Ahmed Davudoğlu’nun Mukaddime, Takdim ve Takrizleri Biraraya Getirildi
11 Aralık 2017
Necip Fazıl’a Saygısızlık Ödülleri 4. Yılında…
15 Aralık 2017

YİNE ATATÜRK.. NE ALÂKASI VARSA?

charles sherrill ile ilgili görsel sonucu

A Year's Embassy to Mustafa Kemal ile ilgili görsel sonucu

charles sherrill ile ilgili görsel sonucu

uğur mumcu karabekir ile ilgili görsel sonucu

Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın Kudüs konusunda verdiği tepkiyi takdir ediyoruz elbette..

Ancak, lafı döndürüp dolaştırıp Atatürk‘e getirmesini de anlamsız buluyoruz.

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından düzenlenen İnovasyon ve Girişimcilik Haftası Kapanış Töreni’ndeki şu sözlerine bakınız:

16 Eylül 1922 tarihli bir ABD gazetesinde, İstanbul, Muhammedi inanışın merkezi, Atatürk de İslam’ın yeni lideri olarak anılıyor. İlginç değil mi? Bir yere daha geliyorum, 10 Ekim 1922 tarihli gazete, Mustafa Kemal’i korkunç Türklerin, en korkuncu olarak nitelendiriyor. Bu haberlerin bugünkülerden farkı var mı? Dün böyle yaptılar, bugün de aynısını yapıyorlar. Değişen bir şey yok.

(http://www.haber7.com/guncel/haber/2494317-cumhurbaskani-erdogandan-abdye-tarihi-cevap)

Demek ki, Türkiye’de olup bitenler Eylül 1922’de Amerika’dan böyle görünüyormuş.

Peki, beş yıl sonra Amerikan gazeteleri ne yazıyorlardı?

Ve, Amerikan büyükelçileri Atatürk hakkında kendi devletlerine nasıl rapor veriyorlardı?

İşte size, 11 yıl öncesinden bir haber:

Atatürk İslam İçin Ne Düşünüyordu?

06/09/2006 02:00
BÜYÜKELÇİNİN RAPORU
ATATÜRK’ÜN BİYOGRAFİSİNİ YAZAN ABD BÜYÜKELÇİSİ CHARLES H. SHERİLL’LE YAPTIĞI SÖYLEŞİ RIFAT N. BALİ’NİN İMZASIYLA TOPLUMSAL TARİH DERGİSİNDE ÇIKTI. SHERİLL: ATATÜRK AGNOSTİK OLMADIĞINI ANCAK DİNİNİN SADECE TEKTANRIYA İNANMAK OLDUĞUNU SÖYLEDİ.
‘TÜRK HALKI DİNDAR DEĞİL’
SHERİLL, ŞUNLARI ANLATIYOR: ATATÜRK, TÜRK HALKININ BAZI ARAPÇA DUALARIN GERÇEK MANASINI ANLADIĞI ZAMAN TİKSİNECEĞİNİ SÖYLÜYOR. AYRICA TÜRK HALKININ GERÇEKTE DİNDAR OLMADIĞINA, SADECE YÜKSEK SESLİ DUALARIN CEZBİNE KAPILDIĞINA İNANIYOR.
İSTANBUL – ATATÜRK’ÜN DİN HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNE IŞIK TUTACAK YENİ BİR BELGE ORTAYA ÇIKTI. 1932-1933 YILLARINDA ANKARA’DA GÖREV YAPAN ABD BÜYÜKELÇİSİ CHARLES H. SHERRİLL’İN HAZIRLADIĞI VE ATATÜRK’ÜN KENDİ AĞZINDAN DİNLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİNİ İÇEREN RAPOR İLK KEZTOPLUMSAL TARİH DERGİSİNDE ARAŞTIRMACI YAZAR RIFAT N. BALİ’NİN HAZIRLADIĞI YAZIDA YAYIMLANDI.
BÜYÜKELÇİ, ANKARA’DA GÖREV SÜRESİ BOYUNCA ATATÜRK İLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERE VE GÖZLEMLERE DAYANARAK ‘A YEAR’S EMBASSY TO MUSTAFA KEMAL‘ ADLI BİR KİTAP HAZIRLAMIŞTI. ESER İLKİ, 1934 YILINDA ATATÜRK YAŞARKEN,ÜÇ KEZ TÜRKÇEYE ÇEVRİLDİ. KİTABIN EN İLGİNÇ BÖLÜMÜATATÜRK’ÜN DİNE BAKIŞINI İÇEREN KISIMDI. BU BÖLÜMDE YAZAR, ATATÜRK’LE YAPTIĞI UZUN BİR MÜLAKATA YER VERMİŞ ANCAK ATATÜRK’ÜN SÖZLERİNİN BİR KISMINI KİTABA ALMAMIŞ BUNU DA “DİN KONUSUNDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLERİ HUSUSUNDA SÖYLEDİKLERİNİN TAMAMINI BURADA VERMEK HİÇ DOĞRU OLMAZ” SATIRLARIYLA DİLE GETİRMİŞTİ.
ANCAK SHERİLL, KİTABA SADECE BİR BÖLÜMÜNÜ ALDIĞI GÖRÜŞMEYİ ÖZETLEYEREK BİR RAPORA DÖKTÜ VE ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NA GÖNDERDİ. ABD DIŞİŞLERİ ARŞİVİ’NDEKİ BU RAPORU, BALİ TÜRKÇEYE ÇEVİRİPTOPLUMSAL TARİH‘E YAZDI. AŞAĞIDA, RAPORUN TAM METNİ YER ALIYOR.
ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ
Sayı:423
Ankara, 17 Mart 1933
Konu: Türkiye’de din
MÜNHASIRAN MAHREM [KİŞİYE ÖZEL GİZLİ]
Saygıdeğer Hariciye Vekili [Dışişleri Bakanı]
Washington
Beyefendi,
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ile dün öğleden sonraki üç saatlik mülakatımda, hakkında yazmakta olduğum biyografinin sekiz bölümünü birlikte gözden geçirdiğimiz sırada Türkiye’de din meselesi bahis edildi. İncelememde Türkiye Cumhuriyeti’nde İslam dininin gelişimi konusuna oldukça yer verdiğime dikkatini çektim, biyografim için -yayınlanmak veya yayınlamamak kaydıyla- bana söylemek istediği kadarıyla sınırlı olmak üzere bu mevzudaki görüşünü bilmek istediğimi belirttim. Sözlerinin hangi kısmının efkârı umumiye(nin) (bilgisi) [kamuoyu bilgisi] için olduğunu, hangi kısmının olmadığını belirterek mevzu hakkında teferruatlı bir şekilde konuştu.

Galiba, altı ve yedi yaşındayken annesi onu bir sıbyan [çocuk] mektebine göndermek istiyordu. Burada öğretmen Kurandersleri de verecekti. Bu, uzun Arapça bölümleri ezberlemek demekti. Diğer yandan babası oğlanın din eğitiminin verilmediği laik bir mektebe gitmesini istiyordu. Her ne kadar sonunda babanın sözü kabul edildiyse de annesi oğlanı Selanik’te geçerli olan geleneksel tören eşliğinde sıbyan okuluna gönderdi. Ertesi gün babası oğlanı okuldan aldı ve laik okula koydu. Buna çok üzülen annesi epey ağladı ve oğlanın teklif etmesi üzerine sıbyan okulundaki din hocası eve gelip ona Kuran eğitimini verdi. Bu sadece bir ay sürmesine rağmen anneyi tatmin etti. Bu, ömrü boyunca alacağı tek din eğitimiydi.

‘Beşeriyetin Tanrı ihtiyacı’

Agnostik [bilinemezci, gerçeğin insan tarafından bilinemeyeceği inancında olan] olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı, kesinlikle reddediyor, ancak dininin sadece Kâinat’ın Mucidi ve Hâkimi tek Tanrı’ya inanmak olduğunu söylüyor [Bu ifade, peygamberlere ve kitaplara inanmamak anlamına geliyor]. Ayrıca beşeriyetin [insanlığın] böyle bir Tanrı’ya inanmaya ihtiyacı olduğuna inanıyor. Buna ilaveten dualarla bu Tanrı’ya seslenmenin beşeriyet için iyi olduğunu belirtti. Burada duruyor.

Daha sonra teferruatlı bir şekilde neden o kadar inançlı bir Protestan Hıristiyan olduğumu sordu. Ben de ona, bu raporda yeri olmayan, sebeplerimi söyledim. Sadece bir genel mütalaa söyleyebilirim. Suallerinde [sorularında] tamamıyla samimiydi, bu da din konusunda yeterince zihin yorduğunu göstermekte. Daha sonra, 10 yıl önce inşa ettiği yeni Cumhuriyet’in Reisicumhuru olarak iktidara geldiği zaman İslam dininin durumu hakkında bilgi vermeye başladı. Şeyh-ül İslam’ı, medreseleri, Mahkeme-i Şer’iyyeleri ve bu mahkemelere riyaset [başkanlık]eden kadılar, hocalar ve muhtelif dervişler dahil olmak üzere bütün ruhban sınıfını lağvetmeyi gerekli bulduğunu söyledi. Osmanlı’da geçerli olan bu ruhban yapıdan geriye kalan, müezzin olarak minarelerden halkı ibadete çağıran ve camilerde namaz kıldıran imamlardı.

Ona az evvel tasvir ettiği bu yapıyı tamamıyla yok ettikten sonra Türk gençliği için, şayet kaldıysa, ne tür dini tedrisat [öğretim] kaldığını sordum. Kifayetsiz [yetersiz] medrese sistemini tüm ülkeye yayılmış ilk ve ortaöğretim sistemiyle ikame ettiğini ve bu sistemin (talebeyi) üniversiteye dek götürdüğünü belirtti. Hz. Muhammed’in hayat hikâyesi ve daha ahlaklı yaşama konusundaki hikmetli düsturlarla [ilkelerle] dini tedrisat verildiğini, bu dini tedrisata Yeni ve Eski Ahit‘te [İncil ve Tevrat’ta] tasvir edilen diğer büyük dinleri ve Budist dini kitapları da dahil ettirdiğini söyledi.

Daha sonra o ve ben bu modern Türk dini tedrisatı ile Birleşik Amerika’da ortalama pazar okulunda verilen dini tedrisatı mukayese ettik. Pazar okullarımızda verilen dini tedrisatın cuma sabahları kadınlar tarafından tüm ülkedeki Halk Evleri’nde verilip verilemeyeceğini sorduğumda böyle bir fikrin muvaffak olacağına dair pek şüpheli göründü, ancak yeni bir fikir olduğunu ve kaale alacağını söyledi. Bu amaçla kadın öğretmenlerin vazifelendirilmesi fikri ona cazip geldi, çünkü bu şekilde hocaların erkek partizanları, siyaset veya benzeri muhtemel başka mesele yaratacak ihtimallerden kaçınılmış olacaktı.

Bursa Hadisesi

Bu çerçevede yakın tarihte olan Bursa hadisesi üzerinde serbestçe konuştu. Bu hadise Türklerce değil üç yabancı tarafından çıkarılmıştı: Bir Arnavut, bir Bulgar ve bir Rus. Hatta Üçüncü Enternasyonal tarafından kışkırtıldığını da ima etti. Muhtemelen sıkıntı verecek bu siyasi hareketi basit bir dil meselesine, ezanın Arapça yerine Türkçe okunması haline dönüştürerek gösterdiği siyasi maharetten ötürü kendisine iltifatta bulundum.
Bu sözlerim Kuran‘ın Arapçadan Türkçeye tercüme edilmesi için nasıl ve neden telkinde bulunduğu konusunda konuşmasına sebep oldu ve bu mevzuda yepyeni bir ufuk açtı.
Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kuran‘dan alınan bir Arapça bölüm okudu.

Türkçe Kuran Okutma Nedeni

Bu duada Hz. Muhammed, amcası ile amca kızının [amcasının hanımının] yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder.* Düşünen bir Türk’ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?” dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kuran‘ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran‘ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum.
Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü. Saygılı bir şekilde bu bakışıyla mutabık olmadığımı, eşimle yaşadığımız tecrübeyi anlattım. İki Türk arkadaşımızın daveti üzerine 23 Ocak’ta Ayasofya Camii’ne gidip Kadir Gecesi’ne şahit olduk. Ona yüzde 20’si askeri üniformalı 10 bin mümin tarafından doldurulan caminin ne kadar kalabalık olduğunu, bütün müminlerin tam bir saat Gazi’nin de varlığını kabul ettiği Tanrı’ya doğrudan yönelttikleri dualarla nasıl yoğun bir şekilde ibadet ettiklerini anlattım.

Bu kalabalık, bu ibadet ve müminlerin duaya yoğunlaşmaları hususunda izahat istemem, onun, Türk gençliğinin din hakkında bilgi edinme fırsatı mevzusunda Türk hükümetinin kısıtlı bir rolü olması gerektiğine dair kanaatini dile getiren daha fazla beyanatlar vermesine neden oldu. Bu beyanatlarını bitirdiğinde şimdilik ortaöğretimde ve Dâr-ül-fünûn’un [üniversitenin] küçük ilahiyat bölümünde üç büyük din hakkında verilen tarihi tedrisattan fazlasını öğretmeye inanmadığı sarihti.

Sovyetler gibi lağvetmeye karşıydı

Ancak Sovyetler’in her türlü dini lağvetme fikriyle kesinlikle mutabık değil. Bellibaşlı camilerin hükümetçe muhafaza edilmeleri ve amaçları doğrultusunda kullanılmalarıgerektiğinde ısrarlı. Üç büyük dinin ahlak öğretilerine dinden ziyade ahlak olarak inanıyor.

Bize ihsan ettiği hayırlar için tek Tanrı’ya sık sık minnettarlığımızı dile getirecek ifadelerin eklenmemesi halinde şahsi dini inancının natamam [eksik] olacağını söylediğim zaman şaşırdı, ancak alakadar göründü. Sadece yeni bir fikir olduğundan, bu fikri kaale alacağını söyledi. Benimle bu konuda daha fazla konuşma arzusunu ifade etti. Bu beni şaşırttı, zira Yusuf Akçura bey gibi samimi arkadaşları beni sürekli onunla din hususunda konuştuğum takdirde, Gazi’nin nazikçe ‘dostluğumuz’ olarak adlandırdığı münasebetlerimizin kesinlikle bozulacağı hususunda ikazetmişlerdi. Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha öncesi bir yabancı ile hiçbir zaman bu konuda bu kadar etraflı konuşmadığını ve özel dini inançlarını da hiç dile getirmediğini söyledi.
Saygılarımla
Charles H. Sherrill

* Bu bölüm, Kuran’ın Tebbet Suresi’dir. ‘Bismillahirrahmânirrahim. 1,2,3,4,5. Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek).’ (R. N. Bali’nin notu)

….
Elçinin Kaleminden Bursa Hadisesi

“…Bursa’da 1 Şubat günü öğleden sonra Evkaf Müdürlüğü önünde toplanan yaklaşık 100 kişilik bir grup Türkçe ezan aleyhinde gösteri yaptı. Olayı 4 Şubat’ta Afyon’da haber alan Gazi Mustafa Kemal gezi programını iptal ederek Bilecik üzerinden 5 Şubat’ta Bursa’ya vardı.

İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya) ve Adalet Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) beyler de Bursa’ya gelerek incelemeler yaptı. Mustafa Kemal, Bursa’dan ayrılmadan önce Anadolu Ajansı’na şu açıklamayı yaptı: “Bursa’ya geldim. Olay hakkında ilgililerden bilgi aldım. Olay aslında önemi haiz değildir. Herhalde cahil mürteciler Cumhuriyet adliyesinin pençesinden kurtulamayacaklardır. Olaya bilhassa dikkatimizi çevirmemizin sebebi, dini, siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kati olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatına hâkim ve esas kalacaktır.”

Kazanlı Tatar İbrahim’in başını çektiği olay, Bursa Ulucami müezzininin vazifesi başına gelmemesi üzerine Halil adında birinin ezanı Türkçe yerine Arapça okuması ve sivil polis memuru Hamdi Efendi’nin müdahalesi sonucu çıktı. Tatar İbrahim’in kışkırtmasıyla cami cemaatinden bir grup, “Dinini seven bizimle gelsin” diyerek Evkaf Müdürlüğü’ne doğru yürüyüşe geçtiler.

Vilayet Konağı önüne gelen kalabalık, zabıta kuvvetlerince dağıtıldı ve tahrikçiler yakalandı. 23 kişinin yakalandığı olaydan sonra Bursa Ulucami hatibi Hafız Tevfik Efendi de İstanbul’da tutuklanarak Bursa’ya gönderildi. Ankara’ya dönen Adalet ve İçişleri Bakanları, Bursa’daki incelemelerini ve aldıkları tedbirleri Bakanlar Kurulu’na bildirdiler.

13-14 Şubat’ta soruşturma sona erdi. Aralarında Bursa müftüsü Nureddin Efendi, Ulucami hatibi Hafız Tevfik Efendi ve fabrikatör Gaffarzade Mehmet Efendi’nin de bulunduğu 24 sanık, 15 Şubat’ta Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edildi. Daha sonra tutuklu sanıkların Çorum’a nakledilmesi emri geldi. Bursa olayı davası Çorum’da görüldü ve 1 Mayıs’ta karar açıklandı. Dört kişi beraat ederken, beş kişi ikişer yıl ağır hapis, yedi kişi birer yıl ağır hapis, yedi kişi de beş ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Bursa müftüsü Nureddin ve kâtibi Kamil efendiler, 12 Haziran’da beraat ettiler.

Bursa olayının ardından İzmir ve Salihli’de de Türkçe ezan okumamakta direnen dört imam ve müezzin tutuklanarak mahkemeye sevk edildi.”

(http://www.radikal.com.tr/turkiye/ataturk-islam-icin-ne-dusunuyordu-791000/)

Erdoğan 1922 tarihli basit bir gazete haberine değil, bu rapora baksa daha iyi olur.

Büyükelçi’nin bu raporu doğruysa (ki doğru olmaması için bir neden yok, çünkü Atatürk’le bizzat görüşüp hayat hikayesini yazmış, kitabı Atatürk döneminde Türkçe’ye tercüme edilmiş), Atatürk’ün dinî konularda çok bilgisiz kalmış olduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Büyükelçi’nin “… ben de gitgide Kuran‘ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran‘ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum” şeklindeki ifadesini, Kâzım Karabekir Paşa’nın şahitliği doğrulamaktadır.

Uğur Mumcu’nun “Kazım Karabekir Anlatıyor” adlı kitabında naklettiği gibi, Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir’e Kur’an için “Arap oğlunun yâveleri” diyebilmiştir.

Bu kadar yakışıksız, ölçüsüz, çirkin ve seviyesiz bir dil kullanabilmiştir.

Kur’an‘a, yani Allahu Teala’nın kitabına, Hz. Peygamber s.a.s.’e, yüz milyonlarca müslümanın inancına, bu milletin mukaddesatına hakaret edebilmiştir.

Kâzım Karabekir Paşa’ya karşı böyle konuşabilen bir adamın elin gâvurunun yanında Yunus Emre gibi sofu olmayacağı malumdur.

Evet, Büyükelçi’nin de naklettiği gibi, Mustafa Kemal’in bütün dini eğitimi küçük çocukken anasının zoruyla aldığı basit bir din dersinden ibaret.

Zübeyde Hanım’ın baskısıyla küçük yaşta anlamadan biraz Kur’an okumuş ve orada kalmış.

Daha sonra da, Kur’an‘ı anlamak için kafasını yorma zahmetine katlanmamış.

Bu, Tebbet Suresi hakkındaki yorumundan anlaşılıyor.

Sadece on saniye düşünme zahmetine katlansaydı, bedduanın zayıflar tarafından güçlüler için yapılabileceğini, güçlülerin zayıflar hakkındaki benzer ifadelerinin ise hüküm ve takdir anlamına geleceğini idrak edebilirdi.

Bir köle, bir vali için “Boynun kopsun” derse, bu, beddua olur.

Bunu, mesela Fatih, Timur ya da Cengiz gibi bir hükümdar söylerse, o vali hakkındaki fermandır.

Boynu vurulur.

Fatih, Çandarlı Halil Paşa’nın boynunu vurdurmuştu. Boynunu vurdurduğu tek sadrazam (başbakan) da o değildir.

Evet, Tebbet Suresi, Kur’an‘ın mucizelerinden biridir. Allahu Teala’nın Ebu Leheb hakkındaki hükmünü bildirir: Bu dünyada eli kuruyacak, ahirette ise ateşe atılacaktır.

Nitekim Ebu Leheb, eli kuruyup cesedi kokarak ölmüş, cesedine yaklaşamadıkları için defnedememişler, üzerine duvar yıkmışlar, mezarı o duvar yıkıntısı olmuştur.

Erdoğan‘a tavsiyemiz, Atatürk’ten bu şekilde bahsederek Atatürkçü ve Kemalist taifeden aferin almaya çalışacağına, doğruları söyleyip (ya da hiç olmazsa yanlışları söylemekten vazgeçerek, hakkı söyleyemiyorsa bari susarak) önce Allahu Teala‘nın ve sonra muvahhidlerin desteğini kazanmaya çalışmasıdır.

Kişi sevdiği ile beraberdir. Ebu Leheb’in elinin derdine düşen Atatürk’le haşrolmak istiyorsa, bu tür konuşmalarına devam edebilir.

Paşa gönlü bilir.

(09.12.2017)

Kaynak: https://tenbih.wordpress.com/2017/12/09/yine-ataturk-ne-alakasi-varsa/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir