Bayram, Seyrân Ve İdeoloji!
29 Ekim 2022
(1) Şevket Eygi İctihâdına Göre İslâm Cumhûriyeti!
1 Kasım 2022

OSMANLICA, SELÎMİYE’NİN, DİLE AKSEDEN MUHTEŞEM OSMANLI (Müslüman Türk) DİLİDİR! 

Ahmed SELÂMÎ

 

Osmanlıca, ana temelleri Türkçe; terkîb ve kelime zenginliği ile ruh ve mücerredler âlemi Arabça, sonra da Farsça olan, Osmanlı’nın 6 asırda kuyumcu dikkat, hassâsiyet ve ehliyeti ile işlediği muazzam ve muhteşem bir dünyâ lisânıdır!

Bardakçı denen adamın bir tv kanalında hapır pupur, lapur lupur kuklamsı bir telaffuzla:

“Dünya üzerinde kendi anadiline başka bir isim vermiş, bizden başka bu tuhaflığı yapmış bizden başka bir millet yoktur. Sadece bunu biz yaptık, Türkçeye Osmanlıca dedik. Osmanlıca dediğin Türkçedir. Ve biz bu dile siyasi sebeplerle hanedanın ismini verdik. Eski devlette iktidarda olan hanedanın ismini verdik.”

Deyişi, sakat ve hılâf-ı hakîkât bir saptırmadır!

Sanki “Osmanlıca” deyiş, kendisi ve kendisi gibi kökünü beğenmiyenlerin verdiği bir “İSİM!”

Bu ismi, “Osmanlı” yani bu Osmanlı milleti ve memleketinin mîmarları vermiş; “Osmanlı düşmanlığını” varlık sebebi olarak gören cumhûriyetçiler değil… Ortada “Osmanlı devleti ve Osmanlı milleti” varsa, bunun zarûrî bir netîcesi olarak da “Osmanlı Lisânı” olacakdır…

Bu adamlara göre 6 asır İslâmiyyet’in bayraktarlığını yapan bir hânedânın ismini, O’nun inşâ’ etdiği ve bir kuyumcu gibi işlediği lisâna vermek, “Dünyâda başka hiçbir milletin yapmış olamıyacağı kadar TUHAF (gülünç, ecâib, münâsebetsiz) bir iş!”

Târihi, ateist kafalara uygun olarak çok yerde saptırıb yamultan bu adamlara göre, “Osmanlıca” deyiş de, “siyâsî sebeblerle” uydurulmuş bir keyfiyet!

Merhûm Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nin tasnîfi ile Türkler üç devre geçirmişlerdir:

  1. Putperest Türkler (İslâm’dan evvel);
  2. Hakperest Türkler (İslâmiyyet içinde oldukları devir);
  3. Zenperest (zanpara) Türkler: (Uçkurcu, zinâya düşkün, laiklik diyerek İslâmiyyet’den çıkdıkları devir…

1)  İslâmiyyet’den evvelki Şamanist (putperest) Türklerin dili de, içinde yaşadıkları, dînî, îmânî, amelî, ahlâkî, siyâsi, iktisâdî, ictimâî, hukûkî, askerî, tıbbî (hayat tarzlarına) göre bir dildir! Bu dil, basit, işlenmemiş, ham, ruh dünyası Şamanistliğe göre, mücerredler âlemi yok denecek kadar kısır bir dildir! “Vur, kır, al ver, yak yık, otur ve kalk” cinsinden; “Allâh, Peygamber, Kitab, melek, hakk, hukûk, mîzân, nizâm, cennet, cehennem, âhıret, aşk, meşk, rahmet, merhamet, adâlet… ” gibi onbinlerce mücerred ve mukaddes mefhûmları olmıyan, iptidâî bir kabile dili… Putperest Türkler, putperest olmalarına rağmen, zenperest Türkler gibi başkalarına özenti içine yuvarlanmadılar; onlar kadar aşşağılık ve pespâye olmadılar. Zenperestler, dinlerini, babalarını, dedelerini, atalarını ve soylarını inkâr edecek kadar (köksüz), nankör, ormandaki ağaç diplerinde hüdâ-yı nâbit fışkıran piç sürgünleri gibi bir sürüdür!. Putperestler, böylesine piçleşmiş ve piçleştirici bir inkârın içine de girmediler!

2)  Osmanlıca ise, Mutlak Hakîkat demek olan İslâmiyyet’in, yani Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin (hayât tarzını) yani îmânî, ibâdî, ameli, ahlâkî, hukûkî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî, askerî, tıbbi ve harsî bütün Dünyâ ve Ukbâ hakîkatlarını, nizâm ve sistemini ifâde ve tebliğ edib istikâmetlendiren; “Osmanlı edebiyyât” dünyâsıyla da, evc-i bâlâsına çıkmış; böylece de, “Müslüman ve Türk dünyasının” kuvvet, kudret ve tevhîdini ortaya koyan en merkezî ve yegâne müşterek dili  olmuşdur… Bu lisân, kendi zâtındaki ulviyyet ile nizâm ve sistemin son derece şahsiyyetli bir ifâde vâsıtası olmayı ortaya koymuş; ve bu tabii mecrâsında akarak vücûd bulmuş; nevzuhûr, sun’î, zorlama, uydurma ve köksüz diller gibi olmakdan münezzeh bir keyfiyetle de, adını “Lisân-ı Osmânî” olarak ve bu sahîh neseb şeceresiyle târîhin alnına nakşetmişdir…

Adı geçen cumhuriyet tahrifçi ve târihçisi adamın iddia etdiği gibi Osmanlıca’yı basite ve alelâdeliğe mahkûm edici bir el çabukluğu ile: “Osmanlıca dediğin Türkçedir. Ve biz bu dile siyasi sebeplerle hanedanın ismini verdik. Eski devlette iktidarda olan hânedânın ismini verdik.” Deyib, işi, hakîkatından kaydırarak “Osmanlıca demeyi tuhaflık” olarak görmesi, düpedüz laik (ateist) kafa ifrâzâtından başka bir şey olamaz!. Mûmâileyhin, “Hanedân” kelimesi ile de “aşağıladığı” OSMANLI, bir millet ve memleketin mîmârıdır; başı, dert ve terörden, darbe ve tekmeden, nifâk, fitne ve tefrîkadan kurtulmıyan birileri gibi dünyâ globalizma çeteleri politikası elinde oynatılan bir “emireri” değil; dünyâ gemisinin kaptan köşkünde yaşamış olan “Müslüman ve Türk” dünyâsının  başkumandanıdır…

3)  “Zenperest Türkler” devri denilen 3. Devredeki Lisan ise, putperest Türkler zamanındaki dilden de çok “tuhaf”, edeb, ismet, iffet, keyfiyet taşımıyan, putperestliğe de munzam, bir “Zanpara= Zenperest” imâlâtıdır!.

  1. Bu dil,  “yaşam, amaç, hayat kadını, kız arkadaş, erkek arkadaş” gibi yüzlerce hayâ ve iffetdışı uydurma kelime, ta’bîr ve terkibleri ile, iğrendirici tarafı da olan bir nesne hâline getirilmişdir.
  2. Okul (Fransızca ecole’den bozma), genel (Fransızca general’den er ve a atılarak peydahlama), onur (bu da öyle) ve hâkezâ.. olasılık, olanak, özgürlük, önem, konu, ödev, görev, özel, öğretmen, yönetmen, belletmen, danışman, kişilik, dişilik, eylem, evren, enlem, boylam, anlam, soyut, somut, çalıştay, yargıtay, sayıştay, danıştay, kulultay, şarıltay, anıt,  kanıt, yapıt, tapıt, konut, (sel) ekli kurbağacaların tamamı, katkı, atkı, baskı, ya da, v.s….” gibi binleri bulan uydurukçalarla; Üstâd’ım Merhûm Necib Fazıl Bey’in ta’bîriyle “kurbağaca” ıvır zıvırlarla, ecdadla=kökle, dolayısıyla esasda (İslâmiyyet’le) alâkayı kesen, bir piçleştirme dili hâline getirilmişdir!

3) Dîn = İslâm düşmanlığı ve haçlı Avrupa’ya özenme ve (benzeme) ruh illeti sebebiyle de, gâvur ağzı, bu cumhuriyet diliyle halt edilib her yere sıvaştırılıb bulaştırılmış, ehâlînin asliyet ve şahsiyeti sıfırlanmış, kökünden kesilib ayrılmış, tamâmen ucûbe bir ULUS (İbrânice ulus, sürü demekdir) peydahlama hedefi istihdâf edilmişdir! Meselâ, “sinema, tiyatro, artist, terör, fundamantalist, fanatik, randevü, salon, antre, piyango, noel, nobel, enfarmasyon, onore, gazete, direktör, market, paket, pranga, alafranga, potansiyel, palavra, panik, pano, palyaço, panel, panayır, parametre, parazit, peksimet, paydos, pijama, editör, motive, modaratör, doktor, bar, pavyon, sex,  doktora, seminer, general, amiral, Üniversite, lise, rektör, dekan, asistan, bay bay, entellektüel, eleman, parlaman, parlamento, demokrasi, parti, kongre, market, kuaför, mersi, rekor, tıbdaki binlercesi, prospektüs!” (Bu ta’rifnâmeleri sanki sıradan hastalar değil de, tıb pırasasörleri okuyacakmış gibi anlaşılmaması içün ve yarıdan çoğu lâtince olarak husûsi bir hınzırlıkla mı yazarlar acebâ?!) ve binlercesi…

“Lisân-ı Osmânî”, işte Bâtıl Haçlı Batı önünde, böylesine sun’î, uydurma, köksüz bir dille şahsiyetsizliğe düşmemenin  âbidevî  ECDÂD, NESEB ve SOY dilidir…

Artık şunu istidlâl ederek apaçık ortaya koyabiliriz ki, târîhi de pek çok noktada yamultan ve Cübbeli-külâhlı bir takım ekran şarlatanları karşısında (echel-i DÎN) olduğunu nice programlarda ortaya koyan YARDAKÇI veznindeki adamların, bazı “İslamcı” bilinen echel mezhebsiz ve dinsizler tarafından eteklenmesine rağmen, Osmanlıca hakkındaki sözlerinin de i’rabda yeri olamaz… Bunlar, Osmanlıca’yı da, Osmanlı’nın Dîni (Gerçek İslâmiyyet) gibi hafife alan, bu dili basit bir lisanmış gibi gösteren, ayarsız ve ölçüsüz mahrûkâtdır!

Putperest, Hakperest ve Zenperest TÜRKLERİN dilini, bu üç cins TÜRKDEN hiçbiri, kendi dışındakinin dili olarak kabûl eder ve aslâ tam ma’nâsıyla anlıyamaz!. Böyle üç ayrı milletin, biribirini anlamadığı 3 dilin üçüne de artık (Türkçe) demek, akıl kârı olamaz!. Hayat tarzları yüzde yüz biribirinden farklı 3 ayrı kavmin, üçü de “Türk” bilinse bile, bunların aynı millet olduğu ve dillerinin de Türkçe olduğu söylenilemez… Bugün Osmanlı’ya son derece mahabbeti olan bir Türkün, kendisini Osmanlı görmesi de mümkindir. Bu Türk, ecdâdının lisanını hiç bilmiyor, anlamıyor ve Zenperest Türklerin lisanı ile de konuşuyor olabilir!. Bunlara “Osmanlıca bilmiyen Osmanlılar” da denilebilir!. Meselâ  Almanya’da doğub büyüyen ve bugünün “kamalistcesini” bile bilmiyen nice TÜRK bulunduğu bir vâkıadır! Dünyada, İbranice bilmiyen nice yahudinin de bulunduğunu biliyoruz! KÜRT ve ARAB olduğu halde çok iyi Osmanlıca bilen zevât-ı Kirâma da rastlamışızdır!. 11.12.2014 akşamı, Gülenist Bugün tv’ye çıkarılarak kullanılan ve Abdülhamîd Cennetmekân Hazretlerinin torunu olduğundan dem vuran Âdile Nâmi Osmanoğlu namındaki madamın da, nasıl ve hangi Freng aksanı ile ve ıkınarak konuştuğu şeyin, bırakın Osmanlıca olmayı, Türkçe bile değil, Kamalistce ve Frenkce çorbasıydı!

Bunlar, tamâmen ayrı bir keyfiyet!

Lisân-ı Osmânî, Türkçe, Arabça ve Farsça kelime ve terkiblerin inşâ etdiği, gerek putperest ve gerek zenperest Türklerin anlamadığı, hatta ikincilerin nefret ve kin yüklü olduğu bir dildir… Bunun içün de, bazı tv kanalizasyonlarındaki p.çleşmiş soytarıların (alay ve küçümseme) ile yaklaşdığı; ve anlaşılamadığını ortaya koymak üzre de diline doladığı, soyu ve aslı belli müslümanların dilidir…

Yardakçı veznindeki adamların “Osmanlıca dediğin Türkçedir” gibi tepeden bakıcı ve yamuk ifâdelere sararak fırlatdığı sözler sal.kçadır! “Biz” diyerek, kime ve hangi nesebe bağlı oldukları mechul bu mahrûkâtın, “biz bu dile siyâsî sebeblerle hânedânın ismini verdik” gibi tâmâmen uydurma vâkıalara tutunması da, sâdece gülünçdür! Böyle siyâsî sebebler varsa, bunlar, kimin, hangi locanın, hangi hâinlerin siyâsetidir?. Osmanlıyı, yalınız kitablardan değil, vatanlarından bile süren herifler, yunan ve nice avrupa gavurlarından bile çok daha ileri ve en büyük düşmanları olan Osmanlıyı, Türkçe değil de, Osmanlıca konuşan ecnebî bir milletmiş gibi göstermek istemelerindendir ki, bu Osmanlıca düşmanlığı uydurulmuşdur… Tarihçi gaçinen bu (talihsiz, tahrifçi ve gûyâ tarihçi müsveddeleri), Abdülhamid Cennetmekan Hazretleri iktidârındaki Maarif Nezâretinin, nice “Lisân-ı Osmânî” nâmında sarf ve nahiv kitabları neşretdiğini de bilemiyorlarsa, bu da, onların tarihçiliklerindeki” kepâzelik ve sahtecilik olsa gerekdir!

Adam, “Osmanlıcanın siyasi sebeblerle hânedânın ismi olarak ortaya çıkdığını” söylemiye, en azından utanır ve hatta bundan ar ve hayâ duyar!. Müslüman milletlerin son ve müşterek islâmî devleti olan “MAKÂM-I MUALLÂ-YI HILÂFÊT, Devlet-i Aliyye-i OSMÂNİYYE” olarak kendisini kabul etdirmiş; ve lisân-ı resmîsi de (OSMANLICA) olarak o milletlerce telâkkî edilmişdir. Bu vâkıayı, sanki dışarıdan üç-beş zibidinin, siyâsî mülâhazalar ve kataküllileri iktizâsı imiş gibi göstermek, olsa olsa bir tarihçi müsveddesinin fırıldağı olabilir!. 622 senelik bir devletin ismi “Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye” ve lisânı da “LİSÂN-I OSMÂNΔdir; ve bu devlet, dışardan sun’î zorlamalar ile değil, kendi tabii seyri içinde ve hakkıyla bunları kazanmış ve ciddiyetle ve liyâkatla da yaşatmışdır!.

İdhâl haçlı frengistan harflerini, bir günde “Türk Alfabe’tası” ilân edib Müslüman Türk, Arab, Kürt, Acem, Urdu, Hind, Malezya, v.s. gibi milyarlık dünya nüfûsunun 10-15 asırdır; ve bilhassa (Türklerin ecdadı Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklusu, Karahanlı, Uygurlu, Gazneli ve Osmanlı Türklerinin) 10-13 asırdır kullandığı harfleri “Arab harfleri” kabûl etmenin ve böylece bir de küçümsemenin; ve hele hele üstelik YASAKLAMANIN zerre kadar akıl ve mantığı olamaz; bunun, kabûl edilir bir tarafı dahî aslâ bulunamaz…

1.Kasım.1928 târîhinde böyle sakîm, sakîl ve gayr-i ma’kûl bir yola sapılmış; ve bu (milletin) DÎNİECDÂDI, NESEBİ, TÂRİHİ, MEDENİYETİ VE BÜTÜN MADDÎ VE MA’NEVÎ KIYMETLERİ ile, Garblı Haçlılar hesâbına alâkası kesilmiş; ve ateistleştirilerek zenperestleştirilmiş bir “ulus” îcâdına gidilmişdir. Artık bu çarpık ve yok edici yoldan mutlaka dönülmeli; ve asla (köke, kendi kendisi olmaya) dönüş içün, kuvvetli ve köklü bir direniş başlatılmalıdır. Politikacı (çok yüzlü-yanar dönerlerin) bu taraklarda aslâ bezi olamıyacağı da bilinmeli; bu işi, kalbinde sahih îmân taşıyan ve ecdâdına lâyık olmak istiyen Müslüman Etrâk ve Ekrâd, kendilerine mutlak bir hedef ve ulvî bir gâye bilmelidirler…

Dışdan kumandalı ve hele İngiliz projesi olarak ortaya çıkan sun’î devletler ve onların (uydurukça veya kurbağacadan ibaret) lisanları ile, Osmanlı ve Osmanlıca karıştırılmamalı, nesebi belli olanlar ile gayr-i sahihler, muvâzene ve mukâyese bile edilmemelidir…

 

İlk intişârı: 16.12.2014 /  22:26(tt)

Son tashîh ve ilâveler: 01.11.2018 / 11:09:06

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir