-1- İlhâdiyyâtçılar Vahyi Saymaz, Deist, Agnostik Ve Ontolojist Felsefecilerdir, Dîn Âlimi Aslâ!
21 Haziran 2017
Mezhebler Üzerinden İslâmiyyet’i Tasliye…
2 Ekim 2017
İlhadiyatçı Münafıklar

İLHÂDİYYÂTÇILAR VAHYİ SAYMAZ, DEİST, AGNOSTİK VE ONTOLOJİST FELSEFECİLERDİR,  DÎN ÂLİMİ ASLÂ!

(2)

Ahmed SELÂMÎ

 

Bu aşşağılık pisliklerin beyinleri, okudukları materyalist felsefenin yan dalları olan deizmle, agnostisizmle, ontolojizm, darwinizm, determinizmle; katolisizm, kapitalizm, sosyalizm, komünizm ve fröydizmle; liberalizm, laisizm, , pragmatizmle; feminizm ve hümanizm ve sâir gibi.. nice felsefî kâzûrât ile doludur…

Onun içün nice sarıklı cübbeli GÖRMEZ adam ve madam, hep “felsefe meddahlığı ve dellâllığı” yapar; ve (vahye inanmadıklarını) eblehçe de açık ederler…

En büyük husûsiyyetleri de ikiyüzlü şeytanlıkdır ki, vazîfeleri, Kur’ân-ı Mübîn’in (Vahye müstenid hakîkatına inanmadıkları) hâlde; ve felsefî bir takım mesleklere bulandıkları apaçık ortada olmasına rağmen, İslâmiyyet’in “mutlak hakîkat” iddiası ve isbâtıyla duran hakîkatını karartmak üzere, müslüman görünerek, O’nu, içden bozma la’netlenmişliğidir…

Bunlar cumhûriyetle berâber her tarafda sarmaşık gibi  sürgün vermiş, Pensilvanya iblisi ile de pek çok (dîni tahrîf) noktasında tam bir âheng ve muvâzene içinde bulunmuşlardır… Böylece, mason ve yahudi Fettoş’un akıtdığı “din tahrîfi zehirleri” karşısında 54 yıl sessiz kalarak, herifin önünü açmışlar, onun ahtapot gibi her yeri sarmasına sebebiyyet vermişlerdir…

Müteveffâ ve Kanserzede Kaşar Nârî gibi laik dembokratik rejimin İlhâdiyât dekanları ise, şirret, kabadayı, külhanbeyi ağızlı ve megaloman tipler olduğundan, açık açık ileri gider, dilini kürek gibi çıkara yuta; ve “sıyırmış” dedirte dedirte, son derece kudurmuşca, aklına ne gelirse atar sıkar:

“Deist olduğunu, kurtuluşun deistlikde bulunduğunu, Peygamberin sosyalist olduğunu, hatta Allâh’ın bile Kitâb’ıyla deizmi insanlara önerdiğini, v.s.!”

Nâmütenâhî kere hâşâ ve kellâ, bu kabil hezeyanlar savurmak çılgınlığından bile pervâ etmezdi…

Bu gürûhun pek çoğu da, ödlek ve sinsi olduğundan ve menfaatlerinin haleldâr olmasından korkarak, renk vermemeye çalışırlar!. Bol şii takiyeleri ile her renk ve kılığa girer, her vasata uyarak içyüzlerini saklarlar… “Kur’ân tek kaynak, Kur’ân Müslümanlığı, Kur’an’ın var dediği var (!) yok dediği yokdur! Kur’ân’da sünnîlik yokdur! Sünnîlik tehdiddir!  V.s.” derken de, “Kur’an-ı Kerîm’in içini boşaltmak ve onun hükümlerini ve ma’nâsını saptırmak” içün, şeytânî ve diyalogçuvârî (Fettoşist) bir usûl kullanırlar… Kelâm-ı Kadîm’in apaçık ortaya koyduğu nice hakikatları ve âyet-i kerîmelere rağmen bunları nasıl yok saydıklarını, 1. Makâlemizde, en müşahhas ve çarpıcı misâl olarak zikretdiğimiz H.Atay örneğinde pek dehşetengiz ve ibretâmiz görüyoruz…

