Namazda Ve Namaz Dışında Tesettür
10 Aralık 2014
Vehhâbîlik / Selefîlik / Mezhepsizlik Ve Paralel Din…
16 Ocak 2018

“Mezhep” Meselesinde Samimiyetsizlikler…

 Ali EREN Hocaefendi

 

Peygamberimiz’den, ashab-ı kiramdan beri bilinen ve yaşanılagelen İslamı inkâr etmeyi kendisine vazife bilmiş hocalara(!) ve onların şeytânî söz ve hallerine aldanıp, 15 asırdır kitaplara, kalplere ve hayata yerleşmiş olan İslamı inkâr etmek, hafife veya alaya almak, Allah’ın hak dinini, inkâr etmektir.

Bağlı bulunduğu İslâm dairesindeyken ipini koparıp firar eden bir mürtede Müslüman demek büyük vebaldir.

İslamı inkâr böyle de mezhepleri inkâr ondan aşağı mıdır?

Tâbiîn ve tebe-i tâbiîni ve îtikâdî mezhepleri yani neye nasıl inanacağımızı açıklayan mezhep imamlarımızın anlattıklarını inkâr da ondan aşağı değildir.

“Dört hak mezhep” dediğimiz amelî mezhepleri inkâr, “İbâdetsiz bir İslam” hedeflemektir ki, başlı başına bir felâkettir.

Bu yolda gidenler hem kendileri mânevî uçuruma yuvarlanıp mahvolurlar hem de kendilerine inananları mahvederler.

İslâmî meseleler, Teymiyecilerin, Selefîlerin, Vehhâbîlerin ve mezhepleri çorba yapan Telfikçilerin eline geçerse, İslam da ümmet de amip gibi bölünür de bölünür.

Müslümanları bölüyorlar diye mezheplerin aleyhinde konuşanlar bilmiyorlar mı ki, işte Müslümanları esas bölüp parçalayanlar bunlardır.

Bu makûle kimseler, bir yandan İslamı bölüyor bir yandan da “bölünmekden şikâyet etmenin” ölü ağlayıcıları rolü yapıyorlar.

Ha İslam düşmanlarının tetikçileri olduklarını bilmeyen bu bölücüler, ha Sevgili Peygamberimiz’in risâletine dil ve ayak uzatan yahûdî ve hıristiyanlar…

Bu kimseler, ehl-i sünnetin 2 i’tikâdî, 4 amelî mezhepini bölünme diye gösterirlerken, kendilerinin bölük börçük oluşlarını hasıraltı ediyorlar.

***

Ehl-i sünnet mezhepleri “Bölünme, fırkalaşma, tefrika” değil, meşrûiyyetini Kitâb (Kur’an) ve Sünnet (Hadis)ten alan ve Allah Resûlü’nün ifadesiyle “rahmete vesîle” olan “ihtilâf” ekol, okul ve mektebleridir.

Dikkat! Hilaf değil ihtilaf…

Yani tamı tamına Hazreti Resûlüllah’ın verdiği müjdeli habere muvafık ve mutâbık.

Mezhepler müctehid âlimlerimizin ihtilafları olduğuna,  Sevgili Peygamberimiz de, “Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir” buyurduğuna göre, mezhepler dağılma ve bölünmeye sebep değil aksine engeldir.

Mezhepler Müslümanları bölüyor da mezhepsizler, Teymiyeciler, Selefîler ve Luteriyye mealcileri birleştiriyor mu!

Birleştirmek bir tarafa bunlardan her bir kişi ayrı bir mezhep ayrı bir fırka…

***

Sorumlu makam ve mevkilerde bulunanların, hadis ve sünneti dışlarcasına, “Kur’an bize yeter, başka kaynaklara ihtiyacımız yoktur” gibi ifâdeler fırlatması, Resûlüllah’ın mübârek ruhuna ok fırlatmaktan farklı olmasa gerek.

Allâh Celle Celâlühû, Kelâm-ı Kadîm’i ile hâşâ, “Kur’ân-ı Hakîm size yeter, başka kaynak aramanıza ihtiyaç yok” demekden âciz midir?

Var mı böyle bir nas?..

***

Kimse sıkıntı yapıp sancılanmasın.

Tefsir, ta’lim, fıkıh, olmadan, Kitab ve Sünnet’de apaçık olmadığı için icmâ ile ortaya çıkarılmasına ihtiyaç olan mes’eleler meydana çıkarılmadan ve ictihadlarla bilinir hâle getirilmeden yani hükümleri anlaşılmadan Kur’an bize yetecek olsaydı, bunu en başta bu dîni tebliğ eden Allah Resûlü ortaya koyar, âhırzamanın (gidecekleri yere) lâik olan hocalarına bırakmazdı.

Mûcize bir haber olarak bizleri daha önceden uyarır ve hâşâ, “Sünnete (hadislere) icmâya ve kıyâs-ı fukahâya sakın bulaşmayın. Mezhepsizce tertemiz(!), bid’atsız(!) yaşayın” derdi.

(Lâik demişken lâiklikte hızımızı alamayıp bunu Mısır, Libya veTunus’a  da tavsiye ettiğimizi hatırlayıp geçelim.)

***

Biliyoruz malumlar içlerinden şöyle diyorlar:

Sen bize sünnet, icmâ’ ve kıyâs diyorsun amma, işin içine o üç delil girince 24 saatimizin bütün dakikaları dine göre harcanacak.

O zaman kendimizi cinci vezninde “dinci” imiş gibi hissediyoruz ve bizi kaşıntı basıyor. Çünkü lâikliğin kazanımlarını kaybedeceğimiz aklımıza geliyor.

Seni dinleyince, şöyle din dışı üç beş dakikamız bile kalmıyor! Sen bizi 4 delille kuşatıyor, sarıp sarmalıyor, şerîat’ın kassskatı kuralları içine hapsediyorsun. Nefes almamıza bile müsâade etmiyorsun.

Dine dört delil üzerinden tâbi’ olacak olursak, söz verdiğimiz yerlere bakacak yüzümüz de astarımız da kalmaz.

Sen “Herşey, sizi yaradan ve sonsuz nimetlere garkeden Allâh’ın irâdesine uygun olacak. Nankörlük yapmayacaksınız. Böyle olursa ebedî cennet, aksi hâlde ebedi ateş var, orada yanacaksınız” diyorsun!.

Bunlar bize çok ağır geliyor. Bundan kurtulmak için, en azından “Kur’an bize yeter” deme formülünü öğrendik ve bunu hayata geçirmenin peşine düşdük.

Öğrendik ki “Kur’an Müslümanlığı” deyû senelerdir ortalığı biribirine katan Kaşar-Maşar ve Haltettin-Maltettinlerin politikaları çok geçerli, kandırıcı, kurtarıcı ve susuturucuymuş.

Eh, bize Kur’an ve telfik yeter, fazla derine dalmamıza lüzum yok. O bizi insanlar nazarında kurtarıyor.

İslama senin dediğin gibi aşk ve muhabbetle sarılırsak, bütün dünyâ sırtını döner. Elâlem bize ne der?”

İşte onların içten içe söyledikleri budur. Bundan başka söyleyecekleri bir şey de olamaz.

***

Bağdad’da “Ben ne sünnî ne şiîyim, ben müslümanım” demek…

İstanbul’da şii-câferî mâteminde “sünnînin câferîye, câferînin sünnîye üstünlüğü yokdur” sözüyle yetinmeyip, taa Viyana’larda bile “Ne demek sünnîyim, ne demek şiiyim, yahu siz müslüman değil misiniz?” demek…

Bu sözlerden hareketle, birileri de çıkar şöyle derse ne olacak:

“Ne demek müslümanım, yahudiyim, hıristiyanım, budistim…!

Siz insan değil misiniz?

Vatandaş değil misiniz?

Aynı gezegenin içinde gezinip durmuyor musunuz?

Herkesin iki ayağı, iki kulağı, dalağı, ciğeri, gözü, ödü yok mu?

Hepimiz Âdem babamız ile Havva anamızın çocukları değil miyiz?

Nedir bu din-min tefrikası, ayrılığı gayrılığı?

Yaratılanı severiz yaradandan ötürü.”

Evet…

Bazılarının ağzından bu sözleri işitmeyeceğimize dair kim teminat verebilir?

Her şey ortada…

Görünüşte ne kadar AYDIN gözükürse gözüksün, şu sözü söylemesi için birisinin önünü açmak ne oluyor:

“Mü’min kadının, Hıristiyan erkekle evlenemeyeceğini söyleyen bir âyet, Batı’da sıkıntı doğurur. Bunu gidermek lâzım.” (23 Nisan 2000–Samanyolu TV).

“Bunu gidermek lâzım” ne demek?

Bu âyeti ortadan kaldırmak lâzım demek değil mi?

Bunu söyleyen kim?

Din adına hizmet(!) veren müessesenin başına getirilen kişi.

Peygamberimiz zamanındaki müşrikler Peygamberimiz’in vücudunu ortadan kaldırmak istiyorlardı. Bu zamandakiler de -görüldüğü gibi- Peygamberimiz’e indirilen kitabın hükmünü ortadan kaldırmak istiyorlar.

Hangisinin İslam düşmanlığı daha fazla?

Ben ölçemedim, hesabını siz yapın değerli okuyucular.

Gerçi böyle sözler ne kadar te’vil edilse ve ne kadar gizleme ve küllemeye yatırılsa da, milletin zihni böyle sözleri geri tepmekte ve bu sözler kabul görmemektedir.

Üstü kapatılmak istenen ve  i’tikâdımıza ters olan bu kabil sözler; ilmî değil indîdir.

14.5 asırdır yaşanan Allâh dînini yeni ve değişik bir kalıba dökme gayreti olarak görülmektedir.

Aslında bu kabil sözlerin yanlışlığını hatırlatmak, bize değil bizden önce dinî işleri yönetmekle vazifeli kimselerin başındakilere düşer(di).

Öyleyken, onların da aynı teraneleri çalması, hem samimiyet değil hem de bazı yerlere “İsabet buyurdunuz, en doğruyu, en iyiyi ve en güzeli söylediniz!” yollu müdâhene etiketi taşımaktadır.

Nasıl en doğruyu onlar söylerler ki!

En doğruyu söyleyen ve hiç yanılmayan, “ısmet sıfatı” sâhibi bütün nebîler ve Sevgili Peygamberimiz’dir.

Çünkü “O hevâdan/arzusuna göre konuşmuyor. Söylediği şey, bildirilen bir vahiyden başka bir şey değildir” (Necm: 3)

***

Bazı kimseleri önce “Peygamber gibi” görüp, sonra bunu bile az bulup “Allah’ın bütün sıfatlarına sahiptir” diyerek yeni bir ilâh edinmeye kalkışmak, Hazreti İsa’yı ilah kabul edenler gibi yeni bir şirk tezahürüdür.

Bu halin, birilerinin “Kâinat imamı” olduğuna inanıp, “Allah kâinatı Peygamberimiz’in hürmetine yarattı, kâinat imamı hürmetine de devam ettiriyor” demesinden ne farkı var?

***

Hayretlik değil mi?

İkinci binin müceddidi İmam-ı Rabbânî kuddise sirruh Hazretleri, zamanımızda hâlâ kerametini izhar ediyor.

Şöyle:

Mektûbât isimli değerli eserinde şöyle diyor:

“Nefs-i emmâre öyle büyük bir kâfirdir ki, peygamberlik versen ilahlık ister.”

İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin bu sözüyle, yukarıdaki “Allah’ın bütün sıfatlarına sahiptir” sözünü bir araya getirirseniz mesele anlaşılacaktır.

“Allah’ın bütün sıfatlarına sahiptir diyen kişi, Allah’ın bütün sıfatlarına kendisinin sahip olduğunu söylemiyor ki” demeye lüzum yok.

Ha kendisi için söylesin, ha başkası için söylesin farketmez.

Çünkü ikisi de şirktir. Nitekim hıristiyanlar ilahlığa kendileri sahip çıkmıyor, ama ulûhiyeti Hazreti İsa’ya mal ediyorlar.

B sebepten de Allah’a şirk koşup müşrik oluyorlar.

Peki, hıristiyan ve Yahudiler kâfir değil müşrik mi?

Evet, aynen öyle…

Elmalı Tefsiri’nin sahibi Muhammed Hamdi Yazır, bu her iki gurubun mânen ve gerçek müşrik olduklarını söylüyor.

***

Açık açık söylenen “Ben ne sünnî ne şiîyim, ben Müslümanım” sözüne rağmen, “Ne demek sünnîyim, ne demek şiiyim, yahu siz müslüman değil misiniz?” sözüne rağmen, “Kur’an’da ne sünnîlik var ne şiîlik var” sözüne rağmen, bazı kimseler hâlâ kırk dereden su getirerek bu sözleri tevil etmeye çalışıyorlar.

Her şey apaçık değil mi? İnsafı olan söylesin, bu sözlerde mezhepleri mühimsemek mi var mühimsememek mi var?

Efendim, yaşanan mezhep kavgası dursun için böyle söylenmişmiş.

Eh… Söylendi de hemen cip diye duruverdi değil mi?

Esasen ortada karşılıklı mezhep kavgası diye bir şey yok, şiîlerin tek taraflı olarak sünnîlere katliâm yapması var.

Zavallı sünnîler ise mezhep değil can derdindeler.

Eğer yukarıdaki sözler mezhep düşmanlığından ileri gelmese, bu sözlerin sahipleri, “Ne demek sünnîyim, ne demek şiiyim, yahu siz müslüman değil misiniz?” demez, “Kardeşim sünnî de şiî de müslüman değil mi?” derlerdi.

“Kur’an’da ne sünnîlik var ne şiîlik var” demez, “Sünnî de şiî de Kur’an’a sahip çıkıyor” derdi.

Bilmem anlatabildim mi?

 

(10/7/2015)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir