“Yerli Ve Millî” Olma Mefhûm Ve Mevhûmu!
12 Ocak 2018
Cinsiyeti Cibilliyeti Belli Olanlarla Mı Mutâbakât?.
18 Nisan 2018

GÜNCELLEMECİLERE:

“EZMÂNIN TEGAYYÜRÜ…” LÂYIK DEVLETİN DEĞİL, İSLÂMİYYET’İN MEVZUUDUR!

Ahmed SELÂMÎ

 

Hılâfet-i İslâmiyye Lozan’da harac-mezat satıldıkdan sonra, Dîn-i Celîl-i İslâm sâhibsiz bir arsa gibi kaldı; ve bu arsa üzerinde önüne gelen futbol oynamak içün temrînât yapmaya, koşmaya, zıplamaya ve tepinmeye kadar her şeyi mubah görüb icrâ ve irtikâb etmiye başladı. Kimisi de, devlet kuvvetini arkasına alarak, sanki MÜSLÜMANLIK tapulu malı imiş gibi ona “Tegayyür ve tebeddül” urbaları biçib, kafasından bir takım tasarılar geçirmiye mübâşeret etdi!. Allâh Azze’nin Dîni’ni (beğenmeyib) onu kendi keyiflerine göre kalıba ve şekle sokmak istiyenler, 200 senedir gitdikçe daha yüksek sesle bunları dillendirmeye başladılar ki, vardıkları netîce, sâdece bir takım câhillerin zihinlerini bulandırarak onları İslâmiyyet’e düşman mülhidler hâline getirmek olmuş, bunun dışında hiçbir işe yaramamışdır. İki-üç asırdır da, bu İslâm’ı beğenmez beşerî tanrı ve tanrıçalara, gene iki-üç asırdır bilhassa Ehl-i Sünnet Osmanlı uleması gereken aklî ve naklî cevabları tokat gibi aşketmiş ve onları pek güzel benzetmişdir…

Mecelle’nin kavâid-i külliyesinden 39. maddesi olan “Ezmânın tegayyürü (tebeddülü) ile ahkâmın tebeddülü” mes’elesi, bir kere “Dâr-ı İslâm’ın” mes’elesi ve mevzuudur. “Lâyık Dem.okratik Cum.okrasi” dini gibi şeylerin, böyle islâmî bir kânûn ve kâideye dayanarak İslâmiyyet’e mühendislik yapmaya kalkışması aslâ mümkin değildir, buna aslâ meşrû’ imiş gibi bakılamaz… Böyle Şerîat-ı Garrâ’nın hükümfermâ olmadığı bir dâr, dayanacağı bütün kânûn ve kâideleri, parlamanterleri ile ve Haçlı Avrupa’dan müdevver kendi kânunlarına tevfîkan teşri’ eylemek mecbûriyyetindedir. Meselâ T.C. anayasası  bunu, apaçık cihâna beyân etmişdir. Anayasalarına göre DİB, “Din hizmetlerini anayasanın LÂYIKLIK ilkesi doğrultusunda yürütmekle” muvazzafdır!. Halbuki İslâmiyyet’in lâyıklik ilkesi doğrultusunda yürütülmesi kat’iyyen MUHALDİR… O halde burada “Lâyıklık ilkesi doğrultusunda yürüyecek ve yürütülecek olan” devletin dînidir; Allâh ve Rasûlü’nün dîni olamaz… 27 senelik CHP diktatoryası (şefokrasisi) zamanında nice kitablar ve beyanlarla ortaya konulmuş ve vesîkaya kavuşmuş bir hakîkât, şöyle ifâde edilmişdir:

 “TÜRKÜN DÎNİ KAMALİZMDİR!”

Kamal Paşa’ya da “Türkün Peygamberi” diyen ne kadar vesîka ve beyânât vardır. İnsanlar, İslâmiyyet’in dışına çıkdıkları zaman, elbetde beşerî dînler ve beşerî tanrı ve peygamberler îcâd etmeden durmıyacaklardır. Târîh, bunun nice misâlleri ile lebâleb dolu bulunuyor. Dinler, beşer menşe’li olunca da, durmadan tanrı ve “peygamberini” değiştirecek; ve bunların sıfât, esmâ’ ve ef’âli de durmadan “güncellenecek, parsellenecek, tegayyür ve tebeddül” edib duracakdır… Bu ma’nâda  beşerî dinler yani “Lâyık, dem.okratik ve cum.okrasi” gibi religionlar, durmadan “Ezmânın tegayyürü veya tebeddülü, v.s.”  diyerek, hüküm ve kânunlarını zırt pırt değiştirirler. Bu, onlar içün son derece tabiîdir. Çünki onlarda dinin menşei, ya beşerîdir; veya beşerîlik bulaşarak tahrîf olduğundan, (Mutlak Hakk ve DOĞRU olanı ortaya koyabilmeleri) MUHALDİR… Fakat, Allâh Azze’nin Mutlak Hakk ve doğru olan dîni İslâmiyyet’de, böyle zırt pırt güncelleme, mecelleme, ecelleme ve becerleme kabilinden oyuncak oynamalar düşünülemez… Bunun, pek ince, hikmetli ve ihtisâs istiyen cihetleri vardır ki, ileride bunu, bu işlerin mütehassıslarından Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sebri Efendi ve Elmalılı Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazerâtı gibi Osmanlı ta’lîm-terbiyesi almış mu’teber zevât-ı kirâmın satırları ile beyân edeceğiz inşâAllâh…

Beşeri dinlerle Allâh Dini arasındaki nâmütenâhî farkı nazara almadan, “Ezmânın tegayyürü (tebeddülü) ile ahkâmın tebeddülü veya tegayyürü” mes’elesini bir oraya bir buraya tatbik etmek; veya oraya buraya sıvamak veya sıvaştırmak, ciddî ve ilmî bir iş olmanın da nâmütenâhî uzağındadır… Yani bu iş, beşerî dinlerde çocuk oyuncağı gibi zırt pırt durmadan değiştirilen pek basit bir keyfiyet olsa da, Allâh Azze’nin mutlak dîni olan İslâmiyyet’de, böyle çocuk oyuncağı olmanın kat’iyyen dışındadır… Beşerî dînin 1981 anayasasını yapdırıb-yazdıran Evren nâm put, “Anayasamı DELDİRTMEM” diye nice palavralar sıkmış ve ortalığı tehdîd etmiş olsa da, bu sözlerinin üzerinden daha 10-15 yıl geçer geçmez, bu anayasa zarı, Çiller nâm mason kızına kadar, Ecevitler, sonraki hükûmetler v.s.ler ile öyle bir delindi ve delik-deşik edildi ki, mahlûk, 37 senedir kevgire (kalbura) döndü!. Yani “güncellendikçe” anayasa olmakdan çıkıb kevgiryasa oyuncağına inkilâp etdi!

Beşerî dinler, Hakk ve Doğru olma imkânından mutlak olarak mahrûm bulunduklarından aslâ SÜBHÂNÎ olamaz; ve kemâl sıfatlar değil, mutlaka noksan sıfat taşırlar ki, onlar içün bu,  zarûrî bir netîcedir. Halbuki Allâh Azze ve Celle’nin Dînindeki kânun ve nizâmlar, Kâinât’daki kevnî Şerîat kânunları gibi mutlak ve onlarla da tam bir âheng ve irtibât içindedir. Çünki ikisinin de vâzıı, aynı YARATICI yani Allâh Azze ve Celle’dir… Aralarında zerre miskâl mübâyenet ve mütenâkıziyyet yokdur ve düşünülemez… Bu i’tibarla beşerî dinler, mâsivâdaki (tabiatdaki) kânunlara ters ve zıd olduklarından, cihânın nizâmına da mübâyindir ve Allâh Azze’ye karşı bir nevi anarşi ve terör menşei teşkîl ederler…  Elmalılı Merhûm bunu şöyle de formülize buyurmuşdur:

“İmtiyâz-ı Rubûbiyyet sınıf-ı ruhbandan PARLÖMANLARA GEÇMİŞDİR!”

Demek oluyor ki, SÜBHÂNÎ olan mutlak DÎN yoksa, orada Rubûbiyyet ve hatta Ulûhiyyet, mutlaka insanlara geçecek; ve onların veya onların gösterdiklerinin tanrılığına tapınan bir insan kitlesi mutlaka peydahlanacakdır… Bu tanrılık, ya yüzlerce parlöman tarafından; veya, BAŞKAN denilen ferd-i vâhid eliyle de temsîl edilebilecekdir!..

Demek istiyoruz ki, “Ezmânın tegayyürü (tebeddülü) ile ahkâmın tegayyürü” mes’elesi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adlî’de islâmî bir kâide-i külliye olarak İslâm’ı bağlar ve ona mahsûsdur; ve mücerred onu temsîl eder ki, Kitâb, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet ile idâre edilen bir dârda (Darü’l-ikrâh=Dârü’r-ridde, v.s. olmıyan) bir dârda; ve kat’iyyen ehli ve mütehassısı olan fakihlerin eliyle işletilir… Bunun hâricindekilerin, bu küllî kâideyi İslâm’a tatbik etmeleri, “Sünnetçiyim, elim iyi ustura tutar!” diyen bir berberin, timsah kalbini insana nakli kabilinden bir manzaraya müsâvîdir!.. Daha timsah kalbinin 3, insan kalbinin 4 gözlü oldğunu bile bilemiyecek kadar nâehil ve işin sonsuz derece uzağındaki bir adamın şu hâlini tasvib edenler de, “güncelleme” usturasıyla işe başlarlarsa, korkarım, şaşırıb kendi kendilerine   timsahdan kalb nakli yapabilirler!!!

Hâdiseye bir başka zâviyeden de bakılacak olursa, yapılacak “Güncelleme” veya tecdîd veya sâbık DİB başlarından Y.rdakoğlu’nun bizzat kendi diliyle (!) i’tirâf etdiği vechile “Revizyonistlik”, meşrû’ olmak içün, ya Kitâb, Sünnet ve İcmâ’a ters olmamak mecbûriyetinde bulunacak veya tersi olacak yani o üç delîle mübâyin olacakdır…

O üç delîle mutâbık olması içün, Kitab, Sünnet ve İcmâ’ın o dârda (o ülkede) tatbik edilir olması evleviyyetle şartdır. Çünki “güncellemeye” yani ictihâd veya istinbâta ihtiyâc, İslâm’ın o 3 delîlinin tatbik edildiği yerde ancak belli olur ve görülür. İstisnâsız bütün devlet ve hükûmet sistem ve kânunlarının, haçlı Avrupa’dan muktebes olduğu veya beşer nefsine dayandığı bir yerde (dârda-ülkede), Kitab, Sünnet ve İcmâın tatbîkinden bahsedilemiyeceğine göre, siz nerede ve nasıl ictihadla hangi noktaya ve hangi mes’eleye, varlığı muhâl hangi ehil fakîhinizle (!) Allâh Azze’nin MURÂDINI yerleştireceksiniz?.. Bu, ne kadar sakîl ve sakîm; ve akıl, mantık, vicdân, ciddiyet, muhâkeme dışı bir acziyet üstü acziyet manzarasıdır!.. Bu ne kadar “Çılgın bir projedir!”

İkinci sıkka geçelim: Buna göre “Güncelleme” adı altında yeni yapılacak ictihadlar (Aslında teşehhî yani nefsî bozgunculuklar), Kitâb, Sünnet ve İcmâa TERS ve mübâyin olacakdır dedik… Bu takdirde ise siz, dînî olmıyan kânun ve kâideleri, DÎN diyerek halka dayatmış, yedirmiş ve yutdurmuş olmıyacak mısınız?

Dolayısıyla iki hâlde de böyle beşerî ve “Lâyık-demb.kratik ve cumb.krasi”den ibâret bir vasatda, Sübhânî İslâm dînine el atmanın imkânsızlığı da ne demek, bu muhaldir… Haddi aşmanın en sunturlu şeklidir…  Dînî ictihadlara daha “vaz’-ı beşerî” deyib, onlardan 15 asırlık “vaz’-ı ilâhî” olma vasf-ı mümeyyizini kaldıran adam ve madam tâifelerinin dîne bakışları, aslâ müslümanca olamaz, bu, kat’iyyen oryantalist çömezi olarak bir bakışdır…

Binâenaleyh, Mecelle’deki maddeler,  hiçbir dînin değil, ancak ve ancak Müslümanlık denen mutlak ve ALLÂH Celle tarafından tamamlanmış (ikmâl edilmiş) dînin mes’elesidir; ve ancak onu alâkadâr eder… Ateist bir rejimin, vahye müstenid bir DÎN üzerinde operasyon yapmıya kalkışmasını, hiçbir sebeb, meşrû’, ciddî, ilmî, aklî, vicdânî, insânî ve hukûkî gösteremez… Bunun tek hedefi vardır ki o da, o dîni, rejimin önünde eğilen ona köle ve oyuncak olan bir kalıba çekmekdir…

Göstermelik de olsa, 1928’e kadar anayasasında “Devletin dîni, Din-i İslâm’dır” ibâresi bulunan bir yapı, bu târihde o ibâreyi kaldırmış ve 1937’de de “Devlet Lâyıkdır” diye anayasasına ateistliği çakmışsa, böyle bir sistemin “Müslümanlığın” herhangi en küçük ve fer’î bir noktasına bile müdâhale etme hakk ve salâhiyyeti olamaz… Nerde kaldı ki, o dînin en birinci ve en baş mes’elesine, saldırırcasına müdâhale etsin!. Bir devletin anayasasında o devlet kurulurken “Devletin dîni şudur” diye yazmaması ile; anayasasında 8 sene “Devletin Dîni Şudur” diye yazması ve sonra da bunun KALDIRILMASI aynı şey değildir, olamaz… Bir insanın başdan beri ateist olması ile, müslüman iken sonra bu dinden çıkması ve ateist olması veya başka dîne girmesi nasıl aynı şey değilse, buradaki fark da, çok daha şiddetli olarak odur… Böyle bir manzaraya, cihan devletler târihinde başka hiçbir yerde rastlanamaz. Bunlar apaçık meydanda iken, İslâmiyyet’e bir asra yakındır rejimin tam bir hâkimiyyetle müdâhalesi, pek korkunç derecede bir hukuksuzluk ve keyfîlik, dînin tepesinde tam bir despotizm (tazyik) estirmekdir. Hatta buna “terör” bile diyenler çıkabilir!..

İslâmiyyet’i beğenmeyib, onu “güncelleme” masasına yatırarak operasyona (ameliyyâta) tâbi’ tutacak olanlar, böyle zorlama ve uçuk işlere el atmayıb, kendi “Lâyık-demb.krat ve cumb.krasi” dinlerinde istedikleri zaman istedikleri kadar “Güncelleme=değiştirme, tebeddül, tegayyür, ekleme, çıkarma, oynama ve oynatma” yapabilir ve yapıyorlar da… 1909’dan, hele 1923’den beri bu ülkede “inkılâb” adı altında yapılanlar, “güncellemenin” bin kat fevkinde İslâmiyyet’e YASAKLAR getirmiş ve onu, ana temelleri ve asliyetinden çıkarmışken; artık bu dînin “güncelleme” yapılacak eti budu değil, kemikleri ve kadavrası bile kalmamışdır!. “Güncelleme” ihtiyâcı hadd safhaya çıkmış olanlar varsa, onlar, kendi beşerî dinlerinde “güncelleme” yapmaya can atabilirler!. Hem, bu noktada parmak sayısı geçdiğinden, hiç de sıkıntıya düşmezler!. Ancak İslâmiyet, parmak sayısıyla yürütülecek bir oyuncak olamaz!. Bu dîn tamamlanmışdır ki, bu âyetle sâbit olub onu değiştirecek hiçbir  kuvvet yokdur ve bu düşünülemez!.

İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûk-i Serhendî Kaddesallâhu Sırrahu’l-Âli Hazretleri zamanında Ekber ŞAH denen bir adam da, birkaç dîni, tahin-pekmez gibi biribirine bulayıb telbîs ederek bir dîn îcâd etmek istemiş idi ise de, bunu oğlu bile beğenmemiş, babasının yeni dînini palyaço gibi görüb reddetmişdir!. Târih-i beşer, nice uydurma tanrı ve uydurma peygamberler ve kâzib devlet ve hükûmet adamları ve kavuklu-sarıklı bel’amlarla doludur… Bunların hiçbiri, gülünç ve mübtezel olmakdan kurtulamamışdır…

Bu dîn, kendi kânun ve kâidelerini, ictihad, istinbât, istihrâc ve küllî ahkâmını, 15 asırdır gene kendi hâkimiyyeti içinde ve kendisine îmân etmiş PEYGAMBERİ ve müctehid-fukahâsı eliyle halletmişdir. Bu dinin dışındaki herhangi bir rejimin, bu dine herhangi bir adam veya madam takımıyla müdâhalesi; bu dini değiştirmek üzere gene bu dinin bir küllî kâidesini bahâne ederek ona el ve pençe atması nâmütenâhî bir cür’etdir; din ve vicdanları ayaklar altına almak, dîne en acımasız ve tepeden operasyon çekmekdir… Bunu hakîkî bir müslümanın kabûl etmesi de, kat’iyyen muhaldir…

Beşerî dinlerden “Lâyık-dem.okratik ve cum.okrasi” dininin bile anayasalarında, “Değiştirilmesi teklîf dahî edilemez” gibi maddeler yer alırken, o hangi vicdân, ahlâk, akıl ve mantık işletilişidir ki, “güncelleme” diyerek, Allâh Azze’nin irâdesini değiştirmiye kalksın!. “Güncelleme” gibi bir ihtiyâc, şiddetle kendini gösteriyorsa, her beşerî din, kendi sâlikleri eliyle keyfinin çekdiği gibi ve istediği zaman kendisini değiştirib, “tegayyür ve tebeddül” âvâzeleriyle kendi sâhasında at koşturabilir!.. Ancak hiçbir din, başkasının dînine, mülküne, sâhasına, el atıb orada değişiklik ve tasarrufda bulunmıya kalkışamaz. Aksi halde bu, bu dinin 15 asırlık varlığına nâmütenâhî TECÂVÜZ, TASALLUT VE SÛ-İ KASD ma’nâsına gelir…

Müslümanları sâhibsiz görenler, memleketlerindeki yahûdiyyet ve ortadoksluğa da “güncelleme” adı altında bir operasyon çekmeyi akıllarından bile geçiremiyorlarsa, beri tarafa yüklenmekde acebâ neden beis görmezler!? Lozan andlaşması mu’cebince “Anadolu’muzdan İslâmiyyet’in kaldırılması” hedefine yürümek, bu millete ve onun târîhine İngiliz kafasıyla saldırmak demekdir… Anadolumuz’un, dışdan dört tarafıyla ve içden nice parti pırtı çekişmeleriyle sarıldığı son derece hassas ve tehlikeli bir devirde, bu kabil projelerle millet-i İslâmiyye’yi (Toprak altındaki milyarları da dâhil), kalbinden hançerlemek mesâbesindeki cür’etkârlıklar, mütecâsirlerine, iki cihanda da pek elîm netîcelerle çok pahalıya mâl olacakdır. Pensilvanya iblisinin Allâh Azze ve Celle’nin dîni ile ne derece alçakça oynadığı ve onu palyaçoya çevirme sû-i kasd ve alçaklıkları, herkese ibretlik bir hüccet olmalı değil midir?

Mecelle’nin 39. maddesini istismâr ederek ve maksadı aşarak; ve dîni, dînin silâhıyla vurmak kabilinden bir taktikle Müslümanlığa bunu tatbik gibi bir akılalmazlık, cidden ürkütücüdür… Ve bu yollarla ortalığa korku ve dehşet salanlar, bu maddeyi bahâne ederek kendi (rejim dinleri) dışındaki bir dine operasyon çekmiye kalkarlarsa, buna, Mecelle’nin bervechi âtî zikredeceğimiz maddelerini de, biz onların gözüne sokar; “Kur’an namaza yaklaşmayın!” diyor diyen bektâşî gibi, “Abes ve muhâliyyât ile uğraşıb kendinizi Allâh indinde ebediyyen perişân etmeyin!” deriz:

“Madde 15—Alâ hılâfi’l-kıyâs, sâbit olan şey, sâire mekîsü’n-aleyh olmaz.”

Kitâb, Sünnet ve İcmâın tatbik edilmediği bir dârda (yerde), ictihâda nâehil adam ve madamdan başkasının bulunamıyacağı bedâhaten ortadadır.“Lâyık, cum.okratik ve dem.okratik” akıl ve muhâkemeleri ile ruh ve zihinleri şirkâlûd olanların, vaz’-ı ilâhî olan ictihadlar yapmaya nâmütenâhi uzaklıkları, İslâmiyyet’de zerre miskâl bir noktada bile temel alınamaz, mu’teber addedilemez… Bunların, üç delîlin tatbikat görmediği yerde “mekîsü’n-aleyh” olacak bir tek kıyasları, usûl kânunları ve delilleri bile yokdur, olamaz, bu muhaldir…

“Madde 16—İctihâd ile ictihâd nakz olunamaz.”

Dışardan gazel okumak veya CB sözcüsü Kalın birâderin 2 gün evvel de, tv’lere çıkıb hâriçden saz çalıb türküler okuması kabilinden, müctehidliğe zerre miskâl âidiyyeti olmıyanların da İslâm üzerinde tasarruflarını düşünmek, bu dîne yapılacak en büyük sû-i kasd olacakdır. Bir kasaba berberinin, dünya çapındaki bir kalb uzmanı hekimin usûlünü ve yapdığını “NAKZ” etmesi; ve “Ben de yaparım” havasına girmesi gibi bir keyfiyet, en basit bir müslüman tarafından bile zerrece kabûl edilebilir mi?. İmâm-ı A’zâm ve İmam Şâfii gibi cihan çapındaki allâmelerin hangi ictihadları hangi “İslâm HÜKÛMETİNDE” eksikliğini ortaya koymuşdur ki, bugün de, öyle bir İslâm Hükûmeti ve orada halle muhtâc bir mes’ele ve ictihâda ihtiyâc VAR OLMUŞ olsun!.. Olsa bile o müctehid hazerâtının ictihadlarını “NAKZETMEDEN”  ictihad yapacak bir tek erkek, hatta yarım bir adam veya erkekleşmiş çeyrek bir MADAM hani imiş!? Hangi sivri akıllı, İslâmdışı, LÂYIK, kayık ve gayr-i ayık bir kişi, dem.okratik ve cum.okratik bir sisteme islâmî ictihadla YAMA yapacak; ve bu da, “Vahye müstenid ve Dinde mu’teber!” olacak!!! Buna kargalar değil, kurbağalar bile gülmez mi?. Zürâfa başlı, tilki kuyruklu, fil hortumlu, geyik boynuzlu bir ucûbenin adı henüz bilinemediğine göre; beyân edilen bütün ahkâmıyla lâyık yani İslâmdışı ve dâr-ı islâm olmıya nâmütenâhî uzak bir rejimde de, “islâmî ictihâd” diye ortaya çıkacak ucûbenin esâmîsi, henüz keşfedilememişdir!..

“Madde 50—Asıl sâkıt oldukda, fer’ dahî sâkıt olur.”

Durmadan sünnîliğe hücûm edenler, lâyıklık ve beşerî sistemlerin misyonerliğini yapanlar, tv’lere çıkıb 40’ından sonra SAZ ÇALIB türkü okuyan sözcüler, 2013’e kadar Feto iblisinin faaliyyet çemberi içinde olan pırasasör ünvanlı sarıklı politikacılar, “Mezarında Hanefîlik’in” işine yaramıyacağını söyliyen ulemâ düşmanı vezir vüzerâ ve rezil rüesâ kabilinden adam ve madam takımları, Kitab, Sünnet ve İcmâ’ın “SÂKIT” olduğu yerde, İSLÂMΠİCTİHAD yapıb onu yaşatacaklar ha?. İçinden buna son derece sevinse bile, Papa bile İslâmiyyet’in buna aslâ cevâz vermiyeceğini Fettoş İblisi kadar biliyordur!

“Madde 52—Bir şey bâtıl oldukda, anın zımnındaki şey dahî bâtıl olur.”

Haçlıdan müdevver “bâtıl” bir sistemin “zımnındaki” islâmî ictihadlar da kat’iyyen bâtıldır; bunlar sûret-i kat’iyyede ictihâd değil, TEŞEHHÎDİR!. Midesi kaldıran yer ve içer!. Biz ise midemiz kabaracağından, lavaboya kadar ancak yetişebiliriz!.

“Madde 63—Mütecezzî olmıyan bir şeyin, ba’zısını zikretmek küllünü zikir gibidir.”

“Lâyık dem.okratik cum.okrasi”, değiştirilmesi teklîf dahî edilemiyecek kadar “mütecezzî” olmıyan, bölünemiyen bir bütündür; onun ma’rifetiyle yapılacak islâmî ictihadlar (daha doğrusu teşehhîler) de, DOLAYISIYLA adı geçen bütünün (küllün) “zikri gibidir”; o rejimin ta kendisidir; onu temsîl eder; ona âidiyyet ortaya koyar; islâmî olmaya nâmütenâhî uzakdır!

“Madde 95—Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır.”

Nefis ve ateist sistemi olan bir rejimin, “güncelleme” maskesi altında başkasının VAHİY sisteminde “ictihadla” daha doğrusu “teşehhî” ile yürümesi, “Gayrın mülkünde (dîninde) tasarrufla emr etmekdir ki, bâtılın ta kendisidir!!!..” Bu, müslümanlara: “Artık dîninizi ben ta’yin ederim, ben şekillendirir ve önünüze koyaram!” demesidir ki, “bâtıldır” ve aslâ kabûl de edilemez… Rubûbiyyet i’lânı demekdir. Zaten Elmalılı Merhûm’un buyurduğu gibi ve bâlâda zikretdiğimiz üzere “İmtiyâz-ı Rubûbiyyet, sınıf-ı ruhbandan parlamanlara geçmişdir!”

Mecellede, daha nice madde vardır ki, muârızlarımızın da’vâsının butlanını âmirdir; biz bu kadarla iktifâ etmeyi şimdilik kâfî gördük!..

Mecelle’nin 39. Maddesine mal bulmuş mağribî gibi atlıyanlar, İslâm’ın ancak kendisinin kullanabileceği küllî bir kâideyi, İslâm’a karşı kullanarak, onu, kendi silâhıyla dize getirmenin, yakışıksız ve pek abuk ve kasd-ı mahsusla veya en hafif ta’bîrle dînî ma’lûmât-ı evveliyyeden bile mahrûm olarak bu işlerin peşine düşmüşlerdir…

Yazık!

Yeni ictihadlar yapmak (!) ihtiyâcı ile kıvrananlar varsa, bunların, ancak kendi sistemlerinde ve  kendi rejimlerinde ictihad (güncelleme) yapmıya hakkı olabilir! Vicdânında ve mayasında zerre kadar insanlıkdan nasib taşıyanlar, puthâne, fâizhâne, meyhâne, k..hâne ve kumarhânelerle, ya’ni bu beş çukurla alâkalı kânunları ıslâh edib, KADIN eti ve ırzı SATIŞINA kadar binbir rezillik ve yüzkarası iğrençliklerle uğraşmalıdır… “Kadınlar Günü” gibi maskeler takan Allâh’sız ve İslâmiyyet’in 15 asırdır en büyük azılı düşmanı ve 15 temmuz haçlı seferinin ana karargâhı haçlı-yahudi cebhesinin kuyruğuna takılıb “yerli ve millî” olma yâveleri ve aldatmacalarına sarılmalar, aklı başında olanların nefret etdiği hususların başında gelecekdir…

Belâyı umûmîleştiren şu 5 husûsun: 1) İfsâd-ı akîdenin, 2) İlân-ı münkerin, 3) İftirâk-ı kelimenin, 4) Cihadda tekâsülün, cirit atdığı; 5) Emr-i ma’rûf nehy-i anil münkerin yapılamadığı, hatta yasaklandığı bir rejim, dâr-ı İslâm olmıya nâmütenâhî uzakdır; ve böyle bir dârda, islâmî ictihadların, (500.000 müslümanı ve ulemâsını katleden) vahye azılı düşman ateist ve ataist bir rejim ve sistem tarafından yapılması kat’iyyen muhaldir. Zorla yapılması hâlinde ise bu, onların aslâ islâmî olduğunu göstermez; kat’iyyen bâtıldır, zulmün de en şedîdidir…

“Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tebeddülü” hakkında Büyük ve Mücâhid Şeyhülislâm, asrının AKÂİDDE İMÂMI Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin, zamandaşı ve Bosna Reisü’l-ulemâsı reformist (tecdîd yani güncelleme hastası) Cemâl Hevâce nâm herife bu babda verdiği cevâbları da, bu mevzuu işlerken inşâAllâh zikre çalışacağız…

 

İntişârı: 19.03.2018 / 00:05:35

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir