Bir Chp Klasiği!
6 Şubat 2016
Ekselans! “Yılan” Mı Dediniz?..
24 Mart 2016

Memleket, Fetözede olalı her taraf yolgeçen hanı, gazetelerin içi dışı “câsus” kaynar oldu; ve Şarkî Anadolu’da da 34 yaşında İngiliz dişişi parlömanter

ADÂLET ALLÂH’IN EMRİ, YARGI ÂDİL OLAMAZ!

Mehemmed SAFFET

 

Memleket, Fetözede olalı her taraf yolgeçen hanı, gazetelerin içi dışı “câsus” kaynar oldu; ve Şarkî Anadolu’da da 34 yaşında İngiliz dişişi parlömanter kancıklara kadar herkes cirit ve PKK teşkîlâtlanması içün de kıçatar hâle geldi… Tabii bu rezâletlerin temelinde, dün bir bugün iki, “falan gazeteci hergelesi ile filan politik iblis vardır” demek, o kadar kolay değil… 108 senelik Allâh’sız rejimlerin gene Allâh’sız maarifi, adam değil, dağa çıkacak madam ve gazeteci olacak cüdam yetiştirmenin fidelikleri olarak işledi….

Neymiş, herifler T.C. aleyhine “casusluk” yapma “hâinliğine” soyununca, “laikler YARGISI”  bu ateist hergeleleri ( Türkçesiyle) tevkîf etmiş; afv buyrun kurbağacasıyla da tırmıklar gibi tutuklamış!. Üst ve tepe “yarıksal yargılar” da baypas edilerek Kayserevî Hacı Abdulla Fendi atamasyonlu “anayasa yargıçları” tarafından “el çabukluğu ma’rifet” denilerek, adı geçen “câsuslar” kodesden ferâha çıkarılmış!. Topçu Tavil Tayyib Paşa ve takımındaki cümle resmî ve gayr-i resmî taraftarlar “karâra uymuyorum-saygı duymuyorum” nakârâtıyla bâlâpervâzâne nâmeler sıkarken; karşı takım da Bremen Mızıkacıları gibi akapella koro hâlinde “uyacaksın-duyacaksın!” savt-ı hımârânesiyle ortalığı lâğım patlamışa çevirdiler!. Burunların direği de böylece Sûr, Silopi ve Cizre harâbelerine döndü; ve 108 yıllık “yarıksal yargının” ne tür bir şirk palavrası hatta efsânesi olduğu da, böylece bilmem kaçıncı kere dünyâ müşrikîn ve müşrikâtının gözüne ve bilmem nerelerine sokuluvermiş oldu!

“Uyar ve duyar” oldular mı?

Mühürlüler ne zaman adam olub madam ve cüdam olmakdan halâs olmuş?

Biz seyredeceğiz!

Çünki ipin ucu bizde değil; kimde olduğu ise bedâhaten ortada!. Biliniyor!

Bir kere “mahkeme, hâkim, muhâkeme, hüküm, adl, adliye v.s.” gibi mefhumlar tamâmen KUR’ÂNÎ’dir; bunlarla ancak İslâm hukûkunun ADL’e müteallık mefhumları ifâde edilebilir… Bunlarla, İslâm Hukûkunun dışındaki, inek sidiği içirerek Nirvana’ya kavuşturan HİND hukûkuna kadar arz yuvarlağındaki bir eksiksiz “YARIKSAL YARGI” sistemleri ifâde edilemez… Her, sargı ve kargı veznindeki “yargı dünyası”, eğer zerre kadar haysiyet, nâmus, şeref ve şahsiyeti varsa, kendisini, kendine âid mefhûmlarla ifâde etmelidir…

Demek istiyoruz ki, İslâm’ın olduğu yerde “HUKUK ve adl” vardır; olmadığı yerde adl’den zırnık kadar eser yokdur, bu muhâldir, mümteni’dir, müstahildir…

“Magâlâta ve kelime oyunları ile göz boyama” diyen iblis dölleri çıkabilicekdir muhakkak; ve fakat biz, kafa konforundan iblislik imbikliyen “çağdaş, laik, rakıdaş, fâizdaş, homodaş ve kâfirdaş iman ve fikir fâhişeleri” gibi aslâ oymak ve oynak olmadık ve olamayız… Her satır ve sözümüz, nihâî durakda Kelime-i Tevhid’e “yaslanmazsa”, kendimizi o kancıkdan bin beter kahpe biliriz…

ADL, bunun içini de kelime-i tevhîd dolduracak… Doldurmuyorsa, adı sonsuz kere de “ADL olsa, mahkeme, hâkim, hüküm, muhâkeme de olsa”, o, mücerred iblise “yaslanmış” bir ZULÜMDÜR o kadar… “Adliye Sarayı, bilmem ne köşkü” diye Fir’avn konaklarına kıç atdıracak kâşâneler ve gökdelenler ve bilmem ne belediye başkanı karılar gibi “rezidanslar” da dikilse, ortada sâdece zulümhâneler vardır… Adı “İstiklâl Mahkemeleri” olanlar, zulümhânelerden başka ne idi?. “Maznunların salben idâmına, şâhidlerin bil’âhara dinlenmelerine” diye kuduran “yarıksal yargıçların yargı mahallerine” hangi akıl kaçkını olmıyan “mahkeme” der!? Buralarda “muhâkeme” yapıldı; ve “hâkimlikle” alâkası olmıyan VAHŞET VAMPİRİ  “hâkimlerin hükmü ile adâlet” tecellî etdi der!?

Adı “Yassıada Yüksek Adâlet dîvânı” olan mahall-i mahsusda veya çukurda, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyen ve üç politik dembokratın salben iple başını koparan Başol’lu ve Egesel’li “yarıksal yargıya” kimin “mahkeme” demesi MÜMKİNDİR; ve buradan kelle ve vicdân terâzisi yamulmamış kim çıkar da, “BU ABD GÜDÜMLÜ KITÂLHÂNEDEKİ HÂKİMLERİN ADLİ ile HÜKÜM ÇIKDI” diyebilir!?

108 sene içün sâdece, “Yarıksal YARGININ yargıçları yargılayıb kargıladı!” denebilir!

“Mefhûmlar anarşisi” denen zulüm ve terör narkozlaması, bugün, T.C.’nin her iki tarafı içinde de aynen ve hız kesmeden devam ediyor!

Kelime-i Tevhîd’e müntehî olmıyan, O’na “yaslanmıyan”, O’nda fânî olmıyan muhâkemenin hâkimi hüküm verdiği zaman, bu, ADL ile hükmetmek olamaz; bu muhâldir, buna sadece zulüm denir… Aksi hâlde, ALLÂH AZZE abesle iştigâl etmiş; ve tenâkuza düşerek tezâda ve ACZE batmış olur!. Hâşâ ve Kellâ…

Anın çün yerli ve yabancı “yarıksal yargılı” ve İslâm nefretli gayr-i müslimlerimize, Müfessirlerimiz’in satırlarını vesîkalıyalım; ve kelime oyunlarından ne kadar nefret eder olduğumuzu, bir kere daha bu makâlemizle de isbatlıyalım!

Büyük Dâhî ve ALLÂME Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri Nahl Sûre-i Celîlesinin 90. Âyet-i Kerîmesi ile alâkalı buyurur:

“….adâlet nizâm-ı âlemdir. Ve amel ve tâatde mikdârı VÂCİB (akaiddeki vacib, fıkıhdaki değil) olan bir fazîlet-i ahlâkıyyedir. Şübhe yok ki her HAKK’ın BAŞI, HAKK TEÂLÂ’nın HAKKI olan Ulûhiyyet HUKÛKUDUR. Uluhiyyet hukûkunun BİRİNCİSİ  ise, VAHDÂNİYYETDİR. ÇÜNKİ ŞERÎK VE NAZÎRİ BULUNANIN, AKSÂ-YI TA’ZÎME İSTİHKÂKI OLAMAZ. BİNÂENALEYH ADLİN BAŞI, TEVHÎD-İ İLÂHDIR.”

“Müslümanım” dendi mi, Laik Dembokratik Cumbokrasi teslisinin “adliye sarayları” akla gelemez, bu muhaldir… Ne gelir?

 Şu:

 “Ortak ve benzeri bulunan beşer parlamentolarındaki insan kafalı mahlûkâtın yapdığı kânunların, son derece “saygı” görmesi ve onlara ta’zîm edilmesi mümkin değildir. Öyle ise ADÂLETİN (yarıksal yargının değil) BAŞI, Kelime-i Tevhîddeki mutlak hakikate bağlılık…”

Sarıklı politikacı GÖRMEZ ADAM, “Kur’an’da sünnîlik yok” diye diye inkâr “revizyon ve görevizyonlarına” devâm etsin dursun!. “Mezhebe olan mensûbiyetimizi, İslâm’a olan mensûbiyetimizin önüne geçirdiğimizde, en büyük fitneyle karşı karşıya kalırız” diyerek, şiaya yaranmak uğruna 15 asırlık sünnîliğe yani İSLÂMİYYET’e at mahmuzlasın dursun!. Lâfzı mensuh olan “Recm cezâsı” içün de, Sarıklı AKP politikacısı GÖRMEZ nâm adam “Kur’an’da yok” mu diyecek!?.

 Mütevâtir Sünnet ve Mütevâtir icmâ’ ile bildirilen ve “zarûrât-ı dîniyyemizden” bulunan binlerce hüküm ve haber içün de, bu mezheb denen “USÛL” münkiri adam:

 “Bunların hiçbiri Kur’anda yok!. Bunlar, İslâm’a olan mensûbiyyetimizin önüne geçirdiğimiz en büyük fitnelerdir!”

 Mi diyecek?. Böylece de “İslâmiyyet’i ortadan kaldırmanın Lozan fedâîliğini” mi göze alacakdır?. Müctehid İmamların milyonlara varan ictihadları içün de hâkezâ… Luter’in yapdığı gibi, Hristiyanlık’da sâdece “Mukaddes Kitablara” dayanan; ve bunu da istediği lisanla ve istediği ma’nâ tezgâhlarından geçirerek tatbîk eden bir proje mi dayatılmak isteniyor? Nasrâniyyet’den kopyalama veya kolonlama yepyeni  beşerî bir dîn (religion) mu uydurmak projesi ile karşı karşıyayız?

 Bu ne azman haddi-hududu aşmak; ve ruh ihtilâcıdır?.

İslâm Târîhinde böylesine, Sünnet, İcmâ ve müctehid ictihadlarını “FİTNE” diyerek reddeden bir edille-i şer’iyye düşmanına bugüne kadar hiç rastlanmış mıdır?. AKP iktidârının “revizyonist din anlayışı” MUKADDES edille-i şer’iyyemize “en büyük FİTNE” demekden ibâretse, 15 asırlık müslimîn ve müslimâtın âh u enîni; ve bütün Peygamberlerin, (enbiyâ), evliyâ, ulemâ, sulehâ, şühedâ, ümerâ, vükelâ, vüzerâ ve nücebânın şekvâ, buğz ve adâveti, millet-i İslâmiyye’ye bunca bühtanlarda bulunanları ne hâllere sokmıya vesîle olur, tasavvur edilsin!?

Yazıklar olsun!

15 asırdır milyonlarca değil, milyarlarca müslimîn ve müslimât, “Biz ehl-i Sünnetiz” veya “Mâtürîdiyiz, Eş’arîyiz, Hanefîyiz, Mâlikîyiz, Şâfiiyiz, Hanbelîyiz” dedikleri zaman; İslâmiyyet’e giden ve mutlaka Kur’an istikâmetinde vücûd bulan “USÛLLERİ” temel ittihâz etdiği vakit, “Mezhebe olan mensûbiyyetlerini İslâm’a olan mensûsiyyetlerinin önüne geçirerek, en büyük FİTNE ile” mi Dîn-i Celîl-i İslâm’ın kökünü kurutmuşlardır?.

Fitnenin en azılı ve cüzzamlısı, 15 asırdır pırlanta işlercesine işlenen ve Ashâb devrinden beri ümmetin mutlaka ittifâkına mazhar olan bu “usûl” hakîkat ve kabûlüne, “en büyük fitne” iftirâsı savurmak; ve bunu da, dünyanın ve 15 asırlık müslüman milletin gözünün içine, zerre kadar utanmadan baka baka irtikâb etmekdir…

 İslâm Târihinde, Âdem Aleyhisselâm’dan beri gelen enbiyâ, evliyâ, ulemâ ve şühedâ ile müslimîn ve müslimâta, bundan daha büyük bühtan, iftirâ ve hakâret eden bir adam, madam veya cüdama rastlanmış mıdır?

Bu ne korkunç ve Allâh’dan korkmadan irtikâb edilen bir sapıtmadır?

İslâm’a olan mensûbiyyetin asıl kökünü kurutmak istiyenler, mücerred “Kur’an ve İslâm” diyerek, bunların gönderdiği sünnet, icmâ’ ve kıyâs-ı fukahâyı imhâ ve iptâl ederek, Allâh’ın Dînini içden yıkmak istiyen, sarık ve cübbeli politikacı ve iki yüzlü adamlardır…

 15 asırlık selef ulemâsının yapdığı gibi, Büyük Dâhî ve Allâme Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri de, o MUHALLED Tefsîrinin pek çok yerinde: “BİZ HANEFÎLERE, BİZ EHL-İ SÜNNETE GÖRE” derken, acebâ günümüzde gelecek bir takım “aslını inkâr edecek sarıklı politikacı Luterleri” keşfen ve kerâmeten bildi de mi böyle yazdı, Allâhu a’lem…

Evet, sadede şürû’ etdikde:

 Müfessir Merhûm’un buyurduğu gibi: “ADÂLETİN BAŞI, MÜSLÜMAN ÎMÂN VE KAFASINDA, KELİME-İ TEVHÎDDEKİ MUTLAK HAKÎKATE BAĞLILIK…”

Bugün, “Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum, benim yapacağım sessiz kalmak!” diyen böyyükbaşlar, bir de “görmüyorum” deseydi, üç (may..nları) biraz daha iyi oynamış olurlardı!..

Müslüman olan ise, Âdem Aleyhisselam’ın neslinden ve Son Peygamber Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın izi ve îmânından geldiğinden, sağır, dilsiz ve kör olamaz; ve mücerred HAKKI YAZAR ve HAKKI KONUŞUR… Hiçbir arz mahlûkunun da keyfi ve hevâsını kâle almadan, Allâh irâde ve hâkimiyyetine ters gördüğü yerde, yiğitçe topuna da en güzel (has..ri) çeker, o kadar… Bir müslümanı bin kere de olsa birinci derecede “Âllâh irâde ve hâkimiyyetine” olan îmânı, her zaman ve mekânda alâkadâr etmiyorsa, bizim ona, Eygi gibi “sosyolojik müslüman” deme sapıklığımız olamaz!. Bu gibilere tevhîd ve teslîmi, îmân ve İslâm’ı ŞART görürüz… Adı geçen gibi “İslâm zâten laik bir sistemdir” diyenlerin kafa ve gönüllerindeki yamukluk ve ucûbeliği hidâyete çevirmek de, bizleri çok aşar… (Bk:13. Ağustos. 2003, Milligaz)

“ADÂLETİN BAŞI” ne imiş, bunu bir de, Cumbokrasinin bidâyetinde “Şer’iyye ve Evkâf Vekîli” olarak istihdâm edilen; 1924’de ise, Abdülmecid’in oyuncak ve “şeytanı güldüren Hılâfetinin” lağvedilmesiyle beraber ortadan kaldırılan “Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti’nin” vekîli, Konyalı Muhammed Vehbî Merhûm’un tefsîrinde; yani, o diyeceklerini dedikden sonra, artık “diyemez hâle getirilen”; ve tası tarağı toplıyarak gitmek mecbûriyyetinde bırakılan; ve arkasından da dönemin başı tarafından “Şu meclisden, geldiği gibi giden bir tek bu adamı gördüm!” dediği adam, Merhûm Muhammed Vehbî Efendi Hazretlerinin aynı âyet-i Kerîmenin tefsîrinde görelim:

“ADÂLET, KELİME-İ TEVHÎD’İN MAZMÛNUNDA (ma’nâsında, muhtevâsında, şümûlünde) DÂHİL OLDUĞUNDAN, ADÂLETLE EMİR, KELİME-İ TEVHİDLE EMRİ MUTAZAMMINDIR.” (Hulâsatü’l-Beyân Fî Tefsîri’l-Kur’ân, c.8, s. 399, Şehzâdebaşı Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası 1340-42)

Artık T.C.’deki (yarıksal yargının) “müslüman idrâk ve müfekkiresinde” ne olduğu ve ne olmadığı; ve mutlak “adâlet” ile kaç sonsuzda bir zerrelik akrabalığı bulunduğu, mutlaka anlaşılmış olmalıdır!

“Uymuyorum-Duymuyorum” diyen takımlarla; “Uyacaksın-Duyacaksın” diye anıran takımların Ankara stadyumlarındaki (yarıksal yargı) maçını, bakalım hangi baldırı çıplak klüp kazanacak!?

Hepsi de, Allâh’sızlığın, Kelime-i Tevhid’sizliğin netîcesi… 

(İntişârı: 03.03.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir