(12) Haçlı Yeni Yılına Girişde Kaş Yaparken Göz Çıkaranlar, Hattâ Mil Çekenler!
22 Şubat 2022
(2) Şiddet, Hangi Din Veya Tâğûtî İdeolojide Yasak, Hangi Dinde Mutlak Farz…
23 Mart 2022

KADER VE KAZÂYA DÂİR AHKÂM-I KUR’ÂNİYE

 

İnsanların ef’âl ve hareketleri takdîr-i İlâhî ile husûl bulduğunu beyân etmek üzere Vâcib Teâlâ:

[ Sûre-i Kamer 49. Âyet ]

buyurmuşdur. Ya’ni; biz her şey’i takdîr-i sâbık olmak üzere halk ederiz demekdir ki her şey’ ezelde takdîr olunduğu vech üzere muayyen ve mukadder olan zamân ve mekânda keyfiyet-i ma’lûmeye muvâfık sûretde meydân-ı alâniyyetine çıkar. Binâenaleyh; her mevcûd ezelde sebk eden (=vaki’ olan, geçen) kadere mutâbık zuhûr eder. Binânealeyh; hiçbir şey’ takdîr olunan mikdârdan ne ziyâde ve ne de noksân zuhûr etmediği gibi zamân ve mekânı da tegayyür etmez. İşte bu ve bunun emsâli âyetler kaderin vücûduna sûret-i kat’iyyede delâlet etdiğinden kadere îmân vâcib ve diyânet-i İslâmiyye’de kaderi inkâr küfürdür.

Şu hâlde ezelde bir şey’in lâ yezâlde zuhûr edeceği vech üzere hükm-i ilâhî ve irâde-i sübhâniyyenin taalluku kazâdır ki o minvâl üzere hükm-i ilâhî vâki’ oldu demekdir. Ezeldeki hükm üzere lâ yezâlde mikdâr-ı muayyen üzerine zuhûru kaderdir. Şu hâlde kazâ kaderden ayırılmaz.

Ezelde kazâ üzere lâ yezâlde zuhûrundan abdın fiilde mecbûr olması lâzım gelmez. Çünki; abdın o fiile irâdesini sarfla lâ yezâlde onu işleyeceğini Allâhu Teâlâ bildiğinden ezelde öyle kazâ etmişdir. Binâenaleyh; abdın lâ yezâlde irâdesini sarfı ezelde Allâhu Teâlâ’nın o minvâl üzere takdîrine sebeb olmuşdur. Yoksa ezelde Allâh’ın kazâ ve takdîri lâ yezâlde abdın fiiline sebeb değil ki; abd fiilinde mecbûr olsun.

Kadere îmân Avrupalıların dediği gibi insanları atâlete sevk etmez. Bil’akis sa’y-i amele sevk eder. Çünki; İslâmiyet Müslümanları esbâba tevessül ve teşebbüse sevk eder ve esbâba tevessülün lüzûmunu şiddetle emreder ve herkes kaderinin ne olduğunu bilmediği gibi takdîr olunan şey’in de yine esbâbına sarılmak sûretiyle meydâna geleceğini i’tikâd etdiğinden her Müslüman sa’y-i amel ile meşgûldür. Binâenaleyh; çalışır, çabalar bir işi meydâna getirdikden sonra:

“-Kader böyle zuhûr etdi. Mukaddermiş, vücûd buldu.”

der. Yâhûd meydâna getiremezse:

“-Ne yapalım, çalışdık ama mukadder değilmiş…”

Demekle mütesellî olur. Şu hâlde kadere îmân işin âkıbetinde bir tesellîyi mutazammın olduğundan kalbin râhatını mûcibdir. Çünki; bir külfete ve çalışmağa mukâbil netîce-i emele muhâlif zuhûr edince “mukadder değilmiş” deyüb de başka işine bakmakda insan içün bir zarar olmadığı gibi “Cenâb-ı Hakk’ın takdîri böyle imiş” demek de kalbin ızdırâbını teskîn ile esefi terk elbetde günlerce acıyub esef etmekden daha evlâ olduğunda şübhe yokdur. Şu ma’nâyı beyân zımnında Cenâb-ı Hakk:

[ Sûre-i Hadîd 22-23. Âyetler ]

buyurmuşdur. Ya’ni gerek nefsinizde ve gerek yeryüzünde bir musîbet isâbet etmez, illâ o musîbeti ve nefsinizi halk etmezden evvel o musîbet levh-i mahfûzda yazılıdır. Zîrâ vukûundan evvel musîbeti levha yazmak Allâhu Teâlâ üzerine gâyet kolaydır. Çünki; ilm-i İlâhî cümlesini muhîtdir ve bu gibi eşyâyı levh-i mahfûzda isbât etmekde hikmet sizin elinize gelmeyüb fevt etdiğiniz şey’lere esef ve nâil olduğunuz şey’lere ferah etmemenizdir. Hâlbuki; Allâhu Teâlâ varlığına mağrûr olan ve mal ve evlâd ve servet gibi şey’leri kendi dirâyetine vermekle iftihâr eden her mütekebbiri sevmez işte bu Âyet-i Celîle’de kadere îmân insanın râhatını mûcib olduğuna delâlet eder ki; geçmişe esef geleceğe ve gelmişe ferahda fâide olmadığını tavsiye etmişdir ki kadere îmân Cenâb-ı Hakk’a i’timâd ve tevekkülden ibâretdir. Kadere îmân eden kadere karşı sa’y eder. Sa’yin semeresi zuhûr ederse Cenâb-ı Hakk’a şükreder. Eğer zuhûr etmezse sabreder. Kadere îmân etmeyen kimsede aynı sûretle çalışır olacaksa olur, olmayacaksa ne kadar çalışsa olmaz. Fakat şükrü ve sabrı da olmaz. Çünki; i’timâdı nefsinedir. Binâenaleyh; kadere îmânla berâber çalışmak elbette diğerinden daha iyidir. Kadere karşı Müslümanlar dâimâ basîret üzere bulunur ve her işini zamânında görüb hakkında mukadder olan şey’in güzel sûretde zuhûruna intizâr eder. Zîrâ bir köylü nadas etmeden ve tohumu yere atmadan kaderine i’timâd ederek ekin bitmesini beklemez. Belki; nadasını emekli yapar ve tohumunu dikkatli eker, andan sonra ekinin güzel bitmesine intizâr eder ki sa’yle kaderin zuhûrunu bekler. Yoksa kadere i’tikâdını sa’yine ya’ni; çalışmasına mâni’ tutmaz. Şu hâlde kadere îmân sa’ye ve esbâba mâni’ zan edenler Müslümanlara ve Müslümanlığa büyük bir iftirâda bulunmuş oluyorlar. Ne hâcet kadere îmân eden Müslümanlardan kaderine i’timâd ederek işini terk etmiş bir kimse var mıdır? Ve kadere îmânla işini atâletde bırakmış bir Müslüman görülür mü? Hangi Müslümân ki; kadere îmân sebebiyle mesleğinde vazîfesine devâm etmemiş hangi Müslüman köylüsü bulunur ki kadere îmânla çift ekmemiş ve koyun gütmemiş ve malının tezâyüdüne çalışmamış ve evlâd u ıyâlini geçindirmek içün uğraşmamış ve hangi hükûmet-i İslâmiyye ki; kadere îmânla berâber düşmâna karşı esbâb-ı müdâfaa hazırlamamış ve îcâbında silâha sarılmamış ve kadere îmân edüb işini kadere havâle ederek terk-i silâh etmiş bir dâne gösterilebilir mi şu hâlde kadere îmân insanları atâlete sevk eder diyenler çok yanlış söylemiş ve kadere îmânın ma’nâsını bilmemişdir.

(Konya Meb’ûs-ı Sâbıkı Mehmed Vehbi, Ahkâm-ı Kur’âniyye, sh: 59-62, Ahmed Kâmil Matbaası, Tab’ı: 1341-1343)

 

(İntişârı: 24.09.2017)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir