3 Bin Kişilik “Şerefsizler Listesi” Demişken!
12 Kasım 2017
Cahil Kemalistlere Tarih Dersi
18 Kasım 2017

ŞEYHÜLİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ’YE GÖRE “LAİK BİR DEVLETİ / HÜKUMETİ KABULLENİLEBİLECEK BİR ŞEY OLARAK GÖRMENİN” İTİKADΠHÜKMÜ..

 

ŞEYHÜLİSLAM, AÇIKÇA KÜFÜR OLDUĞUNU SÖYLEMEKTEDİR..

HEPSİ BU..

İSLAM’IN “KÜFÜRDÜR, BİD’ATTIR, CAİZDİR” GİBİ HÜKÜMLERİ, LAİK DEVLETLERİN KEYFİNE BAĞLI DEĞİLDİR..

DEVLET DİNE UYMUYOR DİYE, DİN, KENDİSİNİ DEVLETE UYDURMAK ZORUNDA DEĞİLDİR..

hilafet ve kemalizm ile ilgili görsel sonucu

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi

Kemalistlerin, hükümeti hilâfetten ayırırken dinden de ayırmış oldukları; gerek mantıkî gereklerde, ve gerekdin ile dünyayı veyahut din ile siyaseti ayırmak gibiyarı açık yarı kapalı tabirler altında kendi itirafları iletamamen sübût bulduktan (sabit olduktan) sonra, bunun mahzurlarının da o kadar büyütülecek bir şey değilmiş gibi sayıldığını görüyor, ve Kemalcilerin İslam dinine yönelik suikastına karşı bu derece mütegafil davranan İslam âleminin dalgınlığından me’yus (ümitsiz, kederli, ye’se düşmüş) oluyordum.

“Be gâfiller, dünyadan ve siyasetten ayırdığınız dini ahirete mi gönderiyorsunuz?” diye bağıran bir müslüman sesi duyulmaması ne kadar gücüme gidiyordu.

Dünyayı ve siyaseti, yani hükümeti dinin müdahalesinden kurtaracak, dini, hukuk-u medeniye ve siyasiyesinden iskat etmiş (düşmüş, hükümsüz kalmış) olan bir memlekete, Dâr-ı İslam denebilir miydi?! [Dört mezhebe göre de dâru’l-İslam olmanın şartı, İslâm hukukunun uygulanıyor olmasıdır. Daha önce iki defa bu sayfalarda, Hayrettin Karaman’ın bu konuda delilsiz bir biçimde iddia kabilinden yalan söylediğini delilleriyle göstermiştik.]

Başı şeriata bağlı olmamak üzere müteşekkil bir hükümet, İslam hükümeti olamayacağı gibi, o hükümet bir ecnebi (yabancı) hükümet değil de, halkın, milletin kendi kendine teşkil ettiği bir millî hükümet ise, öyle bir milletin de kişilerce isimleri Ahmed, Mehmed olmasına rağmen, İslam dini ile ilgilerinin, hükümetleri vasıtasıyla toptan kesilmiş olması zarurîidi. [Laik bir hükümet zaten kendisinin dinler arasında tarafsız olduğunu, İslam hükümeti olmadığını açıkça ilan eder. Kendisinin İslam hükümeti kabul edilmesini devletin düzeninin dine uydurulması ve laikliğin çiğnenmesi olarak görür. Burada Şeyhülislam şunu söylemektedir: Millî, yani “millete ait” hükümetin İslam hükümeti olmaması, milletin de dinle alâkasının kalmaması anlamına gelir. Ya da millet, o hükümetin kendisinin hükümeti olmadığını kabul etmek zorundadır. Yani bu durumda ya laik/dinsiz/dinler arasında tarafsız hükümetine ya da İslam’a bağlı olma seçenekleri arasında tercih noktasındadır. Dinini tercih ederse, laik/dinsiz hükümeti kendi hükümeti kabul edemez. Hükümeti kendi hükümeti, kendisi namına iş gören, kendisini temsil eden hükümet olarak görürse, yaptıklarına razı olursa, bu durumda da İslam’la ilgisi kalmaz. Kısacası Şeyhülislam, dinî bilgisi imam hatip lisesi düzeyinde olan Recep Tayyip Erdoğan’ın iddiasının aksine, “Devlet laik olur, kişiler olmaz” sözünün anlamsız ve boş olduğunu ortaya koymaktadır. “Devlet laik olur, kişiler olmaz” diyenler, bu sözleriyle, kişilere “Laik olamazsınız, dindar olacaksınız” şeklinde bir dayatmanın yapılabileceğini söylemek istemiyorlar. İsteyen kişiler zaten istedikleri gibi laik oluyorlar. Fakat şeriatçı, yani İslam hukukunun yürürlükte olması gerektiğine inanan müslüman olduğunuz zaman sorun başlıyor. İşte o zaman birileri “Devlet laik olur, kişiler olmaz” diyerek, “Devletin laikliğini kabul et, bunun senin dindarlığına bir zararı yok. Sen dindar olabilirsin, sorun yok, ama devlet laik olur, olabilir, buna karşı çıkmayacaksın” anlayışını kabul ettirmeye çalışıyorlar. İşte Şeyhülislam bu noktaya işaret etmekte, devletin laik olmasına razı olan kişinin imanının gideceğine işaret etmektedir.]

Yalnız bu hallere karşı [her ne kadar ses çıkaramasa da] içinden kan ağlayan ve [düzeltmek için] elinden bir şey gelmediği gibi memleketinden hicret imkânını da bulamayan halkın güçsüzleri için bir mazerethakkı kalıyor.

Fakat bunlara bedel Türkiye dışında, Ankara hükümetinin din ve dünyayı birbirinden ayırmaya ve bu suretle dini ahirete bırakarak dünyadan vücudunun izâlesine (ortadan kaldırılmasına) matuf (yönelik) icraat ve kararlarındaki cinayeti Mustafa Kemal’in hatırı için kapatmaya veya hafif (önemsiz) göstermeye çalışan müslümanların!!! ve bilhassa akıllılarının vaziyetleri, İslâmî kaideler nokta-i nazarından pek tehlikeli bir halde bulunuyordu. … [Çünkü bunlar, zor ve baskı altında değillerdi.]

… Kanun-u Esasî’nin (Anayasa’nın) başına, devletin dinini yazmaktan maksat da devleti teşkil eden milletin, kendisinin kıymet ve muhafazasına, memleketin muhafazası kadar ve belki daha fazla önem verdiği mukaddesatının başında dininin bulunduğunu hükümete anlatmak ve ona göre hareket etmesi için hükümeti taahhüt altına almaktır[Şeyhülislam’a göre, mukaddesatın muhafazası memleketin muhafazası kadar ve belki daha fazla önemlidir. Mukaddesatın başında da din gelir. İşte, Anayasa’ya “Devletin dini, din-i İslam’dır” yazmak da, mukaddesatın muhafazası anlamına gelmektedir. Kısacası Şeyhülislam, “Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” diyen ve dini de teferruat olarak görenlerin aksine, “Mevzubahis olan din ve imansa, gerisi teferruattır”demektedir. Vatanını muhafaza etmiş fakat dinini muhafaza edememişsen, istiklal harbini aslında yitirmişsindir.]

Şimdi milletle hükümet arasındaki esas mukavelenameden (sözleşmeden, yani anayasadan) din maddesinin kaldırılmasına razı olan Türk milleti, millî maksatları arasından dini çıkararaknazarında kıymet ve ehemmiyeti kalmadığını kabul etmiş ve hükümeti de artık dinine hürmet ve riayet mecburiyetinden âzâde bırakmış oluyor. [Anayasadan “Devletin dini, din-i İslam’dır” maddesinin kaldırılması, buna razı olanlar nazarındadinin kıymet ve öneminin kalmaması demektir. Bu da, açıkça küfür ve İslam’dan dönmektir. Onların iman esasları, “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hususlardan ibarettir. Putları da vatandır. Din için kılları kıpırdamaz, “değiştirilemez” saydıkları putları içinse dünyayı ayağa kaldırırlar, bu uğurda “kan dökme” edebiyatı bile yaparlar. Hatta, örtülü ve gizli yollardan dökerler de.]

Demek ki Kanun-u Esasî’de (anayasada) mevzubahis olan devletin dini, hakikatte milletin dinidir. Ve onu yürürlükten kaldırmak, milletin dinini yürürlükten kaldırmaktır. [Yani millet buna razı olduğunda, dinini terk etmiş, kâfir olmuş demektir. Mecbur kalması durumu başka.]

Dini hakkında bu düşüşü kabul eden millet nasıl dinli kalabilir? … [Razı olduğunda kalamaz. Namaz da kılsa, oruç da tutsa, kalamaz.]

… Dinin dünyadan, bir başka tabirle, hükümet ve siyasetten ayrılmak meselesini çıkaranlar İslam dinine en kestirme yoldan suikast etmek istemişlerdir.

Müslümanlığın kuyusunu kazmak için düzenlenen Kemalist kaziyyesinin (iddiasının, önermesinin) en müthiş kısmını bu nokta teşkil ettiği halde bunuhaddizatında Müslümanlığa sığar bir şey gibi göstererek Müslümanların gözüne perde çeken gizli din düşmanları bizim aramıza girmiş, teker teker millet fertlerini dinsiz yapmak müşkil olacak ve uzun sürecek, belki de [müslümanların uyanmasına neden olup] dinsizler üzerine tehlike davet edecek olduğundan, böyle yapmaktan ise hükümeti dinsizleştirip “bundan halkın dinine zarar gelmez”dersek, sonra dinsiz hükümet de, milletin dininin icabına bakar demişlerdi.

Bu açık dönme dolabın anlaşılmayacak neresi var?

Dindar ahalinin başına dinsiz hükümeti niye dikiyorlar?

Böyle bir hükümeti hâlâ müslümanlık davasında bulunan millet kabul etse bile Müslümanlık kabul eder mi?

Yok, yok!…

İslam dini kendisini tanımayan hükümeti tanımak gaflet ve zilletinde bulunamaz… [Şu taksimin güzelliğine bakın; devlet, dini tanımayacak, fakat din açısından bu devlet, “son kale” olacak, uğrunda ölürsen şehit olacaksın. Böyle bir din istismarcısı hokkabazlık tarihte görülmemiştir.]

… Türkiye’de devletle dini ayıranlar, dine inanmadıklarından, düşmanlıklarından ayırdılar. Onlara bir diyeceğimiz yok. Fakat İslam dinine inanmakla beraber din ve devlet ayırımına İslam’ın müsaade edebileceğini sananların da, müslümanlığı hiç bilmediklerine hükmetmek lâzım gelir…

… Bir kere “devlet” ve “hükümet” tabirleri birbirinden farklı olarak “devlet”e halk dâhil olduğundan başka, farz ve takdir (varsayım) olarak mezkûr (anılan) Anayasa maddesindeki “devlet” ten “hükümet” mânâsı kastedilmiş olsa bile “millî hükümet”, “halk hükümeti”, “cumhuriyet hükümeti” adları bile, özellikle böyle millete izafe edilen bir hükümetinaçıktan dinsizliğini ve müslüman hükümeti olmadığını îlân etmesi üzerine de onu hâlâ kendisine hükümet ve metbu’ (tabi olunan makam) tanıyan ve onun din kanunları yerine kasten ikâme ettiği dinsiz kanunlara rızası ile itaat eden millet, teker teker kişiler itibariyle değil de toptan irtidat etmiş (İslam’dan dönmüş) olacağı gibi dindar millete dinsiz millî hükümet teşkil etmelerini tecvîz ve tavsiye eden (caiz ve meşru, mahzursuz birşey gören ve tavsiye eden) dışardaki tevilci (iyiye yoran) Müslümanların kendileri bile içerdeki milletle beraber dinden çıkmış olurlarki bunu kabul etmemek küfür inadı değilse, budalalığın en son derecesidir. [Basitleştirirsek, Şeyhülislam şunu anlatıyor: Devlete millet/halk da dahil olduğu için, “Devletin dini yoktur, dinler arasında tarafsızdır” demek, “Milletin dini yoktur, dinler arasında tarafsızdır, dinsizdir” demek olur. Eğer milleti devletten ayrı kabul edersek, bu defa da, “millî irade”den, cumhuriyetten /cumhura bağlılıktan, “millî / milleti temsil eden hükümet”ten, halk hükümetinden söz edildiği için, hükümetin İslam/müslüman hükümeti olmaması durumunda, halk şayet bu hükümeti “kendi hükümeti” kabul ederse, dinden dönmüş olur. Halkın böyle bir hükümeti kendi hükümeti kabul etmesinin dinen mahzurlu olmadığını ileri sürenler de aynı şekilde küfre düşerler. Mecbur kalmakla razı olmak farklı şeylerdir.] 

Milletin dini varmış da kendisi muzâf (bağlanmış) olmak üzere niye dinsiz hükümet teşkil etmiş?! [Dinini korumasının tek yolu, dinsiz hükümeti “razı olmadığı bir musibet” olarak görmesidir.]

Millî hükümet, milletin mümessili olduğuna nazaran dindar millet nasıl olur da kendisine dinsiz mümessil tayin ederek kendi namına ve kendi üzerine dinsizce icrâ-i ahkâm olunmasını (hükümlerin uygulanmasını) kabul eder?!

Bu açıktan açığa küfre rızâ değil midir?! [Küfre rıza, küfürdür.]

“Hükümetim benim üzerimde ahkâm-ı diniye ile hükmetmesin de başka ahkâm ve kanunlarla hükmetsin; ben üzerimde şeriatın, yani Allah ve Rasûlü’nün hâkim olmasını istemem” demek, ne demektir?

Mesele bu kadar açık olduğu halde her havaya uyan ve dinlerini kendilerine oyuncak yapan yalancı müslümanlar, zırva tevili tarzındaki sözlerle Kemalistlerin savunuculuğunu ve yalancı şahitliğini yapmakta devam ediyorlar.

KAYNAK:

Şeyhülislam Mustafa Sabri, Hilafet ve Kemalizm, sad. Sadık Albayrak, İstanbul: Araştırma Yayınları, 1992.

(http://belgelerlegercektarih.com/tag/hilafet-ve-kemalizm/)

(02.11.2017)

Kaynak:

https://tenbih.wordpress.com/2017/11/02/seyhulislam-mustafa-sabri-efendiye-gore-laik-bir-devletihukumeti-kabullenilebilecek-birsey-olarak-gormenin-itikadi-hukmu/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir