KÜLTÜR VE MEDENİYETİMİZDE TERBİYENİN / EĞİTİMİN HEDEFİ 

Dr. Abdullâh ÂDEMOĞLU

 

Bizim hars/kültür ve medeniyetimizde, ta’lîm-terbiye/eğitim-öğretimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine, İslâmiyete ve müslümânlara, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmek olmuştur. İşte bu güzel ülkenin bütün vatandaşlarının ana hedefi de bu olmalıdır. Bu da, iyi bir eğitim ile mümkün olabilir.

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri insanları ebedî saâdete kavuşturmak için peygamberler göndermiştir. Peygamberler, insanları kurtuluşa da’vet etmiş, doğru olan yolu, çektikleri bütün sıkıntı ve eziyetlere rağmen bıkmadan, yılmadan anlatmışlardır.

Peygamberlerin âhirete irtihâllerinden sonra da, onlara tâm tâbi olan, Allahü teâlânın sevgisi ile dolu, ma’nevî sırlar sâhibi âlim ve velî zâtlar, her memlekette ve her devirde bulunmuş ve insanların dîn ve dünyâ saâdetine ulaşmaları için çalışmışlardır. Onlar, peygamberlerin vârisleri durumundadırlar ve onlara tâbi olmanın bereketiyle bunlar da seçilenler sınıfındandırlar.

Sahâbe-i kirâm ve Tâbiîn devrinden başlayarak geniş İslâm dünyâsı içinde birçok âlim ve velî gelip geçmistir. Fâs’tan Hindistân’a; Yugoslavya’dan Orta Asya ve Çin’e; Kırım ve Kazan’dan Afrika’ya ve Yemen’e kadar birçok İslâm büyüğü vardır. Bir muallim, mürşid, rehber elinde yetişerek silsile yoluyla Peygamber Efendimize kadar gitmeleri; nerede ve hangi memlekette yetişirlerse yetişsinler, onları tek bir kaynağa bağlamıştır.

İslâm ve Türk târihi boyunca sultânlar, pâdişâhlar doğruyu onlarla bulmaya çalışmışlar, hakîkî (ya’nî ma’nevî) sultânların onlar olduklarını görmüşler, onların nasîhatleri ile devlete, millete ve insanlığa faydalı olmaya çalışmışlardır. Târih boyunca insanlığa huzûrlu devirler yaşatmış olan İslâm devletlerinin sultânları, hep bu büyüklerin rehberliğinde hizmete devâm etmişler, yeri gelince atlarının arkalarından gitmişler, bâzan onlarla berâber savaşlara katılmışlardır. Onlar, duâ ordularının kumandânları ve dertlerin ma’nevî tabîbleridirler.

Onbeş asırdır müslümânlara rehberlik etmiş, onlara doğruları öğretmiş, kendileri de eksiksiz İslâmî bir hayât yaşamış bulunan Ulemâ ve Evliyâ-yı kirâmın hâl tercümeleri ya’nî biyoğrafileri muhtelif kitaplarda genişçe anlatılmaktadır. Bu büyük âlim ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi, zamanlarından sonra da dâimâ sevilen ve sayılan, hayâtları örnek alınan kimseler olmuşlardır. Şüphesiz ki, iyi insanların hayâtları öğrenildikçe, iyilerin adedi artacaktır.

Mâzîsini, büyüklerini tanıyamayan çocuklar, gençler ve yaşları ilerlemiş insanlar, büyüklüklere tâlip olamazlar. İnsanların çeşitli buhrânlara, bunalımlara, rûhî sıkıntılara marûz kaldıkları asrımızda, büyük insanların tavsiye ve nasîhatları, yaşayış tarzları, hâl ve hareketleri, kerâmetleri, hem zevk ve ibret almaya, hem de intibâha, uyanmaya sebeb olacaktır.

Bir eğitim ve öğretimde, öğretmenin bilgisi, şahsî özellikleri ve öğretim metodlarına vukûfiyeti, birbirinden ayrılmaz bir bütün olup pedagojik esaslara göre çok önemlidir.

Şüphesiz ki, eğitimciler için nümûne-i imtisâl yani örnek insan, ideal eğitimci, bundan 14 asır evvel, tek başına teblîğâta başlayarak 23 sene gibi çok kısa bir zaman zarfında, târihin bir benzerini görmediği ve kıyâmete kadar da göremeyeceği 150.000 kâmil insanın meydâna gelmesine vesîle olan, asr-ı saâdetin mi’mârı sevgili Peygamberimizdir.

Şüphesiz ki, Peygamberimizi, belirli kişilere veya özel bir sınıfa ders veren klasik bir eğitimci olarak düşünemeyiz.

O (Peygamberimiz), Sahâbe-i Kirâm’ı yani ilk müslümanları nasıl eğitmiştir? diye bir soru sorulacak olursa, tabîî ki evvelâ Kur’ân-ı Kerîm ile eğitmiştir cevâbını veririz. Zâten Hazret-i Aişe vâlidemiz de, Peygamberimizin ahlâkının, Kur’ân-ı Kerîm ahlâkından ibaret olduğunu ifade etmiyor mu?

“Biz, hangi kavme, millete peygamber gönderdiysek, onu ancak kavminin, milletinin diliyle gönderdik ki, her şeyi onlara açıkça anlatsın” [İbrâhîm (14), 4]

“Biz, Kur’ân’ı sâdece, onunla Allah’tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirip okutarak) kolaylaştırdık” [Meryem (19), 97]

“Biz, Kur’ân’ı yabancı bir dil ile göndermiş olsaydık, mahakkak derlerdi ki, onun âyetleri niçin açık beyân olunmadı? Bu ne? Dil yabancı, muhâtab Arab” [Fussılet (41), 44]

“Biz, Kur’ân’ı, öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık” [Duhân (44), 58]

“Andolsun biz, Kur’ân’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık…” [Kamer (54), 17, 22, 32, 40]  âyetlerinin yanında, Kur’ân-ı kerîmde “ve zekkir…” [Zâriyât (51), 55] “Hâtırlat, öğüt ver, çünkü öğüt, hâtırlatma, mü’minlere fayda verir” buyuruluyor.

Eshâb-ı kirâm anlatılırken de “küntüm hayra ümmetin…” buyurulup onların önemli bir vasıfları zikrediliyor: Emr-i ma’rûf yapmaları.

Şurası bir gerçektir ki, insanlar, Allah’ın ve Peygamberlerinin emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat bir hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN EĞİTİMDE DE ÖRNEK OLUŞU

Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilecek olan çok açık bir husûstur. Muhammed aleyhisselâmı, son peygamber olarak bütün insanlara ve cinnîlere göndermiştir. O, her zamanda, her memlekette ya’nî dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür.

Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri habîbinde toplamıştır. O, güzel huyu, yumuşaklığı, afvı, sabrı, ihsânı ve ikrâmıyla herkesi hayrân bırakmış, onu görenler ve sözlerini işitenler, seve seve müslümân olmuşlardır. Onun hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusûr görülmemiştir. İşte bu husûs, iyi anlaşılacak olursa, dînî ve dünyevî işlerimizde, kimi örnek almamız gerektiği açıkca ortaya çıkar.

Eğitim sâhasında hizmet verenlerin, eğitimle ilgili yeterli metod bilgisine sâhip olmaları gerekir. “Allah’tan ve kıyâmet gününden korkan sizler için, Peygamber ne güzel örnektir.” Bu Ahzâb sûresinin 21. âyet-i kerîmesinde ifâde buyurulduğu üzere, Peygamber Efendimiz, bizler için, her husûsta, en güzel örnek olduğu gibi, eğitimde de güzel bir örnektir. Zîrâ Peygamberimizin ve Onun izinden giden âlim ve velîlerin, nasıl kâmil cemiyetler meydâna getirdikleri açıkca ortadadır. Burada Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Babürlüler, Selçûklular ve Osmânlıları zikredebiliriz.

Bu konuda Peygamberimizin birkaç hadîs-i şerîfini nakledelim:

Ben sizin için bir baba gibiyim; bilmediklerinizi öğretiyor, sizi terbiye ediyorum.” (Ebû Dâvûd, Nesâî)

Ben bir muallim olarak gönderildim.” (İbn-i Mâce)

Ben güzel ahlâkı tamâmlamak için gönderildim.

Benim ve sizin benzeriniz, ateş yakan ve ateşine pervâne ve çekirgeler düşmeya başlayınca, onları men etmeye çalışan kimse gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum; hâlbuki siz benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.” (Müslim)

Allah’ın, benimle gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura benzer ki, o yağmurun isâbet ettiği yerin bir kısmı, suyu içen kuvvetli bir toprak olup bol ot bitirir. Bir kısmı da su içmeyen katı yer olup suyu biriktirir ve muhâfaza eder de, Allahü teâlâ o su ile insanları faydalandırır; insanlar ondan içerler, hayvânlarını sularlar ve onunla ekerler biçerler. Yine o yağmur öyle bir yere isâbet eder ki orası düz ve kaypaktır; ne su tutar, ne de ot bitirir.

İşte bu, Allah’ın dînini anlayan ve Allahü teâlânın benimle gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve onları bilip (öğrenip) başkalarına da öğreten kimse ile buna kulak asmayan, benim getirdiğim hidâyeti kabûl etmeyen kimsenin benzeridir.(Buhârî, Müslim)

Görüldüğü gibi, bu hadîs-i şerîfte, insanlar, toprak misâli ile anlatılıyor:

Üç grup toprak olduğu gibi, üç grup da insan vardır.

Suyu içine alıp bolca ot yetiştiren toprak, yağmurdan hem kendisi istifâde eden, hem de başkalarını faydalandıran topraktır.

Suyu içine almayan, ama üzerinde tutan toprak, kendisi faydalanamıyorsa da, hiç olmazsa başkalarının istifâdesine sebeb oluyor.

Ama, suyu tutmayan, ot da bitirmeyen toprağın, kendisine de, başkalarına da faydası olmaz.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine faydalı birer unsur meydâna getirmektir. İşte bizim kültürümüzdeki ana hedef budur. Bu da, iyi bir eğitim ile mümkün olabilir.

Şüphesiz ki, eğitimciler için nümûne-i imtisâl yani örnek insan, ideal eğitimci, bundan 14 asır evvel, tek başına teblîğâta başlayarak 23 sene gibi çok kısa zaman zarfında, târihin bir benzerini görmediği ve kıyâmete kadar da göremeyeceği 150.000 kâmil insanın meydâna gelmesine vesîle olan, asr-ı saâdetin mi’mârı sevgili Peygamberimizdir.

Peygamber Efendimize itâat ve ittibâ etme ya’nî uyma konusunda, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyet-i kerîme vardır.  Misâl olmak üzere, bunlardan bazılarını, Kur’ân-ı kerîm’deki sûre sıralarına göre şöyle zikredebiliriz:

De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da, sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 31)

Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, herhangi bir şeyde ihtilâfa düştüğünüzde, onu Allah’a ve Resûlüne arz ediniz.” (Nisâ, 59)

Hayır, Rabbine yemîn ederim ki, onlar, aralarında çıkan o karışık işlerde,  seni hakem kılmadıkça ve hem de verdiğin hükümden dolayı, hiçbir sıkıntı duymaksızın teslîm olmadıkça, îmân etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65)

Şimdi burada bütün âyet-i kerîmeleri zikredecek kadar yerimiz yok. Sâdece bazı sûre isimlerini ve âyet numaralarını vermekle yetinelim: [Nisâ,  80; Nûr, 63; Ahzâb,  34; Şûrâ,  52-53; Haşr, 7…..].

[27 Eylül 2013 – 21 Zil-ka’de 1434 Cuma]

 

(İlk intişârı: 27.09.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir