Çocuk Terbiyesi
23 Aralık 2021
(12) Haçlı Yeni Yılına Girişde Kaş Yaparken Göz Çıkaranlar, Hattâ Mil Çekenler!
22 Şubat 2022

ŞİDDET, HANGİ DÎN VEYA TÂĞÛTÎ İDEOLOJİDE YASAK, HANGİ DİNDE MUTLAK FARZ…

(1)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

ŞİDDETDEN, HAÇLI ve ATEİST-FEMİNİST BATI’NIN ANLADIĞINI MI, KİTÂB VE SÜNNETİN VAZ’ETDİĞİNİ Mİ ANLIYACAĞIZ?

DİB’iş başı prof Erbaş Ali Bey, 8/Aralık /2021 târîhinde 40. İl “müftüleri” ictimâında konuşdu. Müftî, Şerîat-ı İslâmiyye hükümlerini beyâna me’mûr vazîfeli demek olub, hiçbir beşerî ve tâğûtî merci’e boyun eğmeden bu beyânı yapar. Ankara kamalist rejimine me’mûr olanların bunu yapması muhâldir. Bu i’tibarla onlar, “anayasalarının” îcâd etdiği beşerî dînin, “din görevlisi=ruhbân sınıfı” kabûl edilmek iktizâ eder ki, bu da onların resmî sıfatıdır. İslâmiyet ile (resmî devlet dîninin) fark ve îzâhı,  bervechi âtî beyân edilecekdir.

Teolog Raiz Bay Ali Bey, adı geçen konsilde (o hey’et içinde) 18 maddelik gâyet politik ve “Küresel-feminsel-batısal-kamalsal, oryantal, papasal, AKAP’sal, v.s.” renkler toplıyarak ve her inançdan da halita yaparak (karıştırarak yani halt ederek), türlü kıvâmında beyânlarda bulundu ki, bilhassa 7. Maddede şu ecâib ve garâib lâfları patlatdı:

“7. Bugün “şiddet” maalesef hayatın her alanına sirâyet eden küresel bir sorun hâline gelmiştir. İnsan onuruyla asla bağdaşmayan şiddet, bir davranış ve zihniyet bozukluğudur. Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kime karşı yapılırsa yapılsın şiddeti meşru gören anlayış, inanış, töre ve geleneğin karşısında durarak şiddetin her çeşidiyle kararlılıkla mücadele etmek, en temel dinî ve insani görevdir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, toplumsal bağlarımızı çürüten şiddete karşı kapsamlı bir bilinç oluşturmak gayesiyle bütün imkânlarıyla mücadelesini sürdürmekte, sorumluluk sahibi herkesi bu konuda daha duyarlı olmaya davet etmektedir.”

(Şiddet), Lûgatda şöyle: Peklik, sertlik. (Kâmûs-ı Türkî, Şemseddîn Sâmî, 1317, s.881)

Istılahda ise ne olub ne olmadığını, ba’zı âyet-i kerîmelerin tefsîri nasîb olduğunda göreceğiz…

(Şiddet) kelimesini, Küresel-oryantal-feminsel, ateist ve lâik, hulâsa İslâm muârızı bir dilin îcâd edib, dünyâyı da bu mefhumla kendi hâkimiyetine çekdiğini ve hatta esîr bile aldığını rahatlıkla söyliyebiliriz…

Türkiyâ’da 2 asırdır, bilhassa 112, hele hele 98 yıldır işbaşında olan İslâm dışı (Batıcı ve müşrik) zihniyetler, ne kadar sarık-cübbe, câmi-mescid, imam-müftî, ruhbân-ahbâr, din görevlisi-dinsizlik ödevlisi, mürîd-tirit bilmem nesi.. gibi elfâz üzerinden, serap manzarasında bir “Din, fikir, vicdân ve bilmem ne Hürriyeti (!) Sektörü” çalıştırsa da, bu fırıldağın hakîkatında, İslâmiyet diye bir dîne hayât hakkı olmadığı bedâhaten ortadadır…

Cumhûriyet, demokrasi, laiklik, hürriyet, insâniyet, seâdet ve adâlet gibi haçlı Batı ma’nâsı ve dili yüklenmiş ve onların ihtirâ berâtı (patenti) taşıyan lâf u güzâfa âid, farz-ı muhâl, (evet muhâl farz), bunların ZEMZEMLE sonsuz kere yıkanmışı bile olsa, bunun da sonsuz katı pırılpırıl-tertemizini ele alsak; bu bile, MUTLAK hakîkatın “LÂ İKRÂHE Fİ’D-DÎN”den ibâret iki kelimesinin ortaya koyduğu sübhânîliğin; ve mükemmellik, hukuk, hürriyet, emânet, insâniyet, seâdet ve adâletin, gene SONSUZDA BİRİNİ kat’iyyen ortaya koyamaz, bu muhâldir…

 Dünyâ çapındaki ateist-laik-küresel derin devlet, demputrasi, cumputrasi, sekülarizma ve ılmâniyyesiyle, “Din, fikir, söz ve vicdân Hürriyeti” gibi bir elma şekeri yuvarlayıb, bunu, milyarlara tatlı tatlı yalatsa da, kendi iç muhâsebe ve ruznâmesinde bunların karşılığı aslâ olmayıb; ideal, ru’yâ ve azgın iştihalarında, tam tersine, dört dörtlük ve son derece gaddar, zâlim ve acımasız bir “TANRILIK-FİR’AVNİYET” diktatörlüğü, anarşi ve terörü yatmaktadır… Anayasa’da DİB, kânunda Diyânet, v.s. bahsine gelindiğinde, bu (küresel) hedefler Türkiya’da hangi dil, çene, makâm, şebeke, politika ve yazılarla ortaya konulmaktadır, nasibse o bahislerde bunu vesîkalarıyla görebileceğiz…

Sarıklı-cübbeli bilumum politikacıların yukarıya aldığımız sözleri, bu çerçevede ele alınmalıdır. Bugün dünyâya hâkim olma peşindeki tâğûtî TEK DEVLET merkezinin resmî dili ne ise, “Şiddet” kelimesi de, bu dilin bir ıstılâhı (ta’bîri-terminolojisi îcâbı) hâline getirilmişdir… Âdem Aleyhisselâm’dan bugüne kadar hiçbir Peygamberin, 15 asırdır da Son Peygamber Aleyhisselâm’ın tebliğleri arasında, “Kadını, erkeği, çocuğu, hayvanı, v.s.’yi bugünün lâyık ve ateist dünyasının “şiddet” kelimesi ile ifâde etdiği MA’NÂYI esas alan bir (ŞİDDET)” ta’bîr ve mefhûmu, ne yazılmış, ne görülmüş, ne de dile alınmışdır!. Bugünki dünyâ şeytanlarının (ŞİDDET) dediği rezilliklerin tamâmı da, küfür, şirk ve nifâkın tevlîd edib peydahladığı HUKUKSUZLUĞUN-dolayısıyla ZULMÜN-mutlak bir netîcesidir… Çünki Âdem Aleyhisselâm’dan Kıyâmet’e kadar gelecek bütün enbiyâ ve müslümanların hayat-varlık kânûnu (En’am 162) muktezâsınca mutlak ma’nâda şudur ve onlar şunu demenin mükellefidir: “Şübhesiz ki benim namazım, ibâdetlerim, HAYATIM ve MEMÂTIM, Âlemlerin Rabbi olan ALLÂH içündür.” Bunun içün, Fetih sûresinin son âyetinde “Vellezine meahû EŞİDDÂU alel küffâr” buyurularak “ŞİDDET” emri verilirken; ve Tevbe ve Tahrim sûrelerinde geçen “vağluz aleyhim” gibi şiddeti âmir emirler, mücerred “ALLÂH İÇÜN” olmak şart ve kaydı ile verilmiş, vaz’edilmiş, teşrî’ buyurulmuşken, DİB’iş Raizi Purof Bay Ali’nin bu NASS’ları karşısına alarak “Küreselci diliyle, o dildeki şiddet” mefhûmuna şöyle kükremesi, İSLÂMİYYET dışındaki hangi dinin bir dürtüsü sayılmalıdır:

“Bugün “şiddet” maalesef hayatın her alanına sirayet eden küresel bir sorun haline gelmiştir. İnsan onuruyla asla bağdaşmayan şiddet, bir davranış ve zihniyet bozukluğudur. Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kime karşı yapılırsa yapılsın şiddeti meşru gören anlayış, inanış, töre ve geleneğin karşısında durarak şiddetin her çeşidiyle kararlılıkla mücadele etmek, en temel dinî ve insani görevdir.

Evet, Bay Ali’nin böyle kükremesi, atıb tutması, aslâ İslâm adına değil, kendi 5-10 felsefe ve religion HALİTASINDAN (karışımından) ibâret resmî devlet dînine ve küreselci diline ÂİD olabilir!..

        “Benim hayâtım ve memâtım ALLÂH içündür” diyen Âdem evlâdı içün herşey, kadın, erkek, insan, hayvan ve eşyâyı da içine alan, mutlak HUKÛK, îmân, küfür, merhamet, zulüm, suç, cezâ, mükâfât, helâl, haram, günâh, sevâb, Âhıret, cennet ve cehennem v.s. gibi mefhumlar ve tasnîfât ve “ef’âl-i mükellefîn” içinde bir kıymet ve netîceye bağlanmışdır… Tek gözlü piramidin şeytanları eliyle nefse tapan Batı felsefeleri ise, bütün bunların yerine, İslâmiyyet’in zulüm olduğu içün kat’iyyen reddetdiği “beşere âid mutlak zulümden ibâret olan şiddet” uydurmasını koyarak, bunu da, İslâm’daki mücerred ALLÂH CELLE içün olacak “ŞİDDET ve ĞİLZET” emirlerini de içine alacak kadar hududlarını alabildiğine genişletmektedir… Üstelik de bunu, mücerred kendi idrâk ve telâkkîlerine (küfür-şirk ve nifâka dayalı hayat tarzlarına) yaşama hakkı vermek ve İslâm’a hayat hakkı tanımamak üzere, ona şeytânî ma’nâlar yükliyerek zihinlere pompalamaktadır!

 İşlerine ve politikalarına uygun geldiği her yer ve zamanda kadınları hem İLÂHE yapıb TAPAN, hem de şehvetlerinin pek âdî vâsıtası görerek onları paçavralaştıran TÂĞÛTÎ ve BEŞERÎ sistemlerin bir eksiksiz tamâmı da, fir’avnluğun ve tanrılaşmanın şeytânî bir tuzağı olub; sundukları bütün çâre, çözüm ve reçeteler, mutlak bir cehennemi netîce vermiye yarar… Dünyâyı iki DÂRDAN (Biribirine zıd iki DÎN ve Hukûk vatanından ibâret) görmeden, beşerî ve şeytânî hukûkun (!) temelini nefs-ins ve iblis üçlüsü elinde atanların, bu bozuk temeller üzerinde sağlam bir binâ yükselebileceğini kâbûl etdirme propagandaları, kimden gelirse gelsin MUTLAK bir dalâlet, cehâlet, hıyânet ve müşriklik bilinmelidir. Bunun isbâtı ise, gözler önündeki dünyâdır; göremiyenler, körlüklerinin nârına yansın!

Feminizma, cinsiyet eşitliği ve LGBT ateizmasının da azması, kudurması ve şımarması ile şiddet, bilhassa kadına ve cinsî sapıklara karşı bir “felâket ve mağdûriyetmiş” gibi işlenmektedir!. Böylece hukûku aslâ gözetilmiyen kadın, hukûku ve kıymeti muhâfaza altına alınıyor perdesi ile öyle bir şımartılma, okşanma, öne çıkarılma, her istediği yapılan olma (!) manzarasına sürükleniyor; ve cemiyetin her noktasında yer alan, görülen, önünde eğilinerek başda taşınan; sonra da her yerde var olmak heves ve ihtirâsına mahkûm edilerek, dişiliğine kadar her şeyiyle ve her yerde öylesine en bol-bulamaç bulunan bir meta’ (mal-eşyâ) hâline getiriliyor ki, kadını ucuzlatmanın ve ayak altı etmenin bundan daha ibliscesi düşünülemez!…

Mutlak  bir netîcedir ki, bu son derece bolluk, EŞYÂNIN TABÎATI İKTİZÂSI onu bayat hamsiden beter UCUZLATACAK, ucuzladıkça da, kıymeti sıfıra yaklaşacak, belki de sıfırın altına inecekdir!… Gâvurcasıyla dünyâ, “Avrat Deflasyonu” yaşıyacak (!) bunun netîcesinde de (NİKÂH ve ÂİLE müessesesi) yıkılarak, insanlar, corona mûcidi ve aşı tüccarı ve nüfûs (insan) düşmanı KÜRESELCİLERİN, hayvan sürüleri yani  (zombileri) hâline gelerek, üç-beş fir’avnun kölesi yapılacakdır…

Her yer ve zamanda bu kadar kadın bolluğunun mecbûrî netîcesi olarak, bu  kadar  âzamî ucuzluk da, âile denilen ve cemiyetlerin en küçük temel taşlarına veya birliklerine, onun muâfiyet (kurbağacası bağışıklık) sistemine, mutlak tâkatdan düşürücü, çözücü, lackalaştırıcı, dejenere edici, paspaslaştırıcı, yalamalaştırıcı, pörsütücü ve çöktürücü darbeler vurmaya başlıyacakdır!… Maatteessüf, bu gün, her yer kadın kız ucuzluğuna muhatab olarak, bu noktaya gelinmiş, olan da KADINLARA olmuşdur…

“ŞİDDETİN” HER TÜRLÜSÜNÜ YERİN DİBİNE GEÇİREN SARIKLI POLİTİKACININ, “VELLEZÎNE MEAHÛ EŞİDDÂU ALE’L-KÜFFÂR;” VE, “VAĞLUZ ALEYHİM….” BUYURAN ALLÂH “NASSLARINI” HİÇ GÖRMEMİŞ VE DUYMAMIŞ OLMASI; VE, “SUMMÜN, BUKMÜN, UMYÜN FEHUM LÂYERCİÛN” SINIFINA DÂHİL OLMASI, MÜMKİN MİDİR?!.

Yazdığı 10 kitab varsa 8’i hıristiyanlığa âid olan sarıklı-cübbeli, laik ve politikacı başkan, bâlâya aldığımız satırları ile, “En temel DÎNÎ ve insânî görevden” bahsediyor!. Bu son derece mühim vazife:

“Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kime karşı yapılırsa yapılsın, şiddeti meşru gören anlayış, inanış, töre ve geleneğin karşısında durarak şiddetin her çeşidiyle kararlılıkla mücadele etmek!”

İmiş!

Şiddetin “Sebebi ve kaynağı” ALLÂH’ın kelâmı ve nasslar olursa, bu, KAHHAR-I Zülcelâl ALLÂH Azze ve Celle’den “gelirse…”   Kâfir, müşrik, münâfık, Allahsız, ateist ve HAKK-HUKÛK düşmanlarına “KARŞI YAPILIRSA”, kimmiş o münkir ki, bu ŞİDDETİ “meşrû’ görmiyecek?.” Zarûrât-ı DÎNİYYEDEN olan bu İslâm îmânının “KARŞIŞINDA DURACAK;” ve bu NASS ile sâbit FARZ EMRİN yani “ŞİDDETİN, her çeşidiyle kararlılıkla MÜCADELE EDECEKDİR!”

 DÎNE taallûk eden bir vazifeden bahsedildiğine göre, evvelâ bu dînin hangi dîn olduğu ortaya konulmalıdır!… Eğer ortada, “ŞİDDETİ FARZ OLARAK EMREDEN” bir dîn varsa, o dîne “SENDE ŞİDDET VAR” diyerek saldırıya geçmek, bu dîne hakâret, tecâvüz ve aşağılamadır, yani EN MÜHİMİ DE ona ŞİDDETDE” bulunulmuş olunmasıdır!. Bunca ağır lâf ve salvolar, “ŞİDDETİN FARZ VE ESAS; ZARÛRÂT-I DÎNİYYEDEN” olduğunu 15 asırdır cihâna i’lân eden bir dîne ŞİDDET” göstermenin tâ kendisi olur; ve aklı feminizma çukuruna kaçmamış insan gibi insanlar, “Bu perhiz ne, bu hıyar turşusu ne” demekden kendilerini alamazlar!…

“Şiddet” deyib, bunu, feminist ve hümanistin, demputrat-cumputratın, hoşgörü-diyâlog Hociası ve Pensilvanya kardinalinin, haçlı Batı felsefecilerinin, binbir türlü şeytânî kafanın MÎZÂN VE AYARLARINA göre dünyâya boca edemezsiniz!… Her îmân, dîn, inanç, ilke, ideoloji, hümanizma, kamalizma, sapıtma ve felsefî kafanın “şiddet” mefhûmuna nereden ve nasıl bakdığı, ona hangi ma’nâları nerede, ne içün, nasıl ve hangi şartlarda yüklediği farklıdır… Bu nazara alınmadan ceffe’l-kalem ve züccâciyeci dükkânına dalan fil gibi oraya buraya fırlamak, gerek îmân-ilim ve gerek akıl ve insanlık nokta-i nazarından insanı rezîl ve gülünç eder…

Hiç kimse, “Ben kendimin veya falanın keyfine göre savurur, şöyle vurur, böyle kavururum!” diyerek nefsinin yâvelerini “İslâm” diyerek dünyâ panayırına boca ederse, bunun çok ağır ve ebedî BEDELİNİ ödemek mahkûmiyyetinde kalır:

“Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kime karşı yapılırsa yapılsın, şiddeti meşru gören anlayış, inanış, töre ve geleneğin karşısında durarak şiddetin her çeşidiyle kararlılıkla mücadele etmek!”

 Hiç kimse, diğer kimsenin veya dînin adına “şiddet” mefhûmuna (bakış, hiddet ve şiddet ta’rîf ve keyfiyeti) ortaya koyamaz… Koyarsa, bu, beyân etdiğimiz gibi, haddi tecâvüzdür; ve her şeyden evvel her mekân ve zamanda olması şart olan mutlak HAKK-HUKÛK ve ADÂLETİN hukûkuna ŞİDDET olarak akseder!. Hem de en habîs ve zâlimce, en sunturlu, daha berbâdı olmıyan, bir başka cins “şiddet” olmuş olur; ve heveslisini gülünç hallere düşürerek, onu, tezâdlar-tenâkuzlar içine çekerek çarpan bir manzara da ortaya çıkar!.

DİB’iş Raizi Sarıklı Politikacı Prof ve Bay Erbaş Ali Bey’in, “Sarık cübbe altındayım” diyerek “Müslümanlık adına” konuşduğu da kabûl edilemez… Çünki İslâmiyyet adına konuşmak içün, bu dînin, beşerî dinleri ve ideolojileri, tâğûtî politik sistem ve kânunları, bir eksiksiz külliyyen ve kat’iyyen nefy ü reddeden “LÂ İLÂHE’den” ibâret en birinci ŞARTINA bilâ şekk ve şübhe îmândan sonra.. “Onun Zarûrât-ı Dîniyyesini bilmek ve cezm ve yakîn derecesinde” de buna îmân etmek; sâniyen, bu dînin îzâh, esas ve keyfiyetini “MÜSBİT ve MUZHİR” olarak ortaya koyan (dört edillesinin kânunları ve dili ile konuşmak), en önde ve başda gelen ve pek ehem şartlardır… İslâmiyyet’in üçü müsbit ve sonuncusu muzhir olan edille-i erbaasına (dört delîline)  ters bir i’tikâd ve beyân ortaya koymamak, şerefli ve haysiyetli bir oryantalistin veya gayr-i müslimin bile insanlık, dürüstlük, merdlik ve nâmûs borcudur…

Halbuki, Sarıklı Politikacı Bay Erbaş Ali Bey’in, ilim, îmân, amel ve ahlâk dünyâsı ve varlığı, “İşkenceci Evren anayasası ve seküler ve layık kânunlarla” sâbitlenmiş, tahdîd, tesbît, ta’yîn ve takyîd edilerek, yukarıdaki şartlar ibtâl, ilgâ, imhâ, ıskât ve  memnû’ kılınmışdır… Mûmâileyh, anayasanın ve seküler-beşerî kânunların âmir hükümleri ve sâbiteleri ile onların getirdiği mecbûriyet ve mahkûmiyetlerin dışına aslâ çıkmadan, bütün (vazifelerini-me’murluğunu-müdürlüğünü) yürütmekle muvazzafdır; ve buna me’mûr, mahkûm, mecbûr ve bunlarla mükellefdir… İşkenceci Evren Anayasasının ilk üç maddesi “TABU-DOGMA-DEVRİMSEL TANRI ve ŞEF EMRİ” olduğundan, bunları  inkâr veya onlara şirk, o anayasa içün “Zarûrât-ı dîniyye veya nass” muâdili (!) gibidir; ve dolayısıyla da o rejimin bir makâmında bulunduklarından, kat’î ve beşerî bir sâbite ifâde eder!… Aksi hâlde sisteme karşı takiyye veya lâteşbîh “şirk koşmak” ortaya çıkar!. Bunların değiştirilmesini teklif dahî edemeyecek kadar onlara sâdık bir mü’min-i cumhuriyet, demputrat, Atatürk milliyetçisi, layık olmak, mevcûd beşerî religionun, gene lâteşbîh “zarûrât-ı dîniyyesine îmân” gibidir!. Aksi hâlde ikiyüzlülük, riyâkârlık, aldatma, çifte standart, ikircikli ve iksircikli oluş; üç kâğıtçılık, tombalacılık, Sülün Osmanlık, v.s. gibi korkunç şeyler ruznâmeye gelir ki (!) biz bunları Purof ve Sarıklı Politikacı Bay Ali Bey’e kat’iyyen “yakıştırmaz” ve kendisini bunlarla elbetde ithâm etmeyiz; ve “iç âlemine vâkıfız” da diyemeyiz!… ANCAK, sistem-rejim ve kendisini ta’yîn eden politik-lâyık makamlar önünde, yeminleri, ahidleri, andları ve sözleri, teahhüdleri ne ise, kendisini bunlar bağlar… Biz, bu bağlıyanlara bakarak hakkında hükme varırız… Bizim cenâhın yani 15 asılık İslâm ve SON ŞERÎAT tarafının delîl ve vesîkasını bunlar teşkîl eder. “Diyânetli kamalistliğin” değilse de, Müslümanlığın temel usûl ve esaslarından birinin muktezâsınca, “Kat’iyyen, zâhire göre hükmetme mecbûriyyet ve mükellefiyyetimiz vardır, bâtına göre değil!”

SARIKLI-CÜBBELİ BÜTÜN POLİTİKACILARI BAĞLIYAN, ANAYASA VE ONUN “LAYIKLIK İLKESİ DOĞRULTUSUNDAKİ” KÂNUNLARIDIR!

Sarıklı Politikacı ve teologi purofu Bay Ali Bey, “Bu esaslar çerçevesinde” ele alınınca, onu sımsıkı çerçeveliyecek olan, cumhuriyetin (Frengçe Republique’in) Kitâb-ı Mukaddesi makâmındaki nesne, YANİ işkenceci ve dökük-sökük rütbeli ve 16 yaşındaki genci ASARAK (salben katletmek) içün yaşını büyüten morgeneral Kenan’ın ANAYASA kitâbıdır netekim!… Ve o KİTÂB-I BÎTÂB şöyle der:

  • “MADDE 2– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
  • Üstelik de bunlar, cumhuriyet kurulduğu zaman olmıyan ve fakat 50-60 yıl sonra hâricden ve havâricden “eklemlenen cumhuriyetin nitelikleri” imiş!. Bu “niteliklerin” kimin, kimlerin, hangi derin ve gizli dünyâların  ideoloji ve felsefelerine ve onların hangi ölçülerine göre anlaşılması îcâbetdiği ise, aslâ bilinemez; ve böyle bulanık sularda balık avlamak, beynelmilel politik bir sektördür ve dâr-ı riddelerdeki “İslâm Muârızlığının” da en mümeyyiz yazılı vasfı ve vurucu sûikast silâhıdır…
  • Ve, MADDE 4 Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
  • Çünki bu nitelikler, “Gökden indiği sanılan dogmalar” değilse de, “yerden çıkdığı sanılan doğmalar” ve beşerî dinlerin olmazsa olmazlarıdır!. Cumhûriyetin, nisâbı bulmıyan bir kısım kişilerle kabûl edildiği gün, bazı meb’usların paralamentoya gelmemeleri daha doğrusu sokulmamaları içün evlerinin kapısına polis dikildiğini resmî târîh yazmasa da, vâkıaları zabta geçiren TÂRİH yazmaktadır; “Ben cumhûriyete karşı değilim” diye vidyoları piyasada olan “Püsküllü tarihçi” bile bu vâkıaları bilmekteydi!
  • Anayasanın (Cumputratik-lâyık religionun Kitâb-ı Mukaddesindeki) 136. Maddesi ise şöyledir:
  • “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”

Demek ki, sarıklı ve cübbeli, politikacı ve teoloji purofu Bay Ali ERBAŞ Bey, şöyle diyemiyecekdir:

“Türk repüblikasına hass NİTELİKLERİN, Atatürk milliyetçiliğinin, İsviçre’den gelen kilise kânunlarının” dışına çıkarak, “Kur’ân-Sünnet-İcmâ’-Müctehid ictihadları, vaz’-ı ilâhî, müsbit ve muzhir deliller, Şerîat esas ve düsturları, helâl-haram, hakk-bâtıl, îmân-küfür, mü’min-kâfir, dâr-ı İslâm-Dâr-ı Harb (RİDDE), ülülemr-hilâfet-ahkâm-ı sultâniye; Allâh irâdesine müstenid siyâsî, hukûkî, iktisâdî, ictimâî, kazâî, askerî kavânîn ve kavâid dahî ve bunlar gibi binlerce ALLÂH İRÂDESİ, bu dînin ZARÛRÂTINDANDIR. Bunlardan birinin inkârı veya bunların birinde iştibâh bile, ferdi bu dînin dışına fırlatır atar!”

Evet, teolog ve Raiz, Bay Ali Bey aslâ böyle diyemiyecekdir! Çünki sistem, “nitelikler” üzerinden böyle bir din dayatmakda ve gayrının yaşamasına da hayât hakkı tanımamaktadır… Bu i’tibarladır ki, Türkiyâ’da, adı “Müslümanlık” da olsa, keyfiyetleri ve muhtevâları arasında nâmütenâhî (sonsuz) fark bulunan iki farklı dînin bulunduğu, bunların da biribirine son derece ters olduğu, resmî olan DEVLET religionunun ötekisine nazaran bin kat daha teşkîlâtlı ve hâkîm bulunduğu, ötekisinin tepesinde müfettişlik, zaman zaman da gardiyanlık vazîfesi icrâ etdiği,  bedâhaten ortada olub îzâhdan ârî ve vârestedir…

İşte askerî darbelerle doğan ve büyüyen TÜRK REPÜBLİKASININ (cumputrasisinin) nitelikleri, laiklik denen nesne üzerinden İslâm da dâhil cümle dinlerin gûyâ o esrârengiz ve ütopik GÜVENCESİ (te’mînâtı) altındadır; 1789 Fransız ihtilâli düsturlarına son derece hassâsiyetle sadâkat içindedir; ve “DÎN, FİKİR ve VİCDÂN özgürlüğü (hürriyeti) ve ma’mûllerine” de, cihânın hiçbir köşesinde görülemeyecek kadar nev’-i şahsına münhasır, (sipesifik, atamatik ve kamalitik) bir ŞİDDETDEDİR… Ve bu şiddet içinde de fenâ bulub eriyişi, evet, işte böyle mitolojik bir garâbet sergiler bulunmaktadır!…

Fakat bütün bunca imbiklerden süzüldükden sonra BUGÜN: “Dünyâ sanat mîrâsı ve onları korumamaskesi altında rehin tutulan AYASOFYA’daki UNESCO’nun gayr-i müslim irâde ve hâkimiyyeti, o ma’bedin vâkıfı=vakfedeni yani mülk sâhibi FÂTİH Cennetmekân Hazretlerinin İRÂDESİNİ sıfırlayınca, evet bu da, bu alabildiğine sulanmış idrâkler devrinde, Allâh Azze’nin Dînine sûret-i kat’ıyyede değilse de; “Devrimler, Paşalar, lâyıklar, ateistler, masonlar, anayasalar ve kânunlarla” îcâd edilen “RESMÎ Dîne hızmet Raizliği veya kabadayılığı veya kahramanlığı” içün, Ayasofya’ya bile bir “AÇILIŞ ve câmi’ hüviyeti” kazandırabiliyor!.

Hatta bazı devletliler, 20/12/2021 târihli Akademi Ödülleri ictimâında “NASSLAR neyi gerektiriyorsa onu yapmıya devam edeceğiz, hüküm budur.” gibi beyânlarda bulunarak “fâizlerin indirileceğinde” kararlılık (!) ortaya koyuyor!.. Ancak, böyle bir nass olmadığı bilinmeli, fâiz belâsını “indiren” değil, ancak sıfırlıyan nassdan bahsedilebilir!. Dârü’r-ridde’de “Müslümanım” diyen her kim olursa olsun, “nasslar” diyerek ve onları politika emrine vererek Karamanlis tâifesi ictihadları ile Allâh Azze’nin irâdesine ipotek koyamaz. “İslâmiyet fâizi sıfırlamıyor, belli ölçüde mubah görüyor” netîcesine varıcı ve bu DÎNİ böyle gösterici roller, Müslümanlığa hızmet değil, tam tersine onu tahrîf ve beşerîleştirmekdir, rejime tâbi’ köle kılmakdır, NASSLARI revizyona uğratmakdır… Mason Sülü de Londra’da başka söylediği hâlde, Türkiye’ye dönünce orada söylediğinin tam tersini “Din devlete değil, devlet dîne tâbi’ olacakdır” demişdi!!!. 961-965 yılları arasında komünistliği sulandıran bazı CEHAP’lı ve solcu gençleri, Moskova’cı kızıllar, “Siz revizyonistsiniz” diyerek köşelerde sıkıştırır hatta canlarından bile etdikleri olurdu… AKAP sarıklılarından Yardakoğlu ise bunu, bizzat kendisi İslâmiyyet içün söylemişse de, kendi resmî dînini (!) inşâ’  etmek üzere söylemiş; resmen ve alenen “Biz revizyonistiz” diyecek kadar kıblesini oryantalistlere çevirmişdir!.

Adı “İslâm” da olsa, kendi beşerî dinlerinde istedikleri gibi herkes “anayasa değişikliği, v.s.” cinsi ve cibilliyetinde binbir türlü değişiklik, delinme, deldirme, izâle etme ve deneme yapabilir! Ancak, çok iyi bilinmelidir ki, Anasasa ve kânûnlarla kıskıvrak tahdîd ve tekyîd altına alınan bir dîn, adına ne kadar “İslâmiyyet” de denilse, bu dîn, keyfiyyeti ve mâhiyyeti i’tibâriyle asla o dîn değil, tanrısı İNSAN olan, beşerî irâde mahsûlü bir dindir… Bunu, avâm-ı nâs, o nâkıs fikri, ilim ve muhâkemesi ile bin kere yutsa da; İslâmiyyet’in müsbit 3 ve muzhir 1 ana delîlini bilen en sıradan ve lâkin hakîkî bir müslümanın bile kabûl edib yutması aslâ mümkin değildir. Bunu bildikleri içün, resmi “Dîn kursları, imam liseleri, enstitüleri ve ilâhiyatları” açarak, o beşerî irâdeye dayanan ve adı da “İslâm” bırakılan o resmî ideoloji emrindeki devlete serfürû’ eden (başeğen) dîni îcâd ve ihtirâ’ eylediler… 

 İslâmiyyet, kimsenin kendi mülkî dîni değil, ALLÂH AZZE VE CELLE’nin DÎNİDİR, onunla hiç kimse oyun oynıyamaz. Erbakan: “Bize oy vermiyen patates dînindendir, getirin ABD veya İsviçre anayasasını imzâmı atayım, v.s.” gibi nice yâveler neşrederken; Özal da “Allâh’ın varlığı ve birliği hâriç herşey TARTIŞILABİLİR” diyerek, İslâmiyyet’in bütün “zârûrât-ı dîniyyesine” kadar her şeyini “tartışma şeytanlığına” açıb, bunları da bütün dünyâya tv ile höykürünce, aynı kafa ve inancın çukur ve vartasına düşmüş ve oradan aslâ çıkamadan dünyâlarını değiştirmiş olmuşlardı… Falan dergâhın ihtirâ berâtını (patentini) taşıyarak gözboyamak, ences politika hesâbına insana bir takım şeytânî ve dünyevî süflî menfaatlar ve bu dünyâda hubb-i câh içün alkışlı sermâyeler te’mîn etse de, o dergâhların asırlarca ve ŞERÎAT-I GARRA-YI AHMEDİYYE adına binbir çilesini çeken hakîkî mürşidîn-i kirâm hazerâtı, vakt-i merhûnu hulûl edince, haklarını pek acıtarak alacak ve mütecâsirlerinin istismarları da kat’iyyen yanlarına kalmıyacakdır… Çankaya’da “terâvih kılmalar” gibi ucuz ve göstermelik şeyler, insanları o pek derin çukur ve mes’ûliyyetlerden kurtaramaz. İslâmiyyet’in 15 asır evvelki NASSLARI ve zarûrât-ı DÎNİYYESİ Kıyâmet’e kadar aslâ bir zerre bile değiştirilemez, tartışılamaz, üzerinde oynanamaz. Bütün bunlar, Sarıklı Politikacı ve Teolog Purof Yardakoğlu’nun da “Biz Revizyonistiz” yâveleri savurmasına benzer ki, bunların temelinde, şeytânî oryantalizmin hedef ve felsefesine ÎMÂN ve i’tikâd yatmaktadır…

Yıllarca evvel Körfez Ülkelerinden: “Günümüzde fâizsiz ekonomi düşünülemez” diyerek dünyâ kapitalizmasına bey’atlar gönderen zirvelerdeki politikacılar, bugün “Nass var” diyerek fâizlerin düşürülmesini ruznâmeye taşıyorlarsa, bu, nassa dayanarak fâize sâhib çıkışın bir ifâdesidir ki, son derece tehlikeli ve nassı çarpıtıcı bir keyfiyetdir. Gene aynı ağızlar 3-5 sene evvel: “14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın, olmaz böyle şey” derken; “Ben ve arkadaşlarım dîne dayalı devlet sistemine KESİNLİKLE karşıyız.” derken; Madam Leydiler “Sosyal CİNSİYET EŞİTLİĞİ mücâdelemiz, sadece bir hakk arama MÜCÂDELESİ OLMANIN ötesinde, bizim içün ÖLÜM KALIM MÜCÂDELESİDİR” derken, İstanbul Sözleşmeleri ile on yıla yakın âile müessesesi bombalanmışken, bu sözleşmenin peydahladığı 6284 sayılı ucûbe kânun, âile reisliğinden AKAP TARDI yiyen erkekleri kadın beyânı karşısında ayak altına alırken, daha bunlar gibi yüzlerce kânun ve beyanların, aceba “Nasslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğiz” deyişle samîmiyet derece veya derekesinin alâkası nasıl kurulabilecekdir???. Fâiz mevzuunda “NASS VAR” da, heykellere, putlara, kabirlere, anıtlara, mozolelere, liderlere, inâsa, para ve makam-mevkı’a, rütbe ve Batılı müttefiklere, küreselci şeytanlara, hannâsa, san’atçı bazı iblislere, kancıklara v.s.lere tapma hakkındaki NASSLAR ne olacakdır?. Kadın ticaretinin, fuhşun, yolsuzluğun, rüşvetin, hısım akraba kayırmanın, isrâf ve lüksün, yalan, hîle, ahlâkı bozma ve sömürünün bin çeşidi hakkında NASS yok mudur???. % 0,20 faizle yaşayan bazı ABD ve AB ülkeleri bile varken, “fâizleri düşürmek,” neden “NASS” kelimesine atıf yapılarak dile alınmaktadır?. Fâiz, komünistliği ve maoculuğu revizyona uğramamışsa Derinçek’in kitâb-ı kutsal ve masalsalında da yasakdır ki, onlarla bu noktalardan.. “nass” diyerek de,  nice “hacı ağalarla” beraber bir seçim mahabbetine girizgâh mı yapılmak planlanmaktadır???

Bâlâda zikretdiğimiz nice misâller de göstermektedir ki, Sarıklı Politikacı DİB’iş başının “Şiddet” üzerinden Haçlı dünyâsındaki oryantalist, feminist, kamalist, fettoşist, diyalogçu, diyânetostik, agnostik, deist ve hümanistlerin dili ile verdiği 18 maddelik mesaj, bilhassa 7. maddesi ile,   kendi dinlerinin (revizyona) ne kadar müsâid olduğunu, hatta onun lâzım-ı gayr-ı mufârığı bulunduğunu da bedâhat derecesinde gözler önüne sermektedir!…

  • DİB’iş, 2018 yılına kadar başbakanlığa bağlı iken, bundan sonra cumhurbaşkanına bağlanmışdır; ve 633 sayılı DİB’iş kânunu da, DİB’in tâbi’ olduğu “tanrısal-lâyıkçı irâdenin” tam bir “imtiyâz-ı rubûbiyyet” ifâdesi olarak bervechi âtî gelecek şekli ile aynen şudur:

Madde 1 – İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyânet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. (3)

Sarık-Cübbeli Politikacı ve Teoloji Purofu Bay Ali Bey’in kabûl ve îmân etdiği dîn, bâlâda bahsi geçen 4 madde ile tahdîd, takyîd ve tahsîs edilib çerçevelenmiş; ve “Laiklik ilkesi DOĞRULTUSUNDA” UYGUN ADIMLA YÜRÜME MECBÛRİYETİNDE bırakılmış beşerî bir dîn olmayacak mıdır?. Böyle bir dîne bu çerçeve ve mecbûriyetleri çizenler de, bu dînin tanrıları olmuş sayılmıyacak mıdır?.. Darbe zamanları,  tanrılar, “Halâskâr Gâzî, Şef, Komite Konseyi, v.s,” adını almıyorlar mıydı?. Yani adı geçen bugünki Anayasa Kitâb-ı Mukaddesini, 1981’de Anadolu’nun 80 milyon insanına yukarılardan indirib-çakarak  kâbûl ve îmân etdiren, “Darbeci tanrılar KOMİTE KONSEYİ” değil miydi?..

Görülüyor ki DİB’iş nâmı verilmiş olan mahall-i mahsûs, başbakanlığa, cumbaşkanlığına, konseylere, şeflere de bağlı olsa, MUTLAK SÛRETDE BEŞERÎ, NEFSÎ VE GAYR-İ İSLÂMÎ BİR MERCİİN İRÂDE VE POLİTİKASINA, ASLÂ KOPMAZ ZİNCİR BAĞLARLA BAĞLANMIŞDIR. BÖYLECE 1000 YILLIK MÜSLÜMAN BİR MİLLETİN DÎN, HÜRRİYET, İSTİKLÂLİYET, HAYAT TARZI VE VİCDÂN TELÂKKÎLERİNE, CİHANDA GÖRÜLMEYEN BİR ŞİDDETLE CEBİR GÖSTERİLMEKTEDİR…

Şu anda ise, bahsi geçen Kitâb-ı Mukaddes’in (anayasanın) âyetlerini (!) değilse de, “maddelerini ta’yîn, tebdîl, tatbîk etdiren ve her fırsatda da sebeb-i nüzûlü (!) ile işleten,” teşri’=(yasama gurultayındaki), Müfessîr Merhûm Elmalılı’nın buyurduğu gibi “imtiyâz-ı rubûbiyyete biz sâhibiz” diyen 600 kişilik rûhbân konsili değil midir?. Kânunları, ilkelei ve her türlü düzenleri en büyük mozole tanrısı katından ve onun “milliyetçiliğinden”, lider veya raiz cinsi başçavuş tanrılara getiren, onlardan da, maaşlı beş-altıyüz küçük tanrıya dikte etdiren, her tanrının yanındaki rûhânî üç veya beş harfli varlıklar değil midir?. O her maaşlı ve parti-pırtılı tanrıların kalblerine, her an, bu mücerred yani görünmez vâsıtaların ilkaatda bulunduğu, İslâmiyyet’e göre de mutlak bir hakîkât değil midir?..

Adı geçen dînin tapınağı, (câmisi) denemese de “ma’bedi”, Fetö Kardinâlesinin bombalarından yaralanan “gâzî meclisdir=gurultaydır=paralamentodur” denilmiyor mu?… Bu babda en önde gelen mütehassıs, yani usta ve sâbık baş tanrılardan biri de, Bay Çiçek Bey bilinemez mi?…

Paralamentodaki mazbatalı tanrılar, parti-pırtı vazgeçilmezleri ve demirbaşları olarak, müthiş bir rekâbet, rehâvet, şebâet, şemâtet, rehâvet ve gırtlak gırtlağa da bazen re.âlet ve bazen de refagât  içre irâdet-i nefsiyye savurmağla, müthiş bir itiş, iğdiş, didiş, bitiş ve finiş içinde cûş u hurûşa gelib, millet-i merhûme  ve merkûme adına “irâde beyanları” düzüb, “imtiyâz-ı rubûbiyet bizdedir, hâkimiyyet bizim hâlıkiyyetimizdedir” deyû, 85 milyona cennetler, biribirlerine cehennemler” va’detmeseler de, bunların uydurma beşerî muâdillerini, pek çağdaş makyaj ve ambalaj ve kürsü dokunulmazlığı malzemâtına sarub-sarmalayub, “A.. aa.. an.. ana-avrat ve sin-kefler” içinde gerek biribirlerine ve gerek PEKAKA eliyle maktül olanların kızkardeş ve yakınlarına, madam melîkeler sevk ve idâresinde “yavşak yavşak” ve yumuşak yumuşak, “ihtirâ’ ü iftirâ” eylemiyorlar mı?!.

HULÂSA: Dînleri, Diyânetli Kamalist Cumputrasidir!

Kelime-i Kesret ve Şehâdetleri: Arabça ılmâniyye, Frengçe laicus olub, ateizmanın ikiz kardeşidir!

Usûldeki Mezhebleri: Sosyal, liberal ve muhâfazakâr demputrasidir!

Ameldeki mezâhib: Anadolu işgâlcisi Batı’dan idhâl edilen alfabenin, alfa-beta’sı da dâhil bütün hurûfâtını yan yana kullanan ve 2023 demputrasi kumarına iştirâk edecek 122 parti ve pırtıdır!

Tanrıları: Elmalılı Merhûmun Tefsîrindeki “İmtiyâz-ı Rubûbiyyeti sınıf-ı ruhbândan devralan Paralamentolardaki” modern ruhban ve ahbâr takımlarıdır. EN ULU baştanrılarsa, âbidevî tapınak ve makberlerde, Berzah âlemi nutuklarıyla mütehâllî  ehl-i kubûr olacakdır!

İlelebed paydâr olacak ve en büyük eserim denilen ve Hılâfet yerine ikâme edilen: Devlet şekli olan ve 1789 Freng ihtilâli ile canlanan ve dünyâya ihrâc edilen (Republique)dir!

Ma’bed-i kürevî: Gâzî mecâlis-i ılmâniyye=Moğolcasıyla Gurultay=Frengçesiyle Paralamentolardır!

Kitâb-ı Mukaddes ve Müvesves: Anayasa (yazıt, kazıt, kazık ve yapıt)larıdır!

Tanrılara irâdelerini indiren: Her tanrının yanında hâzır ve nâzır olan ve dâimâ kalblere binbir türlü vesâvis ilkaatında bulunan, görünmez, rûhânî ve 3-5 hafli mücerred ve pek serî hareketli, hannâs cinsi münâkalât ve muvâsalât vâsıtalarıdır!…

Bayram, seyrân ve şenlikler de: (İkra’ bismi Rabbike) mutlak ve sübhânî vahyi aslâ değil, beşer nefsinin ifrâzâtı olan “Noel Baba safsatası,” kabilinden ve benzeri sâir binlerce ideoloji ve doktrin ve felsefe hurâfât, tahrîfât ve sefâhâtıdır…

(Mâba’di var)tt.

 

3 Comments

  1. Mustafa Seyf Ali dedi ki:

    Selamun Aleykum, Abi,
    Allah razı olsun senden ve seni yetiştiren ceddinden. Teşekkürler ! Müslümanın en büyük gayesi herşeyden evvel dogru bir Ehli sünnet itikadı. Maalesef iğrenç münafıklar bunu kendi çıkarları cihetinde istismar edip zavallı aciz cahil zombileri perişan etmektedirler. Senin gibi yetişmiş müslüman adeta yok gibi, ki bu pisliklerin pisliklerini en ince noktasına kadar tahlil edip, bu munafıkların hilelerini en açık şekilde, cesaretle ve edebi bir şekilde bozarak mulümanı uyarsın. Allah razı olsun, o mahşer yerinde, nurları önlerinden ve yanlarında koşan iman edenlerden eylesin, amin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir