Müfessir merhum Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin muhalled tefsirinin 2. cildinden iktibâs edilmişdir:
Sure-i Nisâ 59. Âyet-i Kerîme,
Meâlen:
“- Ey o bütün îmân edenler, Allah’a itâat edin, Peygambere de itâat edin, SİZDEN olan ulü’l-emre de… sonra birşeyde nizâa düşdünüz mü, hemen onu Allah’a ve Rasûlüne arzediniz: Allah’a ve ahiret gününe gerçekden inanır mü’minlerseniz… o, hem hayırlı, hem de netice itibâriyle daha güzeldir.” (s.1374)
Tefsîrinden:
“- …âmirin hılâf-ı kânun emri, me’mûru mes’ûliyyetden kurtarmaz…. Mü’minlerin HER NEREDE BULUNURLARSA BULUNSUNLAR, Allâh’a ve Rasûlüne karşı ma’siyetden ictinâb ve aynı zamanda KENDİLERİNDEN olan ulü’l-emre itâat etmeleri ve tâğûtlara boyun eymemeleri lüzûmunu anlamak lâzım gelir…. Binâenaleyh, ey mü’minler, gerek sûret-i umûmiyyede birbirinizle ve gerek ulü’l-emr ile beyninizde, gerek ulü’l-emr olanlar arasında herhangi bir şeyde nizâ’ ederseniz, onu, Allâh’a ve Rasûlüne redd ü ircâ’ ediniz. Yani, mücerred kendi keyf ü arzunuzla halle kalkışmayınız, müsâdemelere düşmeyiniz, başkalarına da gitmeyiniz. Evvela Allâh’ı, sâniyen Rasûlullâh’ı kendinize merci’ biliniz. Bu hükme ve bu mahkemeye mürâcaat ediniz. Aranızda yegâne hakem ve hâkim, Allâh ve Peygamberi tanıyınız. Muhtelif hükümlerinizi ve fikirlerinizi, Allâh’ın âyâtına ve Rasûlullâh’ın beyânâtına tatbîk ve tevfîk ederek tevhid ediniz ki, Allâh’a mürâcaat, îmânı, tevhid de ihlas ile âyâtullâhı taharrî ve tedkîk, Rasûlüne mürâcaat da, zamânında kendisine ve ba’dehû, sünnetine ve hulefâsına arz-ı keyfiyet ile olur…. Demek ki İslâm’da dört nevi’ ahkâm vardır. Kitab’da mansûs, Sünnetde mansûs, ulü’l-emrin ittifâkı ile mücmeu’n-aleyh ve kıyâs-ı sahih ile müstenbat ahkâm… Maamâfih bu dördüncüsü ile ihtilâf azaltılabilirse de, tamamen tevhid olunamaz. Bunda nizâ edildiği zaman da, ulü’l-emrin şûrâsına ve nihâyet imâmın emrine mürâcaat olunur ki, bu da, (atîullâhe ve atîu’r-rasûle ve uli’l-emri minküm) emri mu’cebince emr-i ilâhîye mürâcaatdır…. Bu emirleri tesbitden sonra, evvel emirde, ADLÎ ve TEŞRİÎ esaslar üzerinde cereyân-ı itâati te’mîn ve mü’minlerin adl ile hükme me’mûr iken, hılâf-ı adl ü hakk hükme tâlip olmamaları ve muhakeme mesâilinde tuğyânkâr bir vaz’ıyyet almamaları ve tâğutlar mahkemesine mürâcaat etmemeleri lüzûmu telkîn ve mü’min nâmı altında Peygambere itâatden hoşlanmayan ve onun hükmüne râzı olmayıp BAŞKA MAHKEMELERE mürâcaat edenlerin MÜNÂFIK olduğunu tefhîm ve binnetîce Rasûlullâh’a itâati tahkîm için, nazar-ı dikkati celb ile buyuruluyor ki:
Meâlen Sure-i Nisâ 60:
“- Bakmaz mısın şunlara, o hem sana indirilene, hem senden evvel indirilene îmân etdiklerini söyler gezer kimselere? Ki, o tâğuta (o azgın şeytana) muhâkeme olmak istiyorlar. Halbuki, onu tanımamakla emrolunmuşlardı. O şeytan da, onları bir daha dönemiyecekleri kadar uzak bir dalâle düşürmek istiyor…”
Meâlen Sure-i Nisâ 65:
“Yok yok, Rabbına kasem ederim ki, onlar, aralarında çıkan çapraşık işlerde, seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden, nefislerinde hiçbir darlık duymaksızın, tam bir teslîmiyyetle teslîm olmadıkca, îmân etmiş olmazlar…”
Tefsîrinden:
“- …. teslîmiyyet-i kâmile ile zâhiren ve bâtınen sana münkâd olsunlar, işte o zaman HAKÎKÎ MÜ’MİN olurlar….” (s.1385)
(İntişârı: 11.01.2007)