-1- “Demputrasi Şehîdinin” Olması, “Demputrasi İslâm Demekdir” Demeden Muhaldir!
18 Temmuz 2023
-2- Bm Ve Reisin Muhteşem Nutku Veya Hıtâbesi…
24 Eylül 2023

BM ve REİSİN MUHTEŞEM NUTKU VEYA HITÂBESİ MÜNÂSEBETİYLE…

(1)

Dağıstânî

19 Eylül 2023’de, Laik demokratik hukuk devleti REİSİ ve “ümmetin lideri” Şevketlû Receb Tayyib Beyfendi BM bünyesinde bütün arzın dikkatle dinlediği pek “muhteşem” bir nutuk îrâd buyurdular. Cumhuriyet devri nutukları içinde “En görkemli, en kutsal, en atasal, en küresel, en onursal, en batısal ve en evrensel” olanıydı desek yeridir!…

Cümle âlem dikkat kesilerek pek rikkat ile dinleyib keyif aldılar; ve biz dahî mesmû’umuz olan bu nutk-ı muhteşemi büyük bir inşirâh içre neş’eler ve neşveler  içinde dinledik; ve hazz, keyif ve lezzet de aldık!. Dahî buyurdular:

“BM’in öncülüğünde dünyânın güvenliğini, huzurunu, refâhını sağlamakla görevli kurumları hızla yeniden yapılandırmalıyız. COĞRAFYASIYLA VE DEMOGRAFİSİYLE DÜNYÂDAKİ TÜM KÖKENLERİ, İNANÇLARI, KÜLTÜRLERİ TEMSÎL YETENEĞİNE SÂHİB BİR KÜRESEL YÖNETİM MÎMÂRÎSİ İNŞÂ’ ETMELİYİZ. Netîce olarak tüm kalbimizle bir kere daha diyoruz ki, dünyâ beşden büyükdür. Daha âdil bir dünyâ mümkündür.”

C. Başkanlığının  “İletişim Başkanlığı” ise, buradaki büyük harflerle ve altını çizdiğimiz ifâdelerin halk tarafından şiddetle yadırganması ve kınamıya uğraması netîcesinde, şu KUSURU kapatma kurnazlığına sarıldı ki, ibâre siyâk ve sibâkıyla apaçık ve kabak gibi de ortadadır! İletişim Bşk’lığının dediği ve: “Zır.. te’vîl götürmez” hakîkatına çarpan ve mecâlsizliği sıfır olan ibâre ise, aynen şöyledir:
“Konuşmanın, “Coğrafyasıyla ve demografisiyle dünyâdaki tüm kökenleri, inançları kültürleri temsil yeteneğine sâhib bir KÜRESEL YÖNETİM MİMARİSİ İNŞÂ’ ETMELİYİZ.” Bölümü alınarak MANİPÜLASYON yapılmaktadır Cumhurbaşkanımızın çağrısı, BM gibi kuruluşların daha kapsayıcı olmasıyla ilgilidir.”
Manipülasyon lâfzı, Türkçe olmıyan, fransızın lâtinceden alıb uydurduğu bir kelimedir. Manipülasyon kelimesini kullananlar, “Manipülasyon yapılmaktadır” derken, acaba bizzat kendileri ne yapmaktadır?!. Bu gâvurca kelimenin Türkçesi, en basit şekliyle, (yalan söyliyerek aldatma, suçlama) gibi şeylerdir! Neden bunlar değil de, manipülasyon deniyor?.  İbârenin siyâk ve sıbâkındaki  (evvelindeki ve âhırindeki) cümleleri de aynen koymuşlar, çok güzel… O netâmeli cümlenin manipülasyona uğrayan yeri ve mıntıkası, yani yalana bulanarak aldatıcı şekle sokulan yeri neresi???. Böyle bir şey de aslâ yok, ibâre kabbak gibi ortada sırıtıyor!. İbâre şu vasatda o kadar rahatsız edib i’tibâr düşürücü ki, bunu, Pisrail ve Şeytanyâhu destekçisi küreselcilerden yana olunmadığına çevirmek içün, akıllarınca tekere çomak sokmuş olacaklar, şübhe îrâs edecekler; ve YÜCE Başkan kısmen veya tamâmen de olsa tezkiye edilivermiş oluverecek!!! Yenib yutulacağı hesâb edilerek böyle bir gülünç lâf kalabalığına başvurulmuş!
Aklı, başından başka yerde olan zavallılar belki de yiyib yutacaklardır!… İnsanoğlunun aklıyla alay ede ede  “Canım aslı yok, bakın işte iletişim başkanlığı tekzîb etdi, sıkmayın canınızı!” havası basılacak… Buna kurnazlık mı, kumarbazlık mı, canbazlık mı, yoksa başka bir şey mi denir bilemeyiz?. Özrü kabahatinden büyük derlerse, iletişim bşk’lığı buna ne diyecek?. İbâre ortada ve hem de Galata kulesi gibi ayakda! Bunu, TE’VÎLE zorlayarak ve ıkınarak geçiştirmenin zerre kadar imkânı var mıdır?. Üstelik, o kadar zayıf, mütehayyir, müzebzeb, mütereddid, kısa ve korkak bir te’vîle sarılınmış ki, hakîkatla zerre kadar alâkası da yok!. Bu hâlle mi, zât-ı muhterem tezkiye edilmiş ve aklanıb paklanmış olacakdır?.
Bunlar gibi şeyler (DİK DURUŞ) mu sayılacak, yoksa, işin içinde, beynelmilel çapda bir takım gizlilikler, saklanmak istenilen şeyler mi var denilmiş olacakdır!?. İşin içinde, metni hazırlıyanların gaflet veya hıyâneti var dense, bu bile tutmaz. Bunun, hatîbi tarafından hiç tedkîk ve kontrol merciinden, bir süzekden geçmeden okunması düşünülebilir mi?. İş ters tepince: “Eyvâh bir çuval inciri berbât etdik pişmanlığı” mı sıkıntıya tavan yaptırdı da, ale’l-acele ve aslı apaçık ortada olduğu hâlde: “Aslı yok, iftirâ-manipülasyon v.s.” demeye getirerek: “Taraftarlarımızın gönlüne birazcık su serpelim veya en azından dost ve düşmanı şübheye ve tereddüde düşürerek zararı asgarîye indirelim ve hızını keselim” gibi, politika sihirbazlıkları mı ammeye yedirilmek isteniyor?. Lâkin, akıl sâhibleri nezdinde şübheler daha ziyâdeleşmiş oldu da, silâh geri mi tepmiş oluverdi?!.
İletişim başkanlığı tekzîb etdi (!) havası basıb muvâfıkların ağzına bir geveleme imkânı verince, “hamamın NÂMÛSU” kurtulmuş mu olacak; yoksa, “Şu katakülliye bak, ibâre apaçık ortadayken bile, onu göstermeme perendesi atılıyor” dedirtilmiş mi olunacak?.  Şimdi hamamın nâmûsu kurtuldu mu?. Yoksa,“İletişim Bşk’ı F. Altun ne akıllı purofmuş beee…” dedirtilmiş mi oldu!?  Bu, hangi cins ve derecedeki kurnazlık zekâveti aceba?.  Yazık… Geçelim…

Birinci cümle ise şöyle:“BM’in öncülüğünde dünyânın güvenliğini, huzurunu, refâhını sağlamakla görevli kurumları hızla yeniden yapılandırmalıyız.”  BM denen yerin ÖNCÜLÜĞÜNE sarılanlar, 18 gün sonra 7 ekim “Aksâ Tufânı hâdîsesini” müteâkıben GAZZE’de bebeklere kadar, çoluk-çocuk-kadın-ihtiyâr- hasta-hastane-anbulans-câmi-mekteb-v.s. her yerin bombalanışında da, BM’lerin ÖNCÜLÜĞÜ içün, acaba ne DÜŞÜNMÜŞ ve hangi güvenliği, huzûru ve refâhı duyar olmuşlardır!?. BM’nin bir yahudi arsası olduğuna hâlâ akıl erdiremiyenler, acaba hangi “KÜRESEL YÖNETİMDEN MEDET UMMAYA” devam buyuracaklardır??? İsterseniz bir kere daha okuyalım ki BM’nin ne yüksek ve faziletmeâb bir merci’ ve mülci’ olduğunu söyliyenleri bir kere daha seyredivermiş olalım: “BM’in öncülüğünde dünyânın güvenliğini, huzurunu, refâhını sağlamakla görevli kurumları hızla yeniden yapılandırmalıyız.” Bunları dedikden sonra, dünyâ 5’den değil, 1’den, bin kere, sonsuz kere böyyükdür desen ne yazar?. Tenâkuzlar, değişimcilikler, dönüşümcülükler, istikrarsızlıklar; asla, köke bir türlü dönemeyicilikler, ve.. savrulub gitmeler, toz duman olmalar, dostu düşmanı göremez, HAKKI bulamaz olmalar ve âtîye âid karanlıklar…

Zât-ı devletleri yarım saat kadar bütün dünyâ küresine kendisini öyle bir dinletdiler ki, cümle muhâlif gâvur dünyâsı ile,  dâhildeki “millet nifâkı ve ittifâkı, bakıye ve takiye ve kumar masası eşrâfı, esnâfı ve cenâhı,” binbir hüzn ü ye’se kapılub hâk ile yeksân oldular!…

  1. Zât-ı devletleri, İsrail bayrağı ile aynı (mavi-beyaz) renkleri taşıyan BM bayrağını bile hizâya getirmiye kâfî ve vâfî gelecek derecede hârika, antika ve sâika gibi vurucu nutukları ile evvelâ, aklı gelib giden o bay Baydın patrona, arkasından bilcümle dünyâ tâğûtlarına çok güzel bir DERS-İ OSMÂNÎ verib;  ba’dehû, İslâmî ve cumhûrî ve demokratvarî ve ABD standartlı, dört dörtlük laiklikle muhtelıt bir va’z u nasîhât dahî çekdiler!.
  1. “İfâde hürriyeti” arkasına sığınarak cümle KUTSAL, MUTSAL, KURUMSAL ve UMUTSAL kitablara son derece haklı olarak (saygı) taleb eylediler. Husûsan “Müslümanların Mukaddes ve Muazzez Kitâbını Yakma” gibi, İsveç, Danimarka ve ABD v.s. yerlerin, denâetler irtikâb eden süflîlerine ve tetikçilerine, AZAR ve AYAR çekib PARMAK salladılar! Cümle (İslâm Enkâzı Coğrafyasının) gönlüne sular ve serinliklerle esenlikler serpiştirdiler!.

  2. Binâberîn, Kitâbullâh olan Kelâm-ı Kadîm’in “yakılmış” olması hâlinde, hem lâfzının; ve hem de MA’NÂ VE AHKÂMININ yakılıb kül olması ve dünyâdan kalkması lâzım gelirdi!… Bu olamamış ve olması dahî muhâl ise, REİS Beyfendinin üzülerek hatarnâk ve elemnâk olmasına hâl ü ahvâl ü mahall kalmamış demekdir!…
    Ancak: “Laik demokratik hukuk cumhûriyetiyim” diyen ba’zı düvel-i hâzıra, ALLÂH KELÂMI olan KUR’AN-I AZÎMÜŞŞÂN’ın lâfzını değilse de, AHKÂMINI YAKMAKDA pek USTA davranmışlardır. Bunlar, KİTÂB’ın hükümlerini öyle bir YAKMAKTADIRLAR ki, bayrağında HAÇ bulunan İsviçre’den, “Kânûn” kopya ve iktibâs ve terceme ederler de, tûrânî kavimlerin 10 asır devletlerini idâre eden KUR’AN’dan biricik madde almayı “irticâ'” diyerek dünyânın en büyük kusûru ve cinâyeti addedib, saç-baş yolacak derecede kendilerini kaybederler!. “14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın” diye nutuklar bile atarlar!. İsviçre’den, pek eskimiş ve fıtrat dışı kalmış katolik hukûkunun (Druva Kanonik) denen kânunlarını uygunanır bulurlar da, 15 asır içinde 40 civârında devlet idâre eden Kur’ân-ı KADÎM hükümlerini bugün (UYGULANAMAZ) diye yırtınırlar; ve “DÎNE dayalı devlet sistemine KESİNLİKLE karşıyız” bile diyebilirler…
    (NOT: Bir vidyosunda Îsâ Aleyhisselâm’ın Şerîatında “Ahkâm-ı ictimâiyye yokdu” diyen, ki bütün Peygamberlerde “ahkâm-ı ictimâiyye mutlaka vardır”; başka vidyosunda ise: “Hıristiyanlıkda da ahkâm-ı ictimâiyye yokdur” nânesi yiyen ve tarihçi geçinen bir takım püskülü  soldan sarkık ve ağlâli (boyun yuları) da sola kayık ba’zı aklı ve îmânı muhteller, Îsâ Ayeyhisselâm’ın Tevrat ile de âmil bir Peygamber olduğunu neden görmez de Peygamberlere îmân esâslarını tehlikeye atarlar; ve (Druva Kanonik) denen bir hukûka sâhib ve devlet olarak tanınan Vatikan’ı, yoksa hıristiyan kabûl etmedikleri içün mü böyle yalan-yanlış konuşurlar?!  Püskülü ve boyun yuları soldan sarkık meşhûr ve târih tahrifçisi bir hukukçuya (!) bunlar yakışıyor mu?!. Ortodox ve Protestanlarda  bile bize göre bâtıl da olsa, kendilerine göre siyâsî, ictimâî, âilevî ve sâir hususlarda dînî bir hukûkları vardır. (Bkz. Ahmed Selâmî, Üç Din ve üç Şerîat karşısında LAİKLİK).
  3. Yukarıda beyân etdiğimiz gibi daha nice “YANLIŞLARI” vardır ki, bunların içinde yüz karası olmayı bırakın, ÎSÂ Aleyhisselâm bahsinde olduğu gibi ÎMÂN KARASI OLANLAR BİLE VARDIR; yeri geldikçe bunları tevsîk ve isbât içre biavnillâh nazarlara vereceğiz. Maksadımız, keyfiyeti ma’lûm ve belli, ölüb gitmiş bir takım (çakma üstâd) veya şahıslarla uğraşmak aslâ değil; AZÎZ Dînimize gaflet, dalâlet veya cehâletinden dolayı bir takım YANLIŞLAR sokan TAHRİFÇİLERİN,  bu zararlarını (emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker) FARZI mu’cebince redd ve püskürtmekdir… İddiamızı, kavl-i mücerredde bırakmanın mes’ûliyyetini hayâtımız boyunca taşıdığımız gibi, bu noktada da aynen taşıyacağız inşâAllâh… Müteveffâ muhâtabımız ise, GENÇLİĞİNDEN BERİ YANLIŞ SÖYLEMEDİĞİ VE YANLIŞ YAZMADIĞINI KENDİ SESİYLE AYNEN ŞÖYLE İFÂDE EDİYOR Kİ, BİZE BU SÖZLERİNİN BİLE YANLIŞ OLDUĞUNU BİZZAT KENDİ VİDYOLARI İLE İSBAT DÜŞMÜŞDÜR:

    “Ben insanları bildiğim doğruları anlatarak doğru üzerinde ittifaka da’vet ediyorum. Gençliğimden beri yaptığım budur. İlk eserim çıkalı aşağı yukarı 60 sene oldu, 60 senedir yazı yazıyorum, söz söylüyorum şunu YANLIŞ söyledim şunu YANLIŞ yazdım da düzeltme ihtiyacını hissetmedim. Bu da Allâh’ın bana bir lütfudur. Bunun BİRİNCİ derecede sebebi, gençlik yıllarımda tasavvufî bir terbiye görmüş olmamdır.”
    ( https://www.youtube.com/watch?v=_nH0F4-WfUc)
    xxx

  4. Kur’an-ı HAKÎM yakmanın acebâ sunturlusu hangisidir, bunu bile sormak, 100 yılda robotlaştırılmış hiç kimsenin akl ü hâyâline bile gelmiyor!?. Dünyânın KÜRESEL ve siyonist politikacıları, elleri altındaki yüzmilyon ve milyarları bu kabil sihirbazlıklarla çok çarpıcı muhâlât (halüsinasyonlar) görmiye alıştırmışlardır!. Bir bakıma, efrencî 19. asırdan i’tibâren, dünyâya hassaten İslâm coğrafyasına dayatılan (laik demokratik hukuklu cumhuriyetler), bu iş içün îcâd edilmiş; bunlar, adı geçen coğafyalara, oldu bittilerle ve “ihtimâl birçok kelleler kesilecekdir” şeklindeki (ne mutlu türküm) formülleri gölgesinde Türkoğullarının kafalarına çivi ile şapka çakar gibi zorla da ÇAKILMIŞLARDIR… 1925 yılında vâkıa olarak da, Urfa ve Erzurum’da 56  gariban müslümanın başına gavur şapkası, bildiğimiz inşaat çivisiyle çakılmışdır.. (Mersin Barosu dergisi, 30. Ocak-Şubat-Mart 2011, sayfa 15)
    Böylece, buralarda, hem Kur’ân-ı Kerîm’in hükümleri, hem de müslümanların müslümanlıkları YAKILMIŞDIR; ve hatta, başlarına yahudi şapkası çivi ile çakılıb sonra da idâm edilinceye kadar… Ne var ki, bunlar, alevi ve dumanı gösterilmeden, ya gözlere gafletden mil çekilerek veya boyunlara sehpalarda ip çekilerek yapılmış, böylece milletlerde çene oynatacak mecâl bırakılmamışdır… Yahud da günümüzde olduğu gibi, LÂFIZLAR (mushaflar) yakılınca, cılız seslerle yasak savma kabilinden birşeyler mırıldanılmışdır!
  5. Şeytânîleşmiş Gâvurlar (şeyâtînü’l-ins), kâğıt üzerindeki LÂFZATULLÂH’ı yakınca, Kelâm-ı Kadîm’i yakdık sanıyorlar! Cumhûriyet DİB’i elindeki resmî laik teşkîlât vâsıtasıyla 99 yıldır (İslâm dışı bir dîne İslâm denildiği ve dedirtildiği içün), bu en basit ve temel şer’î mes’eleler bilinememekde; ve LAİK DÜZENİN göstermelik imam lise ve ilâhyapyatları da, bu kabil incelikleri dinden bile saymamaktadırlar! Kelâm-ı Kâdîm, (lâfız ve ahkâmdan-ma’nâdan ibâretdir) diyen bir Osmanlı hocasına raslamıyanlardan veya rastlasalar da, onların eserlerini ellerine almaya korkanlardan, bu kabil (i’tikâdî ESÂS ve inceliklere riâyet) beklemek, zâten abes ve hades kaçacakdır!…
  6. “Türkçe tercemelere Kûr’an” demenin bile insanı KEFERE’den yapacağını Merhûm Müfessir Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri de, diğer ulemâ-yı İslâm gibi apaçık yazdığı halde, hâlâ “TÜRKÇE KUR’ÂN” diyen “din görevlilerine,” yani ruhbân sınıfından mahlûkât ü mahrûkât-ı cahîme bile sık sık rastlanabilmektedir!. Gerçi bunlar yadırganmaz. İşkenceci Kenan anayasasına göre “Laiklik ilkesi doğrultusunda din hızmeti vermeye mahkûm olan laik devâir-i resmiyye, ya’ni o istikâmetde dîn îcad müessesesi bulunan DİB” içün bu gibi şeyler, asl u esâsında, Şevketlû Reis Beyfendinin “dîni güncelleme” nazariye-i ılmâniyyeleri cümlesindendir!…
  7.  Bayrağı İsrail bayrağı ile aynı mavi-beyaz renkde olan BM’lerde, LAİK demputrat böyyükler, başlar, lider ve giderler, “ümmetin böyyük başları”, iblisleşmiş gâvur dünyâsına karşı, Kelâm-ı Kadîm’in lâfzının dercedildiği kitabları (mushaf-ı şerîfleri) müdâfaa ediyor GÖRÜNSELER de, memleket DÂHİLİNDE ise, bizzat kendileri, 100 yıldır ALLÂH KELÂMI Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın AHKÂMINI YAKMAKDA, ipe çekmekde ve YASAKLAMAKDA, ONA “ARABOĞLUNUN YÂVELERİ” v.s. diyerek saydırmaktadırlar… Gerçi ne deyib ne yapsalar yeri ve hakklarıdır (!) zîrâ Kelâm-ı Kadîm’in düşmanı on asırlık haçlılardan VATANI, sonlu olan dünyâ hayâtından da ehâlîyi kurtarmışlar (!)  ve millet-i merhûme bakıyyesini, kendilerine “ilelebed yaşayacak cumhûriyetlerle” de  GEBE ve VASÎ bırakmışlardır!. İsimlerimiz de yorgi-morgi olamakdan kurtarılmış (!) adımız, soyadımız ve andımız, neyse ki Ali-Veli-Taş-Toprak-Andımız da Kitâb’sız nâmus ve şeref kalmışdır!…
  8. Şevketlû Tayyib Raiz bile, Hakîkî müslüman hocalara karşı kuvve-i ğadabiyyesi i’tidâl çizgisi üzerine çıkıb, ifrâd arâzîsindeki (tehevvür) barajına vâsıl olunca ve husûmet-i rûhiyyesi dahî galeyâna gelir gelmez, sözle ve tekme tokat şöyle  girişebiliyor:
    “14-15 asır evvelki HÜKÜMLERİ kalkıb bugün uygulayamazsınız, bu hocalar İslâm’ın GÜNCELLENECEĞİNİ bile bilmeyecek kadar ÂCİZLER!”
    Hadi öyle olsun!
    Püskülü sola sarkık, Elmalılı Merhûm’un Sûre-i Yâsîn’deki 8. âyet-i kerîmede geçen “ağlâl” kelimesini tefsîr ederken “küfrü ve fıskı temsildir” buyurduğu gravatosu da dâimâ sola yılık, pek bol ve desteksiz nutuk atan böyyük allâme ve târihçi, müteveffâ bir zât ise, pek mebzul vidyolarından birinde gadaba gelib masaları yumrukluyor, hâzirûn huzûrunda tüttürdüğü cıgarasının kül tablası ile çay bardaklarını da zangır zangır titretib ihtizâza getiriyordu! Ve “Şerîat-ı Garrâ-yı Mu….yye” deyince de, bütün şer’î ilim, îmân, amel ve ahlâk muhassılasının kendisinde cem’ oluvereceğine inanıyordu!. Bilhassa da, İslâm’ın GÜNCELLENECEĞİNİ söyliyenlere, bütün valığıyla destek oluyordu… Çünki kendisi de, 4. hicrî asırdan beri ehli bulunmadığı içün ictihâd kapısı ile oynamanın İSLÂM esaslarına pek büyük zarar vereceği rikkat, dikkat ve hassâsiyetine sâhib nice ulemâmıza RAĞMEN, gerine gerine ve zerre kadar mes’ûliyyet duymadan ve böylelerine hass cür’etle ve alenen “İctihâd kapısı açıkdır” fikr-i merdûdunda bulunuyor, o dahî “güncelleme” mahallesinde şakımayı kendisine meslek ediniyordu!..
  9. İşte o zât-ı müteveffâ, mübâlâğayı da (palavra desek de câizdir) ziyâde sevdiğinden, Tayyib Raiz Beyfendiyi “Ben Tayyib’in gençliğini bilirim, Mü’min ve muvavviddir” diye yere göğe sığmıyacak derecede medh ü senâlara gark ediyordu. Buna munzam, bir başka videosunda da şöyle celâllenib yumruk üstüne yumruk atarak masaları zangır zangir titretiyordu: “Ne kadar DÎN KARŞITI varsa Tayyib Bey’in karşısında… Bir TİRİLYON re’yim olsa Tayyib BEY’e veririm!”  İyi güzel de,14-15 asır evvelki hükümleri bugün UYGULAYAMAZSIN” derken, Raiz Hazretleri acebâ neyin KARŞISINDA saf tutmuş olmaktaydı??? 
  10. xxHadi, bu suâlimiz boğazdan geçmedi ve cevâb dahî alamadık diyelim… Raiz Beyfendinin şu cümlesindeki (karşı oluş) ibâresine ne diyeceğiz: “Ben ve arkadaşlarım dîne dayalı devlet sistemine KESİNLİKLE KARŞIYIZ…” Sâdece karşı değiller, KESİNLİKLE KARŞILARMIŞ… Turânî ve gayr-i tûrânî kavimler 14 asır DÎNE DAYALI DEVLET SİSTEMİ ile yaşamışlarsa, çok mu böyyük cürüm ve felâket içine yuvarlanmış olmaktadırlar?. Bu iş, ASLI İNKÂR olmıyacak mıdır?. Ara sıra “Osmanlı torunuyuz” havalarına girib çıkmaları hangi hâneye yazılacakdır?. Ve SOY kütüğü ile Müslümanlığa ve Kur’ân-ı Hakîm’e ÂİDİYYET mes’elesini nereye sıkıştıracağız; ve böyle nice tenâkuzların hangi İ’TİMÂD ve EMNİYETE bâdî olacağını da nasıl bir HÜKME bağlıyacağız?. Bu ibâreden, sanırız mevzû’ hiçbir tereddüde mahal kalmadan anlaşılmışdır!. Püsküllü dâhîmiz dahî, kim kime KARŞI, kim kimin dümen suyunda, kimin eli kimin cebinde, el ân âlem-i Berzah’da ikâmet buyurduklarından, bütün bunları vâzıhan ve sarahâten anlamış olmalıdır… Oradaki hadisât ve tahavvülâtı görecek gözümüz olsaydı, bir nice hârikaları seyr ü temâşâ edebilirdik!. Müteveffâ târihçinin, bu kabil nev’i şahsına münhasır bir akıl ve kendi ifâdesiyle “keskin zekâsı” ve fes içi mantığıyla, adam putlaştırma abartı ve kabartısından, ya’ni “Ne kadar DÎN karşıtı varsa Tayyib Beyin karşısında!” deyişinden; tahtında müstetir olmak üzre ve mefhûm-ı muhâlifinden kıyâsa mücâseretle ŞU DAHÎ istidlâl edilebilir: “TAYYİB REİSE KARŞI OLMAK DÎNE KARŞI OLMAKDIR!..”
    “Kamalizmaya, pîrine, heykeline ve bilmem nesine en iyi ve en kabadayı ben hücûm ederim”
    denirken, bu maskenin altında müesses laik-CUMPUTRASİ ve onun parti-pırtıcılığı nasıl ve ne de güzel bol bol şırınga ediliyor?. Bunu, kaç kişi nefret ve istikrâh ederek, ayne’l-yakîn görmekde; ve akâid ve fıkıh kitablarımızda mukarrer ve muvazzah bulunan hılâfet îmân esasları ile muhâfaza edebilmektedir?. İ’tikâda taâllûku olan böyle nice mes’eledeki cehâleti, saptırması, tahrîfi, tebdîli, te’vîli; ve felsefî, hukûkî ve târihî ve ashâba ve enbiyâya âid nice yanlış ve hılâf-ı hakîkât beyanları ne olacak?. Hele hele, KADER mevzuundaki selef çizgisi dışındaki kaderiye, cebriye ve mu’tezile zırvaları arasındaki zıplayıb hoplamalar?. Kaderi, kazâ olmadan biliverme rol, kehânet ve bilgiçlikleri?. Sık sık ve nerede ise her konuşmasında, kaderi biliyormuşcasına “Murâd-ı ilâhî şudur, şöyledir, böyledir” yâveleri?. “KADER Perspektifinden bakma, kaderi tahminlerle ve bazı yollarla bilme..”
    gibi selefin hiçbirine âid eserde görülmiyen, kader i’tikâdıyla te’lîfi imkânsız nice savurub sallamalar, “2050 yılında Şerîat hâkim olacak, olmazsa gelin mezârımı tekmeleyin”  gibi (kehânet) de denilebilecek zırvalarla, sık sık i’tidâl çızgisinden çıkarak, kuvve-i gadabiyyeyi (tehevvür) noktasına çıkarıb,  abuk sabuk ve düşünce dışı ateş püskürmeler…
    Hılâfet nâm kitabında Hz. Muâviye’ye ısyâkâr ibaresi.
    (Timur ve S. Eyyubi mes’elesi, oranın avamisini diline alması)

    Değişmesi muhâl olan KADER yani Allâh Azze ve Cellenin ilmine râcî İLMİN, “sihir ve duâ ile değişeceğini” söyleyebilme cür’et ve dalâleti?. “Îsâ Aleyhisselâmın Şerîatında ahkâm-ı ictimâiyye YOKDUR” diyerek, Peygamberlere ÎMÂN esasını temelden yıkma echeliyyeti?. Biiznillâh daha nicelerini yeri geldikçe ele alınca görülecekdir ki, sâdece kamalizma düşmanlığını TEHEVVÜR derecesinde, bağırtı-çağırtı, takallüs eden bir çehre ile sürdürmek, Âhıreti kurtarmaz. SELEF çizgisindeki pürüzsüz bir EHL-İ SÜNNET i’tikâdı ile DOST bilinmeden kim olursa olsun, amel ve ahlâkını sâdece sıfırlamış olur. İmam-ı Rabbâni Müceddid-i Elf-i Sânî Kuddise Sırruh Hazretleri buyurur:”Îmân hakîkatlerinden bir mes’elenin inkişâfını, binlerce zevk ve kerâmetleri tercîh ederim.” Ve yine son bir iki asır ulemâmızın beyan buyurduğu vechile: “Bugün bütün himmet ve gayreti ZARÛRÂT-I DÎNİYYENİN TAHKÎMİNE SARF ETMEK ŞARTDIR.” Çünki son iki asırdaki resmî mekteb-maarif tezgahları ivmesi gitdikce hızlanan bir şekilde îmanları bulandırmış, pozitivist-ateist felsefe, en ziyâde hukuk mekteblerine musallat olmuşdur… Düşmana kavga üslûbuyla vura-kıra TEHEVVÜR (kuvve-i gadabiyyenin ifrad derecesi) üzerinden saldırmak… Eğer bu, DOSTA İ’tidâl derecesinde BAĞLILIKDAN mahrumsa, İFLAS, mutlak netîcedir… Yaşasın Şeriat demeler kabilinden binlerce umum ifâde eden kelimât ve cümleler, îmânın muhâfazası içün aslâ kâfî bir delîl ortaya koyamaz…
    Tabii tullâb-ı püskülliyân ü garîbân, bunları anlıyacak seviyede ma’lûmât-ı evveliyyeye sâhib olamadığından, öz diliyle (hâşâ)“KESKİN ZEKÂ kerâmete k.ç atdırır” gibi mugâyir-i edeb ve îmân ve nefsi azdırma formülüne sâhib bulunan “çakma üstâdı”, bütün bu gibi ahvâl-i ecâibâtıyla, onu, devrin allâmesi görmeye kâfî ve vâfî geliyor olmalıdır ki, hiç, bunca tenâkuzun sâili de ortaya çıkamamaktadır, çıkmamışdır!..

  11. Böyyük târihçi, berhayât iken kendisinin kerâmetlerini söyliyenlere öyle bir tevâzû’ lutfederdi ki, gözleriniz yaşarır şaşırırdınız: “Benimki kerâmet değil, KESKİN ZEKÂ, bu da kerâmete k.ç atdırır!” Biz ise bir istidlâl-i AKLÎ ile bu (keskin zekâya) birşey attırmakdan teeddüb ederiz. Ancak bazı mü’min akıllar, (keskin zekâları) eşşekden düşmüşe çevirebilir! O kadar…  Böylece, hiçbir parti-pırtı ve lideri ile alâkası olmıyan bizlere kadar cümle ervâhımız, (FALAN PARTİ LİDERİNE KARŞI İSEK), çocuk katline kadar bütün padişah kelle almalarını ballandıra ballandıra anlatan püskülü sağda müctehidimizin ictihâdât-ı katliâmnâmesine göre, BİZLER dahî, “siyâseten katli” birkaç yüz kere haketdik demekdir!.
  12. Nasibse, bu mevzû’da ALLÂH Sevgilisi Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine kadar “siyâseten katil” bulaşığı köpürtülüb püskürtüldüğünden, (Hâşâ ve kellâ), buradaki cinnetlik keyfiyeti mutlaka ortaya koyarak, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerini böyle bir zulümden SÛRET-İ kat’iyyede tenzîh ve teberrî etmek, üzerimize pek büyük bir VECÎBE olmuşdur… (Ka’b İbni EŞREF) denilen yahudi hahamı mel’ûn-ı melâininin, Püsküllünün saptırdığı siyâseten katil şekli ile değil, TA’ZÎREN katletdirildiği, BEDÂHATEN ortadadır. Bu Yahudi Hahamının, Allâh SEVGİLİSİ Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine karşı, arşı titreten nice hakâret, fitne, fesâdda bulunduğunu; ve nice müşrik tahrîkât ve teşvîkâtında azıb kudurduğunu ve bunların iğrenç keyfiyetini, Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin kaleminden iktibasla ortaya koyacağız… Bi avnihî TEÂLÂ.

12. Bir hesab günü gelir ve O GÜN, (uygulanma-duygulanma-kurgulanma-güncellenme-iktidârlar-muktedirler-ÂCİZLER-mu’cizler-kardeş katilleri-uydurma Fâtih kânunnâmeleri-âdi ve iğrenç katilleri siyâseten katil perdesi altına saklama sahtekârlıkları ve üçkağıtçılıkları ve herşey, elbetde, evet o GÜN anlaşılacakdır! Herkes, içde nasıl Kur’ân-ı Mübîn ahkâmı yakılmış, dışda da, içdekilerden kuvvet ve hız alarak nasıl Lâfzatullah ateşe verilmiş, sarâhaten ve vâzıhan, hakka’l-yakîn görecekdir… O günü görmek içün SABIRLI olmak; ve o günü beklemek kâfidir… Bu kadarcık…

13.  İçde (Türkiya’da), AHKÂMULLAH’ın yakıldığını ve binnetîce Kur’ân-ı Kadîm ŞERÎATININ YASAKLANDIĞINI Batılı gavurcuklar sanki bilmiyor!  Do..z gibi bildikleri içün, Lâfzatullâh’ı bu kadar kolay, cis-tras hâlinde ve göstere göstere yakıyorlar!. Yoksa sıkı mı yaksınlar, ödleri şeylerine karışır. Paris’de ŞÂH-I RUSÜL Aleyhisselâm ve Şeriat-ı Garrâ aleyhindeki piyeslerini bile geçmiş zamanlarda sahnelemekden, recmedilen Şeytan gibi nasıl kaçmışlardı?!

14. Türkiya’da “Kahrolsun Şerîat” diye sokaklarda ulumalar, havlamalar, anırmalar ve böğürmeler tozu dumana katar, LEGEBETE v.s. tûfânları resmen ve alenen kol gezerken, İslâmiyyet, 100 yıldır YASAK yemiş olarak forsa ve parya muâmelesi görürse, Batı gâvurlarının Sâdece Lâfzatullâhı YAKMASI bile, ahkâmın (ALLÂH İRÂDESİNİN) yakılıb kaldırılışına NİSBETLE, pek cüz’î bir CÜRÜM bilinecekdir…

15. Lâfzatullâh, ilâhî, mukaddes ve muazzez vâsıta, hükmullâh ise ALLÂH İRÂDESİ ve EMR ü gâye ve matlubdur… İKİSİ, biribirinden ayrılmadan, KELÂM-I KADÎM’i teşkîl ederler… Bu ikiden birine tahkîr ve tahfif fırlatanı, bu Şerîat da mü’min değil, KAT’İYYEN müşrik veya kâfîr kabûl edib, aslâ içine kabûl etmiyor, fırlatıb atıyor… İçde Kur’an-ı Kerîm AHKÂM’ı, dışda Kur’ân-ı Hakîm LÂFZI yakılıyor… Ve bu hâlde de, dışa karşı KUR’ÂN-I MÜBÎN’in MÜDÂFİİ manzaraları!. Ve mine’l-garâib!. Cümhûrî, laik-Demputratik layık politika iktizâsı!..

16. Kayserili Hacı Abduş 5-10 sene evvel, Kraliçeden icâzetli demputrat bir müctehid olarak, “İslâm ile demokrasi İKİRCİKLİ değildir” fetvâsı vermişdi. Şimdi Bay Başkandan BM nutk-ı muhteşeminde de -(ikircikli) ne demekse-bu (inciticikli) uydurma kelimeyi duyduk!. Hadi biz de bir cümle ihtirâ’ eyleyüb, bu “nâne-i ikilemnâmeyi” (!) kokutalım:

“İÇDE, uygulanamaz ve GÜNCELLENMESİ LÂZIM bir İslâm’dan bahsedib; DIŞDA, o dinin Kitâbına muhâmî görünmek, İKİRCİKLİ-veya İNCİTİCİKLİ bir hâl değil midir?.”

Ve dahî, layık, kayık ve gayr-i lâyık, demputratik bir politika değil midir?. Bununla hangi tanrıların RIZÂSINA erişilebilecekdir???

17. Müteakıb tahrîrâtımızda da, nasibse KADER ile alâkalı ne gibi beyân-ı şâhânelerde bulunulmuş ve buyurulmuş, onlara temâs edelim. Târihçi ve Müteveffâ, Püskülü sağda Müctehid de, “KADER ve MURÂD-I ilâhî” diyerek çok çamlar devirmiş, gâh kaderiyeden, gâh cebriyeden inciler döktürerek “Kader perspektifinden bakma erişilmezliğini” diline pelesenk edinmişdi!!!.. Çünki böylece, gözküllemenin ve pek fizikötesi  bir dille ve allâme-i cihân pozları ile ve tepeden kuşbakışı bakışla bakmanın esrârengizliği ile konuşmanın, pek sağlam bir formülü yakalanmış oluyordu!.Kader mevzuunda ileri geri ve uzun uzadıya konuşmalar EMR-İ RASÛL Aleyhisselâm tarafından YASAKLANMASINA rağmen, neden durmadan “Kader perspektifi” zırvası dile pelesenk edilmişdir?.

18. Zâtı devletleri de, mavi-beyaz yahudi bayraklı BM’nin kürsi-yi salîb ve yehûdiyyesinden verdiği muhteşem nutk u beyânlarında: “Kendi kaderini eline almalı” ve “Kendi kaderine bırakmıyacağız” gibi mütenâkız ve hılâf-ı hakîkât ibârelere de yer verdi ki, bunlar hangi dindeki KADER anlayışını ifâde ediyordu, buna da muhtasaran temâsı, nasibse müteâkıb satırlarımıza bırakalım!..

(Mâba’di var)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir