“Az Tevfîk, Birçok İlimden Hayırlıdır”
11 Şubat 2021
Amellerin Az Ve Devâmlı Olanı
25 Şubat 2021

RAHMET-İ İLÂHÎ VE GADAB-I İLÂHÎ

“Allâhü Azîmü’ş-Şân Hazretleri buyurmuşlardır ki:

Benim rahmetimin âsârı gazabımın âsârına galebe etmiştir.”

(Müslîm, Câmiu’s-Sağîr)

 

İzâh: Ma’lûmdur ki, Allâhü Teâlâ Hazretleri hem rahîm ve kerîmdir, hem de şedîdü’l-ikâbdır. Rahmet ve gazab gibi ise nefsin infiâlâtından, teessürâtından ibârettir. Kalbde tecellî eden acıma, esirgeme, koruma duyguları birer rahmet demektir. Kalbde zuhûr eden hiddet, tehevvür de birer gazabtan ibârettir. Bunlar alelekser ihtiyâra mukârin olmaksızın zuhûr eder, sâhibini az çok müteessir, müteezzî etmeden hâlî kalmaz. Cenâb-ı Hakk ise bu gibi infiâlât-ı nefsiyeden münezzehtir, onda teessür, teellüm gibi ârızalar tasavvur olunamaz. Binâenaleyh Hakk Teâlâ Hazretlerine izâfe edilen bu gibi sıfatlardan bunların lâzımları murâd olunur.

Meselâ: Rahmetin lâzımı afv ü keremdir, gazabın lâzımı da azabdır, ikâbdır. Bunları irâde buyurmaktır.

İşte Allâhü Teâlâ’ya isnâd edilen rahmet ve gazabdan murâd, bu lâzımlardan ibârettir. İnsan, uyanık bir rûh ile kendisini muhit olan bir âleme bakacak olsa rahmet-i ilâhîyenin ne kadar hârikulâde bir sûrette mütecellî olduğunu görür. Bizler her gün, her saat, her dakika bir nice rahmet-i ilâhîyeye nâil bulunuyoruz da bundan haberimiz yok. Hayâtımız, mâişetimiz bütün müktesebâtımız Cenâb-ı Hakk’ın birer eser-i rahmet değil midir? Ya manevî sahadaki elfât-ı ilâhîye daha ne kadar muazzam. Kerîm Hâlıkımız lütfetmiş, bizlere akıl ve şuûr vermiş, bizlere kendisinin lâhutî olan kitâb-ı mübîni ihsân etmiş, ehl-i îmân için nice maddî ve ma’nevî nimetler cennetler ihzâr buyurmuş, bunların hepsinin fevkinde olarak da yarın âhırette cemâl-i bâkemâlinin müşâhedesiyle ehl-i îmânı en nûrânî tecellîyâtına mazhâr buyuracaktır. İşte bu kadar muazzam, bîpâyân rahmet âsârı mevcûd, mukadder iken insan kalkar da nankörlük ederse, o rahîm, kerîm hâlıkını inkâra veyâ ona karşı isyâna mucâserette bulunursa o zaman da gazab-ı ilâhîye müstehak olmaz mı? İşte o zaman bu kendisinin sû’-i hareketiyle rahmet-i ilâhîyeden mahrûm kalmaz mı? Hattâ bu gibi nankörlük bile müstehak oldukları cezâlara derhal kavuşmuyorlar, yine bir uzun müddet refâh içinde yaşıyorlar, tâki nâil oldukları bu ni’metleri düşünerek uyansınlar, kendilerini istikbâldeki azabdan kurtarabilsinler. İşte bu da bir rahmet-i ilâhîye eseri değil midir? Artık insan, gözleri önünde parlayan şu binlerce eltâf-ı ilâhîyeyi düşünmelidir, ma’bûd-i kerîmine şükretmelidir, uhdesine düşen ubûdiyet vazîfelerini güzelce îfâya çalışmalıdır ki, ebedî sûrette rahmet-i ilâhîyeye müstağrak olabilsin.

[500 HADİSİ ŞERİF, ÖMER NASÛHİ BİLMEN, 253. Hadîs-i Şerîf, Sh; 166, 167]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir