(2) Eygi Ve Jammeh’in İslâm Cumbokrasisi!
22 Şubat 2017
Dünyadaki Politikalar Kıyâmet Alâmetidir!
7 Mart 2017

Cennetmekân Abdülhamîd Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-Ğufrân Hazretleri’nin torunu Kayıhan Osmanoğlu Beyefendi SİZ, “Pâyitaht Abdülhamîd” adlı

ŞEHZÂDEMİZ EFENDİMİZ HAZRETLERİNE MA’RÛZÂTIMIZDIR!

Tâhir MÂHİR

 

 

Cennetmekân Abdülhamîd Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-Ğufrân Hazretleri’nin torunu Kayıhan Osmanoğlu Beyefendi SİZ, “Pâyitaht Abdülhamîd” adlı diziyi beğenmemiş ve şekvânızı “Medya” denen çukur yer ile cihana ilân eylemişsiniz!

Haklısınız!

Bendeniz ise şekvâ etmedim, binbir noktasıyla dümdüz gidib bir güzel benzetdim Efendim!

“Ne ulan bu” dedim; “Böyle filimciliğin, böyle bilimciliğin ve böyle hinlikciliğin içine edeceksin” diye, ne dedimse dedim Efendim!. İyi yapmış mıyım?

Şurası şöyle burası böyle diye teferruata girmek abesdir; ve alçaklığı, onun alçaldığı noktadan ve ona bakarak kaleme almaksa hades… Bu filimcilik illeti, her tür ve şekliyle nihâî noktada ALLÂHSIZ’LIĞA çıkaran bir hatdır. Çünki bu sektörde tek şahsiyetiyle yaşamayı göze alan tek bir adam ve madam bulamazsınız!. İslâm ise her zaman ve mekânda BİR TEK ŞAHSİYYET-İ ŞER’İYYE sâhibi olarak yaşamayı en baş îmân şartı olarak vaz’eder Efendim!

Kayıhan Beyefendi, Şehzâdem Efendim Hazretleri!

“Değerli Dostlarım!” diye başlıyan tebliğinizle eğer, bu filmi uydurarak hakîkatın ırzına geçenlere hıtâb ediyorsanız, işte buna yüksek müsâadelerinizle  i’tirâzı basarız!

Cennetmekân Hazretlerini sinema diliyle “değersizleştirenleri”, hatta tahkîr edenleri, eğer “değerli” görüyorsanız, haddimizi aşmamak üzere en asgarî vuruşla sâdece “yandı gülüm keten helva” demekle iktifâ ederiz Nur-ı Aynım Efendim!

Size âid olacağında hâlâ çok büyük şübhelerimiz bulunan adı geçen beyanlarınızı aynen almama lütfen izin buyurunuz:

“Değerli Dostlarım!

Payitaht Abdülhamid dizisi maalesef beklentilerimizi karşılamaktan çok uzak düştü.

Emeği geçen herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış bundan şüphemiz yok, lakin ekipte Bülent İnal dışında bir ikinci “oyuncu” yok!

Tarihin hakikati saray entrikaları, kadınların ihtirasları, ikbal peşinde koşan paşalar değildir. Tarihin hakikatleri gerçeğince Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin kaderinde bu kadar mühim bir rol üstlenmiş bir devri anlamak ve anlatmak elbette ki kolay bir iş olmasa gerekir. Ancak istediğimiz tarihi derinlemesine bilen, sadece bilgi olarak değil, fikri ve kalbî olarak da o devrin koşullarına (kurbağacadan ârî şartlarına olmalı) vakıf olan bir ekibin bu işi üstlenmesiydi. Bu ağır sorumluluğu (kurbağacadan ârî mes’ûliyyet olmalıydı) reyting uğruna senaristlerin “hayallerine” değil tarihin “hakikatlerine” uygun olarak anlatabilecek tarihçilerimiz elbette ki vardır.

Tarihin hakikati saray entrikaları, kadınların ihtirasları, ikbal peşinde koşan paşalar değildir. Tarihin hakikatleri gerçeğince yazılırsa senaristlerin hayallerinin de ötesinde ilgi çekeceği muhakkaktır. Bizler reyting değil hakikat peşinde olmalıyız naçizane.

Son olarak şunu ilave etmek isterim TRT’nin büyük atam ERTUĞRUL Gazi’nin hayatını anlatırken gösterdiği hassasiyeti Sultan ABDÜLHAMİD Han’ın hayatını anlatırken de göstermesini beklerdim. DİRİLİŞ arefesinde TÜKENİŞ olması ağırıma gitti.

Beni bağışlayın. Bunları kendi nefsim için değil dedeme olan vicdan borcumdan dolayı dedim.

Çok mu DEDİM…

Selam ve dua ile vesselam..”

Şehzâdem Efendim Hazretleri!

Evvelâ isti’mâl buyurduğunuz kelimeler üzerinde de tevakkuf ede ede ilerlememiz icabederse, bâlâda zât-ı âlinize âid olduğu beyân edilen ifâdede  afv buyurunuz, hâşâ min huzûr, eylenti vezninde “beklenti” diye bir kurbağaca nazarımıza ilişdi. Bu “kurbağaca vıraklamanın”  Şehzâdemiz Efendimiz gibi bir OSMANLI’ya âid olamıyacağı kanaatindeyiz. Çünki Şehzâdemizin, bir OSMANLI sulbünden geldiği halde böyle ences kelimeleri ağzına veya kalemine aslâ almıyacağından eminiz Efendim… Şu “koşul ve sorumluluk” gibi kurbağacaların üzerinde ise, durmadan geçeceğiz!

Sâniyen:

Bu “dizi” denen şeyden “beklentiniz”, Şehzâdemiz Efendimizi inkisâr-ı hayâle uğratmış gibi görünüyor!

Nazar-ı âlîlerine arza müsâreat ederiz ki, “senaristlerin hayâlleri”, buyurduğunuz şeylere yani uydurmalara, evvelâ mensûbu bulunduğunuz Dîn-i Celîl-i İslâm ne kadar müsaade eder ve cevâz verir, bunun vuzûha kavuşturulması iktizâ eder…

Gâvurların gâvurluğun intişârı içün isti’mâl etdikleri bu sinema denilen silâh, acebâ müslümanların içinde peydahlanmış bir takım Batı beyinli “aydın, günaydın ve entel, dantel” etiketli naylon “ulus” içinde, pek makbûl eğlenceli şehevât vâsıtası olarak revac bulsa da, müslümanlık içün de meşrû’ bir silâh telâkkî edilebilir mi?

Son asır içinde bu “sinema veya dizi” denen iblis tuzağı oyun ile, Peygamberân-ı Izâm Aleyhimüsselâm Hazerâtına varıncaya kadar pek çok İslâm büyükleri, nice füsekâ ve küferâ takımları tarafından (temsîl edilmek) ve onları canlandırmak sûretiyle, seyr ü temâşâ edenlerin kuvve-i hayâliyyelerini yüzde yüz hakîkat dışına çıkararak iğfâl ve idlâl etdikleri ma’lûmunuzdur!..

Binâenaleyh, bu “sinema, dizi, tiyatro ve müsâre v.s” ile İslâm büyüklerinin mutlak tahrîf gören hayatlarını, ellerinde kadehler ve sâirelerle kerîh mekân ve kıyâfetler içinde, hürmet ve ihtirâmâtın zerresi bulunmayan manzaralar altında ve eğlencelik birer fırsat bilerek her cins insan ve maymunun seyr ü temâşâları, o büyüklere ihtirâm ve ta’zim ile nasıl kâbil-i te’lîf edilebilir?

Binâberîn, herşeyden evvel biz müslümanlar, bu mülevves manzaraların önüne geçmek üzere “iyi, kaliteli senarist ve oyuncu, dekor-rekor” mes’elelerinden yüzmilyon kere evleviyyetle, o büyüklerimizin hiçbir şekilde ve hiçbir kişi ile, sinema ve sahne mekânlarında “temsîl edilemiyeceği” disiplin, ciddiyyet ve hakîkatı üzerinde durmalı değil miyiz Efendim?

Kanaat-i âcizânemize göre asıl mes’ele bu olmalı değil midir?

 Aksi halde, büyüklerimize âid, şahsiyet, riyâset, hamâset, liyâkât, hâtırât, nezâfet, nezâket, şecâat ve hakîkat, mübtezel ideoloji, parti, rejim, sistem ve idârelerin tahrîf ve tağyirleri ile tamâmen örselenecek, yakılıb yıkılacakdır… Buna seyirci kalan bizler, sâdece  bu noktada bile ecdâdımıza yarın Ukbâ’da hesâb veremez ve yüzlerine bakamayız, sürünür gideriz!. Öyle değil mi Efendim?

Laik dembokratik cumbokrasinin sebeb-i vücûdunun, “Osmanlı Hılâfeti düşmanlığı” olduğu da düşünülürse, böyle bir vasatda, “Osmanlıyı hakîkatıyla yücelten bir film olduğu söylense”, buna inanmak mümkin midir?… Hangi cumhuriyetçi laik ve dembokrat kafalar, hatta “müslümanlık iddiasındaki” beyinler, Osmanlı ile alâkalı filim çevirsinler de, oradan, buyurduğunuz gibi “Osmanlı demek Saray entrikaları, zevk u safâ demekdir” netîce-i hâinânesi çıkmamış olsun!? Zira temeli “taklid” olan bu haçlı pisliği, zarûrî netîce olarak ve eşyânın tabiatı iktizâsı “tahrifâtı” ortaya koyacakdır; bundan âzâde kalması ise muhâl olacakdır…

Bugüne kadar çevrilen filimler içinde hiçbiri, târihdeki büyüklerimizi olduğu gibi “Osmanlıyı” da hakîkatıyla nazarlara takdîm edememişdir; çünki bu, insan tâkatinin dışındadır; bu muhaldir!. Tam tersine, onları, hakîkatlerinin dışına taşırarak tahrîf fezâhati işlemişlerdir… Mevzuun en can alıcı noktası da işte burasıdır Efendim!

Ecdâdımıza asgarî ihtirâmın ve balılığın ve onların aziz hâtırâlarını muhâfaza etmenin yolu, onları sinema ve sahne malzemesi olmakdan mutlak olarak kurtarmakdan geçer. Bu incelik ve hassâsiyeti ateist bir rejimden beklemek de mutlak olarak abesdir. O halde iş, üç kişi de olunsa, selefimizi, her kılığa girenlerin; ve Allâhsız’lığın “san’at” maskesi altında şeytanca gözboyadığı karanlıkların eline aslâ bırakmamakdır. Böylece milletin kuvve-i hayâliyyesini bu adı geçen gürûh istediği istikâmete çevirerek, ırzların pâyîmâl edilmesi kabilinden tasarrufuna alamamalı; kalb, zihin ve akıl melekeleri, âdînin de bayağısı, bir takım ne idüğü belirsiz mıntıkaların tahtı-ı hâkimiyyetine aslâ terk edilmemelidir! Bu terkedişi, millet-i İslâmiyye’nin müşriklere esâretini tasvib ve tasdîk derecesinde bir dinsizlik ve şerefsizlik bilmek mecbûriyyetimiz yok mudur?

Cennetmekân Abdülhamîd Hân Aleyhirrahmet-i Ve’l-Ğufrân Hazretleri’nin, Paris denen freng pâyitahtında sahneye konulmak istenen ve Büyükler Büyüğümüze sâdece temsil planında bile hakâretin bulunacağı mülâhazasıyla bu piyese mâni’ oluşları, işin şer’î vechesinde ne kadar  ciddî, hassas ve ince düşünmemiz icâbetdiğini de, bizlere şiddetle ders verib ihtâr etmekte değil midir?…

Şehzâdemiz Efendimiz Hazretleri’nin nazar-ı dikkatlerine, ihtirâmâtı-ı fâikamızın kabûlü istirhâmı ile arzedeceğimiz mes’ele-i îmâniyye, şimdilik bu kadardır Efendim…

 

 

(İntişârı: 06.03.2017)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir