2) Dîn-i İslâm Nazarında Medeniyet-i Garbiyyenin Meşrû’ Olan Ve Olmıyan Cihetleri
8 Ağustos 2021

FRENK MUKALLİDLİĞİ VE ŞAPKA

 

[ TAKLÎD ]

 

Mukallid: Taklîd eden demekdir.

Taklîd: Hüsn-i zân edüb muhıkk olduğunu i’tikâd etmek sebebiyle bir kimseye i’tikâdda, kavilde, fiilde, sûret ve sîretde bilâ delîlin ittibâ’ ve iktidâ eylemek ve âna benzemek demekdir.

Şer’-i şerîf nazarında ale’l-ıtlâk taklîd câiz değildir. Ezcümle mücerred nazar ve istidlâl ile vukûf mümkün olan usûl-i i’tikâdiyye ve esâsât-ı İslâmiyye’de mu’cizât ile müeyyed olan Resûl-i Zîşân (Sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimizden başka hiçbir kimseye taklîd câiz değildir. Bu bâbda her ferd icmâlen veyâ tafsîlen müstedill olmak lâzım ve vâcibdir. Binâenaleyh istidlâl kudretini iktisâb etmiyen günâhkâr olur.

Fakat umûr-ı ibâd, muattal olmamak içün yalnız fürû’ şer’iyyede [4] ya’nî ibâdât ve muâmelâtda derece-i ictihâda vâsıl olmıyanların müctehidlere taklîdi, zarûreten meşrû’ kılınmışdır.

Şu kadar ki emr-i dînde mu’temedü’n-aleyh olan nusûs-ı şer’iyyeye muhâlif olan husûsâtda

 = (Hâlık’a ma’sıyet olacak işde mahlûka itâat olunmaz) hadîs-i şerîfi muktezâ-yı münîfince ne bir müctehidin, âlimin, şeyhin, ne de hulefâ, umerâ, hükemâ felâsefenin i’tikâdâta, ibâdât ve muâmelâta, ahlâk ve âdâba dâir sözlerine, fiillerine, ittibâ’, inkıyâd, taklîd ve teşebbüh kat’iyyen câiz değildir. Hulâsa-i kelâm bid’at-ı kabîhada, münkerât ve menâhîde ve şer’-i şerîfe muhâlif olan usûl ve muâşerât-ı medeniyyetde hiçbir kimseye taklîd aslâ câiz değil, nerede kaldı ki şiâr-ı küfrde milel-i gayr-i müslimeye taklîd câiz olsun bu kat’iyyen câiz olmaz.

Şu hâlde bir müslimin şiâr ve alâmet-i küfr ad olunan bir şey’i bilâ zarûretin giyinmek veyâ takınmak sûretiyle gayr-i müslimlere taklîdi ve kendisini ânlara benzetmesi şer’an menhî memnû’dur. Bu husûsa icmâ’-i ümmetde in’ikâd eylemişdir. Bunda şek ve şübhe yokdur. Zîrâ Resûl-i Zîşân (Sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurmuşlardır ki

= (Bir kavme benzemeğe çalışanlar o kavimdendir.) (İmâm Ahmed, Ebû Dâvud)

Teşebbüh: Başkalarının işlediği bir işi onlara tebe’an işlemek demekdir. Şu hâlde hadîs-i şerîfin ma’nâsı: Bir kavme benzemeğe özenenler benzemek istenilen kadar müşterekde onlardandır, o kadar müşterek küfr ise küfürde, ma’sıyet ise ma’sıyette, salâh-ı hâl ise salâhda, bunların şiârı [5] ise şiârda o kavmin hükmüne tâbi’ olurlar demekdir. Binâenaleyh:

Bu hadîs-i şerîf ehl-i küfr ve erbâb-ı fıska benzeyişden nehy ve terhîbi mutazammın olduğu gibi ashâb-ı salâha benzemekliğe teşvîk ve tergîbi de muhtevîdir. Çünki hadîs-i şerîfde (kavm) lafzı münekker olduğundan hem sulehâya, hem gayrılarına şâmildir. Nebî-i Muazzam (Sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz diğer bir hadîs-i şerîfinde buyurmuşlardır ki

= (Bizden başkalarına benzemeğe özenenler bizden, bizim milletimizden değildir.) (El-Câmiu’s-Sağîr)

Bu hadîs-i şerîf mantûkı i’tibâriyle şiârlarında milel-i gayr-i müslimeye teşebbühden terhîbi mutazammın olduğu gibi sûret ve sîretlerinde sulehâ-yı müslimîne teşebbühe tergîbi de müş’irdir.

Şu hâlde bu hadîs-i şerîflerin muktezâ-yı âlîsince ehl-i İslâm tarîk ve şiâr-ı küfr ve alâmet-i bid’at-ı kabîha ad olunan şeylerde ehl-i küfre ve bid’at-ı kabîha erbâbına teşebbühden men’ ve nehy olunmuşdur.

Esâsen dîn-i İslâm’da küfr ve ma’sıyet menhî olduğu gibi şiâr-ı küfr ve şiâr-ı ma’sıyet de menhîdir.

Ehl-i küfr ve erbâb-ı ma’sıyete tarîk ve şiârlarında teşebbüh ise ekseriyâ yâ küfre veyâ ma’sıyete veyâ ikisine zerîa olduğu içün şerîat-ı Ahmediyye’de men’ olunub harâm kılınmışdır. Vâkıâ ilk hicret-i Nebeviyye zamânlarında yehûdîler ne şiârda, ne libâsda, ne de başka bir alâmet-i mahsûsada müslimânlardan temyîz etmezlerdi, Risâletpenâh Efendimizin bu husûsda sükût buyurmaları bu hâlin meşrûiyyetini göstermekde idi. Fakat bilâhare bu [6] hüküm fesh olunub şiâr ve tarîkatde gayr-i müslimlerden müfârakat meşrû’ kılınmışdır. Bunun sebebine gelince hicret-i Nebeviyye’nin ilk zamânlarında müslimânlar zaîf olduklarından gayr-i müslimlere muhâlefet henüz meşrû’ kılınmamış idi. Bilâhare dîn-i mübîn-i İslâm edyân-ı sâireye galebe eyleyüb de ehl-i İslâm küffâr ile cihâda ve ânlara cizye vaz’ına kesb-i kuvvet eyleyince tarîkat ve şiârda onlardan müfârakat meşrû’ kılınmışdır.

Demek oluyor ki her asırda, her beldede milel-i gayr-i müslimenin tarîk ve şiârı her ne tarzda olursa olsun ehl-i İslâm bilâzarûretin o tarîk ve o şiârda kendilerini ânlara benzetmekden ve ânların etvâr ve âdâtına uymakdan men’ olunmuşdur. Nitekim

= (Her kim bizim şu işimizde, ya’nî dînimizde ândan olmıyan bir şey’i ihdâs ederse o şey’ merdûddur.) Hadîs-i şerîfiyle usûl ve berâhîn-i dîniyyeye müstenid olmıyarak re’y-i mücerred ile umûr-ı dîniyyede ziyâde veyâ noksân kılmak sûretiyle yeni bir şey’ ihdâs etmekden, bir bid’at vücûde getirmekden men’ olunmuşdur.

Yoksa gerek ehl-i sünnet ve erbâb-ı dalâl ve gerek ehl-i küfr tarafından ihdâs ve icâd olunan her bid’atdan ve her yeni yapılan şeylerden ve ehl-i küfr ile erbâb-ı dalâle mutlakâ müşâbehetden nehy ve men’ olunmuş değildir. Zîrâ uyumak, yatmak, oturmak, yemek, içmek gibi umûr-ı tabîiyyede müşâbehet zarûrîdir. Bundan başka âlât-ı zirâat, edevât-ı sanâat, vesâit-i harb, yatak ve mutbah takımı gibi, emr-i dînden olmayubda kendileriyle yâlnız garaz-ı dünyevî maksûd olan umûr-ı mübâheyi ihdâs [7] meşrû’ ve hatta bunlardan ba’zıları me’mûrü’n-bihdir. Binâenaleyh bid’at-ı âdiye nev’inden olan bu gibi umûrda milel-i gayr-i müslimeye taklîd ve bu husûsda ânlara müşâbehet menhî ve memnû’ değildir.

(Fâtih Dersiâmlarından İskilibli Âtıf Hocaefendi, Frenk Mukallidliği Ve Şapka, Baskı 1340, sh:3-7)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir