Ölüm Herkesi Öldürür; Hiç Kimse Ölümü Öldüremez!
11 Kasım 2018
Merhûm Üstâd ve “Ödül!”
21 Aralık 2018

RASÛL-İ RUSÜL ALEYHİSSELÂM’IN BEŞERLE MUKÂYESESİ MÜMKİN Mİ, VEYA O’NU TANIMAK…

Ahmed SELÂMÎ

 

1440 Hicrî yılımız içindeki Mevlid Kandilini idrâk ederken, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri’nin o akıl almaz ulviyyetdeki derecesini takdîr edemiyen insanlara rastlamak, bugün pek olağan hâle geldi!. Allâh Celle’nin “Ancak Rahmeten li’l-Âlemîn olarak irsâl buyurduğu” Kâinâtın Fahri, hiçbir beşerle, hele zamanımızdaki bir takım devlet erkânı ile suret-i kat’iyyede mukâyese edilemez, bu, nâmütenâhî bir sapma ve saptırma olur. Çünki O:

Allâh’ın HABÎBİ…

Rahmetelli’l-Âlemîn…

Rasûl-i Rusül…

Allâh’ın nûrundan yaratılan…

Nurundan da mâsivâ yaratılan…

Makâm-ı Mahmud’un (şefaat-ı uzmânın) verildiği…

Hakk Teâlâ’nın, ancak O’nu kendi iki sıfatı olan Raûf ve Rahîm sıfatlarıyla vasfetdiği…

Allâh, melekler ve mü’minlerin salât ü selâm getirdiği…

Ümmî olduğu halde, elinde 600 küsur sahîfelik en büyük Kitab’ı tutan tek Rasûl; ve öyle bir Kitâb ile müeyyed…

İns ü cinnin tamâmına yegâne ALLÂH ELÇİSİ, meb’ûs…

Kendisine itaat içün, bütün ümmetlerden MÎSAK alınan…

Kendisininden başka hiçbir peygamberin, Cebrâil Aleyhisselâm’ı hakîkî sûreti ile görmediği…

Kendisinden evvel hiçbir peygamber ve ümmetin cennete giremiyeceği…

Hevâdan bir tek kelime bile fem-i seâdetlerinden zuhûr etmemiş, her sözü vahy olan…

Soyu aslâ kesilmiyecek yegâne insan…

Hiçbir ins ve cinnin, kendisi ile boy ölçüşmesi muhâl olan…

Mü’minlere nefislerinden evlâ oluşuna Kur’an-ı Mübîn’in şehâdet etdiği…

Kendilerinden daha zekî bir ins ü cinnin yaratılmadığı…

Şihâb Mu’cizesi, mücerred kendisine (Risâlet-i Muhammediyye’ye) âid olan…

Kendi Nübüvvet-i Muhammediyyesinden daha bariz ve daha zâhir bir nübüvvet buluhmayan…

Kıyâmet Günü, abdest âsârından alınları, elleri ve ayaklarının  parlayışıyla tanınan ve bütün peygamberlerin kendi ümmeti olmasını arzu etdiği ümmet, sâdece kendisinin bulunan…

Kıyâmet’de, cemm-i ğafîr olan ümmetinin kesretiyle son derece şâd olacak yegâne Nebi-yi Rahmet Aleyhisselâm…

Kezâ ve kezâ!

Hâl böyle olunca, 4/5/2017 tarihinde  Soçi dönüşü CB, Başkan ve Başkumandan, AKP Şef-i Edîbi ve Umûmîsi; ve Raisu’l-Ümme Receb Tayyib Paşa’nın, havada yapdığı “havasal”  bir konuşmada, aşağıdaki sözleri sarfetdiğini ve kendisini Allâh Azze’nin HABÎBİ ile mukâyese etdiğini okuduk; ve fevkal’âde şaşırdık… Konuşmanın bir kısmı şöyle idi:

1) “Katılım programında (AKP’ye a’zâlık merâsiminde) yaptığım konuşmada da belirttiğim gibi, kucaklama ağının çok geniş olduğu bir yaklaşımı ortaya koymamız gerekiyor. Bununla birlikte şunu da açık ve net biçimde ifade etmeliyim ki, ‘Bu hareket bizi dışladı’ dedirtmeme konusunda elimizden geldiğince gayret edeceğiz. Tabii ki bunu yüzde 100 başarmak kolay değil. Bunu yüzde 100 başarabileceğimizi iddia edemem. Her yerde bunun örneğini veriyorum.”

Demokratik ve Vahyî Devlet Başkanlarının biribirleri ile mukâyesesi gibi; yani 3-5 hâneli bir sayı ile sonsuzun karşılaştırılması gibi aklın kabûl edemiyeceği bir teşbih, mukâyese, muhâkeme ve politik mâzeret üretme hâli, bundan sonra  şöyle başlıyor ve devâm ediyor:

“Peygamberimiz dahi, ki tüm insanlığa gelmiş bir peygamberdi, herkesi kucaklayamadı. Hakaretler yapıldı, saldırılar yapıldı. O dönemin insanları tarafından takdir edilmedi. Üstelik o, insanların kendisine Muhammedü’l-Emin dedikleri; hiç kimseye haksızlık yapmadığını bildikleri biriydi. Onu Medine’deki şehir devletine lider olarak seçtiler. Azınlıktaydı  kendisi. Yine de seçildi. Ama daha sonra yapılmadık şey bırakmadılar. Hizmetlerin en güzelini verdi, yine olmadı.”

Bu konuşmada, Allâh Azze’nin Rasûlü Cenâb-ı Peygamber Aleyhissalât ü Ve’s-selâm Efendimiz Hazretleri ile, zamanımızın ahvâli ve husûsan son “referandum” denen “halk oylaması”  veya “halkın oynatılması” netîcesi ele alınmakda; ve yapılan hatalar “laik demokratik cumhûrî” bir rejim mantığı ile bir iç tenkîde, kurbağacasıyla “öz eleşteriye” tâbi’ tutulmaktadır!

2) Demokratik bir “kucaklama” Allâh Rasûlü’ne tatbik edilemez. O, bundan münezzehdir. Demokratik sistemde, devletin tepesine çıkacaklar “Halka yalvarır ve onların irâde ve hâkimiyyetini” zikrederek ve oraya oturma usûlü ile kendine has bir “kucaklamanın” tatbikçisidirler. Halbuki Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm bunlardan münezzehdir, O’nun halkı “kucaklama” diye bir davâsı olmamış ve görülmemişdir. O, bunlardan sûret- i kat’iyyede münezzehdir. O, Allâh’ın elçisi olarak belli bir memleketdeki insanları değil, bütün ins ü cinni “Allâh’ın irâde ve hâkimiyyetini tanımaya” ve buna îmân etmiye çağırmışdır… O, bütün insanları  demokratik ma’nâda “kucaklamakla” vazîfelendirilmemiş; ins ü cinne Allâh Celle’nin (irâde ve hâkimiyyetini, emir ve yasaklarını, ölüm ötesi hayât ile oradaki mîzânı) TEBLİĞ ile muvazzaf kılınmış idi…

3) Onu Medine’deki şehir devletine lider olarak seçtiler. Azınlıktaydı  kendisi. Yine de seçildi.”

 Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm bu sözlerden de berî ve münezzehdir. Seçim denilen şey, hiçbir peygambere tatbik edilememiş, bunun tatbikatına da peygamberler târîhinde aslâ rastlanmamışdır… Onlar, Allâh Azze’nin doğrudan doğruya kendisinin seçib vazifelendirdiği ve halka gönderdiği; ve halkın da bilâ kayd ü şart itaatla ve inkıyâdla mükellef oldukları büyükler, mürşidler, reisler, başlar, nebîler, rasuller; ismet sıfatını hâiz günahsız, ısyansız ve muti’, en kâmil ve en mükemmel, “Gönderildiklerine vâhid-i kıyâsî” olan mübârek ve mukaddes ve mu’cize sâhibi insanlardır… Son Peygamber Aleyhisselâm ise, topyekûn ins ü cinne Allâh Elçisi olarak insâl buyurulmuşdur…

Son Peygamber Aleyhisselâm’ı da diğer peygamberler gibi hiç kimse, “Sandıklı ve kataküllili demokrasinin seçimini” hayâle verici bir “Halk veya vatandaş seçimiyle” seçmemişdir!. Bu, muhâl olduğu içün, böyle bir vâkıa da vukua gelmemişdir! Muhâlin vukuu zâten düşünülemez!. Her cins ve derecedeki ehil veya gayr-i ehil sıradan halka devlet idâresini onların seçimiyle tesbit ve ta’yîn etdirme işi, demokraside yani (idâre-i avamda) bir usûldür; Müslümanlık’da ise bu muhaldir. Peygamber Aleyhisselâm’ın demokratik usûlle seçilmesi içün, karşısında “alternatif” olacak en az bir rakîbinin olması lâzımdır ki, seçim olabilsin!. Rakibinin olması da muhaldir; çünki Allâh Celle’nin, İsmet sıfatını hâiz bir peygamberinin karşısına (seçim icâbı) diyerek, sıradan ve O Rasûle îmân ve itaatla mükellef bir rakib (!) çıkarmak da, takdir edilir ki pek gülünç ve pek de şeytânî bir hâl olsa gerekdir!.

4) “Azınlıkda iken yine de seçilmesi” deniyor ki, bu da bir tenâkuzdur!. Seçim, çoğunluğun (oy)unu alanı başa geçirmek içün yapılır!. Çoğunluğun istemediğini “seçimin kazananı ilân etmek” ise, akıl önünde ma’kûl kabûl edilemez!.. Vâkı’de “seçim” yapılmadığı halde, “O’nu lider olarak seçdiler, azınlıkdaydı yine de seçildi” demek, o ahvâli, azınlıkda olanın iş başına getirildiği tersden bir (demokrasi) gibi düşünmeye bâdî olur ki (!) mantîken bunun kabûlü kâvâid hârici görünüyor!. O takdirde ve bütün bunlara rağmen, demokrasinin mutlaka orada “revacda, mer’iyyetde, tedâvülde ve hayatda olduğu tasavvuru zihinlere verilmek isteniyorsa”, bu, çok zorlama ve tahrifkâr bir “Demokrasi” aşkı taşımakdır; ve bu, gözün, başka hiçbir hakîkat görememesi gibi ortaya öyle bir hâlet-i rûhiye vaz’eder ki, bu tasavvurât ve temenniyâtın alıcı bulabilmesi de cidden muhâl olur!.

5) Bazı vilâyetlerde iki parti (MHP-AKP) umûmî intihabda %85 re’y almışken, bu referandum kataküllumunda %50 civârında oy almışlardır!.. O zaman, aradaki bu %35 fark nereye kaçmışdır?. Eti kedi yedi ise, kedi gene aynı sıkletde; yemedi ise et nerede!?.

AKP son referandum kataküllumunda şeyden düşmüşe döndü ise de, çakdırmamak içün mimiklerine iyi sâhib çıkıvermişdi!!!

Halkın bu yüz çevirme ve rağbetsizliğini mağlûbiyyet göstermemek içün, Efendimiz Aleyhisselâm ile mukâyeseye cesâret etmek; ve İsmet, emânet, tebliğ, sıdk ve zekâvet sıfatları olan Allâh Rasûlü Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretleri’nin misâl olarak dile alınıb O’nun ile bir mukâyeseye cesâret ; ve “Ona neler yapıldı ise bana da yapıldı, O Peygamber olduğu hâlde muvaffak olamadı, ben peygamber değilken kaybetsem çok mu” dercesine,Herkesi kucaklayamadı. Hakaretler yapıldı, saldırılar yapıldı. O dönemin insanları tarafından takdir edilmedi.” gibilerde beyanlarda bulunmak, herhâlde kabûl edilemez…

Bu kabil beşerî kataküllumlardan münezzeh bulunduğu nazara alınınca, Peygamber Aleyhisselâm ile bir zâtın buradaki gibi bir mukâyese ve teşbîhi, aslâ yerine oturmayan bir hakikat olarak karşımıza çıkacakdır…

6) Bahis mevzuu konuşma şöyle devâm ediyor:

“Bunu ise 100’de 100 başarmak zor olduğundan, 100’de 100 başarılabileceğinin iddia edilemeyeceği…”

Halbuki Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm Efendimiz, yüzde yüz yapmak ile mükellef oldukları vazîfelerini, demokratik rejim ve şartlarından münezzeh bulunduklarından ve Allâh Celle’nin de Elçisi olduklarından, yüzde yüz ve tam olarak yapmışlardır… Halbuki sâir beşerin ve hele Müslümanlığın yasaklandığı sistemlerde yaşayanların islâmî mükellefiyet ve vazîfelerini tam olarak yerine getirmeleri nasıl mümkin olabilir? Çünki Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm’ın Demokratik bir sistem içindeki (Saltanat, saray, koltuk, makâm, şân-şöhret, mal-mülk, v.s.) gibi şeylerle alâkasının olabileceğini düşünmek dahî muhâliyyâtdan ma’duddur… Binâenaleyh, yapılmış olan mevcûd mukâyese ve teşbîh kat’iyyen yanlışdır…

7) Mâide Sûre-i Celîlesinini 3. Âyet-i kerîmesi bunu apaçık ortaya koymaktadır:

“…… bugün kâfirler dininizi SÖNDÜREBİLMEKDEN ümidlerini kesdiler; onlardan korkmayın, YALINIZ benden korkun! İşte BUGÜN SİZİN İÇÜN DİNİNİZİ  KEMÂLE YETİRDİM, ÜZERİNİZDEKİ Nİ’METİMİ TAMÂMA ERDİRDİM. VE SİZE DÎN OLARAK İSLÂM’A RIZÂ VERDİM.” (3-1546)

Binâenaleyh Rasûl-i Zîşan Aleyhisselâm, beşer nefsine âid bir sistem olan demokrasiyi değil, Allâh Celle’nin irâde ve hâkimiyyetine dayanan bir nizamın mübelliği ve ONUN TAMAMLAYICI RASÛLÜ idi… Dolayısı ile O, “Reklâm ve Propaganda, abartı, doğru eğri herşeyi söyliyerek binbir türlü katakülli ile yürütülen beşerî bir sistemin mensubu olmakdan münezzeh, mukaddes ve müberrâ”; vahye müstenid sübhânî bir sistemde, kendisine verilen vazifeyi yüzde yüz yerine getirmekle mükellef bir ALLÂH Rasûlü idi… Burada oy hesabı ile mücerred ekseriyyete dayanmak, Mutlak Hakîkati terk ve redd ma’nâsı taşıyacağından, aslâ ele ve dile alınamaz… Aksi halde bu, nizâmın kendi kendisini inkârı demek olur; ve burada en temel ESAS, Allâh Azze’ye tam itaat üzerinden vazîfenin tam yapılmış olmasıdır…

8) Cenâb-ı Peygamber-i Zîşân Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri nice âyât-ı beyyinât ile olduğu gibi bu âyet-i celîle ile de apaçık sâbitdir ki, daha ötesi muhâl olan en mükemmel şekilde vazîfesini ikmâl buyurmuşdur… Zaten aksi de aslâ düşünülemez, bu mümteni’dir… Bu i’tibarla Mürsili Cenâb-ı Hakk olan bir Rasûl’ün başına gelenler; ve O’nun, onlara bakışı ve onlar karşısında alacağı tavır ile, Lâyık demokrat ve cumhûriyetçi bir Başkan’ın hâdiselere bakışı ve alacağı tavrı mukâyese imkânı olamaz… Buna bâlâda işaret etdik.

Tefsir satırlarına dönecek olur da dikkatle anlamaya çalışırsak, beşerîlikle Rabbânîlik arasındaki sonsuz fark daha bâriz görülecek; ve mevzû’, çok daha iyi ve kat’î hatları iyi tebeyyün ve taayyün edecekdir:

“Size bütün îmân ve akâid ü ahlâk kâidelerini tansıs ve en mükemmel usûl-i teşri’ ve kavânîn-i ictihâdı ta’lîm etdim. Bundan sonra bu ahkâmın bu hıll ü hürmetin nesh olunması ihtimâli kalmadı……”

“…Velhâsıl sizi bir kuvvet-i azîme ve devlet-i hâkimeye mazhar edib tam ma’nâsıyla iyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn diyebilen bir hey’et-i ictimâiyye-i vahdâniyye hâline getirerek…… i’lâ-i kelimetullâh ve i’lân-ı hamdeden, alınları ak, gönülleri pâk mümtaz ve mübeccel bir Ümmet-i Mu…..d kıldım…. ve size dîn olmak üzere İslâm’ı beğendim, ona râzı oldum—ki indallâh dîn-i marzıy başkası değil ancak odur—ve işte ta’dâd olunan tahrimât, bu dîn-i ekmel ve bu ni’met-i tamme bu İslâm cümlesindendir.” (c.3, s.1568) “Binâenaleyh Müslümanlar bundan böyle başka teblîgâta muntazır olmıyarak ve bu hurmetlerin nesh olunabileceğini hatıra getirmiyerek bu dîn mu’cebince akidlerini îfâya ihtimâm ve niam-ı ilâhiyye ile mütena’im olmakda devam etmelidir.”

“Ashâb-ı âsâr demişlerdir ki bugünden sonra Hazret-i Peygamber Aleyhisselâm nihâyet 81 veya 82 gün kadar muammer oldu; ve ba’demâ AHKÂM-I ŞERÎAT’DE NE BİR ZİYÂDE NE BİR NESH, NE DE BİR TEBDÎL VÂKİ’ OLDU. BUNUNLA HAZRET-İ PEYGAMBER ALEYHİSSELÂM’A VAZÎFE-İ RİSÂLETİN HITÂMI VE BİNÂENALEYH VEFÂTININ TAKARRÜBÜ İHBÂR EDİLMİŞ BULUNUYORDU.” (c.3, s.1569)

Rasûlün, kendisine tahmil edilen vazîfelerini (tebliğ ve irşâdı) yapamaması veya yapmaması, Mürsil’inin (gönderen)in acziyetini gösterir ki, O da bundan münezzeh olub; O Mürsil, her hücre ve atomun ve her zerre ve kürenin aynı zamanda tenzîh ve tesbîh etdiğidir…

Peygamber-i Zîşân Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin hayâtına, bugünün “Başkanlık Sistemi”nde görülen eksikliklerin dengi veya benzeri imiş havası verilerek, onlardan havada (tayyarede) bahsedilmesi, cidden pek yersiz veya pek (havâî=havada) olmuşdur!.. Peygamberler Peygamberi Aleyhisselâm’ın vazîfe ve salâhiyleri, doğrudan doğruya Allâh Azze ve Celle tarafından verilir ve kendisi, mutlak olarak Rabbinin hıfz u emânında bulunurken; bu keyfiyeti, sâir insanların keyfiyeti gibi basit görmek, O’nu alel’âde insanların seviyesinde gibi telâkkîye müncer olabilr ki, Allah muhâfaza buyursun bunun da netîcesi, fevkal’âde hüsrâna bâdi olabilir…

 9) “O da, tüm insanlığa gelmiş bir peygamber olmasına rağmen, herkesi kucaklıyamamış!”

Derken, demokratik laik cumhurî ve beşerî bir rejimdeki “herkesi kucaklama” ne demekdir; ins ü cinne “vâhid-i kıyâsî”, kurbağacasıyla “ölçü birimi” olarak irsâl edilen Allâh Celle’nin Sevgilisi ve bâlâda zikredilen sıfât-ı Rasûl Aleyhisselâm’ın “Allâh irâdesine tevfîkan beşeriyyeti kucaklaması” ne demekdir?. Bu iki “kucaklama” arasında beşer irâdesi ile Allâh irâdesi arasındaki nâmütenâhî FARK kadar FARK vardır; ve bu noktadan bu ikisinin müşâbehet ve kıyâsı (mukâyesesi), gayr-i mümkin bile değil, mümteni’dir, muhaldir…

10) “Kendisine hakaretler yapılmış!”

Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin ta’bîriyle “Mekke Cumhûriyyetinde” evet… Ebu Cehil gibi “küfr-i inâdî” sâhibi insî şeyâtîn çok hakâretler yapdı. Fakat bu, Allâh Celle’nin SEVGİLİSİ’nin bütün hayâtına aslâ teşmîl edilemez… Bu, târîhan da aslâ vârid olmayan bir hâldir…

Medine Devri’nde değil arabdan, yehûd ve nasârâdan bile bir tek kişi “hakâret” etmemiş ve edememiş, târîhan sâbit olduğu gibi eden bir-iki kişi de, bu azîm günâhı hayatları ile ödemişlerdir!. Akâidimiz noktasından da “Allâh Azze’ye hakâret edenin tevbesi kabûl edilse” de; SEVGİLİSİ’ne bunu revâ görenin TEVBESİ DAHÎ KABÛL EDİLMİYOR…

Binâenaleyh, bir eksiksiz  yüzbinlerce sahâbînin Rasûl-i Zîşân Aleyhi Ekmeli’t-tehâya Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri’nin etrâfında nasıl (pervâne ve can pahasına zırh gibi oldukları)  bütün cihâna ma’lûmdur. Bu i’tibarla “hakaretin” Mekke devri dışında bahis mevzuu edilmesi düşünülemez… Bu hakîkatları, AKP’ci Yeni Şafak köşekeşlerinden ve Pensil Locafendisinin sâbık muhibbânı ve naylon fetvâcılarından Karamanlis  ve “Fetulla G. Fıkhı” diye kitâb yazarak onu dünya çapında bir nesne gibi gösteren “Faruk Beşer” gibi  adamlar bile inkâr edemezler…

11) “Saldırılar yapılmış!.”

Bu da Mekke Devri’ne âiddir, harb (CİHÂD) zamanları da hâric, kimsenin saldırısını hiç kimse duymamış, târih de yazmamışdır…

12) “O dönemin insanları tarafından takdîr edilmemiş!”

Bu da Mekke Devri içün söylenebilir… Fakat en umûmî ma’nâsıyla O NUR’a âid asır, Cihân Târîhinin en kıymetli ve aydınlık zamanıdır… Buna rağmen yehûd ve nasârâ dünyâsı, o zulmet ve karanlığın zifirinde can çekişmektedir…

Adı üzerinde: “ASR-I SEÂDET…”

Allâh Sevgilisi’nin diliyle “En hayırlı asır…” Sonra tâbiîn ve tebe-i tâbiîn devirleri… Takdir ediş” o derece yüksekdir ki, Cihân Târîhindeki (En Hayırlı zaman yani Seâdet asrı) bu asırdır… Bunun dışında muhâl…

Son asır içindeki zamana bakacak olursak, bu, ağıza alınmıyacak kadar binbir türlü ve galız sövüb-saymaların ve  hakâretlerin, Ankara’larda ve  havalarda hatta yüksek tepelerde uçuşduğu bir câhiliyye devri… Gözlerinin kör olmıyacağından korkmıyanlar, son bir asırlık devrin Gazete kolleksiyonlarına el atarlarsa, şu mübârek Anadolu toprakları kimleri başında taşımış, hayret, dehşet ve ibretle görebilirler!

13) “Üstelik O, bu hakaretleri, bu saldırıları ve bu takdirsizlikleri yapanlar tarafından “EMÎN” bilinmesine rağmen…”

Bu da, yukarıdaki ifâdelerin bütün o mukaddes hayâta teşmîl edilemiyeceği gibi, aslâ Medine Devri’ni de içine almış gibi gösterilemez, bu devir bunlardan münezzehdir…

14) “Üstelik O, hiç kimseye haksızlık yapmadığı halde…”

Bu ifâde içün de gene Mekke Devri bahis mevzuudur. Haksızlık yapmak kat’iyyen (haram) olduğundan hiçbir Peygamber gibi O da, bundan münezzehdir. Peygamberler dışındaki herhangi bir insan ve  cinnin (haksızlık yapmayan) bir mahlûk olduğu veya olacağı iddia edilemez. Hele Evliyâ, Ulemâ, Asfiyâ gibi “Allâh Dostları” dışında kalan demokratik dünyada, hiçbir kişinin (haksızlık yapmakdan) değil münezzeh olmaları; haksızlığın göbek taşı üzerinde hora tepmedikleri bile söylenilemez… Çünki Asr-ı Seâdet’den ne kadar uzaklaşılırsa, küfür, şirk, nifâk ve zulüm, o nisbetde ziyâdeleşmekde; ve insanlık, decâcilenin, cebâbirenin, zalemenin ve tâğûtların daha da çok ve şiddetle kucağına düşmektedir…

15) Ne kadar yazarsak yazalım, Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri bütün hakîkatı o muhalled Tefsîriyle şöylece telhîs buyurmuş, aklı muhtell olmıyan insanlara şöyle ders vermişdir:

“ …BAZI MÜTEFEKKİRLER, BÜYÜK POLİTİKA ADAMLARININ KENDİ KENDİLERİNİ MA’BÛD İ’LÂN ETMELERİ VEYA İNSANÜSTÜ BİR TAKIM KUVVETLERE SÂHİB GÖRÜNEREK KUVVET VE KUDRETE HAYRÂN HALK KİTLELERİNİ PEŞLERİNDEN SÜRÜKLEMİYE TEŞEBBÜS ETMELERİ GİBİ YALANCI BİR İDDİA VE UYDURMA BİR RÜTBE  OLDUĞUNU SÖYLEMEKDEN ÇEKİNMEZLER. BUNLARIN VARDIKLARI ŞU NETÎCE, SIRF KENDİ NEFİS VE İMKÂNLARINI ESAS TUTARAK YAPMIŞ OLDUKLARI YANLIŞ BİR MUKÂYESEDEN DOĞMAKTADIR…. POLİTİKACILARIN, İKTİDÂR MEVKİİNE GEÇDİKDEN SONRA, AYNI PRENSİPLERİ AYNI KANAATLERİNİ ASLÂ DEĞİŞTİRMEKSİZİN ONLARI CANLARI PAHASINA TATBİK ETDİKLERİNİ GÖRMEK İNSANLIĞA PEK NASÎB OLMAMIŞDIR…. İSLÂM’DA İSTİKÂMETİN İLK TE’MÎNÂTI TAKVÂDIR. ZÎRÂ KENDİ KENDİNE VEYA ALLÂH’DAN BAŞKA MA’BUDLARA (İLÂHLARA) TAPAN RUHLAR İÇÜN  İSTİKÂMET İMKÂNSIZDIR……….MEDENİYET İLERLEDİKÇE HAYÂT İHTİYAÇLARI ARTAR……. ÇOK KARIŞIK GİRİFT BİR HÂLE GELMİŞ OLAN İHTİYAC VE VAZİFELER KARŞISINDA, İNSAN ZEKÂSI KOLAYLIK ÇÂRELERİ ARAMAK MECBURİYYETİNDE KALINCA, HAKK İHMÂL EDİLİR. İRÂDELER ZA’FA UĞRAR. NİFAK, YALAN, HİLE, ALDATMA, İSTİBDÂD, TAHAKKÜM VE TENBELLİK GİBİ GAYR-I MEŞRÛ’ VASITALAR EN KISA YOL ZANNEDİLİR. HATTA MEVCUD BİLGİLERİN VE VE İMKÂNLARIN ÇOĞALMIŞ OLMASI BÖYLE BİR VEHMİN HUSÛLÜNÜ KOLAYLAŞTIRIR. BU VASIFDAKİ BİR MUHİT İÇERİSİNDE İSTİKÂMETİ MUHÂFAZA, HAYÂTI TERKETMEYE MUÂDİL ZORLUKLA KARŞILAŞIR. CEMİYET, BİRLİĞİNİ KAYBETMEYE, İNKIRÂZA YÜZ TUTMAYA BAŞLAMIŞDIR……. İNSANLARIN BÜTÜN FELÂKETLERİ, BÜTÜN HUZURSUZLUKLARI İSTİKÂMETSİZLİKDENDİR. RİYÂZİYECİLERİN TA’BÎRİ İLE, EN KISA YOL HATT-I MÜSTAKİMDİR. YANİ İSTİKÂMET YOLUDUR. YALAN, HİLE, İĞFÂL VE TEZVÎR YOLU DEĞİLDİR. İSLÂM DİNİ, İNSAN YARADILIŞ VE VE MENFAATININ ESASI OLAN VİCDÂN İSTİKÂMETİNİ GELİŞTİRİR VE BUNUN İCRÂ VE TATBİK ŞEKİLLERİNİ GÖSTERİR. BUNDAN DOLAYI İSLÂM DÎNİNİN BÜTÜN HÜKÜMLERİ (SIRÂT-I MÜSTAKÎM-DOĞRU YOL)UN PLANLARINI VE UMÛMÎ HATLARINI İHTİVÂ EDER; VE BUNLARIN HEPSİNİ CENÂB-I HAKK’IN BİRLİĞİNE, SAF VE SAMÎMÎ BİR  D İ Y Â NE T’İN TE’MÎNÂTINA TEVDİ’ EYLER.”  (Elmalılı Tefsîri, Tab’-ı evvel, c.5, s.X-XIII, mukaddime kısmından.)

16) Bugün Dünyânın rezâlet ve ahvâline bakılacak olursa, bunun, Mekke Devri CÂHİLİYYESİNDEN zerre kadar farkının olmadığı, hatta ondan bin beter berbât bir noktada bulunduğu, ehl-i îmân, ehl-i vicdân ve ehl-i insâfın gözünden kaçamaz…

En büyük zulüm olan ŞİRK bütün dünyâyı sarmış, ne yazık ki bu yangının alevlerini görecek Âdemoğlu ise, a’mâ olarak bakdığı arzda, ne alev ve ne de yangın görmektedir!..

Görülen sâdece, BÂTIL BATININ rejim ve sistem dediği ve allayıb pullayarak “altın kadehlerden” insanlara içirdiği, öldürmeyen ve fakat süründüren; işkenceci bir iblis ZULÜM ve FİTNESİDİR…

Biri ilâhî vahye dayanan, ötekisi beşerî nefse müstenid ve buna binâen de taban tabana zıt 2 sistemde BAŞKAN olanların, biribirleriyle mukâyesesi, ne mümkindir ve ne de câiz olabilir!.

Teşbih,  fevkal’âde hatalı; ve mukâse de, üç-beş hâneli sayı ile sonsuzun mukâyesesine benzemişdir!

İntişârı: 20.11.2018 / 19:22:51 (tt)

4 Comments

  1. Besmele dedi ki:

    Resmen günümüzü haber veren Merhûm Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsiri darulharpteki bu karanlık yolculuğumuzda bize ışık tutarak yol gösteriyor…

    Cenâb-i Hakk şefaatine nâil eylesin…

  2. Akıncı dedi ki:

    Uzun zamandır yazılarınızı hayranlıkla takip ediyorum. Merhum Üstad’ın kalemi sanki sizin elinizde yazmaya devam ediyor gibi görüyorum. Sayenizde fikir dünyamda çok şey değişti. Sizi yüz yüze tanımayı isterdim. Allah sizden razı olsun. İnşallah daha çok istifade ederim.

amir için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir