(1) Şevket Eygi Beyin Dediği Gibi Yemin, Bir Müslüman İçün Dînî Bir “Ritüel!” Midir?
11 Temmuz 2018
Lozanizma, İslâmiyyet’in Dünyâ’dan Silinmesi Karârını İstihdâf Eder!
24 Temmuz 2018

Ş. EYGİ’NİN DEDİĞİ GİBİ YEMÎN, BİR MÜSLÜMAN İÇÜN DÎNÎ BİR “RİTÜEL!” MİDİR?

(2)

Mehemmed SAFFET

 

Şevket Bey aynı yazısında devam ediyor:

“Medenî ve gerçekten demokrat ülkelerde kişiler kendi kutsal kitaplarına el basarak yemin eder.”

Kalbinde hakîkî kelime-i tevhid taşımayan bir insan kim olursa olsun onun “medenî!” olması aslâ düşünülemez… Allâh’a ve Âhıret Günü’ne îmân etmeyen bir kişinin kalb ve vicdanında, hakk, iyi, doğru ve güzel terâzisi olamaz. Bu terâzîden mahrum olanlar muhalled finnârdır ki, böyle bir insan ve cinne medenî demek, mutlak hılâf-ı Hakk ve adâletdir… Mü’minlerin en aşağı noktasında olan, kâfirlerin en üstün bildikleri adamlarından nâmütenâhî derecede medenîdir…

“Gerçekden demokrat ülkeler!”

Tabiriyle dembokrasinin gerçeğinin olabileceğini zannedip onun reklâmını yapıyor ki, bir müslümanın dembokrasi reklamı yapması (Lâ ilâhe…) noktasında adamı uçuma düşürür! Elmalılı Merhum, “Allah’a imandan evvel küfre tövbe etmek şartdır, bu tevbenin de şartı, tâğûtları aslâ tanımamaya azmeylemekdir” buyuruyor ki, Müslümanların Âdem Aleyhisselâm’dan beri i’tikâdı budur. Dembokrasinin gerçeği hiçbir ülkede olamaz bu muhaldir. Zira Avrupa mütefekkirleri bile artık bu dembokrasi denen belânın bir “ütopya”olduğunu yazıp söyler olmuşlardır. Gerçek dembokrasinin ne olduğunu görmek isteyen, Irak, Afganistan ve dünyaya dembokrasi yutturan AB ve ABD’nin gerçek dembokratlığına bakar ve zerre kadar akıl, fikir ve vicdanı varsa manzarayı görür ve ağzına da o dembokrasi denen necâseti almaya hayâ eder…

Üstelik de bu:

“Medenî ve gerçekten demokrat ülkelerde kişiler kendi kutsal kitaplarına el basarak yemin eder.” lermiş!

Eygi demek istiyor ki:

“Bizde Kur’ân-ı Kerîme el basarak yemin edilmediğine göre bizler medenî ve gerçek demokrat değiliz!”

Vay, zavallı…

Meselâ Kur’an-ı Kerîm’in ve sâir edillemizin ve dolayısıyla İslâmiyyet’in artık tatbik edilemeyib mer’iyyetden kaldırılmasını hatta yasaklanmasına tasdik veren; ve lâyıklık, ilke, inkilap, cumhuriyet ve demokrasiye tapınma ve ubûdiyyet derecesinde bağlı kalacaklarını beyân edib AND içen millet vekilleri, bu manzaralarını “Kelâm-ı kadîm’i şâhid tutarak ve ona el de basarak cihâna böyle i’lan etmeliler,” öyle mi?.

“Ben Kur’an tanımadığımı, Kur’an’ı şâhid tutarak ve ona el basarak cihâna i’lân ediyorum!” demiş olmak…

Böyle denildi mi, Eygi’nin akıl, mantık, yüksek mukâyese ve muvâzene ve muhâkemesi v.s.’ye göre “Medenî ve gerçekden demokrat ülkelerin kişilerinden olunur”muş!!!

Merhûm Muhammed Zâhid Hocamızdan “icâzetli olduğunu” da zerre miskal kızarmadan yazan bu kişi, Erbakan’ın parti bülteninde bu vebâli sonsuz satırları yazıb milleti nasıl idlâl ediyor, bunları gören bir tek Allâh kulu kalmamış!

Eygi, bu noktada huzur bulamayan hâli ve iç sıkıntısıyla “Müslümanları” uyarıyor:

“Müslümanları uyarıyorum: Bir miktar dünya menfaati elde etmek, riyaset ve ün kazanmak, nefs-i emmâreyi tatmin etmek için her yemini yapmayınız. Şüpheli yeminler için gerçek ve icazetli ulema, fukaha ve müftülerden fetva alınız.”

Ve onlara yine:

 “Gerçek ve icazetli ulema, fukaha ve müftülerden fetva almalarını!” 

Tavsiye edip akıl veriyor!. Acaba kendileri hangi “gerçek ve icâzetli ulemâ, fukahâ ve müftülerden fetvâ” alıyor?. Böyle zevâtı bulamayan ve bilemeyen milyonlarca müslümana bir iki gerçek ulemâ, fukahâ ve müftü ismi versin, millete işkence etmesin; ve hiç değilse  ümmet-i merhûme bakiyesi, onlara gidib mes’ele hâlletsin, sürünmesin, fetvâ ile amel etmiş olsun!.

Eygi yoksa, millete imkânsız, çâresiz, çıkışı olmıyan veya mevhûm hedefler göstererek, onların ıstırâbâtından zevk mi alıyor!?

Kendileri, sık sık övdüğü, senâ etdiği, Haçlı Batı “kazanımı” dembokrasi içün medihkâr ifâdeler kullanmak, “câiz mi değil mi” diye acaba fetva almış mıdır? Aldıysa, kimlerden almışdır, merdçe neden yazamıyor?

Aldıysa, biz de bilsek ve o bombokrasiye dönen dembokrasi aleyhinde yazmasak ve tevbe etsek!. Büyük mürşid Merhum Ali Haydar Efendi Hazretleri, Eygi nazarında fetvâ vermeye lâyık idi ise, O Zâtın “Demokrasinin D’sini ağıza almak bile küfürdür!” deyib demediğini Mahmud Hoca Efendiye gidip sorsun! Biz sütre arkasından mechule atış yapmıyor ve apaçık isim vererek ortaya çıkıyoruz! Elde fırsat varken geç kalmamalı, yarın o bir gün Hocaya emr-i hakk vâki’ olur da aramızdan ayrılırsa, o zaman Büyük Mürşid Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin fetvâsının birinci elden şâhidini kimse bulamaz… Biz kendisinden bizzat bu sözü duyduk! Lakin biz, ikinci eliz ve mürîdân-ı Âhırzeman da dâhil, dembokrasi muhibbânı indinde Büyük Mürşidin senedi kabûl edileceğimizi hiç sanmıyoruz!

Sorun Efendiler sorun!

Sonra biribirinizi, “Dembokrasi ve onun 15 parti-pırtısından hangisinin eteğine gireceğiz?” diye biribirinizin derisini yüzersiniz! Daha Hocaefendi sağken biribirinin ölü etini kemirenlerin bolluğundan geçilmiyor!. Ya o, Allâh Teâlâ muammer etsin, rahmetli olduğu zaman neler olur, dişler nasıl sivriltilip tırnaklar nasıl cilâlanır Allâh Azze bilir!

Şevket beye de biz, bunları sormasını ve araştırmasını tavsiye ediyoruz… Kendisi de bize bir Hoca ismi verse ne olur sanki?!

Diyor ki:

“Ehl-i Sünnet ve Cemaatte genel taqiyye yoktur.”

Bu ne demek acaba, genel (umûmî) takiyye ne demek? Hangi kitabda acaba “Umumi ve hususi takiyye” tabiri geçiyor!?. Veya hangi icazetli müftüsünden böyle bir fetvâ almışdır?. “İkrah-ı mülci” olmadan Ehl-i Sünnet’de aslâ takiyye yapılamaz. Nahl sûresinin 106. Âyetine Nasuhi Efendi Merhûm’un tefsirinden bakılırsa, “ikrah-ı mülci ve ikrah-ı gayr-i mülci” arasındaki farklar v.s. orada tafsilli anlatılmış, bu işin echelleri oraya mutlaka bakmalı, “umûmî ve husûsî” kısımlar îcâd edib uydurarak ıstılahlarla oynamamalı ve işi yahûdi saçına çevirmemelidir…

“Dine ve Şeriata aykırı bir yemini ille de yapmak zorunda ve mecburiyetinde iseniz, bu konuda bir zaruret varsa elinizde geçerli bir fetva ve ruhsat olsun.”

Amma güzelmiş be! Baktın ki Dine ve Şeriata aykırı yemini yapmak zorundasın, dolayısıyla vekillik, bakanlık, bilmem nelik koltuğu kaçacak, bul bir tane “icâzetli (!) müftü, öp elini, ver hediyeni” kitabına uydursun gitsin!. “İkrâh-ı mülci” yok ise, bu takiyye nasıl bir rezillik olur; ve bununla hâşâ Allâh Azze mi, yoksa müslümanlar mı, yoksa da müşrikler mi aldatılacakdır; ve aldatanın şahsında “İşte bunların dîni böyle bir üçkağıtçılıkdır!” denildiği zaman, bunu dedirtenler, o zaman nasıl bir hind kınası yakacaklardır, câlib-i dikkat bir nokta!

“Fetvâ ve ruhsatı eline geçir!” sonra da, Hesab Günü çıkar koynundan o ruhsatnâmeyi, “Ben falan “icâzetli” bel’amdan kapı gibi kâğıtla geldim, bana dokunanı yakarım!” havaları at!!!

Oha!

Bu hiç aklımıza gelmemişdi, oldu olacak, bundan sonra kitabına uyduran “icâzetli (!) dembokratik bir kapı” biz de mi bulsak acebâ?!

Yahu arkadaş! Hangi gerçek icâzetli ve akl ü îmânı muhtell ve gayr-i sahih olmayan hoca, Allâh korkusundan tiril tiril titreyen bir zât-ı muhterem, böyle Vatikan Endülijansı gibi ısmarlama bir ruhsatnâmesi verir?. Rüşvetçilerin bile ortada vesîkası yok!. Bu tarakda bir bezin olduğu anlaşılıyor, bu işin ruhsatnâmesini veren adam kimmiş, nerede imiş, hele bir söyle! Allâhaşkına sütre arkasından yazma, çık ortaya, “Şu adam icâzetlidir ve ondan fetva alın” de… “Ben hazır elbise dikiyorum, nâzik bedenine uyan alır giyer!” gibi lâflarla sahne fırıldağı sanatçı usûllerini bırak!

Ayıpdır yahu! Milletle dalga geçmeyelim, bu nasıl Ehl-i Sünnet avukatlığıdır? Hangi avukat (muhâmî), müvekkili ile böyle dalga geçer?

Şu satırlar da dalganın en boğucusu:

“Ucunda maddî menfaat ve beşerî tatmin ve ihtiras olan bir konuda “Ben kendi vicdanıma sordum, olur olur dedi…” gibi fetvalar şer’î değil, şeytanîdir.”

O halt içün herifin kendine verdiği fetvâ (!) şeytanî” olacak; ama o kitabına uyduran “icâzetli müftü” verince rahmânî olacak; vebâl ve günâhı da o icâzetlinin boynunda kalacak!

“Ucunda” sadece “maddî menfaat, beşerî tatmin ve ihtirâs” olsa!

Yahu, icâzetli hangi müftü, Şeriat-ı Garrâ-yı Ahmediyye’yi (Aleyhisselâm) reddeden, Allâh Azzeyi nefy eden, herhangi bir adamın tanrılığına bağlı kalmanın lâfını ve andını içen, bilmem kimlerin yapdığı beşerî ve delik deşik olmuş bir kitâbı, Kur’ân-ı Azimüşşân’ın yerine oturtup buna sadakatdan ayrılmayacağım diye o dinin andını höpürdeten bir adama, nasıl ruhsatnâme verir?. Efgânî ve Abduh sağolsaydı, belki bir ruhsatname yan cebe inerdi, ama öyle kitabına uyduranları Şeyhülislam Sabri, Muhammed Hamdi, İskilipli Âtıf, Ahmed Zıyâüddin Gümüşhanevî, Muhammed Zihni, Ali Haydar Efendi (Rahimehullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn) Hazerâtı gibi hakîkî ulemâ arasında, dünya yanıp yıkılsa kim bulabilir?

Bu muhayyel ve mevhûm “icazetli” adamda (icazetli demek, hoca silsilesi Kâinâtın Fahrine çıkan demek) hiç mi ve zerre kadar îmân ve İslâm kalmamış!? Hurdaya yaklaşmış bir araba içün bile ruhsat almak, adamın iflâhını söküyor!

Fesübhanallâh!

“Muteber ve güvenilir fıkıh kitaplarımızda “Kitabü’l-eyman” (Yeminler bölümü) bulunur. Müslümanlar bunları okumadan yemin etmesinler.”

İş, şimdi de “icazetli müftüden!” muteber ve güvenilir fıkıh kitablarımızdaki (kitabül-eyman) bablarına kıvrıldı!. O bablarda yemin içün “ritüel” mi deniyormuş!

Ritüelse, fetvaya ve Kitabü’l-Eymân bablarına ne hacet!?. Beşerin icad etdiği bütün yemin kılıklı  her halt, zaten RİTÜEL!

Ritüele fetvâ ne gerek, Kitâbü’l-Eymân buna ne yapsın? Onlar zâten  Şerîat-ı Garrâ nazarında keenlemyekün değil mi!?

Adam vekil olacağım diye binbir fırıldak çevirmiş, yemediği nâne kalmamış, sonra da olmuş; ba’dehû fetvâ peşine düşecek ve bu da olmazsa şimdi “Kitab’ü-l Eyman” deyû kapı kapı kitab arayacak!

En sonra da, o fırıldak, “Bu iş beni îmânımdan eder!” deyû sancılanıb basacak istifâyı!

Onu en sonra da aklı büsbütün kokmasın deyû Baba Ca’fer zındanında tuza basarlar!

Yâ Rabb! Bizi bize bırakma…

“Zâlimlerin adına yemin edilmez. Kemalist ilahiyatçıların verdikleri fetvalar muteber (geçerli) değildir.”

Hele şükür!

Madem “Zalimlerin adına yemin edilmez!” O halde herifleri fetvâ, yok Kitab, yok icâzetli âlim, yok müftü-püftü deyu neye sık boğaz ediyor yokuşa tırmandırıyorsun? Sadece zâlimlerin adına değil, zâlim ve ehl-i şirkin uydurduğu andlarla da müslümanlar yemîn edemez… Onlar kendi inançlarına ve religionlarına göre edebilir, sana ne, bana ne bundan? Haa onlar etdi diyelim, o zaman ne olacak?

İşte o zaman, evvelâ Fıkıh ve sonra ihtiyâc messederse meselâ Tefsir Kitabını açacağız; ve bilfarz Merhûm Elmalılı’dan okuyacağız:

“- (Meal): “bir mü’min hakkında ne bir yemin ne de bir ahid gözetmezler.” (Tefsir: “Yani hey’et-i mecmuasıyla Ümmet-i İslâmiyye hakkında da hiçbir hakk u ahid gözetmezler.”……………………………………………. “Hakikatde onlar için onların nazarında yemin denilen şey yokdur. Kalblerinde yeminin hiçbir hükm ü kıymeti olmadığından ağızlarıyla ne kadar yemin etseler boşdur, yemine riayet etmez, yemin bozmayı bir mahzur saymazlar. Yeminsiz oldukları küfürde bu kadar ileri gitdikleri tahakkuk ve tebeyyün etmiş bulunanlarla artık bir ahid yapmak imkansız olur. Bunlarla bir ahid yapabilmek yeminsizlikden vaz geçmelerine mütevakkıfdır.” (Tab’-ı evvel, Cild 4, s,2466-2467)

Bu satırların sıyâk ve sıbâkına da bakmak lazım ki, yeminsizlikden onları vaz geçirmek nasıl olurmuş, bu işin çâre-i yegânesi ne imiş görülsün! Sâdece uçuklayacaklarla donuna kaçıracaklar okumasın!

Ve o “icâzetli”, o mechul ANKÂ KUŞU püftümüzün Eygi diliyle evsâf-ı şer’ıyyesi:

“İlmi var ama namaz kılmıyor. Böyle bir kişinin fetvası da geçerli olmaz. İlmi var, namaz kılıyor ama reformcu… Bundan da fetva alınmaz.

İlmî ve fıkhî icazeti olacak. İtikadı düzgün olacak. Musalli olacak. Zâhid olacak. Muhlis olacak. Muttaqi olacak. Kullardan değil, Allah’tan korkacak. Tabakat-i fukahanın en alt derecesi olan müftülük derecesine haiz olacak. Böylesinin verdiği fetva ve ruhsata itibar olunur.”

Bu şartlarda müftüyü haber alamadığımıza göre, böylesini bul ve ondan fetva al demek, teklif-i mâlâyutak demekdir; ve o zaman da ankâ kuşumuz pırrrr deyip uçup gitmişdir!. Kitab açacak ehliyetde adam dese neyse!. Heriflerin kendisi zaten, aylarca, belki de yıllarca evvel o andı içmeye niyet etmiş!. Onlar taa o niyet etdikleri zaman, zaten hükmü yemişler!..

“İçmiyeceğiz” diye nicelerini gördük yıllarca evvel, yıllar geçib ehlîleşince, o  içmemek içün keçileşenler bile nasıl tıpış tıpış gidib kafaya diktiler ve lıkır lıkır da içdiler!. Hatta ezberden, yani bir tek yudumda gövdelerine indirdiler! Onlara fetva al demek neyin nesi; Kitabü’l-Eymân bul da oku demek kimin fesi! Onların bizzat kendileri müftü-püftü, ne püftüsü, müctehid, müceddid, mehdî, “peygamber misyonlu lider!” Eygi de onların gazetelerinde:

“20-30 yıldır dünyalar kadar sevab kazanacağım (!) diye meccânen yani kuruş almadan hayrına yazar, çizer ve biçer!”

 Geriye ne kaldı, okuyalım: 

“İslam’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata aykırı yemin edecek olanlar, (şayet dindar Müslümanlarsa) tenha bir yerde iki rekat istihare namazı kılsınlar, istihare duasını okusunlar, hiç kimse ile konuşmasınlar, başka bir işle meşgul olmasınlar, beklesinler…”

Bu devirde tenha yer bulacak adam da, onların arasından zor çıkar! Hele mazbatasını aldıkdan sonra… Etraf ve ahbâb u yârân öylesine çoğalıp sarıyor ki, kıpırdayıp dönebilene aşk olsun!

Gerçi istihâre etmek içün de tenha yer bulamazsa ve istihâre duasını okumayı and içme helecânından vakit bulup ezberleyemezse, şimdi “istihâreci hoca-baca-loca-takunya-kefen takımları!” bile îmâl edilmeye başlandı!. İstihâreyi  de onlara ihâle ederler!. O kadar süperleri de zuhûr etmiş ki, tek gözüyle uyuyup, ötekisiyle rü’yâ-yı kâzibe ve elvân kovalayanları bile varmış!

Jet Mâzıl gibi bu işlerde son derece sür’at iktisâb ve mahâret kesbedenler de piyasaya çıkarılacak; hatta taksitle de işlere müdâhil olacaklarmış!

Eygi’nin, “Beklesinler!”  demesi de ne demekdir?

Memleket KRİZDEN mi çekiyor KERİZDEN mi belli değil!. Kim kimi ve neyi bekleyecek?. Süper istihârecilerde beklemek de yokmuş, bunların filimleri banyo bile istemiyormuş!

Hem adamlar “yemin krizi ve kerizi!” soyundan mânialara çarpıp fıtık oldular; “tükürdüklerini yalamakdan!” mideleri kazınanlar bile var ve sebil!

Zinhar kimse bekleyemez! Yoksa maaş alamazlar!

Müfessir Merhumun dediği gibi “İmtiyaz-ı Rububiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçecek de!” adamlar tanrılıklarının tadını çıkaramıyacaklar! Olacak iş mi?

“Bu devirde, kişinin en fazla dikkat etmesi, üzerine titremesi, koruması gereken şey imanı ve İslamıdır.”

Aynen öyle, alâ re’si ve’l-ayn!

“Allah’a isyan konusunda yemin edilemez.

Böyle yeminler uğursuzluk ve şeamet getirir.

Bin türlü belâ celb eder.”

Bu dahî aynıyla hakk bir sözdür!

Bunca lagaluga etmemizin âlemi neydi, bu üç cümle yeter artardı doğrusu!

Dünyada başı belâdan kurtulmayan kaç mekân ve mahluk var acaba, hiç bunun istatistiği ile uğraşan yok! Hurraaa % 87 sandığa atlayıp dembokrasiyi yaşatmak içün oy da oy furyası…

Halîfe-i Müslimîn Abdülhamid Hân Cennetmekan, milleti sandığa sokanların kafasını, o sandıkla nasıl benzetmişdi ama! Şimdiki muhafazakâr ve diyalogsal ılımlılar, hem O Büyük Han’ı sever gibi yapıyorlar, hem de o yarık sandığı!

Nifak ve iki yüzlülük, çift şahsiyetlilik, hatta poli-tik olmak, kalblerin motor yağı olmuş! İflâh olunacağına hiç ihtimâl veremem! Çünki bunlar tabiat-ı sâniye hâline gelmiş ve genlere çöreklenmiş!

Gitdi millet, geldi ulus!

“Eyemenliği korumaya!” nâmus üzerine içdiler! Akşam da bir başka türlü içerler, bir ömür böyle içerek geçer gider…

Hayat, yiyip içmek ve yatmak değil mi zaten!

Dünyaya neye gelindi, efendim!?

Eskiler Allâh içün gelmişler, bunlar da gâvura benzemek ve halkı benzetmek içün!

(İntişârı: 12.07.2011)

(Tashîh ve ilâvelerle: 11.07.2018 / 19:28:05)

t.t.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir