Dembokratik Hukûk Ve Bom.Okratik (…Ukçu) Şovu!
11 Mayıs 2014
Keşke Bin Kere “Diktatör” Olsan Da, Öteki Şâibeler Bir Kere Olmasa, Yakışır!
13 Haziran 2014

Soma, Anadolu'mun (vahiy kökü) üzerinde bir mekân; ve buna liyâkati nisbetinde de Allâh’a yakın ve kurtuluş üzerinde...

EVET, BU DA KADER VE SOMA’NIN, ROMA’NIN TAŞ KALBİ ANLAMAZ! 

Ahmed SELÂMÎ

 

Soma, Anadolu’mun (vahiy kökü) üzerinde bir mekân; ve buna liyâkati nisbetinde de Allâh’a yakın ve kurtuluş üzerinde…

Roma ve onun dünyaya döktüğü ruh ve beden necâsetini ona yüzünü dönerek iki asra ve hele bir asra yakın kubur fâresi gibi yalayıb Anadolu’yu yakmıya çalışanlar, Allâh Azze ve Celle’ye o kadar uzak ve iblisin kucağına da dömelmiş vaz’iyyetdedir…

Bizim, hangi hâdise olursa olsun, Merhûm Üstâd’ın diliyle “oluklarının birinden nûr, diğerinden kir akan” şaşmaz mîzânımız, şu beyân etdiğimiz iki hattın dışına çıkamaz; ve izâfîliğin şirki önündeki bir avuçluk dünya zaman ve mekânında da, fikir fâhişeleri gibi kıvırtmakdan münezzeh ve müberrâdır…

Evet, Soma’nın her şeyi kaderdedir; ve kaderin dışında herhangi bir şey olması da mutlak ma’nâda muhâl!

İblisin ve şekâvetin ma’lûm ocağı ne kadar ağzını ve bilmem neresini açarak da cıyaklasa; ve “bunu da mı kadere bağlıyacağız” diye müşrikçe anırıb höykürse, “evet bunu da kadere bağlıyacağız” demek kat’iyyen borcumuzdur; ve “kaderin dışında herhangi bir şeye bağlamamak” da o kadar mecbûriyyet ve mükellefiyyetimiz… Ebû Cehil’i bine katlıyan Ebû Echel oluşun günümüzdeki 90 yıllık şirki, işte böylesine zihin ve rûh idrârı fışkırtmayı, hem de bir şecaat edâsıyla dünyâya i’lânda!

Mel’un, sana ne neyin ne olduğundan?. Kader’i, ya kaderin  patentini taşıyan Allâh nizâmındaki mutlak ma’nâsıyla nâmusluca ve erkekçe kullan; îmân etmiyen azılı bir müşriksen de, “Vahiy, Kur’an, Sünnet, Rasûl ve Şerîat” mefhûmlarıyla ne kadar alâka uzaklığı ve kovulmuşluğu içindeysen, (kader) kelimesinin delâletiyle de o kadar alâkasız ol; ve sana âid olmıyan mukaddes ve muazzez bir mahremiyyete bulaşarak îmân ve fikir fuhşu köpürten bir çukur olma!

Öyle bir dembokratik fırka çukuru ki, her hâdisede, onun Allâh’a redd ve inkâr kapısı açılan noktasında en iğrenç bir necâset deposu!

Hayâl dâhil, fi’l, kavl, kazâ, hâl ve yaratılmış ne varsa topu da, bir tek zerresi müstesnâ olmamak şartıyla, kaderde ne ise o…

Soma’da kimin başına ne gelmişse, istisnâsız hepsi de, en ilk ve en son noktasına kadar (kaderin) içinde… Ezelden beri mâsivânın Yaradıcısı’nın ilmine dâhil… Mâtürîdi hakîkatı, irşâd ve disiplini içinde bulunan kul, ezelden beri Yaradan’ın ilminde olanı, vâkıaya dönünce, artık adına (kazâ) demiş ve hâdise, bize de, bilinmezken ma’lûm bulunmuşdur…

Cüz’î irâde, kaderdeki hâdisenin mahkûmu olamaz, ancak küllî irâde tedbîri bozabilir… Bozamıyacağı kabûl edilirse, “herşeye kâdir oluş” inkâr edilmişliğe mahkûm olur… Tedbîri takdîr bozsa da, takdîri tedbîr bozamaz…

Kul, tedbîr almakla mükellef olduğu kadar, emre de inkıyada mecbûr, me’mûr ve mahkûm… Cezâ, bunların ihmâl veya terkinden terettüb ediyor!

Herşeyi Yaradan O olunca, bize düşen, tedbirde kat’iyyen kusûr etmemek… Emre itaat ve inkıyâd da, tedbîrin içindedir…

Netîce: Mâsivâdaki her atomun elektron ve hareketlerinden güneş sistemleri ve hareketlerine kadar istisnâsız topunu da YARADAN O… Hayrı da şerri de YARADAN da… Kul değil, mücerred O… Mu’tezilenin “kul fi’lini kendisi yaratır” dediği ve sapıtdığı gibi değil!. Kesbetmek ayrı, yaratmak ayrı… Ancak, hayrı rızâsıyla, şerri adem-i rızâsıyla YARATIYOR“Madem biliyor, öyle ise O’nun bildiğini bana O, cebren yaptırıyor” demek de, ifrâtın karşısındaki Cebriye tefrit kutbudur, ikisi de merdûd ve bâtıl!

Soma’daki ve Roma’daki her hayrı ve şerri ve hücrenin nukleusundaki kromozomlar üzerindeki genlerin dezoksiribonukleik asitindeki zerrelere kadar topyekûn hareketi de, O YARATIR…Kâfirin küfrünü veya Müslümanın îmânını da YARATAN O… Yaratmadığı bir şeyi tasavvur muhâl…

“Buna da mı kazâ diyeceğiz!” diyen kafa, ateist veya betonik en iptidâî kafa değil, en necis mahlûk!. Istılahta da, yevmî hayatda da bu kazâdır, değilse ne?. Betonik kafa, (tedbir) alınmadan veya sabotaj ile patlama meydana gelmişse, buna kazâ denilemez zannedecek kadar (gezi zekâlı) ve hatta alabildiğine modern ve çağdaş!. Kendi kendine olmalı ki, “kazâ” densin ve bir halta yarasın şapşallığında… “Evren” gibi!. Onlara göre evren veya netekimli Evren de, kendi kendine vardır; veya kendi kendine darbe yapmışdır!. Herşey kendi kendine… Gezi zekâlıların peydahlanması da öyle ya, kendi kendine, anasız babasız pat diye olmuşlar, onları leylek bile getirmemişdir!!!

Kader, kazâ, tedbir, hayır, şer, Halikıyyet, mahlûk, tevekkül, rızâ ve nihâyet ALLÂH’a kulluk ve Rasûl-i Rusül Aleyhissilâm’a teslimiyyet ne demekdir? Bunları bilmiyen bir kâfire veya Ebû Echel’e ne (KADER) ve ne de (KAZÂ) anlatılabilir! Zirâ anlaması, muhal denecek derecede hakîkata uzakdır; ve bunun içün de hidâyet olmadıkca idrâkine imkân bulunamaz…

Soma’ya, “ocaklarına ateş düşsünnnn” diye kardinalvârî beddualar edildiği içün ateş düşmemişdir! Çünki duâsı veya bedduâsı kabûl olacak adam bellidir… Papalar, kardinaller, zangoçlar, râhipler, hahamlar, hamamlar, hâmanlar ve nice zâlimler de duâ veya bedduâ ediyorlar ki, “Allâh’ın sevmedikleri” olduklarından bir halta yaramıyor!. Mevlâ’nın kimin dua veya bedduasını kabul edeceği mevki’, mevzi’ ve merci’ dahî belli ve bildirilmişdir… Zâlimlerin ve (zâlim kâfirlerin) dua ve bedduaları, Allâh Azze’nin rızâsına mugâyir adamın istediği olarak böyle bir hususdur; ve onların kabûl edilmelerinden bahsedilemez… Zâlim, kendisine bağıra bağıra beddua câiz olandır; yapdığı zulümler sayıb dökülerek kendisine bedduayı hakedendir; ve mukâbele-i bilmisle lâyık bilinen mahlûk… Merhûm Muhammed Hamdi Efendi “Lâ yuhibbullâhül cehra bissûi…..” âyetinin tefsîrinde böyle beyân buyuruyor…

Hârika göstermek ise ayrıdır. Bir kâfir, bir papaz, bir kardinal üzerinde de harika yaratacak olan gene ALLÂH Azze’dir; ve irâde ve hâkimiyyet (halkın) değil mücerred HAKKINDIR yani O’nundur… Deccal, ölüyü diriltecek, yağmur yağdıracak, nice hârikalar gösterecek biiznillâh, bunlar (istidrâc) olarak, velîlerin yani Allâh Azze’nin rızâsını alan sevgililerinin kerâmetleri gibi (hârika oluş) noktasında onlarla ayniyyet gösterse de, kimin elinde yaratıldıkları husûsunda iki zıt kutub… Velî, îmân ve ihlâsıyla HAKK’a sevgili; kâfir, küfrüyle, “innallâhe lâ yühibbul kâfirîn” hükmüne muhâtab, aslâ sevilmiyen, muhalled finnâr…

Alpaslan Cennetmekân’ın kılıcından çıkan ışığa muhâtab olma nisbetindeki Soma ile; HAKK’a karşı çekilen 15 asırlık küfür kılıcının tezgâhı Roma gibi, biribirine zıt, iki uç…

Soma’lı, Alpaslan Cennetmekân Hazretleri’nin Anadolu’yu açan Allâh ve Rasûlü yolundaki cihad çizgisi üzerinde, o kıt’ayı yine Allâh aşkıyla vatan ve dâr-ı İslâm yapan gâzîlerin sulbünden gelenlerse; 1000 yıllık Anadolu evlâtlarının ecdâda lâyık olma derecesinde kıymeti hâiz, çilekeş, her yükün altına cesurca giren yiğitlerse; son bir-iki asrın Çanakkale’sinde, Balkanlar’ında, Galiçya’sında, Trablusgarb’ında, Yemen’inde, Mısır’ında, Kafkasya’sında aç bîilâç kan döküb can veren Mehmedçik’lerin ahfâdı olma hürmetine tebcîle şâyân Allâh kulları ise, onların Hakk katındaki derecelerine imrenmemek ne mümkin…

Küfr ü şirkden masûn ve mahfûz olmalarına mutlaka duâlarımız vardır…

Onlar, Allâh’a itaat ve mahlûkâtına şefekât ana düstûrumuzca da, şefkat hislerimizin sıhhat ve selâmetine muhâtab etmek istediğimiz; ve emperial batı zâlimleri ile, onların içdeki kuyruk ve paralellerinin, emek ve terini sömürdüğü, ANADOLU’muzun garib gurabâsı, zaif zuafâsı ve fakir fukarâsıdır…

Küfr ü şirkin tasallutu altında can pazarına kadar sürüklenen Anadolu’muzun îmânlı her bir ferdi, bizden bir parça; ihânet ve sabotaj iblisliğine düşenler varsa, onlar da, cehenemin esfelinde ebediyyen mahkûm  olmalarına bedduâ etdiğimiz mahlûkâtın en iğrenç kubur fâreleri…

Bir yanda bu mazlûm, mağdur ve mahkûm, çilekeş Anadolu halkı; öte yanda ve bunca felâket karşısında bile  provakasyon şehveti peşinde Soma yollarına  üşüşen Roma ruhlu kerhâne peydahlamaları!. Bir diğer yanda, Soma haberlerini, sırıtarak ve yüreğinde zerre kadar acı duymadığı paçavradan beter suratına aksederek veren ekran fâhişeleri; bir başka yanda, derdi hükûmete çamur sıvamak olan ve bunun içün şu felâketden bile sinekden yağ çıkarma kahpeliğiyle pireyi deve yapma ve memleketi altüst etme peşindeki paralel politika iblisleri; bir diğer tarafda da, nefsini tezkiye içün “diktatör değilim” deme  abesine sarılmış ve bir sürü itin ağzına kemik verme abesiyle de “özgürlük ve dembokrasi” zıkkımını tevzi’  ve pompalama peşinde bir hükûmet şaşırmışı!..

Sesi çıkmıyanlar ile bıyık altından kancıkca gülerek (oh) çeken çukurun en dibindekiler ise, Anadolumuzu karıştırarak altını üstüne getirmenin haçlı ve yehudi tıynetine dömelen insanlık kusurlarıdır; ve bunların sabotajları ele geçer de, onlara karşı “kânunlarımızda idâm yok” diyerek ânında o “kânûn denilen” oyuncaklarına îdâmın en ip koparanını sür’atle geçiremiyen, sümsük, sünepe, ödlek, AB yalakası  yumuşakçalar ise, o yukarıdan beri işâret etdiğimiz topyekûn menfîlik ve çukurlardan bin kere daha çukur bilinmelidirler…

Ne mutlu müslümanım diyene; ve ne mutlu îmânla (Kelime-i Tevhîd’le) giderek, Hakk’a kavuşana!

(İlk intişârı: 15.05.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir