Cemâatde Rahmet, Firkatde Azâb Vardır…
20 Aralık 2019
Ashâb-ı Kirâm’ın Dereceleri
17 Ocak 2020

İLMİYLE AMEL, MALINI İNFÂK VE LİSÂNINI MUHÂFAZA ETMEK

 

“Ne mutlu o kimseye ki, ilmi ile amel etmiş, malının fazlasını hayra sarfeylemiş, sözünün fazlasını da tutup beyhûde yere söz söylememiş bulunur.”

(Târîh-i Buhârî, Câmiu’s-Sağîr)

 

İzâh: En mes’ûd, en bahtiyâr o zâddır ki, rızâ-i ilâhîye muvâfık bir sûrette ilim tahsîl eder, sonra bu ilmin muktezâsına riâyet ederek güzel amellerde bulunur, kendi gâye-i hilkatine hizmet eyler, kendi ebedî istikbâlini te’mîne çalışır durur. Hakk Teâlâ Hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’inde: (ve mâ Halahtü’l-cinne..) buyuruyor. Demek ki, bizim yaradılışımızdaki hikmet, Cenâb-ı Hhakk’ı onu tevhîd ve takdîs etmek, onun emirleri dairesinde ibâdet ve taatte bulunmaktır. Çünki ondan başka Hâlık, ibâdet ve taate lâik bir zâd yoktur. Meleklere, insanlara, ay ve güneş gibi bir takım ecrama veya tabiat gibi müphem, bîşuur tapanlar, ebedîyen delâlete düşmüş, küfr ü tuğyân dalgaları arasında kalmış kimselerdir. Bu hadîs-i şerîf, bizim hattıhareketimizi pek mükemmel bir sûrette ta’yîn ediyor. Şöyle ki:

1 – İnsan, evvelâ bilgi sâhibi olmalıdır, nafi, lâzım ilimler ile kendi zâtını tezyîn etmeli, kendini cehâletten kurtarmalıdır. Fakat bu ilim amele mukârin olmamalıdır. Amelsiz olan bir ilim, sâhibine hakîki sûrette fâide vermez, belki onun mes’ûliyetini arttırır.

Hakîki bir âlime lâik olan şudur ki, kalbini marifetullâh ile aydınlatsın, rûhunu sahîh bir i’tikâd ile yükseltsin, hâlıkımızın mukaddes vücûdune delâlet eden şu mükevvenâtı dâimâ bir nazar-ı tafekkür ile temaşa etsin uhdesine teveccüh eden ubûdiyet vazîfelerini güzelce yapsın.

2 – İnsan, sonra nâil olduğu servetin, ni’metin kadrini bilmelidir. Servetinden güzelce istifâde etmelidir, servetinin fazlasını hak yolunda ibzâl edib fakirlerin, zayıfların imdâdına koşmalıdır.

Ma’lûm olduğu üzre bizim ilâhî vazîfelerimizin zübdesi, emr-i ilâhîye ta’zîm, mahlûk-ı hüdâya şefkatten ibârettir. Bu husûsta bütün Peygamberân-ı Zîşân’ın şerîatleri müttekîdir. Her Peygamber-i Âlişân kendi ümmetlerine bu muazzam hikmet düstûrunu ta’lîm buyurmuştur. Ne ulvî düstûr!.

Bir kere düşünelim, Allâhü Teâlâ’nın emrine ta’zîm eden bir kul, uhdesine düşen namâz, oruç gibi dînî vazîfelerini ifâya çalışmaz mı?. Allâhü Zülcelâl’in emrine ta’zîm eden bir kul, işret gibi, kumar gibi, sefâhât gibi gayrı meşru’ şeylerden kaçınmaz mı?.. Artık böyle bir kul, ubûdiyet şânına lâyık bir hayâta mâlik olmuş olmaz mı?.. Cenâb-ı Hakk’ın mahlûkâtına şefkat eden bir insan şüphe yok ki, herkesin hukûkuna riâyet eder, herkes hakkında, hayırhâh olur. Bahusûs kendi dîndaşlarının menfaatine çalışır. Muavenete muhtâc olanlara yardım eder durur. Böyle bir insan ise elbette içtimâî hey’etin pek kıymettâr bir cüz’i bulunmuş olur.

«Dersen olayım nâili ihsân-ı ilâhî»

«İhsânını kat’ eyleme mihnet zedelerden»

3 – İnsan daha sonra lisânına hâkim olmalıdır, dâimâ ağzından fâideli sözler çıkmalıdır, lüzûmsuz sözlerden ve bahusûs başkalarını müteessir edecek gayrı meşru’ lakırdılardan kaçınmalıdır. Bu sûretle hareket eden bir kimse, kendi selâmetine hizmet etmiş olur.

Velhâsıl: İlmiyle amel eden, mahlûkât-ı hüdâya şefkat ve merhamet göstererek fiilen, nakden yardımda bulunan ve kendi lisânına hâkim olub, onun bunun kalbini beyhûde yere kırmakdan kaçınan kimseler, takdîre şayândır. Ne mutlu onlara!..

[500 HADİSİ ŞERİF, ÖMER NASÛHİ BİLMEN, 226. Hadîs-i Şerîf, Sh;152,153]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir