(5) “Atatürk’e Kâfir Denemez” Derken, Allâh Azze’ye: “Âyetin (kitâbın) Yasak” Demek…
1 Kasım 2021
Îmân ve Küfür
19 Aralık 2021

“ATATÜRK’E KÂFİR DENEMEZ” DERKEN, ALLÂH AZZE’YE: “ÂYETİN (kitâbın) YASAK” DEMEK…

(6)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

 SÜBHÂN OLAN, MÂLİKİYET, MELİKİYET VE HÂKİMİYET SÂHİBİ ANCAK ALLÂH’DIR; KENDİSİNE “İYYÂKENA’BUDU,” DENİLECEK SÂDECE O’DUR..

Bugün Diyânetli kamalizma, ne kadar “muhafazakâr demokratım” diyerek, Diyânetsiz CEHAP kamalizması karşısında vahye dayanan bir “İslâm’ı esas alıyormuş görünse” de, bu, tam bir katakülli ve maskeli balo sahnesidir!. Bunlar kendilerini düzenin sığıntısı olmak hissiyâtından bir türlü kurtaramamış, son derece ödlek, kendilerini ev sâhibi değil kirâcı görme maraz-ı rûhîsinde (psikopatalojisinde) olan hastalıklı bir cebhedir. Bunun neticesinde de, sâdece politik saltanat hesabları iktizâsı olarak çarpık ve çakma mevcûd rejime rükû’ ederek, ona, CEHAP’dan daha çok köle ve hızmetkâr olmuşlardır… Nihâyet bunlar, Lozan ateizmine (layıklığına) çakılıb buna sâhib kılınmış; saltanat, saray hayatı, sonradan görmeler sosyetesini elinde tutma ve kendisini bir şey gösterme dışında, hiçbir hedef, kıymet ve mukaddesi bırakılmamış, kupkuru bir kalabalık (avâm basitliği) keyfiyetine raptedilmişlerdir!.

Ayrıca bunlar tarafından, 10-20-40-50 yıl evvelki ahd ü vefâ ve hedeflerden hiçbir eser kalmadığı gibi, bil’akis bu ahd ü vefâ ve hedeflere cebhe açan, onları nakzedici nice utunç verici te’vil ve inkârlara bile bulaşmakdan kaçınılmamış; hattâ, mâzîlerini bir kalemde silen nice hâl, kâl, masal, maval, martaval, menfilik ve karaktersizlikler, bilhassa şu dört (dîn-dil-âile-târih) ana esas ve hakîkatlerine yüzde yüz ters ihânetler bile irtikâb ve iktisâb edilmişdir…

Biz bunları hiçbir parti hesâbına yazıyor da değiliz. Bugüne kadar herhangi bir parti-pırtı ve dolayısıyla (cumputrasi) adına, böyle bir mülâhaza ile yazı yazmadık; ve bundan sonra da, kat’iyyen “Lâ ilâhe ve lâ şerîkeleh” dedirten ana îmânımız muktezâsı, yazmamız mümkin değildir…

Yeryüzü târîhinde, laikliğin, Türkiya’dakinden daha despotça, jakobence, zorbaca; ve decâcile, cebâbire ve zaleme eliyle dayatıldığı ikinci bir memleket (dâr) gösterilemez… Zîrâ 1923 Lozan tuzağına kadar, İslâm’ın, hakîkî olmasa da resmî plânda temsîl edildiği yer, bu memleketdi. İslâm ise, “Lâ ilâhe ve lâ şerîkeleh”  ve “İllâllâh-Mu…..Rasûlulâh” diyerek ve müntesiblerinden, her şeyden evvel bunu, lâzım-ı gayr-ı mufârıkı (olmazsa olmazı olarak) istiyerek, en temel ve topyekûn zaman ve zeminde vazgeçilmesi muhâl olan, bu mutlak ve en temel düstûrunu getirmişdir… Bu en ana ve biricik temele sâhib olunmadan, İslâm adına ONA bir tek çivi çakmak değil, nokta dahî konulamaz…

Sübhân olan ALLÂH, “Mülkiyet, melikiyet ve HÂKİMİYET SÂHİBİ ancak Rabbinizdir;” kendisine “iyyâkena’budu,” denilecek sâdece ve yalınız O’dur.. gibi en temel ve zarûrî ve mutlak hakk ve kakîkât esasları vaz’ediyordu. Öyle ki, kulun kula kulluğunu son zerresine kadar yıkıyor; insanı, insanın sömürüb kanını emmesini; fir’avnluk ve nemrutluğu, tiranlık, diktatörlük ve şeflikleri, heykelcilik, putçuluk, tesliscilik, partitaparlık, lider ve kelleperestlik, ekseriyetetaparlık, inâsa (kadınlara) taabbüd, kuvvete eğilmek.. gibi bütün şeytanlıkları yeryüzünden silib atıyordu…

İslâmiyyet, hiçbir beşerî ve uydurma tanrıya, onlara tapınmaya veya kulluğa, yalakalık ve eğilmeye zerre kadar müsâade etmiyen; decâcile, cebâbire ve zalemeye zerre kadar hayat hakkı tanımıyan, yegâne mutlak, âdil ve ilâhî bir dîn, nizâm ve hükûmet (sulta) vaz’ediyordu… Halbuki Türkiya’daki beşerî cinnet, öyle bir İslâm nefreti sergilemeye cür’et edebiliyor ki, “millî eğitim” paravanası altında, hem de şu zikretdiğimiz mutlak hakîkât ve fazîletlere 1000 yıldır merkezlik eden Anadolu’da ve “dindâr nesil yetiştireceğiz” lâfları da edebilen AKAP iktidârı maarifi içinde, “15 asır evvelki Ebû Cehil câhiliyyesinin karanlığına irticâ’ ederek”, gerileyib dönerek, anamektebi ve ilkmekteblerde, ma’sûm ve temyizden mahrûm nice çocuklara, sırtlarına bayraklar da geçirerek veya takarak, onları, bir takım büst, resim ve heykellerin önünde (29 Ekim 2021’de), veya bu kabil günleri bahâne ederek SECDELERE kapaklıyor; ve bugün dünyânın hiçbir noktasında görülmedik kadar iptidâî (primitif) tapınma şirkleri ta’lim edebiliyor…

BİR YANDA “EN-NEZÂFETU MİNE’L-ÎMÂN”, “İNNEME’L- MÜŞRİKÛNE NECESÜN” DİYEN BİR DÎN; KARŞISINDA İSE, DÜNYÂ ÇAPINDA COVİT-AŞI-“HİJYEN-MASKE”-MESÂFE TİYATROSU VE TAPINMALAR!

Cavid-19 şeytanlığının dünyâda ayyûka çıkarıldığı şu bir-iki yıllık zamanda, bir yandan sahtekârca “Hijyen ve maske” diye “TEMİZLİK” tiyatrosu oynatan, diğer yandan da yavrucakları ayakkabı ile basdıkları  (basılan) yerlere ellerini koyarak rükû’ etdiren ve elbiselerini pis yerlere bulaştıran veya bunları görmiyen veya görüb de SUSAN, sıhhat, DİB, mülkiye ve maarif teşkîlâtı ve tabibler odası gibi yerler.. hiç mi utanmanın, hayâ ve insanlığın, ahlâk ve vicdânın, tahâret ve nezâfetin buralarda zerresi kalmamışdır?.. Gâvurların “hijyen ve maske” kelimelerini 24 saat millete yedirib zehirliyenler, aslını inkâr eden sürüler olmayıb “tahâret, abdest, gusül ve nezâfet” diyebilselerdi, bunca rezillik ve kepâzeliklerin binde biri ortaya çıkmaz ve cihâna da maskara olunmazdı…

Bir tarafda, “Nezâfeti (temizliği) îmândan (ebedî seâdetin) bir vâsıtası olarak” beyân eden İslâm; onun karşısında da, “inneme’l- müşrikûne necesün” hükmü içindeki pisliğin (necîs oluşun) çukurundaki müşrik dünyâ… Elleri, yüzleri ve elbiseleriyle, ayakkabı ile yürünen yerlerde mikroplara bulanan bîkes ve ma’sûm ana-baba kuzuları; ve bu iğrençliklerin mürtekibleri bulunan resmî maarife âid binbir köşe-bucak ve makâm… Tapınmalara fedâ edilen zavallı bedenler ve yavrucaklar… Gûyâ geberten hani o “pandemi” vardır, hani o salgın gûyâ ortalığı kırıb geçmektedir, sıvı çekib kendini zehirlemiyenler ölüm saçmaktadır (!) sıvı denen zehirlere kendisini teslim etmiyenler “Hâindir, yaşatılmamalıdır, ictimâî bütün hakları ellerinden alınmalı, evlerine jandarma ile zorla girilib bedenlerine sıvı sıkılmalı, aksi hâlde itlâf edilmelidir,  cüzzamlı görülmeli ve tecrîd edilmelidirler!” Dünyâda, fâhişeleştirilmiyen bir târih bırakılırsa, bakalım ileride hangi hâinlik ve kahpelikleri yazacakdır?.

Binâenaleyh, Türkiya dârına (ülkesine), laiklik (ateist ve ataist felsefe) öyle bir çakılmalı idi ki, İslâmiyyet orada hâkile yeksân olsun; bir daha da,  Batı-Müşrik dünyâsının sömürüsüne mâni’ olmak üzere Kıyâmet’e kadar başını kaldıramasın isteniyordu!… Yahudi-haçlı dünyâsı, bunu, Türkiya’daki yandaş ve kökden lâyık=ateist, ataist ve sabataist kölelerine İHÂLE etmişdir. Dolayısıyla bugün, başda küresel patronlar klübü TÜSİAT’ına, medyasına, parti-pırtılarına, diyânetli (DİB’çi) ve diyânetsiz (DİB’siz) kamalistlerine, ilâhyapyatlarına ve Müslüman görünen politikacı ve medyacılarına ve ham softa kaba yobazlarına, cübbelâ soytarı ve şarlatanlarına varıncaya kadar bir (layıklık) kuduruş ve mecnunluğu aşılanmaktadır. Üstelik bu aşı-sıvı, “Covid-19 aşı-sıvı zorbalığının” bin katı şiddetle, 1909’dan beri tedrîcen ve yüzoniki seneye yayılarak şırıngalanmaktadır…

Evvelâ: Politikacıların “Laiklik, herkesin dînini istediği gibi yaşamasıdır!” gibi bir hüküm ve ta’rif ortaya koymaları, yıllar evvel, aksi istikâmetdeki sözlerinin tam ma’nâsıyla nakzedilmesidir!

Sâniyen: Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyetine göre vukûu ve tatbîkatı muhâl olan layık=ateist bir yaşama şeklinin, mümkinmiş gibi gösterilmesini ortaya kaymak, sonsuz derecede bir sayıklama, mevhumlara varlık yükleme (hallüsinasyon   vukûuna) yol açmakdır… Ve nihâyet bu: “Ben dedim mi yerler” denilenlere, onu tıka basa zorla yedirme ameliyesi, resmî ateizma “operasyonudur…”

“Yalan terörü” diyerek bazı CEHAP’lı ateist, kezzab, fanatik, yobaz, “bidon kafalı” ve sivrilerin müteselsil yalanları içün “Bay Kamal” hedefleri düzenler, daha yumuşak zannetdikleri ve zerre kadar hakîkat taşımıyan kendi sözlerini de, yine kendilerine yakıştırıyor veya bunları meşrû’ imiş gibi gösterme açıkgözlüğünde bulunuyorlarsa; bu mumlar da ancak vakt-i muayyenine kadar yanacakdır!. Ve “ANCAK, Allâh’ın mutlak hâkimiyyet ve GÂLİBİYYETİ” önlerine va’d ve vaîd olarak çıkınca, pek şiddetle ve hesâb edemedikleri ağırlıkda bunları hissedib yaşıyacak; ve son derecede şiddetli ve ebedî bir hüsrân ve dehşete düşeceklerdir…

Hiç kimse, 1789 Fransız ihtilâlinin, papalık deccalizmine karşı bir antireligion (Din-Hıristiyan düşmanlığı) olarak peydahladığı ve layıklık denilen o şeytânî ve ateist devlet prensibini, binbir desîse, cerbeze, mugâlata (demagoji), gözkülleme, bozkurt-yozkurt veya tilki kurnazlığı, saltanat ve saray ibtilâsı, v.s. gibi sâiklerle yumuşatacağını sanmamalıdır!. İslâmiyyet ile lâyıklığın kuzu kuzu ve kucak kucağa birarada yaşayacağı butlânına, dünyânın nice ateist filozof, oryantalist, târihçi ve okumuşları bile o münkir zihniyetleri içinden resmen ve alenen işâret edib bunu i’tirâf ederken; layıklıkla İslâm’ı hemâheng görerek (!) tahrîf, tağyîr, tebdîl ve tahrîb hülyâlarına hiç kimse ve bilhassa “cumputrasi ittifakçısı” şebekeler  aslâ kapılmamalıdır!.

Layıklığın binbir ta’rîfi uydurulsa, bunların içinde de-hâşâ ve kellâ-ve farzı muhâl, “Zemzemle yıkanmış bir tek ta’rîfi bulunsa,” o bile, devlet, hükûmet ve cem’iyyetin VAHYE müstenid (dînî, vaz’-ı ilâhî) irâde ve hâkimiyyete dayanan kânunlarla idâresini mutlak olarak REDDEDECEKDİR… Hiçbir layıklık ta’rîfi yokdur ki, bu keyfiyetin dışında kalabilsin!. İslâmiyyet’i Kayserili Hacı Abduş’un dediği gibi Layıklık ve demputrasinin, “İslâmiyyet ile ikircikli olmadığını” söylemek, tam da İngilizvârî bir uyutma ve uyuşturma misyonudur!. Bu, Locaların da en temel karekteridir!. İstisnâsız bütün layıklık ta’riflerinin en fârık ve müşterek sıfatı budur. Dolayısıyla bu inkâr edilib, layıklık, “Bütün Dînlere (Hele hele İslâmiyyet gibi ins ü cin hayatına, tepeden tırnağa ve her zaman ve mekânda kendi nizamlarına göre onlara TANZİM mecbûriyet ve mahkûmiyeti getiren MUTLAK bir dîne),  hürriyet-hâkimiyyet-irâde ve tatbîkât imkânı veren” bir nesne olarak aslâ gösterilemez… Böyle bir iddia, ya tam bir cehâletin veya tam bir İslâm düşmanlığının delâlet ve isbâtı demek olacakdır. Lâyıklık, (ateist, ataist, kamalist, animist, şamanist, kâtil, câni, hırsız, nâmussuz ve terörist bile olsa), nefs-ins ve iblis hâkimiyyetindeki o ateist AKLI, kanûn teşrî’inin (yasamanın) yegâne temeli  ve kaynağı bilmekdir… Layıklık, en yumuşağı ve dîne “hoşgörü-diyalog-fetölog aşkı sunanı” ile bile, böyle bir aklı, SÜBHÂNÎ VAHYE mutlak olarak tercîh demekdir…

Bunun netîcesi ise: İSLÂM NAZARINDA, ALLÂH AZZE VE CELLE’Yİ EN BÜYÜK DÜŞMAN, ŞEYTAN ALEYHİLLA’NEYİ DE EN BÜYÜK DOST BİLMEK VE BUNA İNANMAK DEMEKDİR…

“Laiklik, herkesin dînini istediği gibi yaşamasıdır, laiklik, dinlerin en büyük güvencesidir” gibi bu meyânda haddi hesâbı olmıyan ta’rifler, salak avlama ökselerinden öte hiçbir ma’nâ ortaya koyamaz. (Bkz. Ahmed Selâmî, Üç Din ve Üç Şeriat Karşısında Laiklik, İst. 1976)

Bugün en vahşî layıklığın 98 yıldır Türkiya’da tatbîk ediliş sebeblerini bâlâda beyân etdik. 200’e yakın dünyâ devleti arasında şu anda anayasasında “layık olunduğunu” yazarak vesîkaya resmen rapteden, sâdece 5 devletçik vardır ki, dünyâyı ses kirliliği ve ateist şirretliğine boğan   layıklık misyonerleri, “çağdaşlık masalları, hakk hukuk martavalları” adına acebâ buna ne derler bilemeyiz?. Türkiya, Fransa, Meksika, Portekiz ve Japonya olarak işte ma’lûm BEŞ devlet!. Dünyâyı, Allâhsızlaştırarak, kulu kula kul ederek köleleştirme peşindeki bu ateist şebekelere göre, dünyâ nüfûsunun %99’u, ana-avratyasalarında “layıklık” yazmadığı içün, veya oralardan onu çıkaracak olurlarsa,  nice kamalist ucûbelere göre bunlar, “irtica’ çukurunda can çekişmiş çağdışı çukurlar  olmuş olacaklardır!”

İngiliz-yahudi-ABD triumvirasının bilhassa İslâm’dan kalan topraklarda, Müslümanlığın kökünü (soykırım yaparak) tam kurutmak ve kazımak içün oralarda tatbîka koyduğu “Dine hürriyet ve çok cici serbesti” tanıyan (!) ve fakat, en içden çürüten zehir; veya corona aşısından da bin beter aşı, bu layıklık denen aşıdır!.

DÖRT DÖRTLÜK LAİK OLMAK VE DÜNYÂNIN HANGİ BEŞLERDEN BÜYÜK OLDUĞU!

 “Avşar kızı ve her türlü oyuncu Madam Hülyâ” ile yapdığı röportajda “BEN DÖRT DÖRTLÜK LAİKİM” dediğine göre, Raiz Bey’in de, “Lâfız ve ma’nâ” gibi iki ana temelden mürekkeb olan ve bu iki ana rükün olmadan sâdece birisi ile varlığından bahsedilemiyecek Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın, bir takım mekânlarda sâdece lâfzını okuyarak (ma’nâ ve hükümlerine lâyık ve kayık durması), “muhâfazakâr-layık-demokrat veya diyânetçi (DİB’çi) kamalist” olduğunu, aklen, mantîken ve kıyâsen ortaya çıkarmıyacak mıdır?…

“Dünyâ BEŞ’den büyükdür” diyerek nâm yapan ve BOP eşbaşkanları olarak “müttefik canlarına” fark atanlar, 10 büyükelçinin, Madam KAMALA’nın KAVALA’sının kavalını çalması veya üfürmesi karşısında, acebâ şöyle diyebilirler mi:

“Dünyâ devletleri, anayasasında (layıklık yazan bu BEŞ’den) o kadar büyükdür ki, bu BEŞ, kırkda bir kadar kalır; nüfus i’tibariyle ise bu BEŞ, beşyüzde bir bile etmez!”

Evet, böyle diyerek dünyâ nüfûsunun yüzbinde biri kadarcık SES çıkarabilirler mi???

Sübhân olan Allâh’ın dînine, ulûhiyyet-rubûbiyyet-mâlikiyyet-melikiyyet-hâkimiyyet ve nizâmına, antik yunan aklının ifrâzâtı olan demputrasiyi TERCÎH edenler, elbetde, “müttefik canlarından” Madam KAMALA’nın KAVALA’sının KAVAL’ını uşşak makâmından öttürmeye kendilerini mahkûm edeceklerdir!. Zâten insanın başına gelen her sıkıntı ve ıstırabın, onların kendi irâde-i cüz’iyyeleri ve elleri ile KESBETDİKLERİ amelleri yüzünden geldiği, insanı yaradan KÂDİR U KAYYÛM Azze ve Celle’nin Âdemoğluna mübeyyen ve kat’î bir tebliği değil midir?.

Üç paralık AKLINA dayanan, nefistapar, beşertapar ve iblistapar insanoğlu, dünyâda neyi hâlledebilmişdir?. “İyyâke na’budu” dedikden sonra da, yani “Ancak KAHHÂR-I ZÜLCELÂL’in VAHYİNE tâbi’ olarak ancak O Allâh Azze’ye ubûdiyyetde bulunurum” diyerek ve tam ma’nâsıyla kalbden inanarak, adam gibi, (madam gibi değil), böyle bir ahd ü mîsâk verdikden sonra da neyi hâlledememişdir?!. İnsanlık târîhi apaçık ortada değil midir?.

Bugün dünyâya bakıb da gören bir göz, binbir çıkmazın, belâ ve felâketlerin içinde her mes’elenin yahûdî saçına dönmüş hâl-i pür melâli ve perîşânlığını göremesin, bu mümkin midir?.

Demek ki, mes’ele, Allâh’ın Sevgilisi Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm üzerinden VAHYE îmân ve mu’cebince de fiildir; ve nefs-ins-iblis üzerinden de, şeytânî aklı (yani topyekûn beşerî dîn, ideoloji, dortrin ve sistemleri) sûret-i kat’iyyede reddedebilmek…

Mes’elenin esâsı, özün özü olarak mücerred budur. Aksi hâlde ve bugün olduğu gibi, parti parti, pırtı pırtı bölünerek nice tâğût ve decâcile, cebâbire ve zalemenin peşine takılınırsa; her pırtı, fırka, klik, bölük, ölük ve güdük, kendi dışındakilere “Cumputratik veya demputratik ağız ishâline” yakalanarak zifos püskürür; yalan, iftirâ, fitne, fücûr ve fesâd sıvarsa, böylece de, parti şeytanları ile ortalığı 24 saat kenefistana çevirmekden bir sâniye bile uzak kalınamaz. Her çene, hâlletmek içün değil, tam tersine, ortalığı daha da ufûnet salgınıyla kokutmakdan aslâ uzak duramaz. Bunun bedelini de, binbir belâ ve âfetlere uğrayarak mutlaka ödeyecekdir… İnsanlık târîhi boyunca YARADAN’ın mutlak kânunları böyle işlemiş, Sünnetullâh hükmünü böyle icrâ’ eylemişdir…

İşte bugünki çıkmaz sokakda sıkışıb, dış gâvurlara maskara, iç gâvurlara da yem-lokma olmanın temelinde, bu mutlak hakîkatler yatmaktadır!.

Ya YARADAN’a tâbi’ olarak ve “Allâh Azze ve Celle’nin HALÎFESİ bulunarak” şeref ve haysiyetle yaşanacak; veya “Layıklık-sekülerlik-çağdaşlık, particilik, modernistlik, beşerîlik, v.s.” gibi şeytânî binbir şirk içinde, YARADILANLARA KUL-KÖLE-UŞŞAK ve tâbi’ olarak, onların elinde maskara yapılarak, sürünülecekdir… Yol iki: Ya HAKK’ın, Allâh Azze ve Celle’nin biricik ve MUTLAK yolu; veya Bâtıl: İblis aleyhillâ’ne’nin cehennemlik ilkeleri, lâyık felsefeleri, çürük ideolojileri, uydurma doktrinleri, bölücü fırkaları ve batırıb fenç eden devrimleri…

Bunu tefrîk (ayırt etmek) ve intihâb (seçim) ise, mükellef olan Âdemoğlunun irâdesine bırakılmışdır!.

Dışdaki gâvurların da biricik hedefi, insanı şeref ve haysiyetle ve Allâh’ın Halîfesi olarak mutlak adâletle ve hiçbir mahlûka sömürtmeden, yüzsuyu döktürmeden, köpekleştirmeden insanca yaşatacak olan MUTLAK nizâm olan İslâm’ın, dünyâ coğafyasından tam ma’nâsıyla kaldırılıb kökünün kazınmasıdır…

15 asırdır VAHYİN hâkimiyyetini kazımak istediler, kazıyamadılar. Tanzîmâtçı- Jöntürk ve İttihadçılar-meşrûtiyetçilerle kazıyamadılar!.

“İstiklâl Harbi Muzaffer Kahramanları Olarak” ve fakat Lozan’cı patronlarının tuzağına düşerek Birinci Cihan Harbi mağlubları olmayı kabûl eden (Lozan  YENİKLERİYLE) kazımak istediler, kazıyamadılar!.

CEHAP’la kazımak istediler, cumputrasi-demputrasi-lâyıklık diyerek kazımak istediler, darbelerle istediler, “yerli-millî-pilli-zilli görüşle” istediler gene olmadı… 

AKAP kavalı öttürenlerle, DİB’çi-dipçikçi, ilâhyapyatçı Luteryen’lerle istediler, iç-dış ne kadar layık-ateist-ataist-müşrik varsa onlarla istediler, bir türlü VAHYİN kökünü kazıyamadılar…

Kazıyamadıkça da, topyekûn insî şeytanların “Yegâne Düşman Hedefi” İslâmiyet oldu. İç ve dış gâvur dünyâsının insanlara “tanrılık” taslamasına ve onların iliğini sömürmesine mutlak ma’nâda sedd çeken, sâdece ve yalınız İSLÂMİYYET olduğu hakîkatını bir türlü yeryüzünden kaldıramadılar!.  Kıyâmet’e kadar da bu böylece devâm edib gidecek, bütün ins ü cinne EBEDÎ cennet veya cehennemleri, onlara bizzat kendi elleriyle bu dünyâda hazırlatdırılacakdır…

DÜNYÂNIN ÂDEM ALEYHİSSELÂM’DAN KIYÂMET’E KADAR DERDİ VE İMHÂ HEDEFİ, ŞUNUN BUNUN İKTİDÂRI DEĞİL, İSLÂM’IN (VAHYİN), ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN HÂKİMİYYETİDİR…

Küresel tâğût merkezlerinin, “MURÂD-I İLÂHΔ ne ise onun mutlak sûretde olacağına, Levh-i Mahfuz’da ne yazılmışsa aslâ değişmeden ancak onun kazâ olarak vâkıada  yaşanacağına, inkâr ve şirkle harmanlı ences akılları ermediği; ve satanist, kapitalist, sosyalist, liberalist, kamalist, modernist, pozitivist, determinist ve hortlak v.s. ruhları da aslâ yetişemediği içün, şirk dünyâsı, yeldeğirmenlerine at mahmuzlamakdan bir an bile geri duramadı… Yoksa derdleri, AKAP parti-pırtıcı kuru akıl cebhesinin yutduğu gibi, bazı illüzyonist politikacıların  yedirdiği “Falan başkan veya filan (raizin) iktidârına son vermek, ondan el-aman demek veya ondan kurtulmak” da aslâ değildir… 10 gâvır elçisiyle iç işlerine veya dış işlerine kazık sokmak da olamaz!. Dersim (Tunceli) Kürt ve alevîlerinin başkanı kezzab K.K’nun, tezkerecilere “cumhûriyet hâini” aforizması ile saldırması, böyle sallayışı ise hiç değildir!. Bu kabil şeylerin bir eksiksiz tamâmı da, yevmî ve şeytânî politikanın çukur narâları, piçleşmiş kavgaları, halkları meşgûl edib onları kendi illüzyonist oyunları ile oyalama rezillik ve nâmerdlikleridir…

Sıkıntı ve kudurmalarının, “Büyük resim” dedikleri yerden görülüşü şudur: İlk Atamız Âdem Aleyhisselâm’dan, Kıyâmet’den evvelki son ıhvânımıza kadar geçecek zaman içinde, onları geberten hakîkî pandemi:  “Sömürü çarklarımızı işletmiye ve tek devletden ibâret dünyâ krallığımıza mâni’ olan İslâm, neden yeryüzünden bir türlü dünyâ dışına sallanıb atılamıyor!?” suâline,  bir türlü tatmîn edici cevâb bulamamalarıdır!.

Evet, İslâm’ın ister devleti (hılâfeti) olsun, ister olmasın, HAKİKATI İLE YAŞAMASI aslâ son bulmıyacak, bunun acziyle kuduracaklar ve kendi kendilerini kemirib bitireceklerdir. Mutlak Ulûhiyyet, Rubûbiyyet, Hâkimiyyet, Mâlikiyyet ve Melikiyyet Sâhibi ALLÂH Azze ve Celle’nin VA’Dİ budur, bunun değişmesi ise MUHÂLDİR…

 KENDİNİ MÜSLÜMAN ZANNEDEN SÜSLÜMANLAR İÇDEN, AÇIK MÜŞRİKLER DIŞDAN, NE KADAR İSLÂM’IN KÖKÜNÜ KAZIMAK İSTERSE İSTESİN, BU MUHÂLDİR! ACEBÂ NEDEN?

ONLAR, o küreselciler, o tek gözlü piramidin finoları, Hiram ustanın veledleri ve locaların birâderleri KUDURMASIN DA KİMLER KUDURSUN?. Onlara tercemân olarak ve onların diliyle yazalım:

Neden.. Kupkuru, sâhibsiz olsa da, “Müslümanım” diyen ve kendilerini öyle zanneden milyarlar, bu dünyâda neden yarı aç yarı tok, nasıl yaşama imkânı bulur?. Dünyâ kaynaklarını tırtıl gibi yer, sömürümüzün (kapitalizma, sosyalizma, liberalizma ve materyalizmamızın, v.s.’nin) karşısına çıkar gibi yaparlar, bir yandan da bizim kapitallerimize ortak olurlar?.

Bunun içün dünyâ nüfûsu, beşden, bire inmelidir!

 Neden.. nice münâfık kelleler hâlâ “Müslümanlık hâmîsi” imiş gibi politika cambazlığı yapıyor?. Müslümanlığa, onun karikatürlerine, benzerlerine, benzerinin de benzerlerine, mücerred ismine bile, gölgesine, hatta hayallerdeki varlığına, ona en uzak isimdaşına bile varlık tanımak, bizim “küresel sömürü düzenimize” yokluk tanımakdır!. Bizim imhâ hedefimiz, “ümmetin lideri” gibi efsânevî (mitolojik) ve mevhûm uydurmalar değil; onların iktidarsız iktidarları da aslâ olamaz, doğrudan doğruya ve hiçbir beşerî sisteme hayât hakkı tanımıyan İslâmiyyet’in bizzat   kendisidir!..

Neden.. dünyâdan İslâmiyyet’in aslını kaldırdığımız hâlde, “Mikron-Makron-Patron” denen adamlarımızın ülkelerinde, müslüman diliyle: “Allâh Sevgilisi Aleyhisselâm’ın ism-i şerîfinin yasaklanmasını istiyen mel’ûn-ı melâin iblislerin üreyib türemesi” , neden bir halta yaramıyor?.

Neden.. o “Mikron-Makron-Patron-Pardon” sürülerimizin “Müslüman görünen ve geçinenlerin başörtüsü v.s’ine” bulaş-dalaş, zevzeklik, hırlama, havlama, oynama ve onları sıkıştırmaları, niçün bir kâr getirmiyor?.

Neden.. vehhâbî kâtil ve münkirlerinin hâkimiyyeti, sultası, veliahd prens ve ences sürülerin idâre ve irâdesi altında, aslında olmıyan haccın olması içün, gözlerimize baka baka, dünyâda her sene bir turizm gulgulesi, tantanası, şa’şaası, evet “İslâm” diyerek neden yaşatılıyor?. Yedi yüz, bin, binbeşyüz yıl evvelki gibi hakîkî İslâm yaşandığı zaman neler çekdik; zulüm ve sömürülerimiz, işkence ve kıtâllerimiz sürüm sürüm sürüldü, binbir eşkıyâlıklarımızla inim inim inledik!. Hâlâ onun korkusunu hatırladıkça, “halüsinasyonlarla ve mevhûm kafa konforlarımızla” kudurub geberecek hâle geliyoruz!

Neden.. minârelere eşek kuyruğuna yapışmış sülük gibi o hoparlörlerin mâdenî ve mekanik buz gibi üşüten, boğan, kulaklara batan, makâm-ı nefretîden sesleri ile, olmıyan ezânlar, olmuş gibi ortalıkda bilmem kaç desibel gürültüyle cıyak-vıyak, gümbür gümbür nasıl gümbürdetiliyor?. Ezen, eriten, gûyâ muzafferi, mahkûm ve mağlûb sandalyesine orasından oturtan Lozan ve bozanlarla, devrim ve devirimlerle, nice jakoben idâreci ve diktatörlerle her şeyi hâlletdiğimizi, İslâmiyyet’in kökünü kurutduğumuzu zannederken, bu olmıyan olanlar ve aslından sonsuz uzak sadâlar, hayâllerimize kezzab döküyor!

NEDEN?

Neden.. “Lozan’larda dinlerini-hılâfetlerini yok etdiğimiz, cumhuriyet ve layıklığa=ateizmaya taptırdığımız nice ülkeler”, sarık cübbe altında, “Osmanlıdaki Hademe-i Hayrâtı değil de bizdeki gibi ruhbân sınıfları ihdâs ederek, laiklik ilkesi doğrultusunda hızmet” diyerek, o yüzbinlerce adam ve madama bütçelerinden, hâlâ nasıl,  genelevlerden bile toplanan vergilerle sarmaş dolaş maaşlar tahsîs edebiliyor?. Ulemâ yerine geçen “Layık me’murlar yani religion görevlileri veya bel’amlar” ne kadar sıfır olsalar bile, “şapka devrim ve haçlı medeniyetinin” içine ve dışına eden, üzerlerinde kardinal külâhı kadar iğreti duran “sarık cübbeleriyle”, bize eski Müslümanları ve onların hakîkî İslâm’ını hatırlatdığı içün, geberib kahroluyoruz!. Biz, “Şu veya bu parti liderini” saraylarından indirmenin kerizliği ve hesâbında değiliz; biz, İslâm’ı hatırlatacak her zerrenin bile gözümüze görünmemesinin peşindeyiz!.

Neden.. hâlâ, resmî ideolojilerin ezib geçmesine rağmen, bazı dinlerin karikatürleri yaşatılır, “Sarıklı ruhbân sınıfları” ortalıkda cirit atar;  nâmus üzerine yeminli ve anayasalara göre de “LÂYIKLIK doğrultusunda din hızmetlisi” adı altında nice resmî-ideoloji me’murları, “İslâm” kelimesini telâffuzla, olmıyan (yaşatılmıyan) o dîn içün neden iş başında bir şeyler yapıyor pozisyonundadır!?. Bu nasıl kudurtan bir muammâ ve illüzyonist kataküllisidir; ve kâinâtda buna erecek bir beyin, beyincik, omurilik soğanı veya akıl, hiç kalmamış mıdır?.

Neden.. “İslâm’ın” binbir çeşit ve çeşnide karikatürleri de olsa, bunların kökü bir türlü kazınıb atılamıyor?. Acebâ bu, modern Türk zevzekliğine âid Kamalo-religionik ve “devrimsel ve şefokratik” diyânet temellendirmesi midir; veya “Raiz AKAP’ının, Dîn Güncelleme ve şekerlemeleri, atılım, satılım ve katılımları” mıdır; yahud da “Bağçeli Başbuğ’un, Şaman Rûh çağırma tütsüsü, ülküsü ve türküsü” müdür, tam bir muammâ görünüyor ki, bizi kahrediyor?..

Neden.. bu “Sarıklı ruhbân” kumandası arkasında ve layık rejim tarafından istilâ edilmiş mesâcid ve cevâmi’de, “5 vakit, cum’a, cenâze ve bayram namazı” diyerek, hâlâ, nasıl dikilib veya yerlere yatılıb kalkılabiliyor?.

Neden.. “harf devrimi” denilen ve bir millete selefi ve ecdâdı ve soyu-sopu ile tamâmen alâkayı kestiren bir (soykırım-tenkîl-kat’liâm) tatbîk edilsin, sonra da Kâinât târîhinde böyle bir SOYKIRIMIN zerresi görülmemesine rağmen, bugün bu işi de istismâr edib “Arabça-Osmanlıca” öğretme “Çiftlik Bankları” kuran bir düzen ve tahrîf kursları peydahlansın! Ve bu işlerin, resmî fakülteler eliyle yarım-yamalak dilcileri, fakat çok uyanık “Tosuncukları” üretilib türetilebilsin!.. İşte bunun çün, başda İng-Yehud-ABEDE tiriumvirası olmak üzere, bütün “küreselci-masonik-ekümenik-kamalopatalojik” binbir cenâh olarak kudurmak üzereyiz!.

Neden.. Şengül Hamamı’nın bülbüllerinden ve Kamal Paşa’nın gözdesi ve “Câmi deyince aklıma ayak kokusu geliyor” diyen Falih Rıfkı Atay (veya Yatay) mart 1971’de mürd olunca, Sultanahmed Câmii musallasına getirilib “Lâyıkım, Kamalistim, Hılâfetin kökünü kazıdım, Lozan’da İngiliz’den hiçbir şeyi esirgemedim” diyen ve böylece “Batı’ya ölesiye bey’atlı bir rejim”, sarıklı-yeminli bir devlet me’mûruna, bu Cibâli İmamı’nın oğlu içün nasıl cenâze namazı kıldırır; ve ona, inanmadığı “Cennetin Yolunu” nasıl gösterir!?…

Dehşete düşüyoruz!

Neden.. İslâm ile zerre kadar alâkası olmasa da, “İslâm’mış gibi gösterilen halüsinasyonlar, evet neden, İslâm’mış gibi gösteriliyor?” İslâm olmıyan binlerce islâmsı şey, ıvır zıvır, “İslâm” adının yaşamasını devâm etdirdiği içün bile, bizi son derece elemnâk, kedernâk, hatarnâk ve  hatta “iblisler coronasından yatalak” ediyor!

NEDEN?.

Neden.. 1920’den, Belgrad’da öldüğü 1971 yılına kadar 51 yıl Türkiya Komünist Partisi içinde yer alan ve 22.5 yıl hapis yatan; ve şöyle vasiyet eden: “Beni, yıkamadan, gassâlın dinsel ve cinsel parmakları mıntıka-yı memnûama pamuk tıkamadan, kefenlemeden, takım elbisem ve gravatımla.. sırtlanın; ve musallâya ve imam denen kamalosarık herifin önüne koymadan toprağa gömün!..” Evet, böyle vasiyet eden ESKİ TÜFENKLERDEN Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Edirnekapı Mihrimâh Sultan Câmii musâllasına nasıl, nasıl, nasıl getirilib, o yüzbinlerce müslümanın muvakkat ve mukaddes mekânına, Fâlih Rıfkı gibi ATAY veya YATAY, nasıl yatırılıb serilebiliyor?. Lozan’ın da, dinin de, insanlığın da, istismârın da, kamalizmanın da, küreselizmanın da, masonizmanın da, DİB’izmanın da, demputrasi ve layıkizmanın da, evet her şeyin de içine e…k, ancak bu kadar olur… Bu da ancak, kamalizmanın her noktaya, şeyin şeyini sıvayıb kukutmasında görülür…

Neden.. cumhuriyet, demokrasi ve layıklık, feminizma, kamalizma gibi yüzlerce beşerî dînin harmanlandığı bir rejimde, hâlâ, canı ve ruhu çıkmış bildiğimiz “İslâm’ı, hâtıra getiren ritüeller”, devlet zoruyla nasıl hayâta geçirilebiliyor?. Bunların, İslâm olmadığı iyi bilinse ve birgün hakîkata dönmiyeceği tam kestirilse de, “ya dönerse” diye bizi hafakanlar basmıyor mu, kâbuslar görmüyor muyuz?!… Yoksa bizim derdimiz, falanın filânın iktidârı, güncellemeleri, ahbâb u yârânı, gemicikleri, hospitılları, sarayları, saltanatı, iktidârı ve bir gün toprak olacak “NÂÇİZ VÜCÛDU” ve bilmem nesi, yerine FETÖ şebekesini çakmak gibi üç paralık şeyler olamaz!. BİZİM ASIL HEDEFİMİZ: İslâm’a âid bir kırıntı-kalıntı-çalıntı-çözüntü bile gözümüze ilişse, Bu dînin, akıl almaz bir harikul’âdelikle tek harfi bile değişmeden ortada duran KİTÂBI; ve “Mutlak HAKÎKAT, dîn ve nizâm, ancak ve ancak benim” deyişi; neticeten, bizim, insanları kendimize KUL EDİŞİMİZE, beşeriyete TANRI OLMAMIZA KAT’İYYEN SEDD ÇEKİŞİDİR… Bu DÎNİN, dünyâdan çekilib gitmesine rağmen, bu tarafları ile bile kökünü kazıyamamış oluşumuz, işte bizi, kubur kubur-fokur fokur kudurtuyor!. Halüsinasyonlardan, illüzyonlardan, kâbuslarla zıplamakdan yorulduk, bitdik; ve “esâtir-efsâne-mitoloji” diye binbir yalan-iftirâ ve bühtân ile İslâm’ı karalayıb yırtınsak da, bir PEYGAMBER ve KİTÂB vâkıası var, gözümüzün önünde aslâ aşılmaz dağlar gibi duruyor; ve biz bunu, mefhûm oluşuyla bile ortadan kaldırıb yok edemiyoruz… Tek çâremiz, corona aşısıyla dünyâ beşinin dördünü yok etmek; “iklim paravanaları” uydurarak da, bu dîni 2. Viyâna kuşatmasından sonra, şimdi de, hayâllerimizdeki 3. Viyana ve ROMA, LONDRA, PARİS, TEL-AVİV-VAŞİNGTON-PEKİN-MOSKOVA ve topyekûn dünyânın ve hatta kâinâtın kapıları  önünden geri çevirmekdir!… O zaman, 2. Viyana kuşatmasında, kendi zâtı az-çok varken geri çevrilmiş; şimdi ise, kendisi hiç yok, ammâ SÂDECE ADI VARKEN, onun  zamîrini hatta karikatürlerini bile bir türlü kaldıramıyoruz, mâzî ve hâtırasını, mefhûmdan ibâret ismini bile silemiyoruz!. Bu, yüzbinlerce kere daha zormuş!. O halde, ONA, zihninde hayalden bir varlık tanıyan her beyin bile yok edilmeli, öldürülmeli, dünyâdan atılmalıdır, fezâya fırlatılmalıdır!…

Neden.. takım elbiseli ve gravatlı yatdığı tâbûtu ile câmi musallâsına getirilen Kızıl komünist Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, o “gerici-yobaz-bidon kafalı-dincilere” saf tutturulub sarıklı bir ruhbân ile de namazı (!) kılınırsa; ve “nasıl bilirsiniz” diye o dinci kalabalığa sorularak onlara tezkiye etdirilirse; ve o dinci müteharrik meyyitlere “iyi biliriz” dedirtilir, sonra da Kıvılcımlı cenâze arabasıyla sırtlanılıb mezarına götürülürse, bu nasıl (pohdan komünist ve kamalist) olmakdır?. Ve üstelik, “Aydınlıkçı komünist yoldaşlarından” bir tek kızıl mahlûk çıkıb: “Bu, dinci soytarılığı ve yoldaşımızın Müslüman gösterilişidir, bu ne halt yemekdir; gomonisliğin hiç mi nâmûsu-şerefi-iffeti bilmem nesi kalmadı, bu kadar da mı geberik olduk uleen?” diyerek, ortalığa bir yumruk ve  nâracık bile atamayışı; ve komünistliğin anasını, avradını, ablasını, karısını, kızını, halasını, teyzesini ve bilcümle sülâlesini, meşhur madamın İP’li İP’siz Tukkan’ı diliyle dilenci ve dincilere düzdürmek değil midir?. Bu manzaralar dururken, Türkiya’dan “İslâmiyyet’in kamalist devrim ve devirimlerle kaldırılıb, kökünün kurutulduğuna” hangi (lâyık=kayık=gayr-i ayık=ateist=ataist=tam kamalist) kaç buçuk kişi inanır!?.  İslâm’ı hatırlatan, velev onun karikatürü ve bozulmuş şekilleri bile olsa, hani yeryüzünden esâmîsi kazınacak, silinib atılacakdı?. Onlar, “Gökden indiği sanılan dogmalar, Araboğlu’nun yâveleri” değil miydi?. Şefokrasinin “küreselci, tek gözlü piramitçi ve localara” verdiği hani Lozanik sözler vardı?. Bizi kudurtan Tayyib’in saltanatı-maltanatı-sarayı-marayı-şusu-busu aslâ değil, olmıyan dînin, varmış gibi duran her şeyi, var olan ismidir!. Yok olmasına, hiçbir tatbikâtı kalmamasına rağmen, bir dîn, nasıl oluyor da adıyla, hayâldeki şekliyle, gölgesiyle, hâtırasıyla ve yoklukdan ibâret varlığıyla nasıl oluyor da bizlerin korkulu rü’yâmız olabiliyor, bize kâbuslar yaşatıyor?. O nasıl böyle olurken, bizim küresel saltanat ve katliâmlarımız nasıl onun “alternatifi, zıddı, onun varlığının tersi olmakla varlık sahnesine çıkıcı” olabiliyor?. Biz onu yok etmiye çalışdıkça, onun yok olan varlığı, nasıl kendini ortaya koyabiliyor, bu ne tür bir hâl ve sırdır?. Bu kâbusları daha kaç asır görüb geberecek ve tekrar dirilib, tekrar gebereceğiz?.

NEDEN?.

Neden.. 22.5 yıl komünistlikden yatan şimdiki sulusalcı ulusalcıların “Aydınlık” yayınının bir asır evvelki baba yoldaşı ve kızıl ustası Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kamal-İnönü-Bayar üçlüsü içün, evet neden şöyle yazdı: “Ölüm döşeğinde Mustafa Kemal, kendisini çoktan öldürmüş, mumyalamış ve içinden çıkılmaz bir mezar-ehrama gömmüş bulunan finans-kapitale en son hizmetini yaptı: Toprak reformu geveleyen İnönü’yü düşürdü. Yerine İş Bankası haydut yatağında: “Bir torba altın verdim, bana bir çuval altın getirdi” dediği Celal Bayar’ı Başvekil yaptı.”

Neden.. böyle yazan bir adam, “Diyânetli ve diyânetsiz kamalistlerin, Şamanist-ırkçı-turancı-kamalist-ülkücü, türkücü ve tütsücülerin” hiç gözüne çarpmıyor!. AKAP’ın sanki ulusalcı koalisyon ortağı gibi duran Perinçekgiller, hangi fraksiyon hesâbına bu satırlardan haberi yokmuş rolünü oynamaktadır?. Bu satırlar yalansa, neden bugüne kadar tekzîb edilmiyor; doğru ise, AKAP hükûmetinin dümen kaptanı bugünki Bay Bağçeli, tanrı derecesine çıkardığı Kamal Paşasına yapılan bu hakâretleri âfiyetle yiyebilecek midir?. Şu lâflara bakınız: “Ölüm döşeği-kendini çokdan öldürmüş-mumyalamış-kendini mezar ehrama gömmüş-finans kapitale son HİZMET-haydut yatağı-bir torbaya bir çuval altın,” v.s… Yiyene… Kamalist-Şamanist-Türkçü-Ülkücü-Tütsücü-Türkücü-Ulusalcı midesi nasılsa!. Ve Kıvılcımlı, vasiyetinin içine edilerek, takım elbisesi, boynunda dizgini (gravatı), Mihrimâh Sultan (Edirnekapı) Câmi-i Şerîfi’nin musallâsında, DİB denen yerin me’mûrunun irâde ve idâresinde BERZAH Âlemi’ne VİZE almak içün Falih Rıfkı Atay (veya YATAY) gibi nasıl yatırılmışdır; Kıvılcımlı, lâ teşbih kurbanlık gomonis koçu mudur?!. Biz “Küreselciler, tek gözlü piramidçiler, mason birâderler ve kamalistlere ve en tabana kadar”, böyle yüzbinlerce hâdise, elbetde kuduruş ve hatta geberiş vesîlesidir!… Bu nasıl ve piç edilmiş, LGBT soyundan bir lâyıklıkdır; DİB işleri işleyişidir, nasıl kamalistlik, nasıl Atataparlık, nasıl ülkücülükdür?. Bu, nasıl 10 kasımlara tapınış, aslanlı yolda nasıl yürümek, nasıl mozolecilik, nasıl oradaki deftere yazıb okuyuculuk, nasıl çelek koyarkenki rükû’ edicilikdir?. Bu, nasıl DİB’çilik ve dipçikçilik, darbecilik, heybecilik, particilik, demputrasicilik, dincilik, dindarlık, Müslümancılık, cübbecilik, şeyhcilik,  nefsetaparlığa tarikat kılıfı geçiricilik, süslümankeşlik, insanperestlikdir?.. Bunlar, nasıl Lozancılık, devrimcilik ve cumputrasicilikdir?.

Arz yuvarlağında böylesine cıvıyıb kokutma bulmak imkânsızdır!

Neden.. bir takım dîni günler adı altındaki zamanlar, bizim efrencî takvimimizle de olsa, bazı günlere bağlılık varmış gibi bir takım şamatalar, takdisler ve tebriklerle nasıl icrâ ediliyor; Atakamal ilke ve pozitivizması yüz katı sulandırılıyor!?. Hele geçmişde, Fetö kakalamaları ve DİB yuvarlaklığı veya ortaklığı ve otlaklığıyla, “Kutlu Doğum Haftaları” da ne demek oluyordu?. Bunlara İslâm dense denmez, gâvurluk dense denir dense de.. fakat bu çarpık ucûbeliklere neden “İslâm’a hızmet” etiketi ve maskesi geçirilerek, olmayan İslâm’a varmış muâmelesi yapılıyordu?. Bu hangi muhâli yaşatmak sahtekârlığı oluyordu; ve bunlardan, hangi nesebi gayr-i sahihler kâr devşiriyordu?.

Neden.. devlet idâresi, ahkâm-ı sultâniyye, teşkîlât-ı hükûmât, muâmelât, münâkehât, muhâkemât, mufârekât, verâset, siyâset, hukûkiyyât, iktisâdiyyât, ictimâiyyât ve cihâd temelleri Lozan celse ve mahabbetleri muktezâsı yasaklanıb ilgâ edildiği halde, “Tecezzî kabûl etmem muhâl; ve mutlak hakîkâtım” diyen bir din, bir nizâm, tamâmıyla mer’iyyetdeymiş gibi dünyâdaki milyarların halüsinasyonları (dumanaltı oluşları) nasıl diri tutuluyor, varlık sâhibi kabûl ediliyor, sarık cübbeli bir takım (ruhbân sınıfı a’zâları) veya azmanları, nasıl “Elhamdülillah Müslümanım” deyişin serbesti ve hazzından bahsedib, bunun mefhûm-ı muhâlifi olan “Ne mutlu ve putlu ve bozkurtlu Türküm” deyişin her yere ve beyne akıtılışını niye görmezden geliyordu!?. Bunlar bizi sonuna kadar kudurtmaz mıydı?..

Neden, neden, v.s.. v. s…

İNSÎ VE CİNNÎ ŞEYTANLAR NE KADAR FİTNE, FÜCÛR VE FESÂD İÇÜN ÇALIŞSA, KÂDİR-İ MUTLAK MURÂD ETMEDİKÇE BİR TEK ZERREYE BİLE HİÇBİR MAHLÛK HÜKMEDEMEZ…

Küreselci çete ve tek gözlü piramid ve locaların köleleri, Tora’nın ve Yahve’nin bağlıları: “Dünyâda bir tek bizim devletimiz ve bizim irâdemiz hakimiyyet sâhibi kalacaktır” derken, bunun karşısında en büyük ve mutlak mânianın İslâmiyyet olduğunu görüyor; ve onun bunun iktidârını değil, “ALLÂH AZZE VE CELLENÎN İKTİDÂRINI HEDEF ALIB BUNA KUDURUYORULAR.”

10 Büyük veya BUÇUKELÇİNİN “SUYUMU BULANDIRIYORSUN” DİYEN KURT MANZARASIYLA ANKARA’NIN KARŞISINA yozkurt gibi uluyarak ÇIKMASI, ANKARA’YA ULUMAK DEĞİLDİR. Ankara zâten binbir noktada onlarla beraber ve onlarla bütünleşmişdir!. ASIL HEDEF VE KADÎM VE ASLÂ DEĞİŞMİYECEK MÜTESELSİL VE MUTTASIL NİYYET, İSLÂMİYYET’E, İMHÂ İÇÜN, ONUN KÖKÜNÜ KAZIMAK ÜZERE SALVO ATIŞLARI YAPMAKDIR!

Ortadaki iktidâr mücâdelesi, 15 ASIRDIR KAT’İYYEN SÂBİTDİR Kİ: “Küreselcilerle ALLÂH AZZE VE CELLE arasındadır.” Küreselciler mahlûk acziyetiyle “Tek devlet, tek irâde, tek vatan, tek bayrak, tek millet bizde ve bizden olacak” derken; HÂLIK-I KÂİNÂT Azze ve Celle Hazretleri ne buyuruyor, ELMALILI MERHÛM’un muhalled tefsîrinden görelim:

“VELİLLÂHİ MÜLKÜSSEMÂVÂTİ VEL ARD–BÜTÜN SEMÂVÂT VE ARZ DEVLET VE MEMLEKETİ MÜSTAKİLLEN ALLÂH’IN MÜLKÜDÜR. BUNUN İDÂRESİNDE ANCAK ONUN EMİRLERİ VE ONUN KUDRETİ İCRÂ-YI HÜKMEDER. (Bizden: Küreselci zibidilerin adı mı olur!) BUNLARIN İÇİNDE AHKÂM-I HAKK’IN HILÂFINA HAREKET ETMEK İSTİYENLER, ELBETDE MAHKÛM-I IKÂB OLURLAR. ONUN KUDRETİNE HİÇBİR ŞEY KARŞI GELEMEZ. ALLÂH’IN KUDRETİ PÂYANSIZDIR (sonsuzdur.) HERKES ONUN İÇÜN ÇALIŞMALI VE HER VAZÎFEYİ BU MÜLKÜ İDÂRE EDENİN AHKÂM VE EVÂMİRİNE VE SÜNNET-İ CÂRİYESİNE TEVFÎKAN VE ANCAK ONUN NÂMINA YAPMALIDIR.”

Evet, “Onun nâmına yapılmıyan” her şey merdûd; yapmıyan politika şeytanları da, mahrum, mel’ûn, mes’ûl, meş’ûm, metruk ve mezmûmdur; makhûr, mahkûm ve mağlûbdur…

Evet, görüldüğü gibi 10 ELÇİ ZİBİDİSİYLE veya benzeri binbir bahâne ile küreselci şeytanların hedefinde olan, görmek ve duymakdan âciz Ankara’daki AKAP SARAY iktidârı aslâ değildir ve olamaz… Onların kudurduğu, bütün mahlûkâtın hiçbiri de değil, doğrudan doğruya “ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN SALTANAT VE İKTİDÂRIDIR. BUNU ORTAYA TAM BİR SARAHAT VE BELÂGATLE VE MUTLAK OLARAK VAZ’EDEN, MUTLAK HAKÎKAT KİTÂBI KUR’ÂN-I AZÎMÜŞŞAN’DIR…”

Kürereselci, insî ve cinnî şeytanlar, îmansızlara vesvese vermekden başka bir iş yapmazlar, onları kılıkdan kılığa sokar,  korkutur, nice maskeler takarak ve taktırarak onları palyaçolara çevirir, kanlarını ve iliklerini emer, istedikleri tarafa sevkeder, köleleştirir, kullanır, son kullanma târîhleri tesbit eder ve vakt-i muayyeni geldiğinde bit gibi ezerek veya enjektörlerle öldürür; dinleri, dilleri, âile telâkkîlerini ve târihlerini istediği şekillere sokar, onları limon gibi sıkar… “Çünki insî şeytanlar, cinnîlerden çok daha tehlikeli ve beterdir.” Bunlar, ALLÂH Azze ve Celle’ye değil, kendilerine kulluk etdirmenin, kulun kula kulluğu peşindeki modern nemrud, fir’avn, şeddâd, diktatör, şef, decâcile, cebâbire ve zaleme sürüleridir… Encamları da târihdeki bütün nemrudlarınkinden aslâ farklı olamaz, zîrâ Sünnetullâh böyledir… Ve hiçbir zaman onların dediği değil, her zerre, fikir, hayâl ve hareketi yaradan HÂKİM-İ MUTLAK ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN MURÂD-I SÜBHÂNÎSİ NE İSE O OLACAK; ONUN DIŞINDA HİÇBİR ŞEY OLMIYACAKDIR; OLMASI İSE MUHÂLDİR, MÜMTENİ’DİR, MÜSTAHİLDİR… MAHLÛKÂTI YOKDAN YARATAN KÜLLÎ İRÂDE, İLİM, KUDRET VE HÂKEZÂ.. ANCAK KAHHÂR-I ZÜLCELÂL AZZE VE CELLE HAZRETLERİNE MAHSUSDUR…

Herşey hiç, Allâh Azze ve Celle ise, her şeye mutlak hâkim ve kâdîr…

(Mâba’di var)t.t.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir