-2- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
9 Mart 2023
-4- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
11 Nisan 2023

BERAT GECESİNİ SAPTIRAN HOCA KILIKLI ŞEYTANLAR!

-3-

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

CENÂB-I HAKK AZZE VE CELLE’NİN HİÇBİR SIFATINDA DEĞİŞME, SİLİNME VE EKSİLİB ÇOĞALMA YOKDUR; O, BUNLARDAN MÜNEZZEH, BUNLAR İSE O’NUN İÇÜN MUHÂL, MÜMTENİ’ VE MÜSTAHİLDİR…

20/Mart /2023 târîhinde T.C. DİB rüesâ-yı ılmaniyyesinden Ali Erbaş, Âl-i İmrân Sûre-i Celîlesinin 103’cü âyet-i kerîmesinde geçen “VA’TASİMÛ Bİ HABLİLLÂHİ CEMÎAN” cümlesindeki “HABL” kelimesi içün “BANA GÖRE” diyerek, ona, kendince bir ma’nâ yükledi!. Herkes, müfessirliği ma’lûm olmadan, emâneti ehline bırakmadan, ihtisâsa kıymet atfetmeden, ceffe’l-kalem ve “Bana Göre” diyerek, indindeki ma’nâyı Kelâm-ı Kadîm içün kullanmıya kalkar da; ve meselâ, bu “HABL” kelimesine yüklerse, ortaya nasıl, hangi tür bir  terör çıkacağını, bu Bay Ali neden düşünmek ve tefekkür eylemek istemez?.

İşte Türkiya, DİB’i, ilâhiyatları, medyası, din “güncellemeci” politikacıları; ictihad kapısını da, gece gündüz her hırsızın girebileceği bir han kapısına çeviricileri, selefîleri-vehhâbîleri, şîası, oryantalistleri ve bir takım hoca kılıklı sakal cübbeli ekran işportacıları ve sâiresi ile; ve pek çok zümre ve hizibleri elinde, “Bana Göre” diyenlerin bulandırarak yok etdikleri, o şeytânî çukuruna düşürüldü; veya, İslâmiyyet, herkesin üzerinde top oynadığı SÂHİBSİZ bir ARSA hâline getirildi…

Anadolu üzerinde yaşayan müslüman Türk-Kürd-Arab on milyonların elinden İslâmiyyet’in alınıb sıfırlanması,  Batılı küresel çeteler hesâbına her türlü tazyık ve zulüm ile, bilhassa yüzyıldır en baş VAZÎFE olarak yürütülmektedir. Böylece, şu andaki ateist ve lâ’net sistem ve ideoloji, bunu, Müslüman Anadolu halkından evvelki ikonaperest BİZANSI veya putperest Ortaasya dünyâsını, veya heykelperest ataizmayı yeniden canlandırmak (hortlatmak) projeleri olarak icrâya çalışmaktadır…

“Bana göreler, ictihad kapısı açılmalıdırlar, İslâmiyyet GÜNCELLENMELİDİR-ler” ve sâir tuzaklarla varılmak istenilen hedef, O’nun değiştirilerek, İslâm’ın yerine, adı gene İSLÂM olsa da, kendisi İslâm olmıyan bir dînin oturtulması, binnetîce, İslâmiyyet’den mutlaka ve bir şekilde KURTULMAKDIR… Zaten târih boyunca yapılan nice Kurtuluş Savaşları (harbleri), başlangıcıyla sonu arasında yüzseksen derece böyle bir FARK da taşımışlardır…

Asıl mevzuumuzun altından da, gevezelik, akılsızlık, şımarıklık, istiskâl, komedyenlik, lâübâlîlik v.s. gibi sebeplerle, “BANA GÖRE” atışları çıkdığı anlaşılmaktadır.

Levh-i Mahfuzda yazılanlar Allâh Azze ve Celle’nin İLMİ olması hasebiyle ve Cenâb-ı Hakk’ın bütün sıfatları gibi İLİM sıfatında da “DEĞİŞİKLİK, Levh-i Mahfuzda YAZILANIN (hâşâ) GERİ ÇEVRİLMESİ, Levh-i Mahfûzda YAZILANIN SİLİNMESİ” gibi hükümler, tamamen “Bana Göre” soyundan gayr-i ilmî ve son derece gayr-i ciddî, câhil veya münkir sallamalarıdır… Hele berveçhi âtî  4. Maddede yazılanların kürsülerden söylenişi, tam bir masal, mitolojik efsâne, veya komedyenlik îcâbı bir hafifliktir ki, bunların İslâm ile kâbil-i te’lîf edilemiyeceği, gelecek makâlâtımızla ve tefsirlerden yapacağımız iktibaslarla müdellel olarak ortaya konulacaktır, biavnillâh…

İlim, îmân, amel, ahlâk, vekâr ve ciddiyet ile zerre kadar alâkası olmıyan aşağıdaki yâveleri ağzına alanlar, ne kadar kendi kendilerinin âlimliğini reklâm peşinde olsalar da, ortaya koydukları zikri muharrer mes’elelerin hakk ve hakikatle hiçbir münâsebeti yokdur ve olamaz. İslâm içün yüz karası olan şu manzaralardan aklı başında bir müslümanın hicâb duymaması da imkânsızdır. Allâh Azze ve Celle’nin ilminden ibâret olan LEVH-İ MAHFUZUN bu derece dikkatsizce, şuursuzca, cehâletle, çocuk oyuncağı gibi, sanki “bana göreler” çukuruna çekilib orada boğulmak istenircesine kürsülerden ve sanki sarıklı CÜBBELİ oluşun masuniyeti (dokunulmazlığı) varmış gibi dile alınışı, biz müslümanların şu devirdeki bir başka  büyük felâketidir. Cenâb-ı Hakk’ın zerre kadar değişmiyen ilmini, “SİLİNEN VEYA GERİ ÇEVRİLEBİLEN” bir oyuncak seviyesinde düşünen ve böyle de düşünülüb kâbûl edilmesine de vesîle olan ayak takımı derekesindekiler, Allâh Azze ve Celle’ye (ÎMÂNIN) önünü kestiklerinin bile farkında olamayacak kadar acziyet, pişkinlik, umursamazlık, ne desem nasıl olsa yutuluyorluk, dolayısıyla şirretlik içindeki, hem dâll ve hem mudill yüzsüzlerdir… Bu kabil hoca kılıklı heriflerin her şeyden evvel, (hocalığı) değil, tecdîd-i îmân ven-nikâh eylemeyi ağızlarına almaları şartdır…

İşte, ileride butlânını ortaya koyacağımız o menhus cehâlet satırları:

  1. “Bu mübârek gece önümüzdeki bir sene başımıza gelecek belâ, hastalık, kuraklık, kıtlık, zelzele, sel, deprem hepsinin TAKDÎR edilib DOSYALARININ TESLÎM edildiği gecedir…” (Kaderin ezelde tesbiti Levh-i Mahfûz’dadır. Berat gecesinde ancak, o levhden, bir senelik kısım “iktibâs” edilmişdir. Bu bir senelik kısım da, EZELDE, o Levh-i Mahfuzda TAKDİR edilmiş-yazılmışdır… Sonradan ilâve bir husûs olması muhâldir… İleride gelecek, tefsirlerin ifâdesi böyle.)
  2. LEVH-İ MAHFUZDA YAZILANI BİLE DUÂ GERİ ÇEVİRİR.” (Bu nasıl lâfdır, ilmî  ve ciddî bir müstenidâtı nerededir?.. Sâbit olan Kader yani Allâh Azze’nin ilmi nasıl geri çevrilir, ileri çekilir, bu, dama taşı ile oyun oynamak mıdır hâşâ ve kellâ? Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.)
  3. Allâh Azze Ve Celle’nin ilm-i ezelîsi değişmez. Ammâ Levh-i Mahfuza yazdığımı SİLERİM buyuruyor. Ammâ ne ile, duâ sâyesinde….. (İlm-i ezelî hem değişmezmiş, hem de Levh-i Mahfûz’dan SİLİNİYORMUŞ! Bu kadar ciddî bir îmânî mes’elede, biribirine muttasıl iki cümle ile bu kadar dehhâmeleşen ve mide bulandıran TENÂKUZA, hakîkî bir hocanın çırılçıplak ve böylesine bir akıl, ciddiyet, îmân, âr, hayâ ve utanma ile atlayışı mümkin olabilir mi; ve bu, ne ile îzâh edilecekdir, dehşet!)
  4. “Belâ da, Levh-i Mahfuzda yazılmış, falanoğlu filan falanın başına gelmek üzere İNMEĞE başlıyor! Tam, o ordan inerken, burdan DUÂ varsa, o onu n’apıyor, işte efendim, F-16 gibi, bilmem ne gibi KAPIYOR, havada onu bırakmıyor! Kıyâmete kadar da o belâ, gelmiye çalışsa, o adamın duâsı varsa, havadan onu sâhibinin başına kondurmuyor. Duâ böyle bir şey…” (Şu 4. maddedeki, uyutmak içün çocuğa masal anlatmadaki basitlik, balıkçı kahvehânesinde paçadan dökülen zıpırlık, hoca sıfatıyla bu üsûb ve usûllerle KÜRSÜLERDEN yapılabiliyorsa, artık, bunların da birer Kıyâmet alâmeti olduğunu söylemekden başka çâremiz kalmıyor…) (Kürsüden yapılan bu 4 maddelik konuşma, vidyodan aynen satırlara dökülmüşdür.)

EN MÜHİM MESÂİL-İ KELÂMİYYE..

15 asırdır bu kadar akâid, tefsîr, hadîs, fıkıh kitâblarında, münâsebet düşdükçe ve pek çok yerde “Levh-i Mahfuz ve KADER” mes’eleleri bilinmesi gerektiği nisbetde –ki bu mevzû’un künhüne ve sırrına kulların âgâh olması muhâldir– beyân edilmişdir. “Levh-i Mahfûz” ta’bîri Kelâm-ı Kadîm’de, sâdece  Kur’ân-ı Mübîn’de “Fî levhin mahfûz)=ki bir levh-i mahfûzdadır.” şeklinde sâdece bir yerde, o da BÜRÛC sûre-i celîlesinin 22. Âyet-i Kerîmesinde geçer. Fakat “ümmü’l-Kitâb, Kitâb, Kitâb-ı Mübîn, Kitâb-ı Hafîz” gibi ta’birlerle de, pek çok âyât-ı kerîmede zikredilmektedir…

Şov ve amigoluk, politika maskaralığı ve parti şaklabanlığı peşindeki bir takım hoca kılıklı sebükmağzların (hafif beyinlilerin) bu mevzû’u nasıl tersine çevirerek “imân ve i’tikadları” berbat etdiklerine, evvelki makâlelerimizde bir nebze temâs etmişdik. Mes’ele, ANA AKÂİD şartlarından biridir ki, Merhûm Ö. Nasûhi Efendi de: “Kazâ ve kader mes’elesi EN MÜHİM mesâil-i kelâmiyyedendir” buyurmaktadır. (Muvazzah İlm-i Kelâm, 1959, s.224) 

Bahis mevzû’u etdiğimiz hoca kılıklıların, neredeyse tapılan bir sanem hâline getirdikleri kendi arabçaları ile ibâre çözüb arapçalarını putlaştırma adına “ma’nâ verme” ve kafadan atma-sallama ve teşehhiyât şehvetine düşmeleri, onları, ilim ciddiyetinden ve Allâh korkusundan çekib uzaklaştırmaktadır. Bu gürûhun, müctehidmiş gibi tavır ve kurumlar takınmaları, kaş yaparken göz çıkarmalarına, ibârelerde mündemic gerçek ma’nânın güme gitmesine, netîcesi i’tibâriyle de, durmadan tahrif, tağyîr ve tahrîbe sebeb olmaktadır…

Sorulduğunda, papağan ezberciliğiyle “mezhebsizliğe (!) hâlen değil de kâlen ateş püsküren” bu sokak ağızlı ve iki yüzlü hoca kılıklılar, İLÂS ve SAMÎMİYYET mahrûmu olub, hubb-ı câh peşinde koşdukça; ve “HOCALIK rütbe ve nişanlarına en lâyık benim” dedikçe, hâl lisânıyla da kibir ve gurûr köpürtdükçe, tam bir iblislik sıfâtı iktisâb etmektedirler… Müslümanların esir olduğundan ve dâr-ı İslâm gibi dünyâdaki EN BÜYÜK Nİ’METİ kaybetdiklerinden bile, bunların haberleri ve bu istikâmetde îmânları olduğu söylenilemez… En büyük zulüm olan ŞİRKİN, nice memleketleri kasıb kavurduğu apaçık bir vâkıa olduğu halde, her şeyden evvel buna karşı çıkamayan adamlara nasıl (hoca) denilebilir?. Küfrün, nifâkın, layıklık ve ateizmanın, heykelperestliğin, terör kaynağı ipsiz ve tipsiz lâ’netli bir demputrasinin ve HAÇLI kuyruğunda güdümlü olmanın pençesinde bulunan memleketleri bile “Dâr-ı İslâm” ilân etmekden utanmıyan bu azgın nefs tapıcılarını, dış görünüşlerindeki (hoca kılıklı) sahtekârlıkları da ASLÂ kurtaramıyacakdır… En zâlim ve heykelperest nice dâr-ı riddelere kadar her belâ çukuruna (Dâr-ı İslâm) yaftası yapıştıran bu dalkavuk (müdâhin), sıkıyı görünce herkesin her tarafını yalamayı bile câna minnet bilecek kadar ALÇALAN bu süfehâ takımları, bugün, İslâmiyyet’in önündeki en büyük Çin Seddidir…

BÜTÜN RESMÎ VE GAYR-İ RESMÎ HER MERCİİN İSLÂM HAKÎKATINI ORTADAN KALDIRMAK İÇÜN “güncelleme” sûikasdları peşine düşdüğü şu netâmeli ve dehşetli devirde, gerçek müslümanların en ehem ve EN BİRİNCİ VAZÎFESİ, İSLÂMİYYET’İN ehl-i sünnet ve’l-cemâat çizgisindeki hakîkatını muhâfaza ve müdâfaa etmekdir. Gerçek bir müslümanın, en ana ve temel vazîfesi budur; ve herbiri şeytan hizbi olan dem-putratik parti-pırtılara KUL, KÖLE ve KÖPEK olmadan; onlara, verecekleri kemikler bedelinde kendini SATMADAN, her ne pahasına olursa olsun zerresine kadar  MUKADDES EMÂNETİ MUHÂFAZA ve MÜDÂFAA…

CİHÂDIN EN BÜYÜK İBÂDET OLUŞUNU GÖRMEZLER, KARAMANLİS FAMİLYAYARI OLARAK İCTİHÂD KAPISINA YÜKLENİRLER…

Bunun içün de,  Büyük Mürşid Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî MERHÛM’un “Câmiul Mütûn” nâm AKAİD’e dâir eserinde: “Zamanımızda en büyük İBÂDET CİHADDIR” buyuruşuna ciddiyetle TUTUNUB sarılmak, EN BAŞDA GELEN USÛLDÜR. Aksi hâlde emânete hıyânet etdiği içün MUNKARÎZ olmuş sâbık ve sapık bir enkâz ortaya çıkacak ve encâmı da pek feci’ olacakdır… Mübârek Ramazân-ı Şerîf’de bile politika piyasasının, ne kadar hadsiz ve hududsuz bir çirkeflik, kuduzluk, kudurmuşluk, şeytanlık, en mel’un bir demokratlık ve ısyân-tuğyân içinde olduğu GÖRÜLEBİLİRSE, belki bir nebze nefes alınabilecekdir… Lâkin politika şeytanları ile onların telfikçi  ve “ictihad kapısını açmak içün canla başla çalışan” müctehid taslakları, “müslümanım” diyenler içinde, ESÎR alıb beynini bulandırmadığı adam bırakmamışdır. Bunlar, ALLÂH irâdesine râmolmuş ve  “HAYRU’L-HALEF bir nizâmın zarûrât-ı DÎNİYYEDEN” olduğuna kat’iyyen ÎMÂN eden bir avuç HALKI da, “Çağ dışı olanlar, kör taassubçular, mezheb fanatikleri, v.s.” diyerek, ademe mahkûm edecek kadar da alçaklaşabilmektedirler… 

Böyle bir devirde, müslüman olmak veya kalmak.. Karamanlis de: “Laik düzende İslâm’ı yaşamak” diye kitablar düzüb kılavuzluk yapıyor! Böyle bir düzende de çok mülâyimâne ve “Dâr-ı İslâm’da” gibi yahud bizzat “Dâr-ı İslâm’da olarak” rahat yaşanabilirliğin muhallebi tatlısı içün fıstıklı ta’riflerini veriyor!. Demeye getiriyor ki:

“Düzen böyle taklid ve kopyalama ile çağdaş ve çakıldaş gâvuristandan peydahlanmış da olsa,  sen burada iyi, güzel ve doğru VATANDAŞ ol; ve dem-putratik vatan müdâfaası içün oy sandığına koş! En mülâyimini, alnı en secdelisini (!) avradı kafadan en bezlenmişini, en imam liselisini, bizim rahle-i tedrîsimizden en çifte süzülmüş geçenini bul, onun kanatları altına gir… Körolası “Kör taassubu ve mezhebçilik” gömleğini de millî çöküşünki gibi çıkar; “dîni güncelleme ve telfîk” entârisini bilimin eşliğinde giy..

Şevketpenâh ve Tayyibcenâh Saray erkânımıza ye-iç dua et; ve bizim  imam liselilerin, ÂSIM’ın nesli olduğunu her fırsatda zikr ü fikr et! Ve müesses yavru ve ana yasa, masa, kasa ve kânunlarımıza ters ve ayak uzatarak zinhâr yatıb uyuma! Uyanık  olarak dem-putratik keşf ü istidracları seyr ü temâşâ et!

Vergini, zamanı hulûl etdikçe, sağ elinle ve ABANT rûh-ı lâtîfinde fenâ bularak ver; ve askerliği de, her şey Allâh içün değil de “HER ŞEY vatan içün” diyerek; ve sarp ve karlı-buzlu-uçurumlu kayalıklarda “ABD müttefikimizin” beslediği PEKKAKA peşinde koşarak “ATA ve ANA ilkelerimizi ve cumhuriyet kazınım ve kazanımlarımızı” yaşatmak uğruna yap… Ve bu uğurda sakat ve çeyrek kalırsan GÂZÎLİĞİ; ve Âhıret-i Dâr-ı Bekâya irtilâl edersen ŞEHİD olmayı cana minnet, rûha ni’met say..

Çamlıca-Taksim mesâcîd-i ılmâniyyelerine ayda bir gidib feyziyâb ol, kendinden geç.. Sık sık ve bayram-seyrân, Ayasofya’nın ikonalı ruhâniyyetinden, beddualı vakfiyenâmenin şiddet ve azametinden de nasîbedâr olub istifâde et.. Ve Ayasofya harîminin ortasındaki, değil secde etmek, ayak basmak bile yasak olan, takrîben 30-40 metre karelik “imparator taç giyme” mahallinin vakıf şartlarına kılıç sallıyan mekânını da, kırmızı kordonları dışında bir öksüz ve yetim gibi kalarak ve iniltili sesler çıkararak, 1934 kere tavâf et…

Ba’dehû, üç çeyreği ana fîrân vaz’iyyetde olan ve câmi-i şerîf harîminde gezinen bitli, itli, piçli ve cenâbet turist keferesinden, o saatlerde ve gün fevt olmadan ibret ve medeniyet iktibâs ederek, FETO’sal ve mahlûbeli iltisaklar tasavvurlarına sarıl! Sağ tarafına ve sağ elini kellene destek yaparak ve yüzün kıbleye, ayakların kubbeye gelecek şekilde YERE YAT!.. Ve 10 dakikalık aralıklarla ÜÇBUÇUK DAKİKA SIRTÜSTÜ dur; VE KUBBE KEMERİNDEKİ İKONALARIN,  CUMHURİYET KAZANIMLARINDAN OLAN HÂRİKA SAN’ATSAL VE KAMALSAL ŞEKİLLERİNİ DOYA DOYA VE TIKA BASA SEYRET!.. DOYMADIYSAN, tekrar tekrâr tekrâr et!..

Fetih sahnelerini, Fâtihleri, Akşemseddînleri, Ulubatlıları, binlerce şühedâ ve ana kuzularını, cihâd sahnelerini, sakın derinden düşünme; yoksa, laik dem-putratik vatandaşlığın evrenselliği, feminselliği, cinselliği, homoselliği ile  verdiğin oy’ların bütün cumhûrî sevabları bir anda devrimsellik hesâbına hebâen mensûrâ olur!

Senden daha iyi müslüman ve daha hoşgörülü abi ve abla olamıyacağını da, bizim fetoşizm, telfîk, diyalog, ılmâniyye ve tayyibiyye tarîkat-ı haltettiniyyemiz usûlleriyle her gün ve ba’de’t-tulû’ ve kable’l-gurûb RÂBITA et… Cis-trans hâline saplanarak, kutsal, kurumsal, kutusal ve sandıksal ruhlara, mozale tapınışlarına, and içme vecd ü istiğrâklarına ve hatta nirvanaya, istersen tâ Pensilvanya’lara kadar kuvve-i hayâliyye ve hayvâniyyenle ulaş ve bulaş!. Bu hâl ü ahvâlini hiç bozmadan, tayy-ı mekân ile tayyib-i kelâm eyle; hiç düşmeden ve dumanaltı da olmadan ayık kafayla astronot ol, sihasız ve mihasız ve mîzansız fezâlarda uç…vesselâm!..”

HAM YOBAZ KABA SOFTALARA TEKRAR DÖNERSEK…

Her geçen gün, ortalığı, sahtekâr politika hırsızları, haksızları, hayırsızları ve hayâsızları doldurmaktadır. Bunların dümen suyuna girerek, onların parlatılıb cilâlanması istikâmetinde politikacı MEDDAHLIĞI irtikâb eden bu hoca kılıklı işportacılar, eski Osmanlı ulemâsının asâlet, edeb, terbiye, âdâb-ı muâşeret, ciddiyet, havfullâh; ilim haysiyeti, şeref ve vekârı yerine; hoppa-zıppalığı, şımarıklığı, lâübâlîliği, külhanbeyliğini, sokak serseriliğini, komedyenliği, onun bunun televizyonlarına çıkıb Dümbüllü maskaralıkları yapmayı oturtmuşlardır… Hatta o kadar ki, bir takım ateist ve sapık sunucularla (yardakçı veznindeki) târihçi münâfıkları, donlarına kaçıracak kadar güldürüb onlara sırnaşmayı, cıvıtmayı, müstehcen köprüaltı havalarını dile almayı ve bunları ma’rifet ve zekâ kıvraklığı saymayı, her âdiliğe başvurmayı; hulâsa, işte bunlar gibi binbir türlü ciddiyetsiz ve mes’ûliyetsiz bir kepâzelik ve müptezelliği, zerre kadar utanmadan İRTİKÂB etmektedirler…

Böyle nice hoca kılıklılar BİLHASSA Mübârek Ramazan’larda cercilik peşine de düşerken, işin maskaralığını da aslâ ihmâl etmiyorlar!.. (Aklı başında, edille-i erbaa, müctehid imam ve zarûrât-ı dîniyyeye boynu kıldan ince, ehl-i HÂL, VAKÛR, edebli ve kimyâ olmuş hocalarımızı dâima tenzîh ederiz.) En hassas olunması ŞART olan şer’î mes’elelerde bile, bâlâda işâret etdiğimiz üzere bunlar, sathın da en sathında kalmak bir yana, mevzû’ları, masallaştırma derekesine tenzîl ederek, zevzekçe dile almakdan bile utanıb çekinmiyorlar…

Hele Purof etiketliler, iğrenç bir kibir heykeli olarak, onlar da modern ve pozitivist cerciler olarak bir başka âfet ve münkirler kutbunu teşkîl ediyor…

(Mâba’di var)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir