliyordu!

En mükemmel ve ileri Corona aşılı doktorluk ve .oktorluk mezâristan, en parti-pırtısı biribirini dişleyen can ciğer vatandaşlar, hep, bu (dâr-ı riddenin) en aslî en köklü ve en yerli ve millî, hatta en  millî görüş, güçüş ve gömülüşlü vatandaş ve havandaşları, bu pek mübârek ve mümbit COĞRAFYAMIZDA yaşamakda, berhayât, bermemât (!) bermû’tâd berkamâl olmaktadırlar, vesselâm……

Netîceten: Türkiya’da laisite=laikçilik vardır ve bu, İslâmiyet’in kökünü kurutmak içün bir tuz ruhu gibi tam 184 senedir dozu gitdikçe artan bir semm-i katil olarak, bu sâbık milletin ENKÂZI ÜZERİNDE kullanılmış; ve îmânı, dîni, ruhu, ahlâkı, benliği, şahsiyeti ve varlığı en zâlimâne usûllerle eritilmişdir. Yeni uydurulan: “Dînin Güncellemesi” ta’bîri de, bu laisitenin önünü açmak içün, İslâmiyyet’i daha da BUDAMA ameliye ve “operasyonunun”, (muhâfazakâr-(dem-putrat) politikanın) elinde, onun kesici ve delici bir âleti olmuşdur!. Dört dörtlük deseler de, aslında sekiz sekizlik kıvır kıvır bir laicite peşindekiler, şefokrasinin, daha maskeli “din dönüştürme” cinsi olarak iş çevirenlerdir… Bugün (atasal şefokrasi) partisi, her reis-i umûmîsiyle ıstıfâ (seleksiyon) geçire geçire veya amipden homosapiens maymunlarına doğru bir Darvincilik veya evolüsyon atlata atlata (ata partisi olmanın) çok ötesine sıçramış; çook daha dışdan kumandalı bir İHA-siha hâline gelmişdir!. Eski kadîm (kaskatı şefokrat-kamalist) hâl ü keyfiyetini ise, muhafazakâr şirinleştiriciler eliyle fırka-yı tayyibât ile zümre-i bağçeliyân ve muhibbânının yed-i emânına, mozalelik bir saygı ve yaygı duruşuyla tevdi’ eylemiş bulunmaktadır!.

SOSYAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ EŞİTMİŞ=ÖLÜM KALIM SAVAŞI!

(Först Leydi-i Sultâniyyelerinin lisân-ı bayâniyye ve beyâniyyeleriyle): “Sosyal cinsiyet eşitliği mücâdelemiz, bizim içün sâdece bir hakk arama mücâdelesi değil, altını çizerek söylüyorum ki, bizim içün ÖLÜM-KALIM mücadelesidir…”

Dünyâ DERİN devletinin veya küresel çete denilen azgın merci’lerin, sosyal cinsiyet eşitliğini, dünyâ nüfûsunu katl ve bunun içün de âile hayâtını felç etmek istediği, artık bugün bütün çıplaklığı ile meydana çıkmışdır. Çocuk yaşdan i’tibaren bütün cinsiyet hududlarını yıkarak ve (nikâhsızlığı en tabii, en biyolojik, en bedenî, en şehevî ve en hazım cihâzı muâdili bir hâlde yaşayış) olarak nesillerin zihnine çakmanın ve bunu onlara telkîn ve onlarda tesbit etmenin peşinde-şeytanlığındadır…  Hakîkat, fıtrat, millet, tarîh, insanlık ve bizim içün bu, yaratılış dışı ucûbe (patalojik) bir manzaradır. Bundan çok daha iğrenç manzara ise, bunun, sıradan tabiî ve ma’sum bir tercîh ve temâyül gibi nesillere bulaştırılmaya ve telkîne çalışılmasıdır. Bütün bu ve benzeri nice iblislikler, insanlık içün dünyâ çapında bir âfet hâlini almaya gidiyor. Bunların neticesinde, Batı’da  iğrençlik hududlarına vararak  ve kuvveden fiile çıkarılarak, bu şeytanlıklar daha hızlı mikyaslarda yaşanmıya ve yaşatılmıya başlanmışdır… İst Sözleşmesini 11 yıl, 6284 belâsını ise o sözleşmenin şeytanlığını yaşatan devâmı olarak hâlâ insanlara musallat edenler; ve diğer yandan da, buna muvâzî olarak tavşana kaç tazıya tut gözboyamasıyla “âilenin muhâfazası” nakarâtıyla gözboyayan politik muktedirler (!) cidden feci’ derecede aldatıcı ve korkunç derecede ihânet ve yıkıcı bir manzara resmetmektedirler…

Bugün âile, ne kadar yokluğa mahkûm olucu bir âfetle kuşatılmışsa; adı üzerinde “Millî” bulunan “Eğitim” de, ma’lûm vekâlet üzerinden ve 1947’den beri milletin geleceği olan nesilleriyle, binlerce esef ki, ABD’lilerin eline, onların eğitim TARZINA BIRAKILMIŞDIR…

(HÂMİŞ: Eğitim, Hayvan içün kullanılır. İnsan, eğitilmez,  ta’lim ve terbiye edilir…)

Maarif, ABD’lilerin TÜRKÜ kalıba sokmasına yani amerikanlaştırmasına veya onlar hesâbına ehlîleştirilmesine terk edilmiş; ve bu, milletin hayat damarları kesilerek, çembere ve kıskaca alınması, bir nevi zombileştirilmesi olmuşdur. Bugün ise, (âile müessesesini paçavraya çevirmek), bu birinci âfetin üzerine inzimâm etdirilmek istenen ikinci ve korkunç bir helâket kabûl edilmelidir…

Tekrarında elzem ve ehem fâide görürüz ki, Anadolu’daki Milletin ortadan kaldırılmasının, onun, 4 ana ve mutlak KIYMETİNİN elinden alınması ile olacağına dünya azâzîl cebhesi karar vermişdir. Birincisi, diğer üçünün de merci’ ve menşei olan, Münezzeh, Mukaddes ve Mutlak DÎNİDİR. Diğer üçü de: lisânı, âile telâkkîsi ve târîh şuurudur… ABD kafasıyla 76 yıldır maarifin böyle kuşatılması, nesillerin zihin ve kalblerinden bu 4 ana kıymetin aslından saptırılarak, ehâlînin, köleleşmeye müsâid ve olgun hâle getirilmesi gâyesine ma’tufdur…

TÜRKİYA 1947’DEN BERİ, MAARİFİNİ ABD FULBRİGHT COMMİSSİON’UNA TESLÎM EDEREK, NESİLLERİNİ İŞGÂLE MA’RÛZ BİR HÂLDE BIRAKMIŞDIR…

Fulbright commission (Fulbrayt komisyonu) denilen bu tuzağın başında, Reis olarak ABD misyon şefi, ve 3 CİA ajanı a’zâ, 4 de türk a’zâ olarak 8 kişi vardır. Karar alınırken reyler müsâvî olsa, karar, ABD’li reis tarafı istikâmetinde alınacakdır!. Komisyon, “Türkiya Cumhûriyeti Millî Eğitim Bakanlığında” çalışmakda, bütün mekteblerin DERS PROGRAMLARI da dâhil her mes’eleyi burası karara bağlamaktadır!.. 1994’de, bu komisyonda çalışan 60 me’mûrun 40’ı ABD vatandaşı olarak iş görmüşdür.

1922’de Kurtulduk nârası atanlar, Batı emperyalizminin silâhlı işgâlinden “KÜLTÜR, EKONOMİK ve SOSYAL” esâretine nasıl düşmüşler ve Lozan’daki İngiliz kafasıyla bunu nasıl perçinlemişler, 1947’den beri de  Türkiya nesli, geleceği ve zihni, adı geçen komisyonla nasıl ABD KAFASI, irâdesi ve hâkimiyyetine devredilmişdir. Bundan hâlâ ibret alan yok, velâkin “yerli-millî” havası ve palavrası atan çok… Hatta BUNLAR, her köşeyi de sarmışlardır. Bütün bu istîlâ ve işgâller halka duyurulmamış, ondan saklanmışdır. Tam tersine milletin kafası da şöyle şartlandırılmışdır:

“Kurtulduk, düşmanı denize dökdük; bağımsız, HÜRR, kendi kendini idâre eden ve “hâkimiyyeti” de Allâh’dan alıb kullarına, halka, ona buna veren (!) layık-demokratik-cumhûrcu bir devlet kurduk; ne mutlu Türküm diyene, bir Türk dünyâya bedeldir; Kıyâmet, Âhıret, Hesâb-Kitâb tanımadan, Fransız kafasından kopya ve taklîd ve İLELEBED devâm edecek layıklık îmanımız, REPUBLİQUE (cumhûriyet) DÎNİMİZ’dir; ve en büyük eserimizdir, v.s.”

Böylece, milletin 4 ana temeline de tuzak kuran bir şartlandırma ve masallar, halka yüzyıldır ve zorla yedirilmişdir…

Şimdi de: “Cumhûriyetin Yüzyılı” ve “yeni Türkiya” nakarâtı; oynatılan değil, OYUN kuran Türkiya âvâzeleri.. âile, maarif, mekteb ne olursa olsun, yeter ki bilmem ne kültür merkezlerimiz ve saraylarımız olsun, dünyâ üçden-beşden büyükdür, ben de çok iri, diri ve böyyüğüm diyen Türkiya.. dünyâya meydan okuyan (!) ammâ, içindeki üçbuçuk iğrenç politika ve terör itinin bir asırdır çenesini kıramayıb kökünü kurutamıyan, tam aksine önünü açarak parti parti, maaş maaş azdıran, lâkin bugün-yarın iç ve dış düşman mihrakları “yendik, yedik ve yutduk” palavralı, bol nakarâtlı, kelepir yalan ve dolanlı Türkiya, v.s..” 

Bugünün uyutma terapileri de böyle şeyler… ABD’liye uçak bedellerini peşin ödeyib, ne uçak ne de parayı geri alabilen; nice kadük, güdük ve düdük kânûnları bile kaldıramayıb, târîhî devamlılık te’mîn edecek üçbuçuk KÂNÛN bile yapamıyan; bazı imtiyazlı insanları heykelleştirib onları koruma kânunları yapan ve insana ve heykele TAPMAYI ideoloji veya religion yaparak yalpalıyan; anayasasının 4 maddesi içün “değiştirilmesi teklîf dahî edilemez” diyecek kadar darbe vesâyetine TAPAN; ve bütün bunlara rağmen “hürr, bağımsız, bağsız, urgansız, demokrat, cumhurcu, din vevicdân hürriyetçisi v.s., v.s., ve…“DÜNYÂ DEVLETİ” olduk salvolarıyla, “Herşey güze olacak” salaklıklarıyla yola devâm deyib duran, oyalıyan, kandıran ve hakîkatda kendi kendine çukur kazan Türkiya…

Uygun ve uydurulmuş adımlarla ve (dağ başını duman almış, İzmir’in dağlarında çiçekler açmış, yaşa-paşa) marşlarıyla yürütülüb güdülen; kızıl şeyli şebeklerin kırmızısını “çizgimizdir” diye ağzına sakız yapıb, sokak meydan zırlayan Truva kısrağı ma’lûm MADAMLARIN, paralamento TANRISI yapılmak içün inadla listelere çakılıb Dem-putrasinin ma’bedine tapınak râhibesi yapılmaya hazırlanıldığı bir ülke…

ÎMÂNA TAALLÛKU OLAN ELZEM VE EHEM HAKÎKÂT: “İmtiyâz-ı Rubûbiyet sınıf-ı ruhbandan PARLÖMANLARA geçmişdir.” (Elm. Tefsîri,1936, c.4, s.2515)

Bilhassa Tanzimat’dan, meşrûtiyet, ittihadçılık ve Fransız patentli ihtilâl cumhûriyetçiliğinden beri, memleket ve millet, işte böylesine bir RUBÛBİYYET çarpıklığı, sapıtması ve imânsızlığına düşürülmüş; ŞİRK, her tarafı istîlâ etmişdir…

NESİLLERİN, KENDİSİ DIŞINDAKİLERE VE DÜŞMANLARA BENZETİLMESİ TERÖRÜ MÜ, YOKSA APO-FETO V.S. TERÖRLERİ Mİ BİN BELÂDIR???

(Demputrasi şölenine) kendinden geçercesine gün, saat, saniye sayanların ve politik azâzîlin memleket sathını YALAN, boş vaad, gözboyama, binbir ayak oyunu, şirk, hased, nifâk ve binbir ruh ve ahlâk kirliliğine boğduğu karanlık günleri yaşıyoruz…

Halkın, iki ayaklı şey yerine konularak uyuşturma mitralyözleriyle meydan sokak TARANDIĞI; LGBT ucûbelikleri ve renkleriyle alâimissemâya döndürülmüş insî azâzîlin her geçen gün gemi azıya aldığı; dînin güncellemeye, dilin, kuşdiline veya esperantocaya, ÂİLE mahremiyet ve mukaddeslerinin, kadın ağzından çıkacak iki kelimeyle ankebut (örümcek) ağına çevrildiği; âilenin bitirilerek, ferdlerin, dünyâ derin devleti standartlarına göre (nikahsız-matinato) hayatı yaşamaya itildiği;  târîhinin, bir sürü azâzîl ve gayr-i müslim ekalliyetlere yazdırılarak tahrîf ve tezyîf edildiği, çürütüldüğü ve karakalemle karalamıya döndürüldüğü; “Tam bağımsız ve tam kazıksız!!!” DÜNYÂ REPUBLİQUE’kası…

Âile ve Maarif vekâletleri, lâf u güzâfla değil, gözboyayarak ve madam, madâmiyye ve bayâniyyelerin, yanık, uyanık, özlemli ve közlemli familyaların “6284 KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR” diye cıyaklıyarak ortalığı velveleye verib kaynana zırıltısı kesilmeleriyle ise hiç değil; doğrudan doğruya dîn, îmân ve târihî çizginin tam içinde YERLİ, ASLÎ ve HAKÎKİ (Aslını inkâr etmeyen, onun bunun çocuğu ve ABD’linin bilmem nesi olmayan, adam gibi adam) OLARAK varlık ortaya koydukları zaman VAR demekdir… AKSİ HÂLDE, ortada, EN BÜYÜK İÇ TERÖR SİNSİCE VE ŞİRİNLİK MASKESİYLE VAR OLUB YAŞAYACAKDIR. BU GERÇEK VE KÖKDEN TERÖRE NİSBET VE KIYASLA, PEKKAKA VE FETOŞİZMA v.s. TERÖRÜ, YÜZBİNDE BİR HALT BİLE SAYILAMIYACAKDIR…

DÎNİ, “GÜNCELLEME” YANİ YAZ-BOZ TAHTASI YAPILMA TEHDÎD, TEHLİKE,TEZLÎL VE CENDERESİNE SIKIŞTIRILMIŞ; MEKTEBLERDEKİ  TÂRİH DERSLERİ SELÇUKLU VE OSMANLI CEDDİNİN ALEYHDARLIĞI İLE KUŞATILIB, İBNİ SEBE’NİN HORTLATILMASINI ESAS ALAN İRAN ŞİİLİĞİNİN YALAN, İFTİRÂ VE HURÂFELERİYLE SÛİKASDA UĞRAMIŞ; ÂİLE TELÂKKÎSİ BATILILAŞTIRLIB, KADINI, “Kadın hakları” YEMLERİ VE UYUŞTURUCULARIYLA SOKAK BESLEMESİ YAPILMAYA BAŞLANMIŞ; AYAĞI ALTINDA CENNET OLAN VE HAKLARI ERKEĞİN HAKLARINDAN MUTLAK OLARAK ZİYÂDE, MÜKELLEFİYETLERİ ERKEKDEN MUTLAK OLARAK DAHA AZ BULUNAN ANALAR, AŞAĞILANIR HÂLE GELMİŞSE; VE MAARİFİ ABD PARMAKLARINDA ABD’LİLEŞMİŞSE, BÖYLE BİR MEMLEKETİN,  MÜSTEMLEKE (sömürge) OLMASI DIŞINDA, HANGİ KEYFİYETİNDEN BAHSEDİLEBİLİR?..

İŞTE, 1950’DE TAKSİM MEYDANINDAKİ MİTİNGDE: “DÎN MEDENÎ BİR CEM’İYYET OLARAK İLERLEMEMİZE MÂNİ’ BİR ZEHİRDİR” DİYEN İKİNCİ ŞEFİN İ’TİRAFLARI…

Adı geçen 1947 Fulbrayt anlaşması, Türkiya’yı ABD müstemlekesi hâline getiren ve alında bir kara leke olarak taşınan korkunçlukdadır. İkinci ve kinci Şef, 1963’de timsah gözyaşları ile bunu şöyle i’tirâf ediyor:

“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havâle edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar.

Yapabilirler mi bunu?

Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfâl etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum….

Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. (Peygamber telâkkîsi de mutlak hakîkatı dışında) İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir, personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”

Adı geçen Fulbrayt anlaşması 1947’den beri de mer’iyyetde bulunuyor. O günden beri hiçbir hükûmet bu anlaşmayı bırakın kaldırmayı, ona tapınmadan edememişdir. Görüldüğü gibi İnönü diyor ki: “Bu işin üzerine gitmek gerek, bu kolay değildir, başınıza NELER GELECEĞİ BİLİNMEZ…” Bu mütereddid ve ödleklikdeki adamlar “vatan kurtarmış, bugün de beşden büyüğüm” diyorlar… Lâkin Fulbrayt anlaşması tam 76 senedir kazık gibi çakılmış, hiçbir hükûmet ve ÜMMET lideri ona yan bile bakamıyor!. 

İçden çürümeye devam, dışda boya badanaya!

Ve bu Fulbrayt’ın gölgesinde, “Müslüman Gençlik, Karamanlisin telfik’ilasyonu (!) mezhebsizlerin ve güncellemecilerin hedefleri ve Asım’ın nesli..” diyerek dağıtdıkları, nabza göre şerbetlerin terkîbi ve mavi boncuk dağıtma politikası… Feslinin, tanzimatçı ve suyuna tirit Osmanlıcılığı, particiliğin tevhîd ve beraberliği ve ecdâd rûhunu nasıl eritdiği, laicite meczublarının laikçilik ve ateistlik yıldırım ve ışıkları, kamalistlerin kırık dökük olmuş 6 ok veya 6’lı masa fiskos ve FİTkosları… Pilli görüşçülerin, millî ve milli çarklarının nasıl dönüb  “seâdet ve refah” tefrikası ve işportacılığı yapışları v.s.!…

Ayrıca, Cübbelâ, Püsküllü ve Sıpil gibi nice bel’amların “dâr-ı İslâm’ında”, bizimse bu “dâr-ı ikrâh ve dâr-ı azâbımızda veya dâr-ı riddemizde”, ABD vatandaşlarının vekil ve başvekil oldukları dahî unutulmaması şart olan, pek ibretengiz bir vâkıadır!!!.

Yeni Türkiya’nın içyüzü, yukarıda genişçe ele aldığımız şekli ile iyi bilinib idrâk edilmeden, buradaki İslâmiyet ve müslümanların hâl ü keyfiyeti de anlaşılamaz… GENE ÖYLEDİR Kİ: Cübbelâ soytarılığından Ramazan gösterişlerine, sistem kuyruğunda bayram yapmakdan cum’aların hürlüğüne, DİB’inden imam mektebinden teoloji fakültelerine, Berat kandilinden KADİR GECESİNE, hacc yolculuklarından, hukûkî, siyâsî, iktisâdî ve ictimâî hayâtın her noktasına ve politikacı esnafının kendi milletinin gözünü nasıl boyadığına kadar hiçbir şeyi, derûnûndaki hakîkatına kadar  matluba muvâfık anlamak, aslâ mümkin değildir…

Osmanlıyı Osmanlı bozulmuşlarına yıktırdılar; Osmanlı bozulmuş ve kurcalanmışlarını tanzîmatçı zibidilere yedirdiler; tanzîmatçı mason ve freng ve İskoç döllerini jön ve bön Türk ve it-terakkîcilerine ezdirdiler; bu jön, bön ve it-terakîcilerileri cumhuriyetçi kamalist heykelperestlere iç etdirdiler!. Şimdi kuyrukda bekliyen heykelperest ve burjuva kamalistlerine sıra geldi ki, bunları da Kaftancıoğlu gibi çeyrek hınzırı 7 dakikada yutan adamların karılarına veya madamlarına ve eski soyadı (Karaduman) yenisi Kılıçdâr olan, kendisi ise her kalıba giren ve şimdi ise kendi öz ve söz ağzıyla ma’lûmun i’lâmı peşinde “BEN ALEVÎYİM” diyenlere hâll ü fasl etdirecek görünüyorlar…

EVET DEMEKKİ  SIRA: Yemenli A. İbni SEBE havalarından esintili, Ali de Ali bağlamalı, Kerbelâ mâtemli ve yangılı, dede tapkılı, semah döngülü, cem cemgili, Şahkulu ve Şah İsmâil düzgülü kürdlerle kamalizmayı yıkmaya geldi!. 

Demek ki şimdi sıra:Ne şehid ne GÂZÎ olmuş paralamentolarda damızlık boğa gibi beslenen ve KÜRD rolü oynatılan ermeni duduların çemkirmelerine, “Apo’nun heykellerini dikeceğiz heykellerini” diye ağız ve kafa bulan Seloların kudurmalarına, “Biz sırtımızı falan filana yaslamışız” diye hiçbir pervâ tanımıyan madamların yaslama ve taslamalarına; “paşanın piçleri” diye kamalistlere çakılan Sakık sarkıt, dikit ve kazıklarına geldi! DAHÎ: Dağlardaki kara yılan, mor köstebek, sarı çetelerin el, ayak ve tetikleri ile kamalizmayı yıkmaya sıra geldi!…

Ammâ ve lâkin her hâl ü kârda, Batı müstemlekecileri (sömürgenleri), kim ne zaman ne kadar işlerine geliyorsa onu, o kadar kullanıb hatta heykellerini bile dikib, sonra da mozalelik ediveriyorlar!

Nice uyur-gezer partici gerzekler de, 14 Mayıs dönme dolabı veya sandığının yarığından girecek zavallı halkın dünyadan habersiz pusulalarıyla “kurtuluş” yâvesi yiyib, onları nasıl kafeslerizin peşinde çakal sürüleri gibi cirit atıyor…

HADİ bir leyle-i kadir daha gelmesine geldi de, KADR ü kıymetini bilen kaç kişi çıkar, bilinmez…HÂFIZ ve MÜNTAKÎM olan Azze ve Celle, “LÂ İLÂHE” diyerek bütün sahte ilâhları ve beşerî topyekûn tâğûtları reddeden ehl-i SÜNNET ve’l-CEMAAT müslümanlarını MUHÂFAZA BUYURSUN, âmîn…

(Mâba’di var)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir