Bu tabirin, onu temsil eden şahıs ve makam hususiyetine izafetle tarafımızdan “cinayet” diye sıfatlandırdığı fecaat dolu devreler olmuştur. Bu devrelerde, Allah için değil de Allah düşmanlarını memnun etmek için fetvâ verenler, umumiyeti teşkil eder. Hususiyette ise, ya bu vebalin altında ezilip ne yapacaklarını bilmeyenler ve nihayet yüreği çatlayarak ölenler, yahut da böyle bir belâlı yükü, başlarına ne gelirse gelsin, omuzlamayı reddedenler, tek tük bile olsa, görülebilmiştir.
Umumiyet plânının menfi örnekleri arasında, Hasan Âli Yücel maarifine tam da denk, ismi tersinden mânalandırılmak üzere Şerefûddin Yaltkaya (1) numarayı tutar.
Mazlumlar kadrosu hususiyet plânına gelince orada yalnız iki şahsı görüyoruz:
Ahmed Hamdi Akseki ile Ömer Nasuhi Bilmen… Biri Mecliste bütçesini savunurken böyle bir makam temsilciliği ıstırabiyle kalbine yıldırım düşerek ölüyor; öbürü ise “Milli Birlik Komitesi”nin süngüsü altında davet edildiği halde buna “hayır!” diyebilecek kadar hamiyet gösterebiliyor.
Gerisi, temsil etmekle mükellef bulundukları ebedî hayat rejiminin ebedî kanunlarını, gözle görür ve elle tutulur bildikleri fâni dünyaya feda edici ve “Hesap Günü” derken Hesap Gününe inanmadıklarını gösterici seciyeler…
Bu seciyelerin (2) numaralı tipi de, şimdiki başkan…
Allah Resulünün mûbarek kıyafetlerinden esasî bir unsur olarak özene bezene doladığı sarığını, kokteyller, müsamereler, kongreler, konferanslar türlü devlet merasim ve toplantılarında kendince bir mânâ ile göstermelik haline getiren, endamını arzetmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan, sırasında eski şeyhülislâmların beyaz cübbe kılığına da bürünebilen ve böylece “İşte Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Reisi Böyle Olur!” demek isteyen bu yeni tip, şu bakımdan daha tehlikelisidir ki, gelip geçmişler arasında nihayet “matluba en muvafık” zat olduğunu ispat edebilme ve bu ispatını bazı devlet büyüklerine kabul ettirebilme yolundadır.
Onu, üzerinden tüten bütün mânalarla, tavır ve edasını çerçeveleyici bir (enstantane) olarak takdim ettiğimiz (1) numaralı fotoğrafta tahlil etmeye çalışınız!
50 kûsür yıllık cumhuriyetin “Allah’tan kork!” demeyi bile suç sayan ruh kurutucu iklimi karşısında “biz gerçek sesimizi cumhuriyet devrinde bulduk!” diyecek kadar Allaha isyan ve rejimine esaret halindeki bu kişi, bu defa da bir dergide okuduğumuza göre, kendisine defalarca sorulan “Şeriatçı mısınız?” sualine, “ben müslümanım” diye cevap vermiş güneşi benimseyip ışığını tanımamazlıktan gelircesine, şeytanı bile çatlatacak bir tavır takınmaktan geri kalmamıştır. Bu suretle, rejime, şeriatin müslümanlıktan ayrılabileceği gibi bir muhâle imkân veren bir marifet sahibi olarak görünmeyi becermeye kalkmıştır.
[ Merhûm Üstad Necib Fâzıl, Diyanet / Rapor 1, sh. 54-56, tab’ı: 15.02.1976 ]