(1) (Kur’anı mübîn): Allah Taalâ Hazretleri kitabı kerîminde bütün ashabı kiramı sena ediyor. Muhammed Allahın peygamberidir, onun yanında bulunanlar kâfirlere karşı pek şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Onları rükû’ ve sücûd halinde görürsün, onlar Allah Taalâdan fazl-ü ihsan isterler…»
Mealinde olan: مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُبَيْنَهُمْ âyeti celîlesi bütün sahabei güzînin kadrini i’lâ etmektedir. Ebu Süfyan ile Muaviye ve emsali de «Radıyallahü anhüm» Rasulüllahın maiyetinde bulunmak şerefine ermiş, onun maiyetinde mücahede meydanlarına atılmış ve bilhassa Hazreti Muaviye kitabeti nebeviyyede bulunmuştur. Artık şüphe yok ki bu âyeti kerime, onların da yüksek kadrlerini göstermekte, onları da tezkiye ve tahsin etmektedir.
(2) (Sahihi Buharı): Kur’anı kerimden sonra din kitablarının en sahihi, en mübareki bulunan Sahihi Buharîde Hazreti Muaviye ile muhterem babası terziye edilmiş ve Hazreti Muaviyeden müteaddid hadisler rivayet olunmuştur. Bu hadisi şeriflerden biri de budur.(Buharı; c: 1. s: 23). منيرد الله به حيراً
يفقهه فىالدين وانما انا قاسم والله يعطى ولن تزال هذه الامة قائمةعلى امرالله لا يضرهم من خالفهم حتى يأتى امرالله
Ya’ni: Allah Taalâ, hakkında hayır dilediği kulunu din ilmine muttalii kılar. Ben ancak kasimim, — Din hükümlerini aranızda tebliğe memurum — itâ eden herkesi iradei ilâhiyesi veçhile bu hükümlerden müstefid kılan ise Allah Taalâdır. Bu ümmet, emri ilâhî gelinceye, kıyamet kopuncaya kadar emri ilâhî üzere kaim olmaktan geri kalmayacak, kendilerine muhalif olanlar, onlara zarar veremeyecektir.
îşte muhaddislerin en büyüklerinden olan imamı Buhari, bu hadisleri rivayet ve terziyeye müsaraat etmekle Hazreti Muaviye ile Hazreti Ebu Süfyanın ashabı kiramdan olduğuna şehadet etmiş, onların rivayet ettikleri hadisler ile kitabı tezyin eylemiştir.
(3) (Sahihi Müslim): En yüksek hadis kitablarımızdan olan Sahihi Müslimde de Ebu Süfyan Hazretlerinin fazileti kaydedilmiş, Hazreti Muaviyeden müteaddid hadisler rivayet olunmuştur. Bu hadisi şeriflerden biri şudur: لا تلحفوا فى المسألة فولله لايسألني احد منكم شيئأ فتخرجله مسألته منى شيئأ واناله كاره فيبارك له فيما اعطيته (c: 3. s: 95.)
Ya’ni: İsteyeceğiniz bir şey hakkında ilhah ve İsrarda bulunmayınız. Yemin ederim ki, sizden biri benden bir şey iste¬sin de o istemesi, hoş görmediğim halde benden bir şey çıkarsın da artık ona verdiğim şeyde onun için bir bereket bulunsun; işte, bu olamaz. Demek ki ilhaha mebni verilen şeyde tam bir rıza bulunamayacağından Onda feyz ve bereket mütesavver değildir.
İşte Sahihi Müslim sahibi İmam Ebulhasen Müslim de o iki zatın sahabeden olduklarını tesbit etmiş Hazreti Muaviyenin rivayet ettiği hadisler ile pek mu’teber olan kitabının kadrini bir kat daha yükseltmiştir.
(4) (Süneni Tirmizî): (Kütübi Sitte) diye yad olunan en mu’teber hadisi şerif kitablanmızdan biri olan Süneni Tirmizîde de «Babı menakıbi Muaviyet ibni Ebi Süfyan Radıyallahü anh» diye bir bab açılmış, ve Hazreti Muaviye hakkında:
(اللهم اجعل هادياً مهدياً واهدبه) Hadisi şerifi rivayet olunmuştur.
Binaenaleyh.imam Tirmizî de bu zatların hakkında hüsni şehadette bulunmuş, ve bilhassa Hazreti Muaviyenin nail olduğu bu kudsî duayı kayd ile o zatın hasimlerine güzel bir ders vermiştir.
(5) (Süneni Neseî): Kütübi Sitteden olan Süneni Neseîde de Hazreti Muaviyeden müteaddid hadisler rivayet olunmuştur.
Bunlardan biri şu hadisi şeriftir: حج معاوية فدعا نفر آمن الانصار فىالكعبة فقال انشدكم بالله لم تسمعوا رسول الله صلى الله عليه وسلمنهى عن الذهب قالو انعم قال وانا اشهد
Ya’ni: Hazreti Muaviye hacca gitti, Kâ’bede ensarı kiramdan bazı zatları davet ederek: Allah hakkıçün söyleyiniz, Rasuli Ekrem Sallâllahü aleyhi vesellemin altından — zerrin cameler giymekten — nehy ettiğini duymadınız mı? diye sordu, evet, duyduk dediler, evet ben de şehadet ederim ki öyle buyurdular dedi.
Diğer bir hadisi şerif de şudur: اتعلمون ان رسول الله صلى الله عليهوسلم نهى عن لبس الحرير قالوا اللهم نعم
Ya’ni: hazreti Muaviye bir kısım sahabei kirama hitaben bilir misiniz, Resulâllah sallallâhü aleyhi vesellem — erkekleri — ipek rube giymekten nehy etmişti? dedi, onlar da — allhümme — evet nehyetmişti dediler.
Teberrüken şu mealdeki bir hadisi şerifi de kaydedelim: «Ashabı kiramdan Ebu Saidülhudrî, demiştir ki: Muaviye —Radıyallahü anh — şöyle rivayet etti: Resuli Ekrem Sallâllahü aleyhi vesellem bir halka halinde oturmuş bulunan bir kısım ashabı kiramın yanına gelip: «neden böyle oturmuşsunuz» diye sordu, onlar da «bizi dinine hidayet ettiği ve bize seninle lütuf ve ihsanda bulunduğu için oturmuş Allah Taalâya duada, hamdü senada bulunuyoruz» dediler,
Resuli Ekrem, «bunun için oturmuş olduğunuza yemin eder misiniz? diye sual buyurdu, onlar da: «Evet yemin ederiz, bunun için oturmuş bulunuyoruz» dediler. Bunun üzerine Resuli Ekrem buyurdular ki: «Ben size bir töhmetten dolayı yemin verdirmiş değilim, ancak bana Cibril aleyhisselâm geldi, haber verdi ki: «Allah Taalâ sizinle meleklere mübahat ediyor» (c: 2. s: 311.)
İşte en büyük Ashabdan olan Ebu Seidilhudrî, bu son hadisi tarziye han olmak suretile Hazreti Muaviyeden rivayet ediyor. Hafizulhadis Ebu Abdullâh Ahmedünneseî de bu mübarek hadisler ile kitabını şereflendirmiş bulunuyor.
Artık Ashabı Kiramdan her hangi biri hakkında dil uzatmaya hangi müslüman Cür’et edebilir?. Artık Hazreti Muaviyenin sahabei Güzînden olduğunu kim inkâra mücasir olabilir?..
(6) (Süneni Ebi Davud): Bu, pek muteber hadis kitabında şöyle yazılıyor: «Muaviye Radiyallâhü anh, demiştir ki: Resulüllah sallallahü aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu eşittim:
انك ان اتبعت عورات الناس افسدتهم او كدت ان تفسدهم
Ya’ni: Sen nasın gizli hallerini araştırırsan onların ahlâkını bozmuş veya bozmaya yaklaşmış olursun.
Ebüdderda’ da demiştir ki: «Bu bir kelimedir ki bunu Muaviye Resulullah sallallahü aleyhi vesellemden eşitmiş ve Allah Taalâ bununla Muaviyeyi fâidelendirmiştir.»
İşte Ebüdderda gibi muhterem bir Sahabî, Hazreti Muaviye hakkında bu suretle şehadette bulunmuş, onun bu hadisi şerif ile amel ederek nasın ahvalini tecessüsde bulunmamış olduğuna işaret etmiştir. îmâmül’muhaddisîn Ebû Davud Süleyman da bu hadişi Kütübi Sitteden olan Sünenine Dere ile mubahı bulunmuştur.
(7) (Süneni ibni Mâce): Muhammed ebu Abdillahil’ Kazvinî Kütübi Sitteden olan kitabı Süneninde şöyle rivayet ediyor: Muaviye — Radiyallâhü anh bir gün hutbe irad ederken dedi ki: Nerede âlimleriniz, nerede âlimleriniz!. Resulüllah sallallahü taalâ aleyhi vesellemin şöyle buyurduklarını işittim: لاتقوم الساعة الاو طائفة من امتى ظاهرونعلى الناس لا يبالون من خذلهم ولا من نصرهم
Ya’ni: Kıyamet kopuncaya kadar ümmetimden bir zümre nas üzerine galib bir halde bulunurlar. Onlar ne kendilerine yardımı terk edenlere ve ne de kendilerine yardım edenlere aldırmazlar, her halde min indillah galib mevkiinde bulunurlar.
İşte Kur’ani Kerimden sonra en sahih, muteber kitablarımızdan olan Süneni ibni Mâcede de Hazreti Muaviyeden bu hadisi şerif nakl olunuyor, onun bütün ulemayı tasdika davet ettiği yazılarak nakl ettiği hadisi şerifin kuvveti ve kendisinin yüksek ilmü irfanı gösterilmiş oluyor.
(8) (Elmüvatta): imam Mâlik hazretleri hadis kitablarımızın en kadim ve en muteberlerinden olan Elmüvatta’ında diyor ki: «Abdürrahman ibni Avf, Muaviyetibni Ebi Süfyandan şöyle rivayet etmiştir: Hazreti Muaviye, Hac için Mekkei Mükerremeye, sonra da Medinei Münevvereye gitmiş, âşura günü minbere çıkarak Medinei Münevvere ulemasını da işhad etmek üzere demiştir ki: «Ey Medine ahalisi!. Âlimleriniz nerede?. Ben Resulüllah sallallâhü aleyhi vesellemden bugünkü gün hakkında şöyle buyurduğunu işittim: اليوم هذا يوم عاشورا ولم يكتب عليكم صيامهوانا صائم فمن شآء فليصم ومن شآء فليفطر
Yani bu gün aşura günüdür. Bu günde oruç tutmak üzerinize farz kılınmış değildir. Maamafih ben oruçluyum, artık dileyen bu günde oruç tutsun ki bu mendubdur. Dileyen oruç tutmasın.»
İşte imam Mâlik gibi bir müctehidi a’zam da bu hadisi böyle naklederek Hazreti Muaviyenin fekahatmı, onun yüksek mevkiini göstermektedir.
* Sarihlerin beyan ettiklerine göre ihtimal ki bazı zatlar, aşura orucunun vücubune veya hörmetine veya kerahatine kail bulunmuşlardı. Hazreti Muaviye onlara mes’elenin öyle olmadığını bildirmek istemiştir. «Nerede âlimleriniz?» Diye sorması da sözünün kuvvetine itimad ettiğini ve bu babda sair ulema¬nın aynı kanaatta bulunduklarını göstermek içindir. Yahut bu meseleyi yanlış düşünenleri ulemanın neden ikaz etmedikle¬rine işaret içindir. Hazreti Muaviye, bu beyanatını bir cemmi gafîr muvacehesinde böyle irad etmiş, hiç bir kimse buna muhalif bir söz söylememiştir.( Mü vatta şerhi zürkanî. c: 2. s: 105.)
(9) (Müsnedi imamı şafiî): İmam Şafiî de müsnedinde «Aşura» hakkındaki hadisi şerifi kayd ediyor. Ve ayrıca şu hadisi şerifi de rivayette bulunuyor: «Alkametibni Vakkas demiştir ki: Ben Muaviyeye mülâki oldum, müezzini Ezan okumaya başladı. Muaviye de müezzinin dediği gibi dedi, müezzin: ( حى على الصلاه) deyince Muaviye (لاحول ولاقوة الابالله)dedi. Müezzin, (حى على الفلاه) deyince Muaviye yine: (لاحولولاقوة الابالله ) dedi. Bunu müteakip de müezzinin dediğini dedi, sonra da «Ben Resulallahm böyle dediğini eşittim» diye söyledi.( Sahife 94.)
Görülüyor ya? pek büyük bir müctehid olan imam Şafiî, bu gibi dinî mevzular hakkında Hazreti Muaviyeden hadisler rivayet ediyor, artık onun sahabei kiramdan olduğunda, onun her veçhile makbulüşşehade bulunduğunda asla tereddüd etmiş olabilir mi?.
(10) (Müsnedi imamı Ahmed): İmam Ahmed ibni Hanbel hazretleri, müteaddid ciltlerden müteşekkil olan «müsned» adındaki hadis kitabında Hazreti Muaviyeden (104) hadisi şerif rivayet etmiştir.
Bunlardan bir kaçını teberrüken kaydedeceğiz.
* Hazreti Muaviye diyor ki: Resuli Ekrem, sallallâhü aleyhi vesellem namazdan dönünce şöyle buyururlardı:
اللهم لامانع لما اعطيت ولا معطى لمامنعت ولا ينفع ذالجدمنكالجد)
Ya’ni: Yarabbi! Senin verdiğine bir mani’ yoktur, senin men ettiğini de verecek yoktur. Servet ü câh sahibine de bunlar senden fâide bahş olamaz. Ona ancak salih amelleri fâide verir.
* Hazreti Muaviye, Resuli Ekrem Efendimizin şöyle buyurmuş olduğuna rivayet ediyor: (ان المؤذنين اطول الناس اعناقاًيوم القيامة)
Ya’ni: Kıyamet gününde nasın en uzun boyunlusu = pek yüksek kadirlisi şüphe yok ki müezzinlerdir.
* Hazreti Muaviye kendisine hürmeten ayağa kalkan bir cemaata karşı: «Ben Resulullah sallallâhü aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu eşittim diyerek şu hadisi şerifi rivayet etmiştir: (من سره ان يمثل له العبادقياما فايتبوأ بيتاً فى النار ) Ya’ni: Kendisine nasın ayağa kalkıp durmasından hoşlanan bir kimse ateşteki bir eve hazırlansın.
Hazreti Muaviye kendisine kıyam eden Âmir radıyallahü anhı da bu kıyamdan men’etmişti.
* Hazreti Muaviye şöyle hikâye etmiştir: Ben Hazreti Hasenın dilini veya iki dudağını Resuli Ekrem sallallâhü aleyhi vesellemin emer olduğunu gördüm: ولن يعذب لسان او شفتان مصهما رسول الله صلى الله عليهوسلم) = elbette Resulullah aleyhissalâtü vesellemin öpüp emdiği bir dil veya iki dudak azap görmiyecektir) (Müsnedi İmam Ahmed. c: 4. s: 91 — Künûzülhakaik. s: 62.)
* İşte bütün bu mübarek hadisleri İmam Ahmed ibni Hanbei Hazreti Muaviyeden nakl ediyor. Bunlar, Hazreti Muaviyenin diyanetine, fekahatine, tevazuüne, Evlâdı Nebeviyye hakkındaki kadr şinaslığına açık surette birer şahiddir.
Artık, büyük bir müctehid, muazzam bir muhaddis olan imam Ahmed ibni Hanbel hazretleri bu gibi ahadisi şerifeyi Hazreti Muaviyeden nakl etmekle onun sahabei Güzinden olduğunu pek mükemmel surette göstermiş oluyor ve hattâ Hazreti Muaviye hakkında şu hadisi şerifi de müsnedinde zikrederek onun duai nebeviye mazhariyetini nakl etmiş bulunuyor: (اللهمعلم معاوية الكتاب والحساب وقه العذاب) Ya’ni: Yarabbi! Muaviyeye kitabet ve hisap talim buyur ve onu azabtan koru. Ne ulvî mazhariyet!.
(11) (Buharı Şerhi Umdetülkari): Aynî merhum, Sahihi Buharîdeki: قال حميدبن عبدالرحمن سمعت معاوية رضى الله عنه خطيباً يقولسمعت النبى صلى الله عليه وسلم يقول من يردالله به خيراً يفقهه فىالدين Hadisi şerifini şerhederken Hazreti Muaviyenin Kâtibülvahy olup menakıbı kesîre sahibi olduğunu, Resuli Ekremden (163) hadisi şerif rivayet etmiş bulunduğunu ve sahabe arasında kendisin¬den başka «Muaviyetibni Sahr» adındaki sahabî bulunmadığını kaydediyor. Hümeyd’in de Aşerei Mübeşşereden Abdürrahman ibni Avf Hazretlerinin oğlu olup yetmiş üç yaşında olduğu halde (95) senesinde vefat etmiş bulunduğunu yazıyor. (Umdetülkari c: 1. s: 433 — c: 4. s: 46.)
Görülüyor ki, Hazreti Muaviyeden bu hadisi rivayet eden Hümeyd, tabiînin en büyüklerindendir. Hazreti Muaviye hak¬kında (Radıyallahü anh) diyerek ondan bu hadisi şerifi rivayet ediyor. Aynî merhum da bunları ve Muaviye Hazretlerinin fezailini gösteren şâir hadisleri şerhetmiş bulunuyor.
(12) (Buhari Şerhi Kastalânî): Kastalânî merhum, Hazreti Muaviye hakkında şöyle diyor: «Muaviyet ibni ebî Süfyan, Resulullahm vahiy kitabidir, menakıbı kesîre sahibidir. Buharide sekiz hadisi münderiçtir. (Kastalâni. c: 1. s: 321.)
Yine bu zat, (والصحابة كلهم عدول) serlevhası altında diyor ki: Ashabın hepsi de âdil zatlardır. Sahabeden fitnelere mülâbis olanlar da, olmayanlar da âdildirler.” Onların hakkında Resuli Ekrem Efendimiz: خير القرونقرنى = Asırların hayırlısı benim asrımdır buyurmuştur. Onların âdil olup olmadıklarını araştırmak icab etmez. Çünkü hepsi de âdildir. İmamülharemeyn demiştir ki: «Ashabı kiram uduldür. Çünkü onlar, şeriatin hamileridir. Eğer onların rivayetlerinde tevakkuf sabit olsa şeriati islâmiye, aleyhissalâtü vesselamın asrına münhasır kalır, sair asırlara uzayıp gitmezdi. İşte mü’temed olan kavi budur» (Kastalânî c: 6. s: 86.)
Evet… Hazreti Muaviye ile emsali de ashabdan oldukları cihetle onların fitnelere maruz bulunmuş olmaları, muttasıf oldukları adalete münafi değildir. Bunu en salâhiyettar olan zatlar, bu suretle kabul etmiş bulunuyorlar.
(13) (Sahihi Müslim şerhi Nevevî): Şafiî fukahasının eazımından olan imam Nevevî diyor ki: «amma Muaviye Radı-yallahü anh o, adalet sahibi füzaladandır, necîb sahabec endir, Radıyallahü anh. Cereyan eden harpler ise her taife için bir şüphe vardı. Bu sebeple her biri kendi nefsini savab girmek itikadında idi, hepsi de âdildirler, Radıyallahü anhüir.. Harbler deve sairede müteevvil idiler. Bunlardan bir şey, onlar ian birini adaletten çıkarmış değildir. Çünkü onlar, müctehid idiler. İçtihada mahal olan mes’elelerde ihtilâf ettiler. Nitekim onlardan sonraki müctehidler de kanlara ve saireye aid mes’elelerde ihtilâf ederler. Bundan dolayı onlardan birinin kadrini tenkis lâzım gelmez» (Sahihi Müslim şerhi, c: 11. s: 193.)
İşte islâm âleminin bu yüksek âlimi de Hazreti Muaviye hakkında böyle şehadette bulunuyor. Bu sözler, yüzlerce sene evvel söylenmiştir. Bu sözler söylenirken iddia edilen Muaviye saltanatından asla eser yok idi. Belki saltanat başka hanedanlarda idi. Demek ki bu sözler, bir garez ve ıvez için değil, mahza bir hakikata tercüman olmak üzere bî tarafâne söylenmiş şeylerdir.
(14) (Şifai şerif ve şerhi): Kazi Ebülfadl Iyaz merhum, mübarek şifai şerif kitabında Ashabı kirama karşı hürmet ve tevkîrin lüzumuna dair bir fasl tahsis etmiştir. Bu faslın mündericatını Aliyyülkari merhumun şerhile beraber okumalıdır. Biz burada bu fasıldan hülaseten şunları kayd edeceğiz:
«Resulullah, Sallâllahü aleyhi veselleme ta’zîm ve tebcil cümlesinden biri de onun Ashabına tevkîr ve ihsanda bulunmaktır, onların haklarını — dine olan hidmetlerini — bilmektir. Onlara uymak, onları güzel güzel senada bulunmaktır, haklarında mağfireti ilâhiyehin tecellisini dilemektir, aralarındaki ihtilâftan susmak, onlara adavette bulunanlara adavet etmektir, bir takım müverrihlerin, bid’at ve dalâlet erbabı olan bir takım câhil râvilerin verdikleri haberlerden sakınmak, onlara dair rivayet edilen ihtilâfları güzelce te’vile çalışmak, onlardan hiç birini kötülükle yâd etmemektir. Çünkü Allah Taalâ onları kitabı mübinin bir çok yerlerinde sena buyurmuştur. Resulullah da Ashabma ta’zîm edilmesini ümmetine tavsiye etmiştir.
Kezalik: Ashabı kiramın hasenatını, fezailini, methe şayan olan şeylerini zikretmek, onlarm şanlanna lâyık bulunmayan şeylerden sükût eylemek de Resuli Ekreme ta’zîm cümlesindendir. Nitekim bir hadisi şerifde: اذا ذكراصحابى فامسكوا = Ashabım yâd edilince’— haklarında ta’ni müş’ir şeylerden — dili¬nizi tutunuz, diye buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şerifde de: من حفظنى فى اصحابى كنت له حافظاً يوم القيامة
= Her kim Ashabım hakkindaki vasiyetimi muhafaza ederse kıyamet gününde onun muhafızı olurum diye vârid olmuştur.
Diğer bir hadisi şerifde (وفى اصحابى كلهم خير = Ashabımın hepsinde de bir hayır vardır.) Buyurulmuştur.
«Yakutetvlulema» unvanını hâiz ve Buharînin meşayihinden madud bulunan Ebumes’udülazdî, huzurunda Ömeribnil’ azizin — zühd-ü takvace — Hazreti Muaviyeden efdal olduğunu işrab edecek bir söz söyleyen bir şahsa hitaben şöyle demiştir:
«Nebiyyi Zişanın ashabına hiç bir kimse kıyas olunamaz. Muaviye — Radıyallahü anh — Resulullahın sahibidir, kain büraderidir, kâtibidir, vahyi ilâhî hakkında eminidir.»
«İbni Mübarek» gibi ba’zı ulema da demiştir ki: «Resulullâh ile beraber bulunduğu esnada Muaviyenin atının burnuna isabet eden gubar, bin Ömeribnil Azizden hayırlıdır.
Velhasıl: Bu ümmetin ulemasından, bu milletin meşayihinden hiç bir kimse yoktur ki, Ashabı kiramın mertebesine yetişmiş, onların hidmetlerine ve yüksek menkıbelerine kavuşmuş olsun. Çünkü Resulullâh sallallâhü aleyhi vesellem hazretlerini görmek bir iksiri a’zamdır ki onu görüp tasdik edene pek ziyade tesir etmiş bulunur» (Şifa şerhi Alyyülkari. c: 2. s: 55.)
Ne güzel şehadet, bizim için ne büyük ders!. Artık yüksek zevatın bu güzel öğütlerinden istifade etmeli değil miyiz? Bu zatlara, bu eserlere bu sözlerin hilafını isnad etmek ise ne büyük bir cür.atdır?
(15) (Şifa şerhi Şihab): Şihabüddinilhafâcî de şifai şerifdeki Ashabı kiramın hepsi hakkında hürmetin ve muhabbetin lüzumunu natık ehâdisi şerifeyi şerh esnasında diyor ik: Muafa ibni Imran, Hazreti Muaviyenin emini vahy olduğunu söylemiştir, îbnülmuafa, münsif bir zattır. Onun sahih sözü, «Muaviye Resulullâh için vahiyden bir şey yazmamış, o Resulullahın yalnız etrafa gönderdiği mektupları yazardı» diye vuku bulan bir iddiayı reddeder.
Ömeribnilazîzden de şöyle dediği mervidir: «Muaviyenin resulullâh ile beraber bulunduğu gazadaki bir gubar = tüz Ömer ibni Azizden de ali Ömerden de hayırlıdır.
İşte şifa şârıhı Şihabüddînin kanaati, beyanatı da bu merkezdedir.
(16) (Camiüssagîr): İmam Süyûtî de kitablarında Hazreti Muaviyenin fezailine dair bir çok şeyler kaydetmekle beraber bu eserinde de ibni Mace’den naklen Hazreti Muaviyenin rivayet etmiş olduğu şu hadisi şerifi kaydediyor: الخير عادة والشر لجاجة ومن يردالله به خيراً يقهه فىالدين ya’ni: hayr, tekrar tekrar yapılmaya lâyık bir şeydir. Şer ise inatkârane bir husumettir, insanı helake düşürmeğe sebeptir.( Camiüssagir c: 1. s: 66. c: 2. s: 11.)
Kezalik: Hazreti Muaviyeden rivayet edilen şu hadisi şerifi de zikrediyor: (ان الرجل ليسألني الشئ فامنعه حتى تشفعوا فتؤ جروا ) Ya’ni: Bir kişi benden, dünyaya dair bir şey istese, ben susarım, tâ ki siz o hususta şefaat ederek sevaba nail olasınız. (Camiüssagir c: 1. s: 66. c: 2. s: 11.)
İşte Süyûtî merhum da Hazreti Muaviyenin sahabeden olduğunu ve onun ulüvvi kadrini bu suretle göstermiş bulunmaktadır. Hazreti Muaviyenin naklettiği bu hadisi şerif, bize pek mühim içtimaî, insanî bir ders vermekte, müslümanların birbiri hakkında hayırhah olmaları lüzumuna işareti mutazammın bulunmaktadır.
(17) (Künûzül’hakaık): Münavî merhum, Künûzül’hakaık adındaki Ehâdisi şerife mecmuasında Deylemî’den şu hadisi şerifi nakletmektedir:( ان\معاوية لايصارع احداً الا صرعه معاوية ) (Künûzül’hakaık s: 103.)
Ya’ni: Muaviye — Radıyallahü anh — her kim ile musaraa’da = Güreşte, mücadelede bulunsa elbette ona galebe eder. Evet Kenzül’ummalde de yazıldığı üzere, Resuli Ekremin emriyle Hazreti Muaviye ketadisiyle güreşte bulunduğu bir şahsı yeniyor, bunun üzerine Resuli Ekrem Hazretleri: Hazreti Muaviyenin mağlûp olmayacağını bu suretle beyan buyurmuş oluyor.
İşte «Künûzül’dekaık» diye gösterilen Künuzül’hakaıkta da Hazreti Muaviyenin aleyhine değil, böyle lehine hadisler vardır.
* Şimdi buraya şunu da ilâve edelim ki: Usuli hadîs ve usuli fıkıh kitaplarında ve ezcümle «Telvîh» de yazıldığı üzere hadîs râvilerinde beş sıfat aranır. Bu sıfatları hâiz olmayan kimselerin rivayetleri kabul edilmez. Bu beş sıfatın mevcudiyeti râviler için şarttır. Bu beş sıfat: Bulûğ, akıl, zabt, adalet, islâmdır. Ve denilmiştir ki, kebireyi irtikâb edenin adaleti sakıt olur, sagîre üzerine İsrar edenin hakkında da hüküm böyledir. (Telvîh s. 365.)
Bu böyle olduğu halde bütün muhaddisîni kiran müctehidîni i’zam Hazreti Muaviyenin rivayet ettikleri hadisleri naklediyor, onun bizzat Peygamberi Alişandan rivayetini kaydetmekle onun adaletine, islâmiyetine ve sahabeden olduğuna şehadette bulunmuş oluyorlar. Onun evsafı hakkındaki hadîsleri de ayrıca kaydediyorlar. Artık bunun hilâfına kail olanlar, bütün bu eazimi islâmiyeye muhalefet etmiş, onların aleyhlerinde bulunmuş olmazlar mı?. Artık bu zümrei âliye ile kendilerinin ne alâkası kalabilir? Artık bu ne kadar büyük bir cür’et, büyük bir mahrumiyet olur?. Bunu düşünmeli!.
(18) (Essiracül’münîr tefsiri): Yüksek islâm âlimlerinden Şirbinî merhum, tefsirinde şöyle yazıyor: «Cemel ve Sıffiyn hâdisesini vücude getiren muhalifler hakkında, onlar müşrik midirler? diye imam Ali’ye sorulmuş, Hazret Ali de: «Yok onlar şirkten firar etmişlerdir.» Demiş, ya onlar münafık mıdırlar?. Diye sorulmuş, imam Ali de: «Hayır münafıklar Allah Taalâyı pek az zikrederler» demiş. Ya onların halleri nedir?. Denilmiş, İmam Ali Hazretleri de: «Onlar, bizim kardeşlerimizdir, bize basy ettiler, ya’ni: serkeşlikte bulundular» demiştir. (c: 2. s: 67.)
Görülüyor ya, imam Ali kerremallahü vecheh, kendisine karşı bâgi vaziyetinde bulunan kuvvetleri yine kendi kardeşleri tanıyor onların kadrini tenzil etmiyor, onları uhuvveti islamiyye haricinde görmüş bulunmuyor. Şiribinî merhum da bızle re bir ders olmak üzere bunları tefsirinde kayıd etmiş bulunuyor.
(19) (Ruhulbeyan tefsiri): İsmail Hakkı merhum, tefsirinde şöyle yazıyor: Muaviyeden metbuu ve sahibi olan Aleyhıssalâtü vesselleme ta’zîmen keffi lisan edilir. Çünkü o kâtibi vahyidir sâbika ve futuhati kesîre sahibidir, ömerülfarukun ve Zinnürey’nin vâlilerindendir. Şu kadar var ki, içtihadında hata etmişti, seyyidimiz Hazreti Muhammed Aleyhissalatü vessellame sohbeti bereketile Allah Taalâ ondan tecavüz buyursun.(Ruhulbeyan c: 1. s: 122.)
İşte Hazreti Muaviye aleyhinde gösterilen Ruhulbeyan sahibi de onun sahabei kiramdan olduğunu bu veçhile itiraf etmiş ve ona dil uzatmanın muvafık olmayacağını göstermiş.
(20) (Şerhi mekasid): Allâmei teftazanî, en muteber aka-id kitaplarımızdan olan Şerhi mekasidinde şöyle diyor: Ashabı Kirama tazîm etmek, onların aralarındaki hâdiselerden keffa lisanda bulunmak, onların aralarında teheddüs edip zahirine nazaren ta’nı icabeden vak’aları te’vil ve birer sahih mahmıle hamel eylemek vâcibdir. Bahusus muhacirinin, Ensarin, Bey’a türrıdvan ehlinin, Bedir,Uhud, Hüdeybiye gazvelermde hazır bulunmuş olan sahabenin ulüvvi şanları üzerine ıcma munakıd olmuştur. Buna Sarih Âyetler, sahih haberler şahiddır.
Nebıyyı Alişan Efendimiz, onlara ta’zim edilmesini, onların haklarında ta’n-ü teşni’den keffi lisan edilmesini emr etmiş, bir hadisi şerif de: (اكرموااصحابى فانهم خياركم — Ashabıma ikram ediniz, çünkü onlar sizin hayırlılarınızdır) diye tasrih buyurmuştur. Râfizîler ve bilhassa onların gulâtı, sahabei kiramdan bazıları hakkında pek ziyade buğzda, ta’n ve teşni’de bulunmuşlardır ki, bunlar, ikinci ve üçüncü asırlarda bulunmayan bir takım hikâyeler ve iftiralar üzerine müsteniddir. Bunları dinlemekten sakınmalıdır. Çünkü bunlar her ne kadar sıratı müstakim üzerine dosdoğru yürüyenlere tesîr etmezse de gençleri şaşırtır, orta hallileri hayrete düşürür.
Bu söylediklerimiz için, bunların geçmiş asırlarda ve itreti tâhire arasında bulunmamış olması, sana şâhid olmak üzere kifayet eder. Belki onlar; Ulemaı sahabeyi, Ehli sünnet ve cemaat ulemasını, hidayet üzere bulunmuş olan hulefai dîni sena etmişlerdir. Bunların bu şanları meşhurdur. Hutbelerinde, risalelerinde, şiirlerinde, medîhalannda mezkûrdur.
Ehli hakkın ittifakına göre bu vak’alann hepsinde musîb olan Ali Radıyallahû Taalâ anhdir. Çünkü onun imameti ehli hall-ü akdin bey’atiyle sabittir. Binaenaleyh muhalifleri bügattır. Zira İmamülhakka karşı bir şüphe ile, ya’ni: Hazreti Osmanın katilleri hakkında kısası terketmiş olması iddiasiyle huruç etmiş bulunuyorlardı. Ammar Radıyallahû anh hakkındaki hadîs de bunu gösterir. Hazreti Ali de اخواننا بغوا علينا وليسوا كفاراًولا فسقة ولا ظلمة لما لهم من التأويل وان كان باطلاً buyurmuştur.
Ya’ni: Kardeşlerimiz, bize karşı isyan ettiler. Onlar; kâfirler, fâsıklar, zâlimler değildiler. Çünkü onların — her ne kadar bâtıl olsa da — te’villeri vardı.
Artık işin neticesi, onlar ictihadlarında hatâ etmişlerdi. Bu ise tefsiki icab etmez, nerede kaldıki tekfirlerini mucib olsun. Bunun içindir ki, Ali Radıyallahû Taalâ anh, ashabını ehli Şama la’netten men’etmiş, ( اخواننا بغوا علينا) demişti» (Şerhi Makasid. s: 303.)
İşte Teftezanî gibi ehli beyti her vesile ile müdafaa eden ateşîn fikirli bir mütebhahir, bir büyük ilmi kelâm âlimi de böyle diyor, böyle düşünüyor. Değil Hazreti Muaviyeye, onun ordusundan hiç bir kimseye lâ’net edilmiyeceğini tasrih ediyor, bunu Hazreti Alinin mübarek söziyle de te’yid ediyor. Artık bunları biraz düşünmeli
(21) (Şerhi mevakıf): Kazı Azudüddîni icî, meşhur akaid kitabında şöyle diyor: «Sahabei kiramın hepsine tazım ve haklarında ta’ndan ihtiraz vacibtir. Çünkü Allah Taalâ kitabının müteaddit yerlerinde onların büyüklüklerini göstermiş, haklarında sena buyurmuştur, يوم لا يخزى اللهالنبى والذين آمنوا معه نورهم يسع )
Allah Taalâ kıyamet gününde peygamberini ve onunla beraber bulunan mü’minleri zillete = horluğa düşürmez, onların nurları önlerinde ve sağ taraflarında yürür.) Ayeti kerimesi bu cümledendir. Resuli Ekrem de onları sevmiş, onlara bir çok ehâdisi şerifesiyle senada bulunmuştur. من آذاهمفقد آذانى ومن آذانى فقد آذى الله = Ashabıma eza eden bana eza etmiş olur, bana ezada bulunmuş olan da Allah Taalâya eza etmiş gibi olur.) Hadisi şerifi bu cümledendir.
Sonra her kim ashabı kiramın sîretlerini düşünürse, onların meâsirine, din hususundaki gayretlerine ve mallarını, can¬larını Allahm ve Resulünün nusreti uğurunda bezlettiklerine vakıf bulunursa onların şanlarının büyüklüğünde şüphe edemez, mübtil kimselerin onlara nisbet ettikleri zemaimden onla¬rın beri olduklarında kendisine asla bir şek arız olmaz ve bu hal, kendisini onların haklarında taunda bulunmaktan men’eder, bu ta’nı îmana muhalif görür. Biz ise kitabımızı böyle ta’n ve teşni’ gibi şeylerle telvis etmeyiz» (Şerhi mevakıf s: 618.)
İşte yine en kıymetli akaid kitaplarımızdan olan ve Seyyidi Şerif gibi bir allâme tarafından şerhedilmiş bulunan bir ki tapta da böyle deniliyor, bu da munsifâne bir surette düşünülmeli değil midir?
(22) (Mebsûti serahsî): Şemsüddîni Serahsî, Be’yı bahsin¬de Riba hakkında olan (..الذهب بالذهب مثلاً بمثل يداً بيده والفضل ربا) = Altın altın ile miktarları müsavi ve peşin olarak satılabilir, fazlası ribadır…) Hadisi şerifini yazdıktan sonra şöyle diyor: (Elmebsut c: 12. s: 110.)
Bu hadisi şerif, sahabei kiramdan dört zat tarafından lâfızları biraz muhtelif olmak üzere rivayet olunmuştur. — Allah hepsinden razi olsun — Onlar Ömribnilhitab, Ubadetibnis-samit, ebî Saidilhudrî ve Muaviyetibni Süfyandır, Allah Taalâ onlardan razı olsun.
İmam Serahsî, müctehidlik kudretini hâiz, fukahai Hanefiyyeden bir zattır, otuz cild teşkil eden «Mebsuti Serahsî» adındaki eseri, pek kıymetli olup cihanşümul bir şöhret kazanmış bulunmaktadır. (483) tarihinde vefat etmiş olan hidaye sahibinden yüz on sene evvel rahmeti rahmana kavuşmuş ve onun üstadının üstadı bulunmuştur.
İşte bu zat, bu mebsut kitabında Hazreti Muaviyeyi sahabei kiramdan olarak kaydediyor, kendisinden Riba hadisinin rivayet edildiğini gösteriyor, ve kendilerine bir ibare içinde iki defa tarziyede bulunuyor. Artık bin üç yüz şu kadar sene sonra dünyaya gelip nik-ü bedi tefrikten âciz kimselerin «acaba Muaviye — Radiyallahü anh — ashabdan mıydı, değil miydi? diye söz söylemeleri ne kadar acınacak, şaşılacak bir haldir!
(23) (Kitabül’ günye litalibî tarikil’hak): Şeyh Abdülkadiri Geylânî merhum, bu kitabında şöyle diyor: «İmam Ali Radiyallahü anhm Talha, Zübeyr, Âişe, Muaviye (Radiyallahü anhüm) ile mukatelesine gelince imam Ahmed Rahmetullah, bundan ve onların arasında münazaa, münaferet, husumet namına zuhur eden şeylerin hepsinden imsak edilmesini tasrih etmiştir. Çünkü Allah Taalâ, bunu onların arasından kıyamet gününde izale edecektir. Nitekim Hak Celle ve alâ Ve ne za’na ma fi sudurihim min ğillin ihvanen ala sürürinmütekabilin.buyurmuştur.
Bir de Ali Radıyallahü anh, onlar ile kitalde haklı idi. Çünkü o, kendisinin sıhhati imametine mu’tekid idi. Sahabei kiramdan erbabı hall-ü akid, onun imamet ve hilâfetinde ittifak etmişlerdi. Artık bundan sonra ona karşı çıkarak harp edecek kimse, bâgi, imamın itaatinden hâriç olacağından kıtali caiz olurdu.
Muaviye, Talha, Zübeyr gibi imam Ali ile mukatelede bulunanlar da zulmen maktul olan halifei bilhak Osmanın sârini, intikamını talepte bulunmuşlardı. Hazreti Osmanı katledenler ise imam Alinin ordusunda bulunuyorlardı. Artık her biri, bir sahih te’vile zâhib olmuştur. İmdi bizim hallerimizin en güzeli ise bundan dilimizi tutmaktır, onları Allah Taalâya reddetmektir. — O, Ahkemülhâkimîndir, Hayrülfâsilîndir — kendi nefsi¬mizin ayıbleriyle iştigal eylemektir, kendi kalblerimizi ana gü¬nahlardan temizlemeğe çalışmaktır.
Muaviyetibni ebi Süfyanın (Radıyallahü anhüma) hilâfeti, imam Ali Radıyallahü anhün vefatından ve Hazreti Hasenin hilâfeti Hazreti Muaviyeye teslim ettiğinden sonra sabittir, sahihtir.»
işte eâzimi evliyadan olan bir zat da böyle şehadette bulunuyor. Hattâ: ( تدور رحى الا سلام) diye naklettiği bir hadisi şerifte Muaviye Hazretlerinin hilâfetine, işaret bulunduğunu da kaydediyor (c: 1. s: 68.)
(24) (Elbürhânül’müeyyed): Şeyh Ahmedirrüfan Hazretleri de şöyle demiştir: «Resuli Ekrem ve Erham Efendimizin şerefi sohbeti seniyyeleriyle seadetyâb olan sahabei kiramın efdali Sıddikı ekber (Radıyallahü Taalâ anh) dır. Ba’dehu’Farukı azam (Radıyallahü Taalâ anh) dır. Ba’dehu Osman (Radıyallahü Taalâ anh) dır. Ba’dehu Aliyyülmürteza (Radıyallahü anh ve kerreme vecheh) dir. Fahrülmürselînin bütün ashabı hidayet, üzeredirler.
Bir hadisi şerifte: «Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidirler, her hangisine bakıp istidlali tarik ederseniz hidayetyâb olursunuz» buyurulmuştur. Sahabei kiram hazerâtı arasında zuhur eden vukuat hususunda ıtlakı lisan hiç caiz değildir. Bu mebahiste imsaki lisan ve mekârim ve mehasinleri bahsinde irhayi inan edilip muhabbet etmeli ve medayihı lâyikalarım zikreylemelidir. (Radıyallahü Taalâ anhüm ecmaîn) bu suhubi kirama muhabbet ediniz, ahlâkı âliyeleriyle mütehallik olmağa çalışınız» (Burhanı müeyyıd tercümesi s: 13.)
İşte ecillei evliyadan olduğu herkesçe müsellem olan Rüfâî hazretleri de sahabei kiram hakkında böyle tavsiyede bulunuyor. Artık ilminin, irfanının, hakimane nasihatlerinin meftunu bulunduğum bu gibi büyük zatların sözlerini bir rehberi hareket ittihaz etmelidir. Bunun hilâfına hareket edenler, sapıklıktan asla kurtulamazlar.
(25) (Mektubatı imamı Rebbanî): Sofiye hazaratının büyüklerinden olan Ahmedil’farukî de şöyle diyor: «Bütün ehli sünnete göre Hazreti Sıddik ile Hazreti Ömer bilcümle sahabei kiramın efdalidir. Hazreti Osman ile Hazreti Ali zamanında ihtilâf çoğalmıştı. Bunların lehinde bulunanlar olduğu gibi aleyhinde bulunanarl da vardı. Bu iki zat hakkında da muhabbet etmek, ehil sünnetten olmanın şartlarındandır.
Ehli sünnet, imam Ali’ye muhabbet hususunda ifrat ile tefrit arasında mutavassıt bulunur. Şüphe yok ki hak da vasattadır. İfrat ile tefrit ise mezmumdur. Nitekim imam Ahmedibni Hanbel. Hazreti Ali’den şöyle rivayet’ etmiştir: Hazreti Ali demiştir ki, Resulüllah Sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki: Ya Ali!., sende İsa’dan bir numune vardır. Ona Yahudiler adavet ettiler, hattâ validesine bühtana kadar vardılar, Nasranîler de onu sevdiler, onu kendisine âid olmayan bir makama kadar yükselttiler, ya’ni: Ona Allanın oğludur, dediler.
Hazreti Ali, bunu rivayetten sonra da demiştir ki: Benim hususumda iki kimse helake maruzdur. Biri muhabbette müfrit olandır ki, bende olmayanı bana isbat etmeğe kalkışır, diğeri de bana adavet edip bu sebeble hakkımda iftirada bulunur.
Haricîlerin hali, Yahudilerin haline, Rafizîlerin hali de Nasranîlerin haline benzetilmiştir.
Velhasıl: Resulüllahm ehli beytine muhabbet etmekle beraber onun bütün ashabına tazim eden, onların aralarındaki münazaatı güzel mehmillere hamleyleyen kimseler, ehli sünnet ve cemaat zümresine dahildirler, Haricîlerden, Rafizîlerden müteberridirler. Zira ehli beyti sevmemek haricîliktir. Ashabtan teberri etmek de Rafizîliktir. Ehli beyte muhabbet ile beraber bütün ashaba tâzîm ve tevkîr ise tesennündür.
Artık ehli sünnet ve cemaatin ehli beyte karşı muhabbetten hâli olduğu nasıl iddia edilebilir?. Halbuki ehli beyte muhabbet, onların yanında imandan cüz’dür. Selâmeti hatime, ehli beyte muhabbetteki rüsuha bağlıdır.
Ashabı kiram, aralarında münazaa zuhur ettiği zaman üç fırkaya ayrılmıştı. Bir fırka hakkın imam Ali canibinde olduğunu delil ile, ictihad ile bilmiş, ona yardımı iltizam eylemişti. Diğer bir fırka da hakkın diğer canibde olduğuna yine delil ile, ictihad ile kail bulunmuş, bu canibe meyletmişti. Üçüncü fırka ise tevakkuf etmiş, bir canibi diğerine delil ile tercih edememişti.
Binaenaleyh bu üç fırkadan her biri kendi içtihadına göre amel etmiş, kendi zimmetine düşen vacibi edaya çalışmıştı. Artık bunların haklarında ta’n ve melâmet için nasıl mecal olabilir?
Şu kadar var ki cümhuri ehli sünnete göre hak, imam Ali canibinde idi. Muhalifleri ise hatâ yoluna sâlik bulunmuşlardı. Fakat bu hatâ, bir hatâyi içtihadı olduğu cihetle melâmetten, ta’ndan uzaktır, tahkirden münezzeh, teşni’den beridir. Ali Radıyallahü anh şöyle demiştir: Kardeşlerimiz bize bagy ettiler, onlar ne kafirdirler, ne de fasiktırlar. Çünkü onların te’villeri vardır ki kendilerini küfr-ü fışıktan men’ eder» (c: 1. s: 52.)
«Ashabı kiram, o islâm ekâbiri nasıl met’un olabilir ki, onlardan hiç birinin, ne imam Alinin, ne de muhaliflerinden birinin rivayeti, — ulemayi islâmiye tarafından — reddedilmemiştir. Sahihi Buharı ki ba’delkur’an Esahhıülkütübtür. O kitabın bu meziyyetini şîa da itiraf eder. O kitabta imam Ali’den hadis rivayet edildiği gibi Muaviyeden de rivayet edilmiştir. Eğer Muaviyede (Radıyallahü anh) ve onun rivayetinde bir ta’n şaibesi olsaydı imam Buharî, onun rivayetlerini kitabına asla dercetmezdi.
Sair nükkadi ehâdis bulunan selefi salihîn de hadis rivaye¬tinde bunların aralarını ayırmamış, imam Ali’ye muhalefeti ta’n için bir menşe’ kılmamıştır» (Mektubat c: 1. s: 52.)
«Nebiyyi Ekrem Sallallahü aleyhi vesellemin bütün ashabı, uduldür. Onların taraflarından bizlere her tebliğ edilen şey haktır, doğrudur. Ali — Radıyallahü anh — zamanında vukubulan muhalefetler, münazaalar ise hava ve heves cihetinden değildi, hubbi câh, hubbi riyaset için de değildi. Belki ictihad ve istinbat vechi üzereydi. Her ne kadar onlardan birinin içtihadında hatâ varsa da, istinbatı sevabtan uzak ise de. Ehli sünnet ve cemaat uleması arasında mukarrerdir ki, bu muharebede, bu müşacerede muhik olan Ali keremellahü vechehdir, muhalifleri ise hatâ üzere bulunmuşlardı. Fakat bu hatânın menşei, ictihad olduğundan sahibi ta’ndan melâmetten uzak bulunmuştur. O gibi büyüklerin emsalini şerrile yadetmek, haklarında suizanda bulunmak nasıl insaftan, diyanetten olabilir?» (Mektübât c: 3. s: 36.)
«Şunu da bilmek gerektir ki: Hazreti Alinin hilâfet umuruna aid hususların hepsinde behemehal muhik olması lâzım gelmez, bununla hükmedilemez. Muhaliflerinin de her halde hatâ üzere olduklarına hükmedilmesi lâzımgelmez. Her ne kadar muharebe hususunda hak, imam Alinin canibinde bulunmuş ise de. Çünkü tabiînden ve eimmei müctehidînden olan sadri evvel uleması, hilâfet ahkâmının bir çoğunda imam Alinin mezhebinin gayrisini ihtiyar etmişlerdi, onun mezhebiyle hükmetmemişlerdi. Eğer hak, onun canibinde müteayyen olsaydı, onun hılâfiyle hükmetmezlerdi. Kazı Şüreyh, tabiînden ve ictihad sahibi bir zattı.
İmam Alinin mezhebi veçhile hükmetmemiş, onun lehinde — aralarındaki übüvvet ve bünüvvet dolayışiyle — imam Hasenin şahadetini kabulde bulunmamıştı. Daha nice mes’elelerde imam Alinin reyine muhalif kavllar kabul edilmiştir. Bu hakikat, münsif olan tetebbu’ erbabına hafî değildir. Artık imam Ali — kerremallahü vecheh — hazretlerine muhalefetten dolayı itiraza mahal yoktur. Artık onun muhalifleri met’un, melûm olmazlar» (Mektubât arabca tercümesi c: 1. s: 52.)
Evet… bu gibi içtihadı mesâilde her müctehidin kendi içtihadına tâbi olması dinde bir esastır. Kimsenin ictihad hususunda tahakküme hakkı yoktu. Böyle bir tahakküm, islâmiyetin yüksek umdelerine muhaliftir.
Hasılı: Bir pîrirüşen zamir olan mektubât sahibinin şu yazdığımız sözleri de hakikati araştıranlar için bir muvaffakiyet meş’alesidir. Bunda şüphe edilemez.
(26) (Tathîrül’cenan): Ahmedibni Haceril’heytiemî, ashabı kiramın ve bilhassa Hazreti Muaviyenin hakkında şu mealde beyanatta bulunuyor: Ey Allah Taalânın ve Resulünün muhabbetler iyle kalbi dolmuş bulunan müslüman!. Peygamberimizin bütün ashabım sevmek ve onların hepsinin âdil olduğuna itikad etmek, senin üzerine bir vecîbedir. Nasılki onların âdil zatlar olduklarında selef ve halef etmemesi müttefik bulunmuşlardır. Onların haklarında hikâye edilen hefevâti ise Allah Taalâ afv-ü setr buyurmuştur.
Onlar hakkındaki lisanı Kur’an ile -radiyllahu anhum ve rıdvanallahi- buyurulmüştur. Resuli Ekrem de onları ziyade medhetmiş, onların kadrlerini tenkisten nehy buyurmuştur. Onlardan her hangi birini bilâtefrik nakstan dolayı vaîd tertib buyurulmuştur. Hiç bir kimsenin şüphesi olamaz ki Muaviye, Radıyallahü anh da neseben ve Resulullaha karabeten ve ilmen, hilmen ashabın büyüklerindendir.
Ona muttasıf olduğu bilicma’ sabit olan evsaftan dolayı muhabbet edilmesi icab etmektedir. Onun hâiz olduğu islâm şerefi, sohbet şerefi, neseb şerefi, Resuli Ekreme cennette refakatini müstelzim olacak olan musaheret şerefi, ilm, hılm, imaret, sonra da hilâfet şerefi bu cümledendir. Bu evsaftan yalnız biri bile, kendisiyle muttasıf olan zat hakkında muhabbet edilmesini te’kid eder. Artık bunların hepsi kendisinde toplanmış olan bir zat hakkında muhabbet edilmesi, teekküt etmiş olmaz mı?. Bu, hakki isgaye kalbinde en az isti’dat olan bir kimse için bile kâfidir» [Tathîrükenan: s: 5.]
Bu yüksek âlimin, bu mütefekkir, mütteki muhaddisin bu kıymetli sözlerini artık güzelce düşünmeli!.
(27) (Kitabül’ümmeti vessiyase): 270 tarihinde vefat etmiş olan fakıh ibni Kuteybe merhum, bu kitabında şöyle diyor: «Hazreti Hasen, hilâfeti Hazreti Muaviyeye devretmişti. Ehli Irakın ulusu bulunan Süleyman ibni Serd, Hazreti Haseni ziyaret edip (Esselâmü aleyke ya müzillelmü’minîn!) ne için hilâfeti Muaviyeye devrettin?, diye çıkışmak istedi, buna karşı Hazreti Hasen şöyle dedi: Babam söylerki ki, Muaviye yakında emre tevelli edecektir. Vallahi ona karşı dağlar ile, ağaçlar ile yürüyecek olsaydık, şüphe yok ki o yine zahir olacaktı. Şüphe yok ki Allah Taalânm hükmünü takib, kazasını reddedecek yoktur» [Kitübül’ümme: s: 261.]
îşte Hazreti Kasenin hakka teslimiyyeti ve Hüsni şehadeti. Evet… Resuli Ekrem Hazretleri: Hazreti Muaviyeye hitaben: (ان وليت فاحسن)buyurmuştu, diğer bir hadisi şerifte de (الخلافة بالمدينة والملكبالشام) buyurulmuştu. Münavî merhumun da dediği gibi bu, âtiye aid bir mucizei nebeviye idi. Buna Hazreti Hasen de muttali’ idi. Binaenaleyh bu mucize, haber verildiği veçhile tahakkuk etmiştir. Artık bugün bu hâdiseleri behâne ederek bu yüksek zatlara dil uzatmaya mahal yoktur.
Tarihi Buharı ile camiüssagîr haşiyesi «Aziziye ye de müracaat!.
(28) (Nakdünnesaihıl’kâfiye): Cemalüddîn Kasimiyyüd-Dimişkî de bu eserinde şöyle yazıyor: «Muaviyenin imareti de, sonra hilâfeti de islâm ve müslimîn üzerine yümünden hâli olmamıştır. Çünkü o, rumlar ile muharebeler ederek cihada devam etmiş, islâmiyeti neşr için harekette bulunmuş, tevhid re’yetini yükseltmek için gazalara atılmıştır. Rumlar ile her gaza¬sında muzaffer olmuş, onun eliyle müteaddit beldeler fetholun muştur. (23) senesinde rumlar ile gazada bulunup «Ammuriyye» ye kadar varmıştır. (27) senesi «Kinneserîn» e gazada bulunmuştur. (28) de «Kıbrısı fethetmiştir. Kendisiyle beraber sahabei kiramdan Ebuzerr, Ubadetübnissamit, Ubadenin zevcesi Ümmi Haram, Ebüdderda’, Şeddadibni Evs vesaire gazada bu¬lunmuşlardır. (49) senesinde de «Kostantıniyye» ye büyük bir ordu göndermiştir. Bu oruda ibni Abbas, ibni Ömer, ibnizzübeyr, Ebu Eyyubi Ensarî gibi sahabei kiram bulunmuşlardı[Nakdülnesayih: s: 35.]
İşte bu kitabda Hazreti Muaviyenin mezayasım, islâmiyete olan hidmetlerini kaydetmiş bulunuyor. «Ümmi Haram» hakkındaki bir hadisi şerif ise Kıbrıs gazasının’nazari islâmdaki kıymetini isbata kâfidir. Bu gazvenin vukuunu ve Ümmi Haramın bu gazveye iştirakini Resuli Ekrem Efendimiz, bir mu’cize olmak üzere evvelce haber vermişti. Sahihi Buharîye müracaat.
(29) (Üsdülgabe Fimarifetissahabe): İbnül’esîr, bu meş¬hur kitabında şöyle yazıyor: «Ebu Süfyan Sahribni Harb, Kureyşin eşrafından idi. Hazreti Abbasın dostu bulunuyordu. Feth gecesi müslüman oldu, Huneyn gazvesinde hazır bulundu, Resulüllah, kendisine ganaimden yüz deve ve kırk okıyye = 1600 dirhem gümüş veya 280 mıskal altın verdi. Resulallah ile beraber Taif gazvesinde de bulundu. Bu gazvede gözünün birini kaybetti, Yermûk harbinde de diğer gözünü kaybetti. Yermûk muharebesinde: يانصرالله اقترب = Ey Allahın yardımı yetiş) diye dua ediyordu. Müellefülkulüb idi, islâmı güzel oldu, Resulullah kendisini Necrana vali ta’yin buyurmuştu. İrtihali Nebeviden sonra Mekkei Mükerremeye dönmüş, sonra Medinei Münevverede tevattun edip orada vefat etmiştir. Üzerine Hazreti Osman veya oğlu Hazreti Muaviye namaz kılmıştır.»
«Muaviye Radıyallahü anh — da kendisinin de dediği veçhile — ya «Ammülkasıyye» de veya Mekkei Mükerremenin fethi esnasında müslüman olup R,esuli Ekreme müslüman ola¬rak mülâki olmuştur. Resulullah ile beraber Huneyn gazvesinde hâzır bulunmuştur. Müellefetülkulûbden olup islâmı güzel, kuvvetli olmuştur. Resuli Ekremin kitabetinde bulunmuştur. Hazreti Sıddik, Şama ordu gönderdiği zaman Hazreti Muaviye de kardeşi Ebu Hâlid Yezid ibni ebi Süfyan ile beraberdi. Yezid ibni ebi Süfyan vefat edince Hazreti Ömer tarafından Dı¬mışk valiliği Hazreti Muaviyeye tevcih olundu. Hazreti Osman halife olunca Şam idaresini de kendisine ilâveten tevdî etti. Hazreti Osmanın şehadetinden sonra da Samda istiklâl kazanarak Hazreti Hüseynin hilâfeti kendisine devrü teslim ettikten sonra
«Emirülmü’minîn» olup Ümmet arasında ihtilâf bertaraf oldu. O seneye «ammülcemaa» denildi. Yirmi sene Emir ,yirmi sene de Halife olarak kaldı»[Üsdülgabe. c: 5. s: 21 ve c: 3. s: 12.]
«Hadiste varid olmuştur ki, Resuli Ekrem Sallâllahü aleyhi vesellem Muaviye için: (اللهم اجعله هادياً مهديا) diye dua buyurmuştur.
* İbni Abbas demiştir ki: Muaviye fakîhtir. Ya’ni: büyük bir din âlimidir.
İbni Ömer de demiştir ki: Ben Resullülahtan sonra Muavi-yeden ulu =siyadetli bir zat görmedim. Ona: «Ya Ebubekir, Ömer, Osman, Ali» diye sorulmakla şöyle cevap vermiştir: Onlar, Vallahi Muaviyeden daha hayırlı, daha faziletli idiler, Muaviye ise siyadetli idi.
Ömeribnilhattab, Radıyallahüanh, Şama gidip Muaviyeyi gördüğünde: «Bu, kisrayi Arabdır» demişti.
Hazreti Ömer, Hazreti Muaviyenin mehabetini, ihtişamını, ağyara karşı gösterdiği azemeti bu suretle tasvir buyurmuş. Filvaki pek sade bir tarzda yaşayan Hazreti Ömer valisinin Roma hududunda Romalılara karşı böyle azemetli bulunmasını muvafık görmüş olduğu cihetledir ki, onu bundan men’etmemış, onu kendisi gibi sade bir hayata davet buyurmamış. Şüphe yok ki bu siyasî icablara bir riayet eseri bulunmuştur.
Velhasıl, müverrihi meşhur İbnil’Esir de bu kitabında Hazreti Ebu Süfyan ile Hazreti Muaviyenin islâmiyetini, sahabeden olduklarını, dini İslama hizmet ettiklerini bir lisanı hürmetle kaydediyor. Hazreti Muaviye lehindeki hadisler ile de kitabını tezyin etmiş bulunuyor.
(30) (El’isabe fi temyizissahabe): Şihabüddîn Ahmedi As-kalânî, bu kitabında şöyle diyor: «Emîrülmü’minîn Muaviye, bi’setden beş sene evvel doğmuştur. Vakidî hikâye etmiştir ki: O, Hüdeybiye’den sonra islâm olup bunu feth senesine kadar saklamıştır. O, umretülkazada müslüman bulunuyordu. îbni Sa’d da şöyle hikâye etmiştir. O derdi ki, ben umretülkazadan evvel islâm olmuştum. Fakat Medineye çıkıp gitmeden korkardım, çünkü validem: «eğer çıkar gidersen yiyeceğini keseriz» derdi.
İbni Şahîn, ibni ebi Davud’dan Hazreti Muaviyeye muttasıl bir sened ile( الخيرعادة والشر لجاجة hadisini rivayet etmiştir. İbni Davud demiştir ki, bu hadisi şerifi Peygamber Aleyhissalâtü Vesselamdan yalnız Muaviye (Radıyallahü anh) rivayette bulunmuştur.
Saidibnil’as da Hazreti Muaviyeden şöyle rivayet ediyor: Hazreti Muaviye demiş ki Abdest suyunu ihzar etmek suretiyle nezdinebevîde bulundum. Abdestini alıp bitirince bana baktı, şöyle buyurdu: (يا معاوية ان وليتامراً فاتق الله واعدل = Ey Muaviye!. Veliyyül’emir ta’yın edilirsen Allahtan kork, adalette bulun. Artık ben böyle bir amel ile müptelâ olacağımı dâima zanneder bulunmuştum.»
İşte büyük muhaddis Ahmedil’askalânî de Hazreti Muaviyenin ashabı kiramdan olduğunu ve böyle bir kısım fezailini kaydetmekte bulunmuştur
(31) (El’istiab fi ma’rifetil’ashab): Muhaddis Ebu Ömer Yusüfül’kurtubi de bu pek mu’teber kitabında Hazreti Muaviyenin bir kısım menakıbını kaydediyor ve ezcümle diyor ki: «Sahabeden bir taife ve Hicazda, Samda, Irakta bulunan tabiinden bir cemaat, Muaviyeden rivayette bulunmuşlardır. Evzaî demiştir ki: Muaviyenin hilâfetine Resulullah Sallallahü aleyhi vesellemin ashabından bir cemaat yetişmiş, ona itaatten el çekmemişler, cemaatten ayrılmamışlardır. Zeydibni Sabit, Muaviyeden atıyye alırdı. Muaviye için fazileti celîle vardır.
İşte 463 tarihinde vefat eden ve ibni AbdülToer diye ma’ruf bulunan büyük âlim, muhaddis Yusüfül’ Kurtubî de Hazreti Muaviyenin sahabei kiramdan olduğunu ve onun bir hayli fezailini bu veçhile kaydetmiş bulunmaktadır.
(32) (Tarihül’ümem Velmülûk): Büyük bir müctehid, büyük bir muhaddis ve müverrih olan ibni Ceriri Taberî, meşhur tarihinde şunları yazıyor:
«Ömeribnilhattab (Radıyallahü anh) Şama gittiğinde Muaviye Radıyallahü anh kendisini bir mevkeble = bir bölük askerî kuvvetle istikbal edip o suretle yanına gitmişti. Hazreti Ömer bunu görünce: Ya Muaviye: Böyle mevkeble sabahlıyor, akşamlıyorsun, Hane içinde duruyorsun, hacet sahihleri ise kapıda bekliyorlar, dedi. Muaviye de: Ya Emirelmüminîn! Düş¬man burada bizlere yakındır, onların gözcüleri, casusları vardır. Ya Emirelmüminîm« Ben istedim ki onlar, islâmın izzetini görsünler. Dedi. Hazreti Ömer de dedi ki: Şüphesiz bu akıllı bir kişinin hilesi, zeki bir kimsenin hud’ası dır. Muaviye: Ya Emirelmü’minîn!. Dilediğini emr et, o veçhile hareket edelim, diye mukabelede bulundu. Bunun üzerine Hazreti Ömer şöyle dedi: Vah sana!. Senin için bir kusur görerek hakkında seninle münazarede bulunduğum bir şey yoktur ki, sana emr edeyim mi, yoksa seni nehy edeyim mi diye beni bilmez bir halde bırakmış olmayasın»[Tarihi Taberî: c: 8. s: 184.]
* Ömer ibnilhattab (Radıyallahü anha) şöyle buyurmuştur: Siz Kisrayı, Kayseri ve onların’dehâlarını medhü sena edip duruyorsunuz, halbuki, sizin aranızda Muaviye (Radiyallahü anh) var [Tarihi Taberi: c: 6. s: 187]
(Görülüyor ya Hazreti Ömerin bütün bu kıymetli sözleri Hazreti Muaviyeyi takdir etmektedir. Onun zekâsını, güzel siyasetini göstermektedir. Hazreti Ömer demiş oluyor ki: Başka milletlerin kuvvet ve satvetini, dirayet ve zekâsını takdirkâra-ne söyleyip durmaya ne hacet!. Allah Taalâ sizin içinizden de Muaviye gibi kuvvet ve satvetle, akıl ve deha ile muttasif zatları vücude getirmiştir. Artık kendi varlığınızı yadedip hakka müteşekkir olunuz.)
İbni Cerîr merhum, şunları da tarihinde kaydediyor: «Muaviye (Radıyallahü anh) demiştir ki: Kula verilmiş şeylerin efdali akl ile hilmdir. Çünkü — kul bu sayede — ihtar edildiği zaman hatırlar, ita edildiği zaman şükreder, mübtelâ olunca sabr eder, gazeblendiği vakit hiddetini yener, kadir oldu¬ğu zaman afv eder, kötülük yapmış olunca mağfiret diler, va’d edince de yerine getirir» [c: 2. s: 182.]
«Muaviye, Radıyallahü anh, hastalığı esnasında biraz ifakat buldu, ehlinden yanında hazır bulunanlara: Allahü Zülcelâldan korkunuz, çünkü Allah taalâ şüphe yok ki kendisinden korkanları vikaye eder. Allah taalâdan ittika etmiyenleri ise vikaye edecek yoktur. Dedi, sonra teslimi ruh etti.»
İşte en büyük bir müverrih, ve aynı zamanda en büyük bir müctehid, Hazreti Muaviye hakkında bu takdirkârane yazıları yazmış bulunuyor.
(33) (Tarihi Ebilfida’): Ebülfidâ merhum, tarihinde şöyle yazıyor: «Muaviye — Radiyallahü anh”— babasile beraber fetih senesinde müslüman olmuştur. Peygamber Efendimiz kendisini kâtip tayin buyurmuştu, Ömer — radıyallahü anh — da hilâfeti zamanında on dört sene kadar Şam üzerinde vali bulundurdu. Osman — Radıyallahü anh — da hilâfeti zamanında onu on iki sene kadar bu vâlilikde ibka etti. Dört sene de Ali — Radıyal-lahü anh — ile muharip olarak tagallüben Şamda bulundu. Hasılı kırk sene kadar Samda emir ve hükümdar olarak bulun¬muştur. Halîm.Haz im, dâhi, mülkün siyasetine âlim idi. Hilmi kazabını kahir, sehası men’ine galib idi. Vasi ederdi, kesilmezdi — ya’ni: karabet hukukuna, sılei rehime riayetkar idi.»
İşte başka tarihlerde her gördüğünü bir muhakemeye tabi’ tutmadan tarihine nakl etmiş bulunan “ebulfida da Hazreti Muaviyenin inkârı kabil olmayan bu mezayasını olsun kayıd etmekte bulunmuştur.
(34) (Tarîhulhülefa’): Celâlüddîn Süyûtî merhum, tarihinde şöyle yazıyor: Hazreti Muaviye, Hüneyn gazvesinde hazır bulundu. Müellefetülkulûbden idi, sonra islâmiyeti güzel oldu. Kendi Resulüllahin kâtiplerinden biri idi. Nebiyyi Alişan hazretlerinden yüz otuz üç hadisi şerif rivayet etmiştir. Kendi¬sinden de İbni Abbas, ibni Ömer, tbnizzübeyr, Ebüdderda’ Cerirülbecelî ve Numan ibni Beşir gibi sahabei kiram, îbnülmü-seyyeb Hümeydibni Abdirrahman gibi tabiîn, hadis rivayet etmişlerdir.
Dehâ ile, hilm ile mevsuf olanlardan idi. Fazlı hakkında bir çok hadisler varid olmuştur, sabit olanı azdır. Tirmizî: (…اللهم اجعله هادياً)Hadisini rivayet ediyor ve bunun bir hadisi hasen olduğunu da söylüyor. îmân Ahmed de Müsnedinde: اللهم علم معاوية الكتاب ) hadisini rivayet etmiştir.»
«İmam Ali’den şöyle dediği mervîdir. «Muaviyenin hükümetini kerih görmeyiniz. Çünkü siz onu gâibederseniz elbette bir takım başların arkadan belirdiğini görürsünüz.»
«İbni Ebiddünya ve Ebubekr ibni ebi Asım, Hazreti Muaviyenin hilmi hakkında müstakillen birer eser telif etmişlerdir [Tarihulhülefa. Yazma nüsha, s: 92.]
(35) (Hüsnül:muhazare): Yine Celâlüddîn Süyutî merhum, Mısıra ve Kahireye dair yazmış olduğu bu kitabında Mısır kıt’asım teşrif etmiş olan ashabı kiramı hurufi heca tertibiyle yazıyor, Hazreti Muaviyeyi de bunların arasında «Emirülmü1-minîn» unvaniyle zikrediyor.
işte müfessir, muhaddis, fakıh olan ve dört yüz kadar müellefatı elleri tezyin eden imam Süyutî de Muaviye Hazretlerini böyle ashabı kiramdan tanıyor. Onu tebcil ediyor, onun lehindeki hadisleri kitablarında kaybetmiş bulunuyor.
(36) (Tarihi Kâmil): İbni Esir merhum, üsdül’gabesinde Muaviye Hazretlerinin ashabı kiramdan olduğunu kaydediyor, bunu yukarıda gördük, meşhur tarihinde de onun menakıbından bahsediyor ve ezcümle şöyle diyor: «Muaviye (Radıyallahü anh) marazı mevtinden evvel bir hutbe irad etti, cemaate hita¬ben dedi ki: «Üzerinize imaretim uzadı, tâ ki ben sizden usan¬dım, siz de benden usandınız. Ben sizden ayrılmak temenni eder oldum, siz de benden ayrılmak temenni eder oldunuz. Benden sonra size kendisinden hayırlı olduğum kimse gelecektir. Nasıl ki benden evvelki de benden hayırlı bulunmuş idi.»
«Denilmiştir ki, her kim Allanın likasını severse Allah da onun likasını sever. Allahım! ben muhakkak senin likanı severim, artık sen de benim likamı sev ve benim için onu mübarek kıl.»
«Hazreti Muaviye aradan çok bir zaman geçmeden hastalandı, vefatı yaklaşınca dedi ki: Resulüllah sallallahü aleyhi vesellem bana bir gömlek giydirmişti, onu saklamış bulunuyorum, ve bir gün mübarek tırnaklarını kesiverirken parçalarını alıp bir şişe içinde sakladım. Şimdi öldüğümde beni o gömleğe sarınız, ve o parçaları ufadıp gözlerime, ağzıma serpiniz. Umulur ki, Allah taalâ onların berekâtile bana rahmet buyurur.» Sonra da Ehli beytine hitaben dedi ki: «Allahdan ittika üzere bulununuz, çünkü Allahdan ittika etmeyeni vikaye edecek kimse yoktur.
«Hazreti Muaviye, sonra malının yarısmı beytülmaale verilmek üzere vasiyette bulundu. Bununla mütebaki malının kendisine tip olmasını istemiş olmalıdır» [Tarihi İbni Esir. c: 3. s: 4.]
îşte Muaviyeyi tahkir ettiği iddia edilen. Tarihi kâmil sahibi îbni Esir de o zat hakkında böyle güzel bir kanaatta bulunuyor, unun dünyadan müteneffir, hakka müteveccih, Resulüllaha fevkalâde meclûb bir zat olduğuna şahadet etmiş bulunuyor.
(37) (Mürûcüzzekeb): Mes’udî bu tarihinden şöyle yazı¬yor: «Medainî diyor ki: Muaviye (radıyallahü anh) Cemil ibni Ke’bis Sa’lebiyi esîr etmişti. Cemil, Rebia’ kabilesinin ulularından ve hazreti Alinin tarafdarlanndan, yardımcılarından idi. Hazreti Muaviye dedi ki: Allaha Hamdolsun, seni elde etmeğe beni muvaffak kıldı. Cemel gününde şöyle diyen sen değil mi idin?.
اصبحت الامة فى امر عجيب
والملك مجموع غداً لمن غلب
قد قلت قولاً صادقاً غير كذب
ان غداً تهلك اعلام العرب
Meali: Ümmet, garib bir hâdise içinde sabahladı. Mülk, yarin galib olacak kimse için toplanmış, — onun hakimiyetinde birleşmiş — olacaktır. Ben doğru, yalan olmayan bir söz söyle¬dim, şüphe yok ki yarın Arabın bir çok ayanı, meşahiri helak olacaktır. Bunun üzerine Cemil: «söyleme, çünkü o bir musibettir.» Demekle Hazreti Muaviye: «Bir saat içinde arkadaşla¬rımın kahramanlarından müteadit kimseleri öldürmüş olan bir şahsa Allah Taalânm beni muzaffer kılmasından hangi nimet daha büyüktür, şunun boynunu vurunuz.» diye emr etti. Cemil de: «Yarabbi! şâhid ol, Muaviye beni senin yolunda, sen razı olasın diye öldürmiyor, belki beni hutamı dünya üzerine katletdirmiş oluyor, eğer öyle yaparsa ona lâyık olduğunu yap, ve eğer yapmazsa sen ona senin ehl olduğunu yap dedi.
Muaviye hazretleri de: «Ey Cemil! Sen sebb ettin bunu son dereceye vardırdın, dua ettin onda da mubaleğa gösterdir diyerek onu salıverdi, ve Numan ibni Münzirin şu teyitlerini okudu:
تعفو الملوك عن لجليد ل من الامور بفضلها
ولقد تعاقب فى اليسى روليس ذاك لجهلها
الا ليعرف فضلها ويخاف شدة نكالها
Ya’ni: Hükümdarlar bir takım büyük şeyleri kendi fazl ve keremlerile afv ederler. Bazan da ehemmiyetsiz şeylerden dolayı muahaze ederler. Bu, onların cehaletinden dolayı değildir, ancak onların fazılları bilinsin ve onların cezalarının şiddetinden korkulsun içindir.
«Ve yine rivayet edilmiştir ki, Hazreti Muaviye hali ihtizara geldiği sırada: هو الموت لامنجى من الموت والذى تحاذر بعد الموت ادهىوافظع
Beyitini temessülen okuduktan sonra şöyle duada bulunmuştur: اللهم اقل العشرة واعف عن الزلة وجد بحملك على جهل من لم يرجغيرك ولم يثق الا فانك واسع المغفرة وليس لنى خطيئة مهرب Meali: Bu, ölümdür, ölümden kurtulma imkânı yoktur. Fa¬kat kaçındığın şey, ölümden sonra daha güç, daha korkunçtur: İlâhi!. Hatamı gider, sehvimi afv et, senden başkasından ümid var olmayan, senden başkasına güvenmeyen kulunun cehaleti¬ne hilmin ile lutf-ü keremde bulun. Çünkü senin mağfiretin boldur. Ve hata sahibi için kaçıp sığınacak yer yoktur.
Hazreti Muaviyenini bu duasının haber alan Said ibni Müseyyeb demiştir ki: Muaviye, kendisi gibi bir kimse hakkında teveccüh edecek bir misli daha bulunmayan bir zata teveccüh etmiş, ben ümid ederim ki, Allah taalâ ona azab etmiyecektir» [Mürucüzzeheb c: 6. s: 126. Tarihi Kâmilin kenarında]
îşte tarihinde mezhebi sâikasiyle Hazreti Muaviye aleyhine bir kısım hikâyeler nakletmiş olan Mürucüzzeheb sahibi de onun hilm ve keremine, hakka ilticasına, hüsni hatimesine dair bunları yazmak insafında bulunmuştur. Hazreti Muaviyenin zamanını gerek ibadete ve gerek ümmetin mesalihine ne kadar muntazam, âdilâne, müşfikane bir surette hasretmiş olduğuna da ayrıca kaydetmiştir.
(38) (Mukaddimei ibni Haldun): ibni Haldun Veliyyüddinilhazremî, bu meşhur mukaddimesinde şöyle yazıyor:
«Malûm ola ki iktizayi asabiyet ile devleti islâmda vaki olan vekayii meşhureden imamı hak ve âdil Hazreti Ali ile Muaviye Radıyallahü taalâ anhüma meyanında hudus eden fitnei hailenin vuku’ ve zuhuru tariki hakta ictihad ve taharriye mebni bir manâ olup ashabi vehm ve dalâl zu’mları üzere hıkdi husıt ya bir garazı fasit zımnında olmadığı karar dadei ashabı tahkiktir. Belki anlar emri hilâfette mesleki içtihada sülük ile kitab ve sünnete müracaat edip ve her birinin rey’ ve ictihadı âhare muhalif olmakla ihkakı hakk için harp ve kıtale tesaddi eylediler. Zira tayini hilâfette mişkâtı sadri nübüvvetten nassı ka’li varıd olmayıp ümuri iltihadiyeden olmakla Hazreti Ali rey’inde musib ve Muaviy muhtî ise de yine kasd ve garazı hakka taallûk edip ve müetehid içtihadımla hatâ etmekle levme müstehik olmadığı malûmdur.
Bundan maada füsuli sabıka zımnında zikir ve tafsil olunduğu üzere tabiatf devlet ve mizacı saltanat dahi hüküm ve tasarrufta infirad ve istikbâli müeib olup şeriri saltanat bir veçhile şirket kabul etmemekle Muaviyenin kavm ve kabilesi olan beni Ümeyye aşi¬reti şevket ve satvette galip ve cümlesi Muaviyenin hilâfetini talip olup dairei mülk ve devlette âharin hükm ve tasarrufuna bir veçhile razı değiller idi. Ve Hazreti Muaviye dahi içtihadında isabet itikad edip ve beni Ümeyyenin kudret ve kifayetine itimat etmekle daiyei hilâfet kendinin ve kavminin dimağında cayıgir olup ve beni Ümeyye dahi lâzımei asabiyet olan gayret ve hamiyetleri muktazasınca Muaviyenin hilâfetini temhid ve teşyid için meydanı kârzarde bezli nakdinei hayat ile ser ve canlarını feda ettiler.
Şöyle ki eğer Muaviye emri hilâfette âhari nefsine isâr ve tercih edip hakkı hilâfeti Hazreti Ali’ye kasriyed ve beni Ümeyyeye dahi be/at teklif edeydi cümlesi tarafı hılâfda İsrar etmeleriyle iftirakt kelimeye müeddi’ olup bir veçhile anlardan bu emri savaba icabet ve itaat olmayacağı zahir ve mukarrer idi. Binaenaleyh Muaviye dahi şirazei cem ve telif ile mecmuai nizamı tefrikadan hıfz ve siyanet edip beni Ümeyyenin icma’ı tabiilerine muhalefet ile re’yi hakka muvafakat edemedi.» Kezalik: Hulefayi emeviyenin a’del ve evsafı Ömer ibni Abdil’aziz Hazretleri dahi ahfadı Sıddikten Kasım ibni Muhanuned ibni Ebibekr Hazretlerini gördükte: eğer ben kılâdei hilâfeti kabule muztar olmayıp nez-u halı’yedimde olaydı bu emaneti kübrayi Kasım bin Muhammed Hazretlerine tefviz ile keffiyed ederdim» der idi.
Vakıa Ömer ibni Abdilâziz Hazretleri Kasım ibni Muhammede emri hilâfeti tefviz etmek murat eyledi. Lâkin beni Ümeyyenin ayan ve eşrafından ve ekarib ve nişanından havf ve haşyet edip âharin hakkı hilâfete taarruz kavim ve kabilesinin hilafı manileri olmakla iftirakı kelimeye müeddi olur diyü mansıbı hilâfeti fthare sarf ve tahvile kadir olamadı» [Mukaddime tçreemesi: c: 2. s: 20.]
İşte en mütefekkir, hakim bir müverrih olan ibni Haldunun kanaati de bu merkezdedir. Tarihte yeni bir çığır açmış, tarihî vak’aları felsefî muhakemata tâbi tutmuş, her tarihî hadisenin sebeplerini, kanunlarım tayine çalışmış olan bu müdakkik âlimin sözleri, elbette her bulduğunu tarihine dercetmiş olan bir çok müverrihlerin sözlerinden daha kıymetlidir.
(39) (RavzatüI’ebrar): Abdülâziz efendi bu tarihinde şöyle yazıyor: «Hazreti Seyyid ve senedi evlâdı Adem Sallallahü aleyhi vesellem tarafı bahiruşşereflerinden Muaviye (اللهم سكنه فى البلاد ) duayı müstecabına mazhar olmagin Yemen ve Hicaz ve Şam ve Mısır ve Mağrip ve Irak ve Ermeniyye ve Azerbaycan ve Fâris ve Horasan ve Cibal ve Deylem ve Maveraennehr, Kalemrevi fermanı olup Şukkai re’yeti hemvare bâdı nusret ile harekette idi» [Ravzatül’ebrar s: 143.]
Abdülâziz efendi merhum, tarihinde gerek Zübeyr ve Talha ve gerek Muaviye hazeratı hakkında bir islâm âlimine pek de yakışmayacak bir lisan kullanmış, suizanda bulunmuştur. Bununla beraber Hazreti Muaviyenin duayi nebeviye mazhariyetini ve onun nihayetsiz islâm fütuhatına nailiyetini de kaydetmiştir. Bütün bunlar, intakı hak kabilinden. şeylerdir.
(40) (Kısası Enbiya’): Cevdet paşa merhum da Hazreti Muaviye zamanında olan fütuhatı islâmiyeyi şu suretle yazmıştır:
«Cemel ve Sıffiyn vak’alarında pek çok dilâveranı islâm zayi’ ve telef olmuş ise de milleti islamiyenm gençlik zamanı olduğundan nâs içine düşmüş olan ihtilâfı efkâr bertaraf olunca yine cihad ve gazaya kıyam olundu. Şam cihetinden dahi asakiri islâmiye, diyarı Rum’a gaza etmekte iken diğer taraftan Dağıstana ve Diyarı sinde sefer etmekte idiler.
Şöyle ki, Mısır valisi Amr-ibnil’asın teyzezadesi «Ukbetübnü Nafi> i kırk bir senesinde bir fırkai askeriye ile Afrika üzerine sevketmişti. Ukbe, Afrika kıt’asının içerlerine gaza ederek Gıdamis» ve «Veddan» gibi nice memaliki fethetmiş ve ba’dehu Kayruvan» şehrini almıştır. Kırk üç senesinde Bisribniartat, Kostantiniyyeye kadar gelmiş; ve kırk dört senesinde «Kabil» ve «Diyarıhind» den daha nice beldeler fethedilmiştir» [Kısası Enbiya, c: 7. s: 160. c: 6. s: «2.]
Muaviye (Radıyallahü anh) «Ben öldüğüm zaman Cud-ü seha dahi benimle beraber ölür ve nice nâsın atıyyelerl münkati’ olur. Sâillerin elleri boş kalır» dedi ve hayatından me’yus oldukda «Zituva» nam mahalde sakin bir Kureşî olub da imaret ile meşgul olmayaydım» Deyu beyanı teessüf etti ve altmış senei hicriyesi Recebinde vefat eyledi. Radıyallahü taalâ anh.»
Dahhak ibni Kays, hemen Muaviyenin kefenlerini alıp minbere çıktı, bir hutbe okudu, ve dedi ki: «Muaviye Arabın desti, kuvvet ve kudreti idi. Allah Taalâ anınla fitneyi def eyledi ve anı kulların üzerine hükümdar kıldı ve bir bahirde askerini yürüttü ve anınla nice beldeleri fethetti. Lâkin o da Allahın bir kulu idi. Şimdi vefat eyledi. İşte kefenleri budur. .Ani bu kefenler içine sarıp kabre koyacağız ve anı ameliyle meşiyeti ilâhiyeye terkeyleyeceğiz. Andan sonra kıyamete dek dünya hercümerçtir.»
Cevdet Paşa Muaviye Hazretleri hakkında bunları kaydetmekle beraber bütün ashabı kiram hakkında ne güne hareket edilmesi lüzumunu da şöylece yazmıştır:
Kaldı ki anların ahvalini muhakeme sonra gelenlerin haddi değildir. Kuruni islâmiyenin en hayırlısı karni sahabedir. Anlar hep hidayet yıldızlarıdır. Kur’anı kerimin tefsiri anlardan öğrenildi. Bunca ehadisi şerife anlardan iitildi. Ahkâmı diniye anlardan ahzedildi. Anlardan öğrendiğimiz kavaidi diniyeyi ele alıp da anların hareketlerini muhakeme etmek bizim haddimiz mi? Eğerçi hatâ, insanın şanındadır. Müctehidler hatâ ederler. Lâkin müctehid isabet eylerse on, hatâ eylerse bir sevaba nail olur. Anlar hep erkânı şeri’attır. Beyinlerinde vukubulan ihtilâfat ve münazaalar hep mübahase ve munazarai ictihadiye kabilinden idi. Ictihadça ihtilâf etseler de hak ve savabı anladıkları gibi teslim ile ittifak ve ittihad ediverirlerdi. Esnayı mübahasede birbirine sertçe söyleseler bile birbirinin kadrini bilirlerdi. Elhasıl: ashabı güzinin ihtilâfları hep içtihada mebni mübahasatı ilmiye kabilinden idi. Agrazı dünyevi-yeden nâşi değil idi. Anların kulübi mutahharaları hubbi riyaset ve emri siyasetten âri idi» [Kısası Enbiya, c: 6. s: 432.]
İşte Cevdet Paşanın bu sözleri ayni hakikattir. Buna muhalif olan sözlerin ise hiç bir kıymeti olamaz.
(41) (El’egani): Ebülferecilısfehani, Rebi ibnizziyadın tercümei hali sonunda İbni Abbas hazretlerinden bir sened ile şöyle rivayet ediyor, «ibni Abbas (Radıyallahü anh) Ashabile beraber akşam yemeği yiyordu. Lokmasını ağzına kaldırmış olduğu bir sırada Muaviye (Radıyallahü anhın) haberi vefatı geldi. Hemen lokmasını bırakdı, bir müddet başını aşağıya eğerek dü¬şündü, sonra da dedi ki: Bir dağ parçalanmış, sonra da hey’eti mecmuasile denize yönelmiş, üzerini de bütün denizler kaplamış Allah, Hind oğlunun mükâfatını versin, ne kadar yüzü güzel, huyu kerîm; kadri azîm idi. Ashabından birisi sözünü keserek: Onun hakkında böyle dermişiniz?. Demekle İbni Abbas, yazık sana, sen bilmezsin ki, senden kim geçip gitti, senin üzerinde kim — Hakim olarak — kaldı. Yakında anlayacaksın. Deyip sö¬zünü kesdi» [El’egani. Nakdünnesaih. s: 35.].
Düşünmeli Sıffiyn muharebelerinde Abdullah ibni Abbas hazretlerile hazreti Muaviye karşı karşıya harp etmişlerdi. Bu¬na rağmen ibni Ebbas hazretlerinin şu kadr şinaslığına bakınız! İşte «Egani» sahibi de kitabında bunu nakl ederek Hazreti Muaviyenin lehinde şehadet etmiş bulunuyor.
* Biz Egani sahibinin veya bir kısım müverrihlerin sözle¬rini mücerret hazreti Muaviyenin yüksek kadrini isbat için nakl etmiş bulunmıyoruz. Onun kadri zaten sabittir. Ona yüz binlerce, milyonlarca eazimi islâmiye şahiddir. Ancak Egani gibi bir edebiyat ve muhazarat kitabında veya gelişi güzel yazılmış bir tarih mecmuasında hazreti Muaviyenin yalnız aleyhinde değil, lehine de pek çok şeyler yazılmış olduğunu göstermek için kaydetmiş bulunuyoruz.
(Ömer Nasuhi Bilmen, Ashâbı Kirâm Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları)
Kaynak: http://vadetamam.com/2016/10/ashabi-kiram-ve-bilhassa-hazreti-muaviye-hakkinda-baslica-kutubi-islamiyenin-husni-sahadeti-ve-eazimi-ummetin-nezih-kanaatleri.html