Pırasasör Kaşar Nârî, zikretdiğimiz “insî şeytanların” en şirret, dengesiz, kabadayı ve megalomanı olduğu içün, “Kurtuluş Deizmde, namaz en büyük belâ, Peygamber Atatürk’e sağ elini vermişdir! V.s.” gibi yüzlerce hezeyânı gaseyân ederek, şirk ve küfrünü dünyâya i’lânda hiçbir beis de görmezdi. Peşinden giden narkozlular ile (halk tv ve ulusal tv) gibiler de, onu, bunun içün devamlı büyük bir “bilginmiş” gibi “kamalist ateizma” lehine ve hesâbına öne çıkarırlardı!. Hâlâ daha, onun bu “deist” kelle ile yazdığı kitablarının reklâmını, bunun içün devâm etdirmektedirler… Nice câhil insanları zombileştirdiği içün de, bunlardan bir teki çıkıb:

 “Sen hem kurtuluş deizmde diyorsun; hem de “Kur’ân Müslümanlığı” diyerek, şeytânî (tenâkuz) çukurlarına düşmeyi nerenden îcâd ediyorsun?!”

Diyememişdir!.

Çünki o, onları evvelâ zombileştirmiş; ve ondan sonra da deizmin kuyruğuna takmışdır…

Deizm ise, herkesin kendi aklına göre yaşamasını âmir ipsizce bir felsefedir! Bânîleri de, 1789’da Fransız yahudi ve ateistlerinin yapdığı “inkilâpın”, en harâretli liderlerinden  Volter ve J.J. Ruso’dur!.  Dinlere ve peygamberlere ihtiyaç olmadığını ileri süren bu cereyan, “Dîn-i tabiî” denen bir dinin, Allâh tanımazlığı ana esâsındadır… Bu religiona göre, tabiatdaki bütün hâdiselerin temel yaratıcısı madde ve tesâdüfdür!. Vahyin ve peygamberlerin bildirdiği ALLÂH yerine, bu Allâh’sızlıkda yaratıcı tabiatdır… Bunların ilâhı, görülmeyen değil görülen (?) bir varlıkdır ki, o da dediğimiz gibi tabiat… Aklın ve onun idrâki dışındaki herşey keenlemyekündür…

T.C.’de cumhûriyeti kuranların da, kısm-ı a’zamı deist felsefeye inanmış İngiliz ecolüne bağlı ateistler olduğu bir vâkıa bulunuyor… 1789’lardaki Fransız kafası, ne hikmetse “irticâ’” olmakdan uzak kalabilmiş; ve bu, 1923’lerden i’tibâren “aydınlık kafalar” olarak ve İngilizler tarafından, Anadolu yaylasına heykel ve büstlerle burgulanıb oturtulabilmişdir!!!.. Yeter ki, vahye müstenid bir hayat tarzı dünyâda mevcûd olmasın; ve İslâm adındaki “mutlak hakîkatla”, haçlı-yehûd canavarların rahatları kaçmasın!

Zaten dünyadaki bütün çekişmelerin temeli de işte budur… Ya, (vahye müstenid) mutlak hakîkat olan İslâmiyyet ile kulun kula kulluğu yani insanın insanı iliklerine kadar sömürüb kendisini tanrılaştırması ve dolayısıyla (kendisine taptırması) sona erecek; veya bu sömürücü ve emperial insana, nice  felsefe üzerinden TAPINMA ritüelleri, binbir kılık altında devâm edib gidecekdir…

Bu i’tibarla apaçık hakîkat da odur ki, dünya ruznâmesinin birinci ve en mühim maddesi, Kıyâmet’e kadar bu olacak; bundan, istemese de hiçbir “insî şeytan” yakasını kurtaramıyacakdır…

Deist felsefe, bugünün ilhâdiyatçı ekran şeytanlarında, “hoşgörü-diyalog”  pisliklerinin de desteklemesiyle, kadîm İslâm coğrafyasında yeniden canlandırılarak hortlatılmak istenmektedir…

Bir takım görmez adam ve madamların geçdiğimiz haftalarda “Gençleri felsefe okumaya da’vet” iblisliklerinin altında da, sarık cübbeli bir takım müfsidlerin Allâh’sızlaştırıcı plân ve projeleri yatmaktadır…

Yardakoğlu veznindeki bir takım sarık cübbeli pırasasör rütbeli adam ve madamların da, vahiy yerine “deist” aklı oturtmak  içün söyledikleri:

“BİZ REVİZYONİSTİZ!”

Hezeyânı, bir vâkıa olarak henüz hâfızalardadır!

Bu tâ’bîri ilk defa Fransız meclisinde (17 Haziran 1851’de) Victor Hugo kullanmışdır. Sonra bu, komünizme ve bütün düşünce sistemlerine kadar sızmış; ve idealist grupların, “sulandırarak değiştirme” olarak gördüğü bu cereyan, onlarca şiddetle reddedilmişdir…

Revizyonizm, bugünün siyâsî literaüründe ise “mevcud olanın değiştirilmesi” şeklinde anlaşılmakdadır. Avrupa Birliğinin bilhassa Vatikan’ın, “Hoşgörü-Diyalog” projesi ile daha ziyâde ruznâmeye oturtulan bu felsefî çizgi, Haçlı Avrupa entegrasyonculuğunu esas alır. Dışdan bakıldığında, entegrasyon ma’sum bir ma’nâya sarılarak takdîm edilse de, bunun altında tam bir Haçlı “asimilasyonu” yatdığını şu bir-iki sene içinde en gerzek kelleler bile anlamış vaz’iyyetdedirler!… ABD’den, Haçlı Avrupa devletlerine kadar “antiislâm” dalgasının, câmileri, örtülüleri ve müslümanları hedef alan vahşîlikleri, aktüalitenin en baş sahîfelerini işgâl etmişdir ki, bu, asimilasyon kudurganlığının en gözönündeki isbâtıdır…

Revizyonizm, kadın ve hayvan haklarından, LGBT ucûbelerinin haklarına (!) kadar, çevre anlayışına; ve İslâm telâkkîsinden, terörist muhâfazacılığı ve yetiştiriciliğine kadar, bütün bu mefhûmları Haçlı menfaatları istikametinde, sulandırmak üzere DEĞİŞİK istikâmetlere çekilir hâllere sokma felsefesidir… AB proje ve asimilasyonculuğu Ankara (ilhâdiyatçılarından öyle Yardakoğulları) da ele geçirmişdir ki, onlara, yukarıda beyân etdiğimiz gibi rezmen ve alenen:

“Biz revizyonistiz!”

Dedirtmeye muvaffak olmuşdur…

Sâhibinin sesi olan aynı adam ve madamlar, sarık cübbe altında şunları bile söylemekden pervâ etmemişlerdir:

“Artık dîni ve dindarlığı geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyâya bakarak çizmek ve ona göre inşâ’ etmek istiyoruz!”

İşte hiç utanmadan “Biz revizyonistiz!” demenin Türkçesi diye buna denir!

Bu, vahyi ve peygamberleri saf dışı bırakarak, bunlarsız bir tanrı icad etme (onların ta’biriyle yaratma) felsefesidir ki, buna (deizm) demek de pekâlâ mümkindir… Volter ve J.J.Ruso’nun uydurduğu “Dîn-i tabiî” denen ve 19. Asırda popüler yapılmak istenen ve tabiatı yani (görünen tanrıyı) ilâh kabul etme sapıklığı böyle başlar ve bugünlere gelerek devâm eder gider… Zâten bu hâliyle deizm, Allâh’sız materyalizmaya müntehî olur…

Okudukları fakültelerde derslerinin %80-90’nı felsefe ve felsefî muhtevâlı târih dersleri olduğunu aynelyakîn gördüğümüz İlhâdiyât merkezleri, deist kafalılar yanında, diğer felsefî cereyanlara da sonuna kadar açık ve onların şiddetle te’sîri altındadır…

Bu arada “agnostiklik” felsefesi de, bunlar arasında yaygındır!. Yunanca “bilinmez” ma’nâsını muhtevî olan bu kelime, insan aklının metafizik vâkıaları aslâ bilemiyeceği temeline dayanır. Bu felsefî telâkkîye göre mebde ve mead bilinemiyeceğinden bu mevzu’larda konuşmak boşdur, bunlar dâimâ mechûl şeylerdir…

Septisizm (şübhecilik) de, dolayısıyla bunların iliklerine kadar işlemişdir!. İlhâdiyatçılar bunun içün Kitab’dan şübhe eder; ve onun vahye müstenid mutlak hakîkat olduğunu kabûlde ziyâde zorlanır; ve hiç durmadan, dillerinden “sahih bilgi” nakârâtını aslâ eksik etmezler!. Çünki vahyin ortaya koyduğu (bilgi), açıkdan söylemeseler de (sahih) yani müşahhas (!) değildir!. Felsefî kellelerin asırlardır tarifini yapdıkları “doğru bilgi ve kaynakları” bunlara (vahiyden kaynaklanan bilgi) olarak değil, (akıldan kaynaklanan bilgi) olarak şırınga edilmişdir!.

Bu i’tibarla bunlara “Aslâ Dîn Âlimi Denilemez!”

Onun içün bunların dilleri de, Müslümanlığa ve müslümanlara ne kadar ters ise, kafalarındaki sarığın duruşu bile, bunların, buna aslâ lâyık olmadıklarını cihana bağırır; ve onların başında, onlara (la…) eder gibi ve fırlamak iştiyâkıyla durur!.

Agnostiklik ve septiklik bunlarda o kadar ağır basar ki, Kitâb hakkında böyle oldukları gibi, hadis-i şeriflerde ise, çok daha şifâsız bir septiklik (şübhecilik) illeti, bunların akıl ve ruhlarını kemirir durur!. Hadîs-i Şerîflere bir türlü inanamaz, onları, oturur pirinç ayıklar gibi ayıklar; veya şuna değmiş buna değmemiş evhâm ve şübheleri ile onlara bir türlü yâr olamazlar!. Dolayısıyla, onların “Sahih Bilgi” dedikleri (anka (!) kuşuna), hiçbirisi, erişib de bacağından veya kanadından yakalama imkânına aslâ sâhib olamaz… Ömürleri de böylece “revizyonizme=DEĞİŞTİRMECİLİĞE” ve SULANDIRMACILIĞA kayar;” dini oyuncağa çevirerek, onunla dama taşı gibi oynarlar!.

Nihâyet ellerinde, “kul yapısı ve kula tapış dîni” diyebileceğimiz, şübhelerden ibâret bir religion peydâ olur ki, bunun, 15 asırlık Peygamber-i Zîşân Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin tebliğileri ile zerre kadar alâkası yokdur; ve nice felsefe dalları ile TELBİS edilmiş, yehûdiyyet ve nasrâniyyet gibi uydurmalardan ibâret bir nesnedir…

Agnostisizm, bunları, August Comte’un pozitivizmine bile saplar!. Hamilton’un Rolativizmi (ferddeki bütün bilgilerin izâfî oluşu), bazılarının yegâne kafa hamûlesidir!.

Spenser avolusyonizmi içün deli danalar gibi kafa eritenlerine bile rastlamışızdır!. Darwinizmi daha da disiplinize ederek tekâmül nazariyesini tabiatın kendisinden doğma bir enerji ile herşeye, rûhî ve ictimâî, hukûkî her noktaya kadar genişleten Spenser, nihâyet o da materyalizmaya müntehî olmaktadır!..

Bütün bu fikir sapıtmaları da agnostisizm denen bilinmezlik anaforundan neş’et eden kafa gurultularıdır… Bir kısmı “ontolojik takılsa da, Agnostisizm, bütün dinlerin ve metafiziğin sahîh bilgi ortaya koyamıyacağını, (mutlak hakîkatın) bilinemiyeceğini” söyler; ve bunun içün, bir nevi bütün metafizik ve dînî bilgilerin boş, hayâlî, ferdî tefekkürün ortaya koyduğu izâfî terâkümler olduğuna hatta abes oluşuna gelir dayanır!..

İlhâdiyyatçı kellelerin iç yüzü bu şekilde kabûl görürse, bu onlara da bir iyilikdir!. Çünki onlar bu halleriyle daha aldatmaz olur, daha merd ve erkekçe aramızda dolaşır, böyle olunca da onlardan nefret asgarîye iner; ve bu, onların mutlaka lehinedir!

Mübârek Ramazanların iftâr ve sahurlarına baykuşlar gibi tüneyen nice Allâh’sız, “ilhâdiyatçı-ilâhyapyatçı” pislikler var!. Bu sene aralara bazı felsefeci gâvurları da sıkıştıran tv kanalizasyonları oldu!.

Hulâsa bu bahsini etdiğimiz ilhâdiyatçıların, akâid, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk mevzularında aslâ “ulemâdan” dedirtecek ilimleri, hâlleri, şahsiyetleri, oturma ve kalkmaları, yürüme ve durmaları, bakıb görmeleri olduğu dahî düşünülemez. Bunlar, Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi, Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi gibi yüzlerce Osmanlı ulemâsının bir teki ile bile mukâyese edilemez; o kabil zevât-ı kirâmın talebesinin talebesi, onun da çömezi bile olamazlar… Hele akâid bakımından i’rabda yerleri hiç mi hiç yokdur…

İşte bunlara benzer nice felsefî sapıklıkların sâhibi şeytanlar,  milleti kendi lâ’netli kafaları ile kuşatıb, ehâlîyi de kendi çizgilerine çekerek, “global gâvurların islâmsızlaştırma plân ve projelerini tatbika”, geberesiye yırtınmaktadırlar…

AKP hükûmeti ve onun güdücüleri, “Özerk üniversite, vicdân ve ifade hürriyeti, bilmem ne bilmem nesi” diyerek, bu  (.t ve pi.lerin) önünü açmaya devam ederse, bir gün bu milletin, “rabia (!) işâretini”  de, 4 ok yaparak birilerinin boğazına tıkacak kadar Allâh’sızlaştırıldığını (vahşîleştirildiğini) görmeleri kuvvetle muhtemeldir… O zaman nasıl bir “15 Temmuz Feto Haçlı Seferine” ma’rûz kalınır; ve Haçlı Fettoş KÂTİL sürülerinin katliâmı bile, bunun yanında kaç misli aranılır olur, onu da istikbâl gösterecekdir…

Sünnîliği pabuç hırsızına çevirmek içün, ikide bir onu tokatlıyan ve ayağının altına alan siyâsîler, bindikleri dalı kesmeye devam ihânetinden ne zaman vazgeçer ve tevbekâr olurlar; bu da, çok endîşe verici ciddî bir iç kanser olarak karşımızdadır…

Bunun tedâvîsi içün ortada hiçbir “tabîb-i hâzık-ı müslim-i âdil” de görülmemektedir…

Rabbimiz Allâh Azze ve Celle Hazretleri, Ramazan ve sâir şeytanlarının ifsâd ve şerlerini, Kahhâr ism-i şerîfinin tecellîsiyle ve Rasûl-i Rusül Eleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin hürmetine hâk ile yeksân buyura…

Âmin!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir