“Hılâfet Dînî Kurum Değil” Diyen De, Dedirten De İngiliz’dir!
3 Mart 2021
İslâmcı Veya Muhâfazakâr Demokratların Kadın-Erkek Karmalı Resepsiyon Bayramı…
27 Ekim 2022

OLDU OLACAK, ULAN BİR BAYRAM MESAJI DA BİZDEN!

(19)

Tâhîr MÂHİR

   

Kökünden kopub Dînini bile beğenmediği içün onu “GÜNCELLEMEYİ VE ONUN UYGULANAMAZLIĞINI” diline almakdan çekinmiyen zavallı ve mavallı; ve yarın veya yarından da yakın bir günde, globalizma ile bütünleştirici REPUBLİQUE (cumhuriyet) Şenliğine kavuşacak ve mâzîsini târîhe gömecek ve o târîhin arkasından Fâtiha bile okuyamayacak kadar da Kur’an’sız BIRAKILAN; ve böylece fevkal’âde mutlu ve putlu, pullu ve kutlu ve kurtlu, hatta Bozkurtlu; ve Antik Yunan ve Roma tapınaklarından esintili ve besintili Anıtkabir’i ki en az yarım düzine kabir olduğundan “Anıt kubûr” denilmesi zarûrî olan mekânı dembokratik kıble ve animist ma’bed yapan; mozolede çelenk ve çiçek koyarken cümleten ruhbân ve ahbâr havasına bürünerek onlar adına bir ferd-i vâhidiyle rükûa varan; ve her zerresiyle “milî ve yerli ve râbiasal” Cumhuriyetdaş ve Mozoledaşlarım!

(NOT: “Mozole, Yunanca isim. Anıt mezar, putperest ve Hristiyan ölüleri içün yapılan büyük mezar.”

(Büyük Türkçe Sözlük, Mehmed Doğan, Tab’-ı Evvel,1994, s. 559)

Bu küçücük notu da düşdükden ve bölüşdükden sonra…

96 yıl evvel yapılan (cumhuriyeti kabûl) ve (cumhuriyetbaşı) seçimini tek namzetle ve hiç teklemeden ve tereyağından kıl çeker gibi halleden, 334 kişilik paralamentonun sâdece 158 kişisinin iştirâkiyle serîan ve plânlandığı gibi aheng içre yürüten, geriye kalan 176 kişinin yani meclisin %52.7’sinin de hâne kapılarına polis dikilerek:

“Beyefendi bugün seâdethânenizde refikanız hanımefendi ile istirahat buyurub, kapınızdan dışarı çıkma zahmetini ihtiyâr eylemiyecek ve devlethânenizde çoluk çocuk âile seâdeti tâzeliyeceksiniz!”

 Denilen, o çok “kutlu, putlu ve mutlu günün” hemen 96. Sene-i devriyesinde bulunuyoruz!.

Görüldüğü gibi Cumhuriyet terbiyesi; disiplin, ciddiyet, halk irâde ve hâkimiyyetindeki samîmî âdâb-ı muâşeretimiz, bu kadar insânî ve ahlâkî ve vicdânî ve hukûkîdir! Cumhûriyet, bu kadar muazzam ve ileri “prensip ve ilkeler, ülküler ve türküler” temeline oturtulmuşdur! Son tahlilde o, pek değerli ve büyük “kazanımlar, kasanımlar ve kabartımlar” elde etmiş; ve bütün cihânın emsâl alacağı eşsiz fezâil üzerine bir gökdelen gibi binâ edilmişdir!

*

Artık cumhuriyet dışı ve 1500 yıl Hılâfet içi kalmış yarım milyon eskimiş başı, milletin sırt, omuz ve başında taşıyamıyacağından hareketle, bunların itlâfı gerektiğine karar verenlere her vesile ile Tapan Tapandaşlarım!

“İhtimâl ki bazı başlar koparılacaktır” emr ü fermânından sonra, muhâliflerin ileri gelenlerinden Trobzon meb’usu Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’a vurduran, sonra onun da başını koparıb ayaklarından asan tanrısal irâde-i millîyye-i şâhânenin o muhteşem ve fazîlet dolu hâtıralarını anma, hatırlama, canlandırma, asla “sorgulamama”, 5816’yı 6284 kere parlatma; ve 500.000 kellesi Hakk’a adanmış Müslümanın ocağının kesilib tütmeyen dumanlarını yüreklerin kozmik odasında saklama; ve istikbâlin kozmatik odasına sallama gününde bulunuyoruz!

“En büyük bayramın” en içden kutlama ve mutlulamasını idrâk ile, (Kurbağacasıyla algılayıb çalgılıyarak), bütün “ulu ulus bireylerimize esenlik ve desenlik” getirmesini dilemekte bulunuyoruz!

*

“On yılda 15 milyon genç YARATAN” ve onların soylarının köküne de kibrit suyu döken, yüce İngiliz dostluğunun aydınlığında 96 yıldır aynı uygun adımlarla ilerliyen ve “İslâm” lâfzını duydu mu kâbus gören, EY! Tanrı Dağlarından Tienşanlardan Bozkurt ulumaları eşliğinde kasırga gibi kopub gelen,  Türk varlığının asîl evlâdı, Türkîliğin ölümsüz ve mezarsız ve kabirsiz ve fakat Anıtkubûr ruhlarıyla yaşayıcı ve seminist, feminist, semirist ve sömürüst yehûddaşlarım!

Bugünki zaferden zafere koşmalarımız, dünün 7 düvele arşı verdiğimiz harblerin bir devâmıdır! Falih Rıfkı Yatay’ın ve Nutk’un dediği gibi asıl büyük meydan muhârebesini, 776.000 km’lik “sath-ı müdâfaa” ile “irticâ’a” denen dincilik ve dipdencilik ve kökdenciliğe karşı ve oluklar dolusu kan akıtarak verdik!

Bugün ise,  Cumhûriyet gençliğine eşo ve başo olmıya doğru giden, homo, pezo ve lezo civanlarımızı zıpkın gibi yetiştirib biribirleriyle başgöz etdik ve atalarının “en hakîki mürşid” dediği o aydınlık labirentlerin içine sokduk! Kutlu, mutlu, putlu ve ve Bozkurtlu yollarını kaybetmemeleri içün de, ellerine Darwin’den Marx’a kadar ışıtan, ışıldaklı ve fırıldaklı ” “kutsal ve putsal” kitablar tutuşturduk!

Dün, bunları, zamanın îcablarına göre Kel, Kılıç ve Necib Aliler ve Çölaçan Femin gibilerin Dedemanları v.s. ile, ip ve üç ayaklı sehpalarda milleti sallıyarak yürütdük! Artık müsâade edin de, bugün gönül hoşluğu ile doya doya “Bayram” edib yorgunluk giderebilelim! Akit gibi döryüz dirhemlik süslüman gazevatalar bile, sürmanşetden “29 ekim tatil değil bayramdır” diye îlânlarla yüce repüblique’in hamd ü senâsını edâ ederken, beş-on renkli dembokrat Şevki ise 29 ekim akşamı ekranda ateşler içinde yanıb, “Din iman bırakmadılar bunun bayramı mı olur” yollu çok sıkı ters istikâmetden gidiyordu! Ayrıca ve hassaten, “Tayyib Bey Kardeşimiz” cümlecikli göndermeler ve göstermelerle de tiribünlere mesaj gönderib birilerini keseleyek masaj yapıyordu!

Demek istiyoruz ki, bütün Türkiya’da “İstiklâl Mahkemeleri” denen ve muhâliflerin “Engizisyon mahkemeleri” dediği yerlere kurulmuş, o hukuk tahsîli olmıyan beşik kertmeli “hâkimlerin veya kasap bonservisli keskin ve ipe askınların” verdiği idâm kararları, Türk Hukuk târîh-i muhteşemine infâz disiplin ve ciddiyyetindeki mertlik ve nâmus “kazanımları” noktasından “altın harflerle” ve mücevhe kelimelerle yazılmış olsun!

 Bütün bunlar, öyle bir temel “oluşturmuş ve tutuşturmuşdur” ki, Afrika kabâil-i mütemeddinesine kadar bütün cihâna örnek ve yürek olmuşdur!

Meselâ muhâkemesi devam ederken vefât eden Kemahlı Büyük Âlim Merhûm İbrâhim Hakkı Efendi,  Şerîat-ı İslâmiyye mu’cebince defnedilmiş; ancak İstiklâl MAHKEMESİ gibi memleketin her yerinde eşsiz adâlet, ikrâm ve lutuflarda bulunan o (lâ yuhtî ve lâ yüs’el cumhûriyet mahkeme-i kâmile ve kemâliyyesi), HOCANIN “i’dâmına KARAR verince”, işler bir anda değişmişdir!

Adâlet-i hıristiyâniyyesi, hukûku, huzûru, ahlâkı, irfânı ve cihâna örnek oluşuyla temâyüz etmiş olan ve sonsuza kadar bu evsâf-ı cibilliyeti ile de yaşıyacak bulunan o tanrısal ve heykelsel ve  muhteşem CUMHURİYYET-İ BÎPÂYÂNIMIZDAKİ “halk irâde ve hâkimiyyeti”,  i’câb ve iktizâsı olarak o mübârek Müslüman HOCASINI mezâr-ı şerîfinden kefeni ile çıkararak, darağacına çekmiş ve salben (asarak) idâm ve hükm-i hâkim-i EKRÂKI infâz etmişdir! Bu anlı-şanlı ve canlı ve kanlı karâr-ı cümhûriyye, cihâna ibret ve örnek olacak bir hukuk âbidesi ve  sonsuza kadar yaşıyacak insâniyet, adâlet ve asâlet nümûnesi olarak târîhe geçmişdir! İnsanlık târîhinde bir eşi ve benzeri bulunmıyan bu manzaraya, cinler âleminde, hayvanlık ve nebatlık târîhinde bile rastlanamazken, buna, Anadolumuz’da lihikmetin rastlanmış; ve bu, Cumhuriyet rejiminin “KANLA İRFANLA KURULUŞUNUN” gençlik ve dinçliğe pek helecan verici muhteşem bir fâzileti ve kahramalığı olmuşdur!.

Öyle ki “cumhuriyet” diye yırtınan, “Allâh, Peygamber, Kur’an, din ve îmân” dendiği zaman atasal bir reflex ve nefretle Kafkancıoğlu feminofili ve prototipi gibi kaşerlenmişler kâbus görmekde; ve hâşâ min huzûr “do..z” aşkıyla fışkılaşan dinazorlar bile, bu helecânı hâlâ dünki gibi aynen ve tâ cumhuriyetsel maskeli baloların pezoları olarak “yaşamlarına” saplamakda ve sallamaktadırlar! 

  Beri tarafdan “Cumhûriyet” diye yırtınan ve cumhûriyetin ne olduğunu ve yapılmışsa hangi halk ve millî referandum veya keferandumla kabûl edildiğini (!) veya kaç milletvekîlinin oy’u ve oyunu ile tezgahlandığını zerre kadar bilmiyen rejim kurbânı zavallı ve mavallı  nesiller, bu i’tibarladır ki cumhuriyete, heykellere, ideolojilere, devirim ve delirimlere ve bu kabil binlerce Batı idhâl mallarına hayran kalacak; ve renkli hayâller içinde, kendi kendilerine de düşman olacaklardır! Böylece Anadolumuz’da, Batı’lı müttefik ve mültefitlerine vekâleten, niyâbeten, vesâyeten, Ebû Cehil küfr-i inâdîsinde güdücü ve sürücü sivil birkaç üs, her dâim hâzır kıt’a olarak fildişi kulesinden etrâfı tarassut ederek merkezlerine rapor sallıyacakdır!.

Ankara popolitikacıları ile patikapolitikolikleri de, “TAPTIKLARI Dembokrasi Dîni Îmân ve İ’tikâd Esasları” iktizâsı, bu ajan aktivist terör ve terörpolitik ve şefokratik parti pırtılara kadar bilcümle dışdan güdümlü terörist ve muhâmîsi kanser hücrelerinin bir yandan yok edicileri imiş gibi halka yiğitlik rolü ve sahtekârlığı oynarken; diğer yandan da, topunun işlerini kolaylaştırıcı maskeli balo kavalyeliğini bütün cıvık “reverans ve dömelimlerini”  ile irtikâb etmekden çekinmiyeceklerdir!

Netîceten denilebilir ki, MEMLEKETİN ÂCİLEN 15 ASIRLIK RÛHA ÂHENGDÂR İDÂRECİLERE İHTİYÂCI MUTLAKDIR!

Güdümlü POPOLİTİKACILAR, GÜNLERİNİ GÜN ETMEKDEN BAŞKA HİÇ BİR HALT YEMEMEKDE VE DOSTLAR ALIŞVERİŞDE GÖRSÜN DALAVERASI TEDÂVÜLDEDİR! Fettoşist terörle mücâdele yıllardır uzayıb gitmekle, kendisiyle nasıl ve ne derece ciddiyetle (!) uğraşıldığı apaçık ortada bulunmakdadır! Herkesin ağzında “Politik ve paralamentorik İMAMLAR ve zimamlar” dolaşmakda, bunların “uyuyan ve uyutulan” hücreler mi olduğu ehâli-i etrâk ve ekrâdı ciddî endişeye sevketmektedir!

MEMLEKETİN ALTINI OYANLAR, parti-pırtı olmakdan “Soyal Toplum Kuruluş” kurumuş ve kavrulmuşlarına; loca, hoca ve derin kanallara kadar, o pek çeşitli mihrâklar olabilmektedir!

Düne kadar her an elden gitme ihtimâli olan “Kutsal lâyiklik ve atasal cumhûriyet ilkeleri ve kazanım ve kazmalanımları” “Da’vâ sâhibi kutsal AKAPE kadroları eli ve sa’yesinde” artık te’mînâta kavuşmuş, CEHAPE, ırkçı dinazoriuslar, Batıyataparlar, gavurakullar, pelerinçekçi cenırıllar, darbe-heybeci paraperesler ve bilcümle Allâh düşmanlarıı içün en küçük korku ve havfa lüzûm kalmamışdır!

Dolayısıyla Anadolu milletinin 1000 yıldır tadamadığı, koklıyamadığı, göremediği, duyamadığı ve hissedemediği o “tanrısal ve atasal ve Batı’sal ve heykelsel” “Cumhûriyetle beraber, o akıl almaz derecede HÂRİKA ve FÂRİKA “bağımsızlık ve özgürlüğün o müthiş tadı ve zevki” tadılmaktadır! Atasal dille “EN BÜYÜK BAYRAMIN” “tanrısal ve tapınsal kutsallık ve kutsanmışlığı”, Osmanlı bakiyesi ulus dünyâsına senede bir gün, büyük coşku ve hoşku ve taşkı ve aşkı ile devlet kuvvet ve sultasıyla aşılanıb, onlara, dikensiz bir “GÜL BAHÇESİ” hâlinde ve peşin, hiçbir menfaat gütmeden mücerred “Hakk RIZÂSIYÇÜN”, “Yeni bir Türkiya” rü’yâsı  gösterilmelidir!

Böylece, “14-15 asırdır uygulanamaz ve güncellenmiye muhtâc hükümler ve büklümler bütünü olarak gelen” bu “irticâ ve dincilik belâsına” karşı, muâfiyet (Kurbağaca bağışıklık ve tapışıklık) kazanılmış olacak; ve cumhuriyet-i hâzıra ve lâzıma da bu tanrısal, tapınsal ve anıtkubûrsal (5-10 kabir (mezar), cemi’ sîgasıyla KUBÛR olur, echeller hâlâ kabir diyor!) köktenci dayatmalarla, “sonsuza dek dimdik ayakda ve atakda devam eylemiş” bulunacakdır!

Kıvrıkoğlu gibi kıvırtıb “Darbem-durbem 1000 yıl yaşıyacak” yollu paçalaşmasınlar: (Kabir) müfred, (KUBÛR) cemi’ isim  olub, üstelik de kurbağacacıları tımarhânelik edecek kadar da BULAMAÇ ARABÎ ve  15 ASIRDIR ŞERÎAT-GARRÂ TEZGAHLARINDAN GEÇEREK PARLATILMIŞ ve 5-10 bin senelik de ARAB hançeresi ile DİLLENDİRİLİB cihâna postalanmış muhalled bir kelimedir! 

SADEDE ŞÜRÛ’ VE RÜCÛ’ EDERSEK:

İyi de, 1923’deki 334 kişilik paralamentonun 158 kişisi hâzır, 176 kişisi NÂMEVCÛD VE evlerinde bloke edilmiş; bu halde “Cumhûriyet İ’LÂNI  ve c.başkanı seçimi” ki, GÖZ YAŞARTIB SEVİNÇ ÇIĞLIKLARI ATDIRAN, NASIL BİR CUMHÛRİYET DESTÂNIDIR?

Ve duvarlarda “HÂKİMİYYET BİLÂKAYD Ü ŞART MİLLETİNDİR” levha-i şâhânesi!

Bu işe “Lâyik demokratik HÛKUK devleti” ve onun “ADÂLET MÜLKÜN TEMELİDİR” intihâli ne diyebilecekdir; ve onun “96 yıldır böyle bir meşrûiyyet çizgisini coşkulu BAYRAMLARLA hem de atasal dildeki “EN BÜYÜK BAYRAM OLARAK” ve “KUTLU OLSUNLARLA” kutlamak, cihân hukuk, meşrûiyyet ve vicdan târîhine nasıl anlatılacak, burası pek alengirli OLSA DA, ÇOK KUTLU, MUTLU, PUTLU VE BOZKURTLU  iç açan ve inşirâh veren bir muammâ gibi görünmüyor mu?

İşte adı geçen ve ülkeyi başdan başa sık tarakla tarar gibi tarayan o seyyar “cumhuriyet mahkemeleri”, acebâ hangi “meş’rûiyyete” dayanarak “mahkeme” olmuşlar da, milleti budaya budaya bitirememişlerdir?

CEHAPE diliyle şakıyanlar, Zimamoğlu’nun seçilmesini de “İstanbul’un KURTULUŞU” olarak ırlayıb zırlamada! Aslında 1922 zaferi de ONLAR içün bu Zimamoğlu noktasından süzülerek derine inilirse, Jöntürk-ittihadçı-Haçlı ve Mason kafanın, İslâmiyyet’den ANADOLU’YU KURTARMA GÜVENLİK HAREKÂTI (OPERASYONU)dur!  Adı geçenler kendi kendilerince, “Müthiş dost ve müttefik” İngiliz irâde-i şâhânesi emrinde hayâl kuran “millî ve yerli” kuvvelerdir!  Cihan târihinde aslâ rastlanmayacak bir adâlet, hukuk, ciddiyet, disiplin, vatana hızmet ve “50 batın TÜRK olan TÜRKLERİ” bile “Ne mutlu Türküm diyene” diye diye TECDÎD-İ KÜRKÎLİĞE muştulayan ve kuştulayan kurtarıcılar… Nice muhârebelerde Müslüman Milletin ciğerpârelerini, fidanlarını, evlâdını, binbir dalaveralarla cebhelerde eriten, donduran, bitiren, hasta eden, sonra da onları “şehîdlik rütbeleri ile maraşalliğe terfi etdirerek cennetlere yolcu edenler!.”

Fakat, “14-15 asır evvelki hükümlerin hâlâ uygulanabileceği îmânında” ve zu’munda bulunan o irticâ’ pençesindeki zavallı mürteci’ ve güncellemesizler; ve böyle mutlu, putlu, kutlu ve bozkurtlu ve millî hayâllere güç yetiremiyen hayâlsiz ve hülyâsızlar, en büyük istirahât ve dinlenme kaynağı olan “Yurdda sulh, cihanda sulh” gibi “cumhuriyet kazanım ve kazdırımlarının” temel ve tünellerindeki kıymeti bir türlü takdîr ve teslîm edememektedirler!

Böylesine düşmandan kurtarılmış bölge, gölge ve manzalar, ancak Cumhuriyet TÜRKİYÂ’sında kuvveden fiile çıkarılabilmişdir!

İskilibli Muhammed Âtıf Efendi ile Babaeski Müftüsü Ali Rız Efendi Merhumlar gibi yüzbinlerce (Falih Rıfkı 500.000 diye yazıyor) benzeri hacı-hoca ve Müslümanı da bu dünya denen âlemden “Rahatsız olmasınlar ve bugünün Sûriyelileri gibi vatan hasreti çekmesinler” diye, pasaporta bile hâcet messetmeden, vatan-ı aslîlerine  gayet adl ü hakkaniyyet ve emniyet içinde konvoylar hâlinde sevketmişlerdir!

Devrim, devirim ve delirim cinsi yapılanların da, hakîkî dost ve biricik yâr İngilizler başda olmak üzere bütün cihanın takdîrlerini devşirdiği ve ağzını da birbuçuk karış açık bırakdığı nasıl inkâr edilebilir! Onlar olsaydı da bunların yüzde birini bile yapsalardı, yağlı kazıklara oturtulur, etraflarında fener alayları tertîb edilirdi!

Bunların, HARİKA ve FARİKA derecelerde icrâ ve infâz edildiklerinin dâsitânî ve efsâne çapındaki müthiş ve insanüsü heykelleşen ve “KANLA İRFANLA KURULAN” vech-i hârikul’âdelikleri ise, bambaşka bir uç noktadır!  Yukarıda temas etdiğimiz gibi meclis aritmetikleri ile başlıyan “cumhûriyetsel uygarlaşma ve uluslaşma ve ululaşma” infilâkinin, insanlık târihinde eşi menendi ne bulunabilir ve ne de görülebilir hatta ne de tasavvur edilebilir!

Dört tarafımızı saran düşmanlardan bu öyle bir kurtuluş destânıdır ki, dil ile ta’rîf gayr-i kâbildir vesselâm!

*

Cumhûriyet özlemcisi, sözlemcisi, gözlemcisi, eylemcisi, şeflencisi, ezbercisi, esercisi ve semercisi sevgili dizgindaş ve semerdaşlarım!

Çok “ileri sünnî ve sünnî muhâmîsi” müteveffâ Ş. Eygi bile “Cumhûriyetin ilk zamanlarının özlem, düzlem, sözlem ve hasretini” nice yazılarında dile getirmişdi!

Misyoner mektebi olan Galatasaray’ın Fransız dilli ocağına da medhiye ve fahriye düzücülerden olan müteveffâ, cumhuriyetin son yıllarını hiç beğenmez, hep, ilk zaman ve başlarına hayranlığını dile getirirdi!. Nurcu müsveddelerinden Prof A. Akkunduz gibi aklı pantolon cebinde olan ve Hollanda’da çöreklenmiş ve Kraliçe rejimine gebe bir “müctehid-i mutlak”, “Cumhuriyetle Hollanda kraliçeliğinin beraber yürütülebileceğini” yumurtlamışdı!

Galatasaray’dan icâzetli (!) Şevket de, Akkunduz’dan esinlenib besinlenerek ve onun “nurcusal usûl-i fıkıh” mesleğine sülük ederek “Cumhuriyetle hılâfetin, beraberce bir devletde kuzu kuzu geçinebileceği” teşehhîsini utanmadan yazabilmişdi!. Adı geçen, “Süper Sünnî ekâbirinden bilindiği” içün, böyle nice zırvalarını okuyanlarına yedirmiş ve içirmiş ve fahrî “üstâd” derecesini de ihrâz eylemiş bir birâderimizdir!

Cihân târîhine ve İslâm coğrafyasındaki bütün halklara ve devletlere örnek alacakları en mükemmel  rejim,  İngilizler ve bütün Batı Klüp tarafından “cumhuriyet rejimi” olarak gösterildi. 29 Ekim 1923’ün O celsesinde de, yekûn 334 meb’usdan orada hazır tutulan 158’inin reyleri ve 176’sının da “evlerinde istirahat buyurmaları mecbûriyyeti” ile seçilen (!) başkanın ve kabûl edilen cumhûriyyetin, bu fevkal’âde hukûkî ve millî ve yerli ve cumhûri ve Eygi’nin sık sık yazdığı gibi “Eflatun dilindeki faziletin” lemean etdiği manzara (!) insanlık târihi içün bile bulunmaz, müstesnâ bir “şeref” levhasıdır!…

Bütün bu incelik ve hukûkî hassâsiyet ve meşrûiyyeti nazar-ı i’tibâre aldığı içündür ki, Ank. Ü. Profluğundan İskenderpaşa Nakşî-Hâlidî ve Zıyâî Şeyh-i Şeyliğine nasbedilib, kerâmeti ve liyâkati ve niyâbeti kendinden menkul Müteveffâ Ed-Doktor Mahmud Es’ad Coşânî Hazıretleri dahî, yıllarca evvel neşretdiği mecmuasının Başmakâle köşesinde, şu kelimât ile kelâm-ı mukaddese-i Es’âdiyyede bulunmuş ve buyurmuşdu:

“Nice emeklerle kurulan cumhûriyyetimizi rafa kaldırmıya kimse heveslenmesin!”

Vecîze, cevîze ve cevziyye hatta Teymiyye, ancak bu kadar albenili; ve Sarızevzek Trump-ı Turp’un diliyle ancak bu kadar “hârika”, bizce ise ancak bu kadar (fârika) olabilir!

Bunca temelleri, tekelleri, kazanım ve yazılımları, açılım ve asılımları, takınım ve tapınımları olan cumhuriyeti “rafa kaldırmak” ne demekse, Şeyh Efendi Hazıretleri, orucunun kafasına vurduğu bir eser-i gaflet anında sürç-i lisân eyliyerek, bu kelâm-ı es’âdiyyesine vücûd vermiş gibi görünüyor veya dürülüyor!. Sanki elinde, sonbaharda mis gibi köy domatesinden ev işi yapılmış salça vardır; o da, bunun, kilerdeki öteki kavanozların yanına yani orada “RAFA KALDIRILMASINDAN” bahsetmektedir!

“Emekler” de, sanki mahallede imece usûlü yapılan salça işine, kadın parmaklarındaki mahâreti bağlıyan bir cins hamiyyet-i hanîmiyyedir!

Hani bazı cübbeli “yaratıklar” ve Cübbelâ ve Şerocak cinsi evlere şenlik mahalle hocası “sakatıklar”, karavana atıb tutar da, böyle rütbe-i doktôriyyesi ve profiyyesi ve profiliyyesi a’lâ ve ra’nâ ve muallâ bulunan, tasavvuf derinliği dipsiz ve ipsiz, derin ve serin Şeyh-i Şeyler’e ve dâmâd-ı dâhîlere ne oluyor?

“Şeyh-i nâkısın sohbeti semm-i katildir” buyuran Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Kaddesallâhu Sırrahu’l-Âlî Hazretlerinin  “5. Veya bilmem kaçıncı göbek vekîl-i refiki” olma iddiasındaki zevât-ı zerzevât, şeytanın aklına bile gelmeyecek böyle egzantirik ve donsuzmatik lagaluga ve katakula lâfları, o şey ağızlarına nasıl bulaştırabiliyor; cidden ve cilden, ruhen ve şeklen, sîreten ve sûreten ukûl-i insâniyyeye hayretler ve dehşetler, vahşetler ve nefretler veriyor!

Binâenaleyh, pek çetin bir ecâibât ü garâibât içre kalınıyor ki, cübbeli komedyenlerin “cennetlik oluşları ile övünmeleri” gibi, keşfiyyât, zuhûrât ve rü’yâlar echel-i cühelâyı en öndeki delâil arasına kazzık gibi çakıyor, bunun netîcesinde de Şerîat-ı Garrâ, fürûat derekesine itiliyor! Kerâmet-i kendinden menkûl sihirbaz ve madrabazlar da böylece, meccanen sâhib oldukları S-400 füzelerine binib, onları ateşliyor ve cihânı turlamıya ve Fettoş gibi bunlar da bir başka cihetden “Kâinât İmamı” veya “Zimâmı” olmıya başlıyorlar!!!

Pırasasör veya Hasansör’den hormonal veya vertikal Şeyh olunca, kerâmât-ı cumhûriyye ve kelimât-ı meşrûiyye dahî, ol vezn-i hüsün üzre mi cereyân edivermiş olacakdır? 

*

Akıl ve fikir ve îmân iflâsında tavan mı veya taban mı, ne yapacağında bîkarâr kararsızdaşlarım!

Üzerimize “millî, yerli ve râbiasal ve dembo-kratik” bir borç olan bu vatanî ve ata’nî “Cumhûriyet kutlama ve Bozkurtlama” vazîfe-i milliyyesini  “uygulayıb duyguladıkdan” sonra, asıl mevzuumuza intikâle mücâseret eyliyebiliriz:

Dahî, kaldığımız yerden devamda eğer ve zülf-i yâre değer, herhangi bir veya iki mahzûr-ı resmî ve cismî ve cinsî yoksa, Sarızevzek ve Pez..enk Trump’ın avcundaki “Arabsal, arabasal ve keçi sakal yalelli takımları” ile ve dahî Kolhoztrak ve Katerinasal Fişenk Putin’in kucağındaki türkî ırkdaş tümenleri ile alâkalı mebâhîs-i siyâsiyye ve esâsiyyemize ve sâir mevzûat, masnûat ve mesmûâtımıza da, serîan intikâl edebiliriz!

Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri buyurur ki:

“Semâvât ve arz DEVLET ve MEMLEKETİ, müstakillen Allâh Azze ve Celle’nin MÜLKÜDÜR.” (Tab’-ı Evvel, c.2, s. 1255)

Bu mutlak hakîkatı bütün mevcûdiyyeti ile kalbine ve diline alamıyan, dünyâda mevcûd 200 civârındaki i’tibârî, izâfî, hayâlî ve mecâzî ma’nâdaki Allâh Azze ve Celle’ye karşı da müşrik, anarşik ve terörist “örgüt veya hörgüç veya devlet”miş gibi diklenen düvel-i lâdînîlerin başlarına konmuş sihirbazların, beşeriyet-i hâzırayı nasıl nevm-i gaflete, ayrıca mutlulukdan kutluluk ve putluluğa sürükleyib sülüklediği, artık suret-i kat’ıyyede bir sırr-ı hafî değildir!

Memleket-i Mısriyye’nin isli, sisli ve sisili-pisili hevâ-yı nesîminden veya fir’avniyyesinden başlıyarak, BM ve AB ve Nato gibi onların sâhiblerinden çıkmak ve alayını  sıraya sokmak îcâb ider ise de….

Karışıkçı Kaşıkçı’nın doğrudan ve dembokrat  Mursî’nin de dolaylı kâtili ve dünün deve çobanı olan canavar Çöl fârelerinin azılı ve müseccel (İslâm ve Osmanlı hâini) olduğunu unutursanız, netîce-i vahîmânesine 7 kambur çıkararak katlanmak zorunda kalırsınız!

Her nadas görmüş toprakda “cennet hurması” yetişecek diye bir kânun olmadığı gibi, her mukaddes memeleketde de “Ebû Cehil Karpuzu” yetişmez diye bir kânun yokdur!

“Peydahlıyanı, besliyeni ve emzireni İngiliz SÜTANNESİ olanın Dîni-îmânı olmaz” diye ecdâd söylemiş ammâ, lâyık, kayık ve gayr-i ayık torun-torba, işitmesi özürlü ve püsürlü olduğundan, bunlar, onların o işitmez kulaklarına girmez! Kulak kepçeleri Amik ovası gibi dümdüz olanların KEPÇE-kürekleri, bunları tutub içeriye atamamışdır!

Îmân-ı ŞER’ÎSİ olmıyanın fikri yani pusulası, istikâmeti, rotası, notası ve potası olamaz!

 Merhûme Vâlidem de, müşrik ve münafık, akıl ve fikir mahrûmu nevzuhûr politikacı şeytanlar içün sık sık şu beyti okurdu:

“Akıl yelkeni, FİKİR DÜMENİ,

 Kullan da onu göreyim seni!”

Rahmetlinin “iptidâiyyede” 5-6 yaşlarında bellediği bu temel kânunları “cumhuriyetsel cumartesi çocukları” nereden bilecek? Onlar, “ibtidâiyye” görmeyib, Fr. hançeresinin “ekol”ünü “okul” yapan, bunun gibi nice uydurmayı “TÜRKÇE” diye “ulus ve sulus” cümle ehâlîye yedirib içiren millet hâini lisan kâtilleridir de…

TÜRKÇE bırakılmayınca, millet birbirini ve 1000 yıllık ecdâdını da anlamaz ve çıldırır olunca, bu cihetden de tenkîl edildi (Dilkırım-Soykırım) görmüş oldu; ve yerine, “Ulus”, tersden (sulu), bataklık kurbağaları üredi!

Dün, (akıl ile fikir) arasındaki farkı Osmanlı ibtidâiyyesindeki 5-6 yaşındaki bir yavru bilirken, şimdi 60 yaşındaki bir purof, tamkof veya moskof olduğundan; ve  cüsseleri, diplomaları ve rütbeleri ile azıb şımardıklarından; ve netîceten sirk ayıları gibi de homurdandıklarından, ne (aklı) görüyor ne de (fikri) anlıyabiliyorlar! Meselâ “Dilber Mortaylı” nâm pırasasörün şu cümlesinde zerre kadar akıl ve fikir aranabilir mi:

“Türkiye’de “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” kuralını devlet yönetimine yerleştiren, demokrasiyi taçlandıran cumhuriyetin ilanının üzerinden 96 yıl geçti.”

Adam, mefhûm-ı muhâlifiyle “Hakimiyyet Allâh’ın değildir” diyerek akıl dışına çıkarken, bu şirki “yönetime yerleştirenin”, ferd olduğunu değil de “cumpohrasi” olduğunu söylüyor! Meselâ krallık ve kraliçelik nice düvel-i hristiyânî var ki, oralarda “egemenlik veya eğergenlik” milletin değil, devleti ve dîn riyâsetini temsîl eden kralın veya kraliçenin veya diktatöründür! Daha?

Adam, “Dünyada cumzorbasiyi demzorbasi ile taçlandıranların”, TAÇ ve HAÇ  kutsallarının İngiliz Kraliçeliği veya Gâvuriçeliği olduğunu, her memleketin “yerli haçlı ve taçlı kurtarıcılarının” nereye bey’atlı olduğunu bilmemesi mümkin midir? Fikir ve tezatsızlık neresinde bunun? Yelken nerde, dümen hani? Cumbokrasi purofsalı ya, ne derse “bilimsel, dilimsel ve cicimseldir”, yemiyen yamyam içmiyen Hayyam’dır!

Müteveffâ “Şerbakan” da,  29 /Ekim /1926 günü Sinop’da “cihânı teşrîf buyurub 27/Şubat/ 2011’de Âhıret-i Dâr-ı Bekâ’ya veya Dâr-ı Cezâ’ya yürütülmüş dünyâ lideri” olarak  aynen şöyle diyor:

“Cumhuriyet Bayramı’nda doğmak insanı memnun eden bir husustur. Cumhuriyetin kendisi de bir doğuştur. Onunla birlikte doğmuş olmak bir sevinç kaynağıdır.” 

“Millî Göçüş” kurucusunun yıllarca evvel söylediği bir söz de “Cumhuriyeti biz kurduk” sözüdür ki, buna da o zamanlar “O zaman HILÂFETİ de siz yıkdınız” cevabı verilmişdi!

Bâlâda zikretdiğimiz 29/Ekim/1923’deki hâdisât ve keyfiyyât, “cümhûriyyet devirim, delirim ve kazanımları ve İslâmiyyet’e karşı yapılanlar nazar-ı i’tibâre alınınca, adı geçenin “memnûniyyeti ve sevinç kaynağı” acebâ Allâh Azze ve Celle ındinde “yevm-i cezâya” nasıl bir mes’uliyyet ve hamûle ile gidiş ortaya koyacakdır? Bunu vakti gelince bütün “Zilli Göçüş”çüler ve cihân, elbetde herkesi gördüğü gibi görecekdir! Zaten “Lâiklik bizâtihî İslâm’ın kendisinde vardır” diyen “Müteveffâ Bay Necmittin”  böyle yâvelerin binini bir paraya sıkmış ve echel “Göçüşçüler” nezdinde de bu kabil çörçöp bal-börek görüldüğü ve bu niyetle yenildiği içün, adam hızlandıkça hızlanmış ve ölmeden bir yıl evvel ayakda duracak ve boynunu cevirecek hâli, konuşmıya mecâli de olmadığı hâlde Tahran Takiyyecilerinin ayağına kadar UÇARAK, onları da acem palavrası cinsinden medh ü senâlarla UÇURMUŞ ve politik rakiblerine karşı onlardan şefaat dilenir hâle gelmişdir!

Şu anda Necmittin’in koltuğunda oturan Saadet Partisi Umum Müdîri  ve İngiliz damadı Temel Reis, Müteveffâ lideri gibi cumzorbasi seviciliği ve Dilber Mortaylı gibi de “Demzorbasiyi cumzorbasi ile TAÇLANDIRMA”  haçlandırması yapmadan durabilir mi? Temel Reis Karamollaoğlu’nun “Cumhuriyet Bayramı mesajı” da, HAÇLI ve TAÇLI dostlarını ve onların içdeki postlarını neş’eye garkedecek derecede muhteşemdi! “M. Göçüşcüler” tarafından her gün ayakda marşlamak içün ezberlenmiye ve  erbakâniyye makâmında da bestelenmiye değer olduğu hâlde buyrun:

“I. Dünya Savaşı akabinde haritaların yeniden dizayn edildiği, coğrafyamızın emperyalist işgallerle tahakküm altına alınmaya çalışıldığı en zor günlerde, aziz milletimizin istiklâl ve hürriyet aşkı emperyalizmin planlarını alt üst etmiştir. İstiklal mücadelemizin neticesinde ortaya çıkan bu tablo cumhuriyet ile taçlandırılmıştır.”

 Temel Rais, sanki Dilber Mortaylı ile aynı notalarla aynı besteyi okumakda ve “TAÇLANDIRILMIŞDIR” nakarâtıyla da bir oktav tizden cihâna duyurmaktadır! Karamolla, “emperyalist işgallerle tahakkümden” acebâ ne anlıyor? Hiç, “Kültür, sistem, rejim, cumbokrasi, alfabe-ta emperyalizmi; târih, âile ve şahsiyet bozma, Osmanlı soykırımı emperyalizmi”  gibi   şeyleri ve şerleri ömründe hiç duymuş mudur? “İstiklâl Mücâdelesi” dediği mücâdele ve mücâhedenin “netîcesi” ne olsun istenmişdi; ve bu mücâhede, kendisini “Cumhuriyetle taçlandırıb” haçlandırmak içün mü başlatılmış; yoksa Hılâfet ve Saltanat-ı Osmâniyye’yi düşman tasallut ve tecâvüzünden kurtarmak üzere Sultân Vahîdüddîn Hân tarafından mı başlatılmış; ve  bazı PAŞALAR bunun içün Kur’ân-ı Kerîm’e el basıb yemîn etmiş ve SÖZ de vermişler miydi? Temel Molla Dilber Mortaylı’dan da beter, kamalist dinazorların ağzı-burnu ve dili ve beyni ile konuşuyor ki,  Lideri, önderi, sanemi ve güderi olan Necmettin’in “Bayrâmiyelik” notalarını iyi ezberlemiş görünüyor!

Temel’i okumaya devam:

“Bu sebeple “cumhuriyet” demek mevcut dünya düzenine karşı bir duruş sergilemek demektir.”

Zavallı.. Tam tersine “cumhûriyet”, Lozan potronlarının vazgeçilmez arzusu ve hatta ta’lîmâtı idi ki, bu, “Dünyaya karşı bir duruş sergilemek” değil, “Dünyanın yanında bir duruş ve oluş ve tapış sergilemek” demekdir! Molla, hâdisâtı bu kadar nasıl çarpıtıb tersden okuyabiliyor, dehşet! İşte bunun içün “Millî GÖÇÜŞ” devr-i SEADETİNE irticâ’ eylenmiş olunmaktadır!

 

Temel Rais diyor:

Cumhuriyetin altında yatan en derin manalardan birisi budur. Cumhuriyetin bir diğer manası ise aziz milletimizin bir ve beraber olması demektir. Nitekim Cumhuriyet’in ilan edildiği şartlar ve tarihi atmosfer açısından bakıldığında, hiçbir ayrıma tabi tutulmaksızın bütün milletimizin bir araya geldiği açık bir şekilde görülmektedir.”

İlâhi Temel Mollakara! Sen de liderin gibi meğer ne cevhermişsin; Allâh Azze ve Celle, kaderin neyse onu başına versin! “Aziz millet bir ve berâber olmuş ve açık bir şekilde bir araya gelmiş!”

1000 yıllık Müslüman Milletin yerine nasıl bir ULUS zorla oturtulmuş, 27 yıl nasıl bir şefokrasi ile milleti cendereye sokub preslemişler, ezanlara varıncıya kadar dîni îmânı yasaklamışlar, v.s. bunları göremiyen bir adama ne denilse anlatılamaz ve o da aslâ anlıyamaz!

“Zilli ve Millî GÖÇÜŞCÜLER” şimdi tam “Mevlâlarını” veya “Bel.larını” buldu demekdir ki, artık “Uyuzhan ve Şe.vet Azan” gibi dinazorlar bile bu derde şifâ bulamaz! Bu kadar muhteşem bir “Bayram mesajı” ile kese ve masaj yapmıya, şu 20. mesajımızla biz, Temel’in yüzde biri kadar bile muvaffak ve bir halt olamadık ki, buna yanarız!

Ammâ olsun! Şimdi “Düya ve Millî Göçüş Lideri Prof. Dr. ve Berzahdaki 54. hökûmet REİS-İ MÖHDEREMİ Seçmettin Ağa, Rûh-i Tayyibesi ve Şûh-ı Meyyitesi ile ne kadar şâd u handân olmaktadır, bu her kula nasîb de olamaz!

Bir asra yakındır milleti Kitab’sız, okumuşları mantıksız ve katıksız yapdılar! Netîcesinde de echeliyyet azdı; ve münevverân, aydın, günaydın ve tünaydın tüneklerinde gıdaklıyan kısır tavuklara döndü! Bunlar, rütbe kibirleri gübrelendikçe, öyle fışkılar hâlinde boy atdılar ki, artık Mutlak hakîkatın rehberi Kelâm-ı Kadîm’in “Akıl, fikir, tefekkür, istidlâl, muhakeme, kıyas gibi” insana en çok ve mutlaka lâzım ni’metlerini ne takdîr eder, ne de onlara verilecek ehemmiyetin ne olduğunu bilir hâle getirildiler!

Dünyâ çapındaki bütün beşer nefsine dayalı ve yaslanmış sistemler, rejimler, düzen ve büzenler, Allâh Azze ve Celle’nin AZÎZ VE MUTLAK DÎNİNE bin bir iftirâ atarak düşmanlık üretenler, bu dîni “uygulanamaz” diyerek beğenmiyenler; ve VAZ’-I İLÂHÎYİ ibtâl edib, önünü kesenler; bağîler, yolkesenler, düvel-i asriyye ve askeriyyeler; lâyık, kayık ve gayr-i ayık cümhûriyye ve dembokrâsiyyeler; ve vesvese-i şeytâniyeden ibâret bilcümle kulatapar ve kulataptırır heykelperest ve karıperest-feminperest-homo-pezo-lezoperest, KADEHperest oligarşiler; ve totaliter, üniter, federe ve kefere ne kadar teşekkül, eşekkül ve keşkül varsa.. topu da Allâh’a karşı terörist olub..

 Kitâb’ın ta’bîriyle meâlen:

 “SANKİ ÜRKMÜŞ YABAN EŞŞEKLERİ KASVEREDEN (ASLANDAN) KAÇMAKTADIRLAR” (Elmalılı, 8/5462)

“….İşte Kur’an ile verilen ALLÂH NASİHATİNDEN  kaçan, onu dinlemek istemiyen budalalar öyle ürküb kaçıyorlar.” (8/5467)

“…hayır, iş zannetdikleri gibi değil, korkunç bir ÂHIRET var!” (8/5468)

Bugün dünyâ, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar müthiş bir dembokratik miting kalabalığı hâlinde, “Kasvereden kaçan ürkmüş yaban eşşekleri” ile tıklım tıklım dolmuş, dünyâ gemisi neredeyse yan yatıb sulara gark olacak bir manzarada!

Afrika steplerindeki zebralardan (yaban eşşeklerinden), bunlar bin beter salak! Zebracıklar aslan tehlikesinden kaçarken, bunlar:

 “Halâsdan, halâskârdan kaçıyor, faydalarını bırakıb HELÂKE koşuyorlar!” (8/5468)

“Semâvât ve arz DEVLET ve memleketinin müstakillen  mülkiyetine sâhib olan ALLÂH Azze ve Celle” meâlen  buyuruyor:

“İşitmedikleri hâlde işitdik diyenler gibi olmayın. Çünki yeryüzünde DEBELENEN (HAYVAN)LARIN İNDALLÂH EN KÖTÜSÜ O SAĞIRLAR VE DİLSİZLERDİR. Kİ HAKKI AKILLARINA KOYMAZLAR.” (Enfâl 21-22)

“Dilleri ile işitdik diye iddia ederler, fakat hakkı ile dinlemez, anlamazlar, anlasalar bile tutub icrâ etmezler, sanki hiç işitmemiş gibi olurlar.- Siz bunlar gibi olmayın, zirâ (…….) bütün dabbelerin-yeryüzünde DEBELENEN KÂFFE-İ HAYVÂNÂTIN- İNDALLÂH EN ŞERRİ, EN KÖTÜSÜ….. O KULAĞI VARKEN HAKKI DUYMIYAN, DİLİ OLUB DA HAKKI SÖYLEMİYEN SAĞIR VE DİLSİZLERDİR. (Ellezîne lâ ya’qilûn= ki akıllanmazlar): Hakkı taaqqul etmezler.” (4/2383)

Evet, o “Kasvereden kaçan yaban eşşekleri, aynı zamanda “Yeryüzünde debelenen hayvanların en kötüsüdür; çünki kulağı varken duymaz, dili varken söylemez, akılları varken taaqqul etmezler!

Merhûm Müfessir devam buyururlar:

“Bunlar hayvanların hayvanı, fenâların fenâsı, ve nefse’l-emirde gerek kendilerine ve gerek diğerlerine karşı şerlerin şerleridirler. Birçok mahlûkâtın tefevvuklarına ve diğer BEHÂİMDEN (hayvanlardan) temayüzlerine medâr olmak üzere Allâhü Teâlâ’nın kendilerine verdiği idrâk-i haqq kuvvelerini öyle ibtâl edenlerde HAYIR NÂMINA HİÇBİR ŞEY YOKDUR.” (4/2384)

Evet, “Hayır nâmına onlarda hiçbir şey yokdur!”

Kıyâmet’e kadar mutlaka “UYGULANACAK” OLAN; VE MÜCTEHİD İMAMLAR ELİYLE PIRLANTA GİBİ İŞLENMİŞ İSLÂMİYYET’E ECDÂD SAMÎMİYYETİ VE İHLÂSI İLE DÖNMEDİKÇE, ÇÂRE BİTMİŞDİR!

YA, ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN İRÂDE VE HÂKİMİYYETİ; VEYA, NEFSE TAPARAK KUL İRÂDE VE HÂKİMİYYETİ…

YA, KİTÂB VE EDİLLESİ; VEYA, HEYÂKİL VE DECÂCİLE, CEBÂBİRE VE ZALEME “İLKE, imge, simge” VE ETEKLEMELERİ!

Müfessir merhûm’un satırını tekrarlarız:

“İMTİYÂZ-I RUBÛBİYYET, SINIF-I RUHBANDAN PARLÖMANLARA GEÇMİŞDİR!”

Dağdaki teröriste kurşun sıkacaksın, amma onun içdeki temsilcisine rubûbiyet imtiyazı vereceksin!

Vahye yaslanmıyan akıl, işte böyle bir kepâzedir; ve bir türlü de aynaya bakamaz!

Tenâkuzlar içinde şirke, şirkden de intihâra sürüklendiklerini zinhar göremezler!

Hatta, Sarızevzeğin onbin metre irtifâya çıkarak fırlatdığı mektûbunu, haftalarca şeyböceği gibi yuvarlar dururlar!. Katerine Gevreği ile Sarızevzeğin Sûriye içlerine kolaycacık çekilişlerini bile zafer bilib, altında kaç bin iblislik yatdığını “Müttefiklik narkozu” içdikleri ve “gebelik günleri” başladığı içün göremezler!

Kendi kendisi olamıyanlar, mutlaka birilerinin benzeyenidirler; ve benzetilenlerin benzetenlere hizmeti kaçınılmazdır!

Kalın Sağdanlıcakla!

(Mâba’di var)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir