Şevket Eygi Bey Tenâkuza Düşmeden Yazmalıdır…
20 Haziran 2011
(2) Şevket Eygi Bey’e Tecdîd-i Îmân Mı Lâzım?
28 Temmuz 2011

Şevket Eygi Bey, (24.7.2011) de kaleme aldığı “Din elden gidiyor mu, gitdi mi” serlevhalı fıkrasında diyor ki: “-DİN elden gidiyor mu, yoksa gitti

ŞEVKET EYGİ BEY’E TECDÎD-İ ÎMÂN MI LÂZIM?

(1)

Mehemmed SAFFET

Şevket Eygi Bey, (24.7.2011) de kaleme aldığı “Din elden gidiyor mu, gitdi mi” serlevhalı fıkrasında diyor ki:

“-DİN elden gidiyor mu, yoksa gitti mi?.. İşte cevap bekleyen çetin soru…

Din ve Şeriat elden gitti ama ism ve resm olarak bir şeyler kaldı.

Milyonlarca Müslüman bu durumun farkında değil.

Şöyle diyenler var:

Her yer cami ve minare dolu, günde beş kez. Yakındaki binaların camlarını zangırdatarak yüksek sesle Ezanlar okunuyor. Bu da gösteriyor ki, din yerli yerinde duruyor…

Böyle söyleyenler ikiye ayrılır:

İyi niyetli saflar ve cahiller.

Müslümanları uyutmak isteyen hin oğlu hinler.”

Bu “hinoğlu hinleri!” Şevket Bey yazamaz. Biz yazalım: Merhûm Necib Fazıl Bey Üstâdımızın “Denaat İşleri!” buyurduğu ve 1924’den beri Allâh’ın dinini tahrîf eden DİB denen yer… Arkadaşımızın böyle bir yerden ara sıra “Diyanet bu işe el atmalı ve düzeltmeli!” gibilerde istimdâdda ve beyanlarda bulunuşu, cidden üzücü. Çünki bu tenâkuz oluyor!

İkincisi de, ateist, cumhuriyetçi ve kemalist Prof mümtaz Soysal evvelki sene televizyonda Hollandalı Lagendikj ile kapışmış ve Hollanda’lı adam din hürriyetini müdafaa ederken, kamalist adamsa laiklik diye yırtınıyordu. Ancak büyük bir hakîkatı itirafdan da kendini alamadı ve noktasına kadar aynen şöyle dedi:

“-Diyanet İşleri Başkanlığı, dînin, cumhuriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur!”

Şevket Bey bunu hiç unutmamalı ve Merhum Üstad Necib Fazıl Bey’in “Denaat!” dediği yerin nasıl bir “hinoğlu hin!” başı olduğunu açıkça yazmalıdır… Dembokraside, artık korkunun ecele fâidesi de kalmadı! Nasıl olsa can emniyeti yok! Öyle ise yaşadığımız her gün, hakkı söyleyip yazabiliyorsak büyük bir kâr!

Adamları isim isim ortaya koymazsak, yarın, yazdıklarımız silinip gidecek ve o “hinoğlu hinler” de bilinmediklerinden, zehirlerini kusmaya devam edeceklerdir. Büyük Akâid İmâmı Şeyhülislam Merhum Mustafa Sabri Efendi Hazretleri hep isim vererek muârızlarını sahneye sürmüşdür ki, millet-i merhûme zehir kusanları bilsin ve tanısın, onların şerrinden emin olsun istemişlerdir.

Allâh, Peygamber, Kitab, Şerîat ve Vahy düşmanları bu mukaddeslerimize olmadık hakâretleri veya yahudi tıynetliler de en sulandırıcı ve kalleş tahrifleri revâ görecekler, ehl-i sünnet muhâmiliğine soyunanlarsa ödlekçe sütre arkasından karavana atışlarla bunlara karşı, gûyâ müdâfaa hattı teşkîl edecekler! Gülünç…

“Evet ülke sathında on binlerce cami ve minare var ama vakit namazlarında, bilhassa sabah namazı vaktinde camilerde çok az cemaat var.

İyi de, arkasında namaz kıldığımız zaman, “şer’an imamlık şartlarını hâiz bir imamın arkasında namaz kıldım!” diyebileceğimiz birilerini biliyorsanız, verin isim listelerini de arkalarında iktidâ edelim!

Bir kere ve en başda sizin tabirinizle “hinoğlu hin!”leri metbu’ tanıyan adamlara “şer’an imam!” denileceğine dâir, evvelâ icâzetli bir Osmanlı âliminden fetvâ alacağız! Meselâ Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Merhumdan! “O İrtihâl-i dâr-ı bekâ eyledi!” diyemeyiz, çünki satırları elimizde… “Diyanet, İslâmiyyet’in tarafında değil, düşmanlarımızın safındadır!” diyen, merhûmun bizzat kendisidir ve satırları da elimizdedir… (Bakınız, 15 Receb 1346, Yarın Gazetesi)

Büyük Mürşid Ali haydar Efendi Merhumun da hangi caminin şimal kapısından girip, ortalığı şöyle bir süzdükden sonra: “Secdeli kâfirler!” buyurduğunu, gidip, talebesi bir hocaefendiden bizzat dinleyebilirsiniz!

Namaz, beni, imam denen adamların  metbu’ tanıdıkları kelleler silsilesi ile, Allâh Azzeye mi çıkaracak, yoksa Çankaya’ya, oradan da Anıt Kubûr’a mı? (Anıt Kubûr’a, “anıt kabir” demek büyük cehâletdir. Zirâ orada bir tek değil, birden ziyâde kabir vardır (Gürsel-İnönü v.s.) ve kabir kelimesinin cem’i kubûrdur!)

“Camiye git!” derken, bunları iyi düşünüp “hinoğlu hinlere!” milleti bağlamanın âlemi nedir deyû düşünmek şartdır!? Milleti, kendisini bu uyuşmuş hâle getiren “hinoğlu hinler!”in önüne atıp, sonra da “din elden gitdi!” demek ne oluyor? Kurdun çobanlığına sürüyü teslim et, sonra da, yâhu sürü hergün eksiliyor diye ağla dur!

Vemine’l-garâib…

“-Müslüman halkın yüzde 90’ı namazı bırakmış.

Kılan yüzde 10’un kaçı camiye gidip cemaatle namaz kılıyor?

Din elden gitmiş!Gitmiş de Müslümanlar işin farkında değil.”

Derdimizi anlatamıyoruz! O zaman biz de başka frekansdan yazarız! Nerde gitmiş?. Fitne çıkarmayınız lütfen… Herşey yerli yerinde, din bütün her şeyiyle yerinde! Kitab okumuyor ve dünyanın kaç bucak olduğunu yıllardır öğrenemiyorsunuz gitdi! Sâdece dinin %2 kadarcığı belki yaşanamıyor!. Ne olmuş yani, o kadarcığı da olmayıversin, Kıyâmet mi kopar!.

Demirel bile “236 âyet devlet ve laiklikle alâkalı, size 6400 küsur âyet kalıyor bu kadarı neyinize yetmiyor!” dememiş miydi?. Siz de bu Demirel içün “Demirel Müslümandır!” deyû bir yazı kaleme almışdınız! Geçmiş günler… Belki o yazınız içün tevbe-i nasûh ile tevbe de etdiniz muhaqqaq…

15 asrın ulemâsı “İslâm tecezzî kabul etmeyen bir bütündür!” demişse, ne olmuş yani? Onlar Kur’anı zaten iyi anlayamamışlar!. Bugün Global bir dünyada “Hoşgörü-diyalog” religionu geçiyor! Siz hiç Okyanus Ötesi hocaları ve müceddidleri hatta müctehidleri kaale almaz ve o muazzam ictihadlara yabanî kalırsanız, daha çooook geriden nal toplarsınız!. Bakınız asrın müceddidi ve hatta müctehidi Büyük İmam, Okyanus ötesinden neler ve ne hikmetli sözler sarfediyor, ömrünüzü boşa geçirmeyiniz ve o zâtın kitablarını gece gündüz hatmediniz!

Okumazsanız, şu satırlardan da aslâ haberiniz olmaz:

“-Dünya Dinleri Parlamentosu (DDP) yüzyılımızın en büyük ve son toplantısını 1-8 aralık 1999 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyetinin Cape Tawn şehrinde yapdı. Bilindiği gibi (DDP) ilk toplantısını 1893 yılında Chicago’da yapmışdı. İkincisini ise tam 100 yıl sonra 1993 yılında yine Chicago’da yapdı. Bu toplantıya çeşitli din ve inançdan 8000 civarında kişi katılmış ve “Global Dünya Ahlâkı Beyannâmesini kabûl etmişdi.” (Küresel Barışa Doğru, 2002, s:118) 

Hani Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm “Güzel ahlâkı tamamlamak üzere!” gelmişdi… Okyanus Ötesi işine geldiği yerde hem bu hadisi diline dolar, hem de, kabukluların “Global Dünyâ Ahlâkı Beyannâmelerine!” bulanır! Zaten her cümlesi çifte standart…

Bu son toplantıda üç kişi çok meşhurdur ki bunları herkes tanıyor. Bunlar da Mandela, Tibetli rahip Dalai Lama ve Okyanus Ötesindeki ABD eyaleti Pensilvanya’da mukîm “Hoşgörü Cihâdının” Başbuğu!..

Başbuğ şöyle der:

“-Hiçbir şeye karşı cihad ilan edilmese de, mümkünse hoşgörü için cihad ilân edilmeli.” (Global Hoşgörü, Nevval Sevindi, 2002, s:90)

“Küresel Barışa Doğru-3” nam Kitabdan Mandela’yı okuyalım:

“-….21. yüzyılın, çatışmaların değil de barışın egemen olması gereken bir yüzyıl olması için, dinlere ve dindar insanlara çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bu bağlamda bu PARLAMENTONUN anlamı daha da büyümektedir.” (s. 118)

Dalai Lama ise, “dinler ve medeniyetler arası diyaloğun önemini vurguladı.” (s. 119)

Hastalığı sebebi ile toplantıya katılamayan “Okyanus Ötesi Hoşgörü Cihadı Başbuğu” Böyük zât ise, toplantıya “bir tebrik ve selamlama mesajı ve 2 adet tebliğ göndermişdi.” (s. 119) 

Başbuğ’un bu tebliğinden okuyalım:

“-Öyle inanıyor ve ümid ediyorum ki, yeni milenyum, Batı’daki gibi korkulduğunun aksine, EN AZINDAN ÖNCEKİ ASIRLARDAN DAHA MUTLU, DAHA ÂDİL VE DAHA MERHAMETLİ BİR DÜNYA VA’D ETMEKTEDİR. EVET AYNI KÖKDEN GELDİKLERİ, AYNI TEMEL ESASLARA SAHİB BULUNDUKLARI, AYNI KAYNAKDAN BESLENDİKLERİ HALDE, ASIRLARCA RAKÎB DİNLER OLARAK YAŞAMIŞ BULUNAN İSLÂM, HIRİSTİYANLIK VE MUSEVİLİK ARASINDA BAŞLAYAN, HATTA ESKİ HİND VE ÇİN DİNLERİNİ DE İÇİNE ALACAK ŞEKİLDE GELİŞEN DİYALOG TEŞEBBÜSLERİNİN OLUMLU NETİCELER VERDİĞİ MÜŞAHEDE OLUNMAKTADIR. Yukarıda bir nebze temas edildiği gibi global bir köy halini alan DÜNYAMIZDA BU DİYALOG, MECBURÎ BİR SÜREÇ OLARAK GELİŞECEK VE SÖZÜ EDİLEN BÜYÜK DİN MENSUPLARI, MUTLAKA BİRİBİRLERİYLE YAKINLAŞMA VE YARDIMLAŞMA YOLLARINI BULACAKDIR.”(S. 122)

Evet hiçbir istisnâ yapılmadan “önceki asırlardan daha mutlu, daha âdil ve daha merhametli (!) bir dünyaya”, hem de asr-ı seâdet de dâhil 15 asırlık İslâm târihinin, üzeri çizilmekden bin beter suratına bevledercesine bir levmedişle, işte bunlar yazılabiliyor…

15 asırdır İslâmiyyet gibi Mutlak bir hakîkatın hakîr gördüğü her nesneye ta’zîm ederek, “daha mutlu, daha âdil ve daha merhametli bir dünya kuracaksın!.” Kâinâtın Fahri Aleyhisselam’ın, Ashâb-ı güzîn’in, tâbiin, tebe-i tâbiîn, müctehîdîn ve etbâının ve binlerce âdil sultan, kumandan, velî, müceddîd, fakîh, mütekellim, müfessir, muhaddis ve mutasavvifin âciz kaldığı (hâşâ ve kellâ) bu işi, bu cenâbet herifler ve müşriklerle kafa kafaya verip halvet olarak becereceksin!.

Bu, resmen ve alenen bütün dünyaya, İslâmiyyet gibi Mutlak bir DÎNİN, sulh, sükûn, seâdet, adâlet ve merhamet getirme hakîkatının mutlak bir inkârı ve bu mutlak DÎNİN acziyyet ve tek başına işe yaramazlığının da en münkir ve azılı noktadan höykürülüşüdür… Bunda zerre kadar şübhe etmek bile, aynı denâete rızâyı ortaya koyar; ve aynı inkârın tescilinden başka hiçbir delâlete de aslâ sâhib olamaz…

Kalbinde zerre kadar “îmân öfkesi” kalıp da bu işde redd, nefy ve aksül’amelini ortaya koyamayan her “ehl-i sünnet vel’-cemaat müslümanıyım!” diyen kalem sâhiblerine de, “eşşekliği kabul etmişliğin!” i’tirâfından başka hiçbir keyfiyet yakıştırılamaz!. Parti-pırtı ve geberiş hiçliğinden başka bir halta yaramayan şia şia oluş, fırka fırka, grup grup, cemâdât cemâdât oluş taassubundan kurtulamayan; ve “ben değil de yanımdaki adım atarsa ben de atarım!” hiçliğine ve özrüne kendini mahkûm eden adamların topu da, bu iblis dünyâsından da bin beter sahtekâr ve ödlek herifler dünyâsıdır…

Allâh Azze ve Celle’nin Mutlak, Mukaddes ve Muazzez DÎNİNDEN daha kıymetli varlığı olan hiçbir gizli müşriğe de, sözümüz yokdur ve olamaz…

Siz, evet Şevket Eygi Bey, “din elden gitdi!” diyorsunuz, çok yanlış! Lütfen kitab okuyunuz, hem de çoook okuyunuz, meselâ Okyanus Ötesi Böyyük Zâtın satırlarını ta’lîm bâbında beraber biraz okuyalım:

“-Karşılıklı yakınlaşmayı daha da artdırmak için (papaya) müşterek projeler sundum. Bu cümleden olarak, mesela Harran’da bütün büyük dinlerin, bilhassa İBRAHİMİ DİNLER OLAN İSLAM, HIRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİĞİN okutulacağı bir üniversite kurulsun teklifini yapdık. Bunların hepsini çok güzel karşıladılar. Ayrıca faydalı olabileceğimiz mevzularda yardımcı olabileceğimizi, mesela Filistin’e gitmek isterlerse, birlikde Kudüs seyyahati yapabileceğimizi iletdik. BU MÜLAHAZALARIMI KONSÜLDE DE İFÂDE ETDİM. Bunlar medyada yer aldı.” (Küresel Barışa Doğru 3, 2002, s:97)

Papalık Konsülüne kadar gir ve ifâde et!

Oraya bir müslümanı geberse almazlar… İşte i’tirâf diye buna derler veya şecaat arzetmek!

Asıl, “Din elden gitdi mi gitmedi mi?” noktasına, aynı Okyanus Ötesindeki zâtın satırlarından okuyarak gelelim:

“-Müslümanlığın %98i, ferdin ve âilenin hayatını, toplumun uyabileceği temel ahlakî ve manevî değerleri ihtiva eder. Sadece %2’si devlet işleri ile alâkalıdır. Yüzde 98’i görmezlikden gelerek, buna İslâm demeden, siyâsetin ön planda olduğu bir zamanda, mevcut şartların etkisiyle, biraz da kasıtlı olarak %2’yi Müslümanlık olarak takdim etmek, hem yanlış, hem de %98’ze karşı saygısızlıkdır. Türkiye’de herkes o %98’i yaşayabilir. Yüzde 2’si idareye bakıyorsa, inanmış idâreciler de bu konuda nasıl davranmak gerekiyorsa öyle davranırlar. Yüzde 98 ki, bunun içinde Allâh’a iman, haşre iman, kitablara iman, peygamberlere iman, meleklere iman, gibi iman esasları; namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hacca gitmek gibi İslâm’ın şartları, sonra bütün ahlâkî kaideler girer ve bu ülkede bunların hepsi yapılıyor. Hatta bunun içinde DİĞER DİNLERLE MÜŞTEREK OLDUĞUMUZ PEK ÇOK MESELE DE VAR. Bunları her ferd veya âile tek başına yaşayabilir ve buna kimse de bir şey demez. Ama kalan %2’lik kısım, daha çok idâreyi alâkadâr ediyor. İslâm’ı biraz siyâsî bir sistem gibi algılayanlara bakarak, %98’i bırakıp %2’yi İslâm olarak sunmak, ve sonra siyasî İslâm’dan bahsetmek, İslâm gerçeğine ters düşüyor……… insanlara saygılı olmak, misafire ikramda bulunmak, o kadar ki, Peygamber Efendimizin buyurdukları üzere, bir mümin kardeşimin yüzüne tebessümle bakmak, hatta bir kuyudan su çekip onu susamış bir insana veya hayvana vermek ya da yardım olarak yanındaki insanın kovasına boşaltmak, yollardan yolculara eza veren şeyleri kaldırmak… Bütün bunlar Şeriat’ın, Din’in gerekleridir. BUNLARIN BÜTÜNÜNÜ BU ÜLKEDE YAŞIYORUZ. Bunları bir ibadet neşvesi içinde yapıyoruz, Dinin emirlerini yerine getirdiğimiz şuuru ve neşvesi içinde yapıyoruz. DİNİN ASIL GÖRÜLMESİ VE GÖSTERİLMESİ GEREKEN YANLARI BUNLARDIR.”

Papa “cenablarının” dîni de böyle değil mi?

O zaman, “papalık misyonunun bir parçasıyım!” diyen herkesin de öyle bir dînin misyoneri olmasından daha tabii ne olabilir?

Şevket Bey de, İslâm’ın %98’inin yaşandığı bir ülkede “Din elden gitmiş!” diyerek, dinin %98’ine hatta %100’üne bu kadar “büyük saygısızlıklar” içine düşüyor! Sanki Şevket Bey’in elinde suyun sertliğini ölçen çok hassas bir ölçü âleti gibi bir âlet var da, o âlet, dinin mevadd-ı ecnebiyyesini ölçüp gittiğini ve bitdiğini gösteriyor!.

Bu noktada Şevket Bey insâfa gelmeli ve âcilen ve tevbe kapuları kapanmadan tevbe etmelidir! Gelecek yazımızdaki fetvâ mu’cebince “din düşmanlığından!” tecdîd-i îmân zorunda bile kalacakdır!

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 26.07.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir