6.4.12 târih-i efrencisinde DİB başı Görmez, Dicle üniversitesinde hutbe (!) okumuş ve bunun politik tarafı olmadığını beyan eden DİB, milleti kandırmak
6.4.12 târih-i efrencisinde DİB başı Görmez, Dicle üniversitesinde hutbe (!) okumuş ve bunun politik tarafı olmadığını beyan eden DİB, milleti kandırmak içün kaç deredense, o kadar da su taşımış!
Görmezgillerin gözküllemelerini görelim:
“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her türlü politik mülahazaların dışında kalarak hizmet ürettiği herkes tarafından bilinmelidir. Keza politikacıların da hangi saikle olursa olsun dini, diyaneti, camiyi, minberi, minberde okunan ayeti ve mukaddes değerleri politika malzemesi ve polemik konusu yapmalarının yanlışlığı aşikardır.”
1924 yılında tamamen cumhuriyet politikasını yürütmek üzere kurulan bu DİB denen yer, şu iktibas etdiğimiz satırlarla yüzde yüz yalan söylemekde ve milletin gözünü küllemektedir. Bu yerin vücud hikmeti, cumhuriyetin jakoben ve yüzde yüz ateist ve ataist felsefesini, dinin de meşru gördüğünü millete zorla ve işkence bile ederek şırıngalamakdan ibaretdir. 4-5 sene evvel Cumhuriyetçi ve onun kamalist ve ataist müdâfilerinden, İslâmsevmez ve Şeriat dendi mi ödü patlayan ve Erbakan’ın cumhurbaşkanı namzetlerinden Prof. Mümtaz Soysal’ın, Hollandalı ve Türk damadı Lagendijk denen adamla televizyonda kapışması sonunda ağzından kaçırdığı bir cümle, fevkalâde calib-i dikkat olup hakikatın da ta kendisidir. Aynen:
“ DİB’lığı, dinin, cumhuriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur.”
“Ol mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler!” cümlesindeki hakîkat, bu DİB denen yerin, politika denizinde kuyruk yüzgeçleri ile yüzen balıklarında da aynen tecellî etmektedir… Adamlar, “Politik mülahazaların dışında kalarak hizmet üretiyormuş!”
Yiyene…
Buna, zerre kadar aklı olan bir mahlûkun inanması imkânsız değil, muhaldir; ve bu uyutma taktikleri, tam 88 yıldır da devam etmektedir. Merhum Üstâd Necib Fazıl Beyin “denaet işleri!” dediği yer, şu içinde bulunduğumuz ve hiçbir şeyin gizlenemediği bir devirde böylesine bayat ifâde ve ibârelere tenezzül etmeyi bir hayâ meselesi bilmeli ve bundan mutlaka da kaçınabilmelidir!. Artık bu zamanda, öyle dinazor politikalarıyla bir yere varmanın iffet ve nâmusundan kimse bahsedemez…
“Yavuz hırsız ev sâhibini bastırır!” cinsinden bir hakîkatla karşılaşmak ve utancınızdan kafanızı kaldıramaz hâle gelmek mi istiyorsunuz, buyrun:
“. Keza politikacıların da hangi saikle olursa olsun dini, diyaneti, camiyi, minberi, minberde okunan ayeti ve mukaddes değerleri politika malzemesi ve polemik konusu yapmalarının yanlışlığı aşikardır.”
İşte, din adına dini istismarın en sunturlusu ve ar damarını çatlatan mikyasda olanı…
“Âyet ve mukaddes değerleri” kendi kirli politikası içün malzeme ve polemik mevzuu yapan ve yeryüzünde bunu en zirve bir çizgide yürüten başka bir mahal göstermek muhalken, göz küllemeye bakınız ki, DİB, bunu başkaları (kapıkulu olduğu hükûmetin muhâlifleri) üzerinde göstermek ve yürütmek yalan ve yanlışlığının vazîfelisidir… 88 yıldır DİB, İslâmiyetin âyet, hadîs, icmâ’ ve ictihadlarını temelden yalama etmek ve O’nu, “cumhuriyet ve dembokrasi ilkelerine uydurmak!” vazifesi ile iş başındadır. Bu, onun en asli işi ve lâzım-ı gayr-ı mufârıkıdır da…
Ehl-i Sünnet Ve’l-cemaatin Merhum Akâid İmamlarından Şeyhülislâm ve Büyük Mücahid ve Da’vâ Adamı Allâme Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin İfâdesiyle:
“- D.İ. Riyâseti, İslâmiyet’in yanında değil, İslâm düşmanlarının tarafındadır!”
Binâenaleyh, DİB denen yerin 88 yıllık cemâziyelevvelini bilmeyen nesiller ve hele câhil kitleler, onların, dini temsil etdiğine inansalar bile, hakîkat, mutlak olarak bunun dışındadır; ve bunun delilleri de, sayılamayacak kadar çok ve imanları zir ü zeber edecek mikyasdadır…
Sâbık DİB’çilerden ve Yardakoğlu veznindeki adamlarının nice yamuk, yalan ve yanlış ifadelerinden sadece şu ibâresini alsak, mes’elemizin künhüne ve sırrına vâkıf olmak fevkal’âde vesîkasına kavuşmuş olur; ve tüyleri de diken diken etmeye kâfî ve vâfî sayılır. Buyrun:
“- Artık dini ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyaya bakarak çizmek ve ona göre inşâ etmek istiyoruz…”
Bu demekdir ki, geçmiş dönemlerde yazılanlar (Kitab ve Sünnet müdevvenâtına kadar ne varsa) topu da bizim nazarımızda keenlemyekündür; biz, dünyanın gidişâtına göre nasıl bir din icâd etmek lâzımsa, ona göre bir din icâdeder veya uydurur; ve adına da (İslâmiyet) der çıkarız…
İşte DİB denen yerin iç yüzünü, bu ibâreler, damarların kanını değil ama, iman ve hayasını çatır çatır çatlatmaya yetecek ve artacak derecede ortaya koyar; ve buna rağmen şu son bir hafta evvelki beyanların ne demek olduğunu anlamayanlara da, çuvaldız değilse bile beyinlerine indirilen bir balyoz keyfiyeti iktisâb eder…
Zaten, Milleti GÖRMEZ zanneden şimdiki DİB başındaki sarıklı politikacı GÖRMEZ nâm birâderleri de, 15 asırdır “Hadîs-i Şerîf” terkîbindeki ihtiramla ağıza alınan Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’ın mübârek ve muazzez sözlerini, basit bir filozof sözü derekesine indiren bir nasibsizlikle, “hikmetli sözler!” olarak diline dolamaktadır!. Herhangi bir Allah’sız ateistin veya bir filozof ve kamalistin sözlerine de “hikmetli söz!” denilebileceği tezekkür edilirse, Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi Aleyhisselâm’a olan düşmanlığın hangi sinsilik ve köstebekliklerle yürütülmek istendiği apaçık görülebilecekdir…
1924’de DİB başı yapılan Kamalist Rıfat Börekçi’den itibaren, Merhum Akseki ve Ömer Nasuhi Efendiler hâric, diğerlerinin tamamı da politika içinde şekillenip tornadan geçirilmiş, îmân ârızalısı ve sakatdır… Topu da kendilerini oraya getiren hükûmetlerin borazancılığını yapan “tapu-kadastro umum müdürlüğü” derekesinde me’mûr, mahkûm ve mecbûr politik takım oyuncuları…
Birkaç misâl ver denirse, “Futbol vatan müdâfaası içün elzemdir!” gibi baldırı çıplak “fetvâlar!” yumurtlayan Gerçeker nâm zâtdan, “Yüce din hizmetlerini anayasa çizgisinde yürüteceğiz!” gıdaklayışındaki Altıkulaç üstü şişhâne Tayyar takımlarına kadar, ne kuyu dipleri!…
Hele 70’li senelerde DİB’in başı yapılan ve İnönü nimetleri ile perverde olmuş Dr. Lütfi Doğan denileni, tam bir inönist mürid olarak Luter’e rakib bir müsâbıkdı!. 72 veya 73’lerde, 12 mart postallılarının kakalamasıyla DİB başı yapılmış ve bir yılbaşı kurtlanışında, başında sarık ve sırtında cübbe, bir resepsiyon çukuruna katılmışdı!. Cumhuriyetin cadaloz ve kokana karıları da etrafında olduğu halde, elinde kadeh tutarak bu sarık cübbeli bel’am, sırıtkan pozlar bile verip gazete çukurlarını şenlendiriyordu!. Hele 76’larda “laikliği” öyle bir müdafaa ederek mukaddesleştirmişdi ki, o sıralarda yazı yazdığımız haftalık Sebil nâm gazetede, cevâbımız, münâsib yerine sürülüp sıvanan nişadır te’siri yapmış; ve merkum “hakâret da’vâsı” açarak tam 50.000 T.L kazanmışdı!. Adı geçen gazete ise, Alamanya’daki kâriîninden, bankalardaki “fâiz paralarını” gazeteye göndererek bu cezânın o paralarla karşılanması gibi bir keşfiyyât, maûnet ve istidracda bulunmuş ve istenenden çok daha fazla akan fâiz paralarının bir kısmıyla bu cezâ ödenirken, geriye kalanı da, nerede, nasıl ve ne edilmişdi, bize mechul kalmışdı…
Salamon Ateş cinsi DİB başları ise, abuklukları ve uydurmaları ile nicelerine taş çıkartmasına rağmen, Almanya seyahatinde Millî Görüş ekâbirleri tarafından o zamanın gençlerine “şeyhülislâmınız!” diye yutturulacak ve toplantıların kelle sayıları böylelikle dehhâmeleştirilmiş olacakdı!…
Ve daha niceleri ve ne zil zurna havalarında perende atanlar ve politikanın göbek taşında bel’amlık yarışına çıkanlar…
DİB, HAKK’ı bâtılla bugün de, nasıl telbis, (Elmalılı Merhûm’un ta’bîriyle Hakk’ı bâtılla nasıl bulama) yapıyor, devam edelim:
“Hutbenin konusunun bu yılki Kutlu Doğum Haftası’nın da teması olan ‘Kardeşlik Ahlakı ve Kardeşlik Hukuku’ olduğu hatırlatılan açıklama şu şekilde devam etti; Hutbede hem aynı özden yaratılmış olmaktan neşet eden evrensel insan kardeşliği, hem de aynı inanç değerlerine sahip olmaktan kaynaklanan İslam kardeşliğinin ahlaki ve hukuki veçhesi üzerinde durulmuştur. Irk, renk, soy, sop ayrımının yanlışlığına ve bu kabil farklılıkların kardeşliğimizi zedelememesi gerektiğine vurgu yapılmıştır.”
Allâh Azze ve Celle Kelâm-ı Kadîm’inde “Ancak mü’minler kardeşdir!” buyururken, Tevrat ve İncil-i Şerîf’i tahrîf eden yahudiler gibi Kur’anın da ma’nâ ve medlûlünü tahrîf etmek isteyen bu tâife-i lâ yüflihûn, “evrensel insan kardeşliği” denen şeyi bilmem nerelerinden uydurarak uşaklık etdikleri mihrâklara yaranıp yalakalık ederek “âferin” almak ve bilmem nerelerinden okşanmak istemektedirler… “İslâm Kardeşliğinin” rağmına uydurulan bu “evrensel insan kardeşliği” denen soytarılık, beynelmilel (mason- diyalog- illimünati) mihrâklarının, “İslâm Kardeşliği”ni yok etmek ve yerine bu herzeleri oturtmak üzere uydurduğu şirk-nifak ve küfr ü dalâlet enceslik ve hâinlikleridir; ve bunların kahrolmasına her müslümanın dua etmesi de, boynunun borcudur…
Mıntıka-yı memnûalarının şebek bilmem nesi gibi kıpkırmızı ortaya çıkmayacağından emin olsalardı, “ırk, renk, soy, sop, ayırımının yanlışlığı” gibi bayat tekerlemelerinin yanına, bazı rezil politika ve parti-pırtı potronları gibi “din ve mezhep ayırımının” yanlışlığını da eklerler ve zerre kadar da suratları kızarmazdı…
DİB denen yerin beyanlarını okuyalım:
“Kutlu Doğum Haftası’nda, kardeşlik gibi dinin özünü teşkil eden masum bir kavramın hutbe konusu yapılmasını ve bu vesileyle bir kere daha kardeşliğe çağrı yapılmasının siyasetle ilintilendirilerek Meclis gündemine taşınması esef verici bir durum olarak nitelendirilen açıklamada……”
İşte DİB böyle “şecaat arzederken”, nelerini ve nelerini de söylemiş oluyor; ve “Kutlu Doğum Haftası” diye uydurdukları “kurtlamaları” hangi politik “kurtlarının dökülmesi” içün kullanıp istismâr etdikleri de apaçık ortaya çıkmış bulunuyor… “Evrensel İnsan Kardeşliği!” denen gâvur uydurmalarını hutbelere kadar taşıyarak oralardan cemaatlere nasıl reklâm edip onlara yutturdukları da, işte böylece ortaya dökülüyor!
Hem de, hebennekaların, zehri “altun kupalarla!” takdîm etdiklerini zannederek…
Zehi gaflet ve dalâlet…
Zâlimler ve hele münâfıklar içün, yaşasın “ESFELİ MİNENNÂR!”
(İntişârı: 11.04.2012)